619 research outputs found
Epidemiology of adult poisoning at Adnan Menderes University
Bu çalısmada zehirlenme nedeni ile Acil Servise basvuran ve sonrasındaYogun BakımÜnitesi'ne izlenen
hastalar hakkındaki verileri degerlendirmek ve epidemiyolojik çalısmalar için ön veri toplamak amaçlanmıstır.
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde 1 Ocak 2000- 31 Aralık 2003
arasında zehirlenme nedeni ile Acil Servis'e basvuran 15 yas üzeri hastalar ve bunlardan Yogun Bakım
Ünitesi'nde (YBÜ) izlenen olgular geriye dönük olarak yas, cins, alınan toksik maddenin türü, hastanede kalıs
süreleri, ve mortalite açısından degerlendirilmislerdir.
Acil servise basvuran zehirlenme olgularının toplam hastalara oranı % 0.5 (156/32891) olarak
bulunmustur. Bunların%65.3'ü kaza sonucu, kalanı ise intihar amaçlıdır. Olguların%60.2'si kadındır ve 15-24
yas grubunda yogunlasmıstır. En sık görülen zehirlenme oral yolla olusmustur (% 64.1). Acil servise basvuruda
oral ilaç alımından sonra en sık görülen olgular hayvansal zehirlenmeler, gıda zehirlenmeleri, kaza ile kostik
alımı, karbon monoksit inhalasyonu ve tarımilacı alımıdır.
Yogun Bakım Ünitesi'nde izlenen 48 hastanın (% 30.8) çogu kadındı (% 58.3). Zehirlenme nedeniyle yogun
bakım ünitesine yatısın % 70,9'unu intihar olguları olusturmaktadır. Yas ortalaması 31.12 15.77 olmustur.
Hastalar ortalama 3.5 gün (1- 18 gün) süresince YBÜ'nde gözlenmislerdir . YBÜ'nde yatan hastalardan besi 2 ile
5 gün arasında ventilatöre baglanmıstır. Organofosfatla intihar eden 1 hasta ölmüs, bunun dısında tüm hastalar
sifa ile taburcu olmustur.
Bu çalısma Aydın yöresindeki zehirlenmeler için epidemiyolojik ön bilgi olusturma konusunda
ipuçları vermektedir.The objective of this retrospective hospital-based study was to evaluate the rate and characteristics
of acute human poisoning in our province (Aydın,Turkey).
All cases of acute human poisonings admitted to the Emergency Department of the Adnan Menderes
University Hospital, in Aydın, Turkey, between January 1 2000 and December 31 2003, were included in the
study. The rate and causes of mortality from poisoning as well as demographic data of the patients were
investigated.
There were 156 (0.5%) poisoning cases within a total of 32,891 patients admitted to the emergency
department. Of the poisoning cases, 60.2% were female. Poisonings made a peak between the ages of 15 and 24.
The majority resulted from oral ingestion with deliberate intake, accounting for 64.1% of the cases. Most of the
suicide attempt cases were also females. The most common cases except for therapeutic agents are bites, food,
and oral ingestion of chemical products, carbon monoxide inhalation, and pesticides. Fourty-eight patients (30.8
%) were admitted to intensive care unit, which 58.3%were female. One patient died in the intensive care unit.
Data presented in this article provide preliminary results on the pattern of symptomatic poisonings
inAydın
Comparison of propofol and midazolam plus propofol sedation for magnetic resonance imaging in children
Amaç: Manyetik rezonans görüntüleme için oral kloral hidrat veya kardiyolojik kokteyl ile yeterli sedasyon
sağlanamayan mental retardasyonu ve epilepsisi olan çocuklarda propofol ile midazolamı takiben uygulanan
propofol sedasyonu bulgularını karşılaştırmaktır.
Yöntem: Manyetik rezonans görüntüleme yapılan 4 - 10 yaş arası nörolojik bozukluğu olan 23 çocukta
propofolün tek başına veya intramuskuler midazolamdan sonra uygulandığında sağlanan sedasyon seviyeleri
Ramsay Sedasyon Skoruna göre karşılaştırıldı. Manyetik rezonans görüntülemeden 15 dakika önce hastalara
intramuskuler 0.2 mg kg midazolam sedasyonu yapılarak (n=11) veya yapılmadan (n=12) 2 mg kg propofol
Bulgular: intravenöz yavaş bolusu takiben sürekli infüzyon şeklinde uygulandı (n=12). ıstatistiksel değerlendirmede Mann
Whitney U, Ki kare ve Fisher exact testleri kullanıldı, p<0.05 anlamlı kabul edildi.
ıntravenöz kanülasyon sırasında ve manyetik rezonans görüntüleme süresince sedasyon seviyesi
midazolamla birlikte propofol uygulanan grupta, sadece propofol uygulanan gruba göre daha yüksek bulundu
(sırasıyla p = 0.002; p = 0.001). Her iki grupta da propofol enjeksiyonundan sonra solunum hızı belirgin olarak
azaldı (p= 0.025 ve p= 0.021). Propofol grubunda hastaların derlenmesi daha hızlı oldu. Birinci saatin sonunda
her iki grubun derlenme skorları aynıydı. Kullandığımız dozlarda propofol, manyetik rezonans görüntüleme
süresince sedasyon sağladı.
Sonuç: Mental retardasyonu olan çocuklarda intravenöz propofol enjeksiyonundan önce uygulanan
intramuskuler midazolamla daha iyi kooperasyon ve sedasyon sağlandı.Background and objective: The aim of this investigation was to study the effects of propofol and midazolam followed by propofol on children who had epilepsy and mental retardation, and could not be sufficiently sedated with orally administered chloral hydrate and cardiac cocktail for Magnetic Resonance Imaging.
Methods: We have compared the sedation levels using the Ramsay Sedation Score maintained by the infusion of either propofol alone or followed by intramuscular administration of midazolam in 23 neurologically debilitated children aged 4-10 years undergoing Magnetic Resonance Imaging. The patients received a slow intravenous bolus injectionof2 mgkg-1 propofol followed by continuous infusion, with(n=11) orwithout (n=12) midazolam (0.2 mg kg-1) sedation given intramuscularly 15 minutes before the Magnetic Resonance Imaging._Mann Whitney U, Chi square and Fisher's exact tests were used for the statistical analysis testing, p< 0.05 were considered to have statistical significance.
Results: Sedation level was higher in midazolam plus propofol group than propofol group immediately before intravenous cannulation, and during Magnetic Resonance Imaging (p = 0.002; p = 0.001 respectively). In both groups, the respiratory rate decreased significantly following the injection of propofol (p= 0.025 and p= 0.021). Patients in the propofol group recovered rapidly. At the end of the first hour, the recovery scores of both groups were similar. In the dose scheme we have used, propofol produced sedation during Magnetic Resonance Imaging.
Conclusions: In mentally retarded children, intramuscular midazolam injection followed by propofol resulted in better cooperation and sedation
The effects of microlaryngeal tube on respiratory mechanics and ventilation parameters in laryngoscopic surgery
Amaç: Çalışma laringoskopik cerrahi için mikrolaringeal tüp ile entübe edilerek düşük tidal volüm, yüksek
frekanslı ventilasyon ile genel anestezi uygulanan hastalarda tüp çapının solunum mekaniklerine olan etkilerini,
arteriyel ve end tidal karbondioksit basıncı değişikliklerini incelemek amacıyla yapıldı.
Gereç ve yöntem: Çalışmaya laringoskopik cerrahi için mikrolaringeal tüp ile entübe edilerek genel anestezi
uygulanan 27 hasta, kontrol grubuna ise uygun çaplı endotrakeal tüp ile entübe edilen 26 hasta alındı. Tüm
hastalar, midazolam premedikasyonu ve intravenöz 1g kg fentanil, 1mg kg lidokain, 3mg kg propofol, 0.1 mg
kg vekuronyum ile anestezi indüksiyonu yapılarak entübe edildi. Laringoskopi grubunda solunum sayısı:
20 dk , tidal volüm: 5ml kg ; kontrol grubunda ise solunum sayısı: 12 dk , tidal volüm: 8ml kg olarak ayarlandı.
Beş dakika ara ile kalp hızı, sistolik ve diyastolik arter basıncı, periferik oksijen satürasyonu, end tidal
karbondioksit basıncı, hava yolu direnci, kompliyans, tepe hava yolu basıncı, ortalama hava yolu basıncı,
arteriyel parsiyel karbondioksit basıncı değerleri izlendi ve kaydedildi.
Bulgular: Laringoskopi grubunda, kontrol grubuna göre kompliyans düşük; tepe hava yolu basıncı, hava yolu
direnci yüksek bulundu (p<0.05). Laringoskopi grubunda end tidal karbondioksit basıncında önemli değişiklik
olmamakla birlikte arteriyel parsiyel karbondioksit basıncının operasyon süresince yükseldiği (p<0.05) ve end
tidal karbondioksit basıncı ile arteriyel parsiyel karbondioksit basıncı arasındaki farkın giderek arttığı
gözlemlendi.
Sonuç: Sonuç olarak mikrolaringeal tüplerle yapılan düşük tidal volüm, yüksek solunum sayılı ventilasyonda
end tidal karbondioksit basınç monitorizasyonunun arteriyel parsiyel karbondioksit basıncını yansıtmadığı
saptandı.Purpose: This study was plannedto evaluatethe effects of low tidal volume and high-frequency ventilation with microlaryngeal endotracheal tubes on respiratory mechanics under general anesthesia, to investigate the variations of partial arterial and end-tidal carbon dioxide pressures and to compare these changes in patients with normal tidal volume and frequency ventilation intubated with conventional endotracheal tubes.
Materials and methods: Fifty-three patients were enrolled in the study. Twenty-seven patients who underwent laryngoscopic surgery were intubated with microlaryngeal endotracheal tubes in the study group. Twenty-six patients were intubated with conventional endotracheal tubes in the control group. Anesthesia was induced with 1 g kg-1 fentanyl, 1 mg kg-1 lidocaine and 3 mg kg-1 propofol. Intubation was achieved with 0.1mg kg-1 vecuronium. Tidal volume and respiratory rate were set at 5 ml kg-1 and 20 min-1 in laryngoscopy group, and 8 ml kg-1 and 12 min-1 in control group respectively. Heart rate, systolic and diastolic arterial pressures, arterial oxygen saturation, end-tidal carbon dioxide pressures, airway resistance, compliance, peak airway pressure, mean airway pressure andpartial arterial carbon dioxide pressures were monitored and recorded at 5 minute-intervals.
Results: Compliance was lower (p<0.05), and peak airway pressure and airway resistance were higher in laryngoscopy group than control group (p<0.05). Although, end-tidal carbon dioxide pressures did not vary during the operation, partial arterial carbon dioxide pressure was continuously elevated in laryngoscopy group.
Conclusion: As a conclusion, low tidal volume and high-frequency ventilation with microlaryngeal endotracheal tubes causes elevation of partial arterial carbondioxide pressures
Evaluation on the results of basic life support and defibrillation course in a university hospital
OBJECTIVE: A basic life support and defibrillation course, attended by doctors and nurses, was organized in order to provide the skills of health professionals when witnessing cardiopulmonary arrest to initiate basic life support and resuscitation, if needed, until resuscitation team arrived. The aim of this study is to evaluate the attendants' level of providing skills, and to compare the profession groups (doctors and nurses) and those previously receivedCPRtraining or not.
MATERIALS and METHODS: Concordant with the resuscitation guide of European Resuscitation Council published in 2005, in this basic life support and defibrillation course composed of theoretical lectures and practices sensory control, calling for aids, respiration and circulation control, thoracal compression, ventilation and defibrillation practices were performed.Attendants were evaluated for providing skills according to a form of 20 steps.Attendants' professions and histories of resuscitation course were recorded.
RESULTS: Hundred and six people; 64 doctors and 27 nurses attended the course. Forty-one attendants (38.7%) performed all steps correctly in order. The correct performance rates of steps were 81.1% for sensory control, calling for aids, respiration and circulation control, 84% for thoracal decompression, 66% for ventilation and 73.6% for defibrillation. There was no difference between the success rates of doctors and nurses. Among the attendants, only 1.9% has a basic life support and defibrillation course in the last year and 33% had no resuscitation course.
CONCLUSION: The success of attendants was adequate in the post-course evaluation. The low rate of attending a basic life support course in the last year shows the lack of training on resuscitation training among the healthcare personnel in our hospital.We think that hospital management should provide a continuing education with training equipment and organization support.AMAÇ: Hastanemizde kardiyopulmoner arreste tanık olan sağlık personelinin, resüsitasyon ekibi gelinceye
kadar, temel yaşam desteğine başlaması ve gerekiyorsa defibrilasyonu yapabilme becerisini kazandırmak
amacıyla öncelikle doktorların, hemşirelerin katıldığı, temel yaşam desteği ve defibrilasyon kursu yapıldı. Bu
araştırmanın amacı kursa katılanların beceri kazanma düzeyleri değerlendirmek, önceden KPR eğitimi alanlarla
almayanlar arasında ve meslek grupları (doktorlar ile hemşireler) arasında fark olup olmadığını araştırmaktır.
GEREÇ ve YÖNTEM: Avrupa Resüsitasyon Konseyinin 2005 yılında yayınladıgı resüsitasyon kılavuzuna
uygun olarak teorik ders ve pratik uygulamalardan olusan temel yaşam desteği ve defibrilasyon kursunda bilinç
kontrolü, yardım çağırma, solunum ve dolaşımın kontrolü; göğüs kompresyonu; ventilasyon ve defibrilasyon
uygulamaları yapıldı. Kursun sonunda katılımcıların beceri kazanımları 20 basamaktan olusan forma göre
değerlendirildi. Katılımcıların daha önceden resüsitasyon kursu alıp almadıkları ve meslekleri kayıt edildi.
BULGULAR: Kursa 64'ü doktor, 27'si hemsire toplam 106 kisi katıldı. Kırkbir katılımcı (% 38,7) tüm
basamakların doğru ve sırasında yaptı. Katılımcıların % 81,1'i bilinç kontrolü, yardım çagırma, solunum ve
dolaşımın kontrolü, % 84'ü gögüs kompresyonu, % 66'sı ventilasyon, % 73,6 defibrilasyon grubundaki
basamakları doğru olarak yaptı. Doktorların ve hemsirelerin başarı oranları arasında anlamlı fark bulunmadı.
Kursa katılanların % 1,9'u son bir yıl içinde temel yaşam desteği ve defibrilasyon kursuna katılmıstı, % 33'ü hiç
resüsitasyon kursuna katılmamıstı.
SONUÇ: Temel yaşam desteği ve defibrilasyon kurslarından sonra yapılan değerlendirmede, katılımcıların
başarısı yeterli bulundu. Katılımcılar arasında son bir içinde temel yaşam desteği kursuna katılanları oranının çok
düşük olması, hastanemizdeki sağlık personelinin kardiyopulmoner resüsitasyon eğitimindeki eksikliğini
yansıtmaktadır. Hastane yönetiminin eğitim materyali ve organizasyon desteği ile eğitimin süreklililiğinin
sağlanmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz
The incidence of residual curarization associated with vecuronium and the effect of age groups
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı sağlıklı, eriskin hastalarda vekuronyuma baglı erken
ve geç derlenme dönemindeki postoperatif rezidüel kürarizasyon (RK) insidansını
ve buna yaş gruplarının etkisini araştırmaktır.
GEREÇ VE YÖNTEMLER: Çalısma prospektif, gözlemsel olarak, elektif cerrahilerde
vekuronyum kullanılan ve ameliyat bittikten sonra derlenme odasına
alınan hastalarda yapıldı. Derlenme odasında akselomiyograf ile nöromusküler
ileti monitorize edildi ve dörtlü uyarıya yanıt (TOF) oranı ölçüldü; 0,9’un altındaki
değerler “RK var” olarak kaydedildi. Hastalara kullanılan anestezikler ve kas
gevseticisinin seçimi, antidot (neostigmin) kullanımı, ekstübasyon ve derlenme
odasına alınma kararları hastayı takip eden anestezi doktoruna bırakıldı. Yaş RK
için risk faktörü olarak alındı, binary lojistik regresyon analizi yapıldı.
BULGULAR: Çalışmaya vekuronyum kullanılan 94 hasta alındı. Hastaların
%52,1’ine neostigmin yapıldı. Ortalanma cerrahi süresi 96,5 dakikaydı. Derlenme
odasında erken derlenme döneminde RK insidansı (TOF <0,90) %13,8 ve geç
derlenme döneminde ise %5,3 olarak bulundu. Regresyon analizine göre yaş
faktörünün, hem erken (OR: 0,714; %95 CI: 0,675-1,085) hem de geç (OR: 0,836;
%95 CI: 0,226 - 3,185) derlenme döneminde, RK üzerine anlamlı etkisi saptanmadı.
SONUÇ: Veküronyuma bağlı RK insidansı düşük oranda bulundu. Yaş faktörünün
de sistemik sorunu olmayan hastalar için RK açısından risk faktörü olmadığı
düşünüldü.OBJECTIVE: The aim of this study is to investigate the incidence of postoperative
residual curarization (RC) associated with vecuronium administered to adult
patients during early and late postoperative period and the effect of age groups.
MATERIALS AND METHODS: This prospective and observational study was
conducted after obtaining the permission of the local ethics committee. Adult
patients who received vecuronium during general anesthesia for elective surgical
procedure were included in the study. The decisions about the anesthetics
and muscle relaxants used on the patients, reversal with neostigmine, extubation
and transfer to the recovery room were left to be made by the anesthesiologist
following the patient. The patient who was taken into the recovery room
had neuromuscular monitoring using accelomyography. Train-of-four (TOF) ratios
under 0.9 were recorded as “RC present”. Age was considered risk factor for
RK, binary logistic regression analysis was conducted.
RESULTS: This study included 94 patients were given vecuronium. Reversal was
performed with neostigmine in 52.1% of the patients at the end of the operation.
The median length of surgery was 96.5 minutes. RK incidence (TOF<0.90)
in the recovery room was determined to be 13.1% (early recovery period) and
5.3% (late recovery period). Based on the regression analysis, the age factor did
not have any significant effect onRC in the early (OR: 0.714; 95% CI: 0.675-1.085)
and late (OR: 0.836; 95% CI: 0.226 - 3.185) recovery period.
CONCLUSION: The incidence of RC following vecuronium is less frequent. It
was shown to the age factor is not effect RC of vecuronium in early and late
recovery period
The ıncidence of residual neuromuscular blockade associated with single dose of ıntermediate-acting non-depolarizing neuromuscular blocking
Bu çalısmanın amacı saglıklı, eriskin hastalarda endotrakeal entübasyon için uygulanan tek doz orta etki
süreli kas gevseticilerine (atrakuryum, vekuronyum ve rokuronyum) baglı erken postoperatif rezidüel
nöromusküler blok (PRNB) insidansını ve buna etki eden sonra faktörleri arastırmaktır.
Çalısma prospektif, gözlemsel olarak, anestezi sırasında sadece endotrakeal
entübasyonu kolaylastırmak için tek doz vekuronyum, atrakuryum veya rokuronyum kullanılan ve ameliyat
bittikten sonra derlenme odasına alınan hastalarda yapıldı. Derlenme odasında akselomiyograf ile nöromusküler
ileti monitorize edildi ve dörtlü uyarıya yanıt (TOF) oranı ölçüldü; 0,9'un altındaki degerler “PRNB var” olarak
kaydedildi. Hastalara kullanılan anestezikler ve kas gevseticisinin seçimi, antidot (neostigmin) kullanımı,
ekstübasyon ve derlenme odasına alınma kararları hastayı takip eden anestezi doktoruna bırakıldı. Yas, kilo,
cinsiyet, antidot kullanımı, anestezi süresi, ekstübasyondan sonra derlenme odasına alınma süreleri PRNB için
risk faktörü olarak alındı, stepwise lojistik regresyon analizi yapıldı.
Çalısmaya 84 hasta alındı, vekuronyum, atrakuryum, rokuronyum kullanılan hasta sayısı
sırasıyla 29, 28, 27 oldu. Hastaların % 58,3'ne neostigmin yapıldı. Medyan anestezi süresi 80 dakikaydı.
Derlenme odasında PRNB insidansı (TOF<0,90) % 13,1 bulundu. Regresyon analizinde cinsiyetin PRNB'u
etkiledigi; kadın cinsiyetin, PRNB riskini artırdıgı bulundu (OR: 7,250, %95 CI:1,019-51,593). Diger risk
faktörlerinin PRNB'a anlamlı etkisi saptanmadı.
Klinik olarak ameliyat nedeni dısında ek risk faktörü tasımayan ve anestezi süresi bir saatten uzun olan
hastalarda, “cinsiyet” tek doz orta etkili kas gevseticilerine baglıPRNBinsidansını etkileyebilirThe aim of this study is to investigate the incidence of postoperative residual neuromuscular
blockade (PRNB) associated with single-dose intermediate-acting muscle relaxants (atracurium, vecuronium,
rocuronium) administered to adult patients for endotracheal intubation during early postoperative period and
subsequent factors affecting.
This prospective and observational study was conducted after obtaining the
permission of the local ethics committee. Adult patients who received a single dose of vecuronium, atracurium or
rocuronium during general anesthesia for elective surgical procedure were included in the study. The decisions
about the anesthetics and muscle relaxants used on the patients, reversal with neostigmine, extubation and
transfer to the recovery room were left to be made by the anesthesiologist following the patient. The patient who
was taken into the recovery room had neuromuscular monitoring using accelomyography. Train-of-four (TOF)
ratios under 0.9 were recorded as “PRNB present”. Age, weight, gender, reversal, anesthesia duration, time for
transfer to the recovery room after extubation were considered risk factors for PRNB, stepwise logistic regression
analysis was conducted.
This study included 84 patients were given vecuronium (n=29), atracurium (n=28) and rocuronium
(27). Reversal was performed with neostigmine in 58.3% of the patients at the end of the operation. The median
length of anesthesia was 80 minutes. PRNB incidence (TOF<0.90) in the recovery room was determined to be
13.1%. Based on the regression analysis, PRNB risk was determined to increase in a gender dependent manner in
female gender (OR: 7.250, 95%, CI:1.019-51.593). The remaining factors did not have any significant effect on
PRNB.
In patients who do not have other risk factors in addition to the operation reason and whose
anesthesia duration is longer than one hour, “gender” may affect PRNB incidence associated with single-dose
intermediate-acting muscle relaxants
Automatic ventilator (surevent™) use for the transport of the patients who had undergone open heart surgery
Bu çalısmanın amacı açık kalp cerrahisi uygulanan hastaların yogun bakıma transportu sırasında balonvalv
cihazıyla (Ambu® resüsitatör Mark III) yapılan manuel ventilasyon ile Surevent™ otomatik ventilatörle
yapılan mekanik ventilasyona baglı hemodinamik ve kan gazı degisiklikleri karsılastırmaktır.Açık kalp cerrahisinden sonra entübe olarak yogun bakıma transfer edilecek 50 hasta
çalısmaya alındı. Hastalar randomize edilerek transportta kullanılacak ventilasyon yöntemine göre manuel
ventilasyon (Ambu® resüsitatör Mark III; Grup BV, n= 25) veya mekanik ventilasyon (Surevent™ otomatik
ventilatör; Grup SV, n= 25) gruplarından birine dahil edildi. Hastalardan, yogun bakıma transporttan önce (T0),
yogun bakıma transporttan hemen sonra (T1) ve yogun bakıma transporttan 20 dakikada sonra (T2) olmak üzere
üç kez kan gazı ve hemodinamik verileri kaydedildi.Iki grubun da transport süresinin medyan degeri 5 dakikaydı. Gruplar arasında PaO2' de,
transporttan önce fark saptanmazken, yogun bakıma transporttan sonra Grup SV'de Grup BV' den belirgin olarak
yüksek bulundu (p= 0,002). Yogun bakıma transporttan sonra 20. dakikada bakılan PaO2 degerlerinde fark
saptanmadı. Diger kan gazı verilerinde ve hemodinamik parametrelerde gruplar arasında önemli fark
saptanmadı.Surevent™ otomatik ventilatör, açık kalp cerrahisi uygulanan hastaların transportunda kısa süreli
olarak kullanılabilecegi ve manuel ventilasyonla karsılastırıldıgında aralarında anlamlı bir fark olmadıgı
görüldü.To investigate whether Surevent™automatic ventilator could be safely used or not for the transport
of the patients who had undergone open heart surgery to intensive care unit (ICU) and to compare this equipment
with manual ventilator(Ambu® Resusitator Mark III).
The study included 50 patients greater than 18 years old, that would be
transported intubated to ICU after open heart surgery. The patients were randomized to two groups according to
the ventilation method that would be used during the transport as, the patients that would be transported with
manuel ventilation (Group BV, n= 25) or Surevent™automatic ventilator (Group SV, n= 25). Arterial blood gas
testing was performed three times for each patient before the transport to the ICU (T0), after the transport to the
ICU (T1), at 20 minutes after the transport to the ICU (T2). Hemodynamic variables were recorded at the same
time periods.
While there were no significant differences between the two groups according to PaO2 values
measured during the preoperative and before the transport, the PaO2 values of group SVwas significantly greater
than group BV postoperatively after the transport to the ICU (p= 0.002). PaO2 values at 20 minutes after the
transport to the ICU were not different between the two groups. There were no significant differences between the
two groups in the hemodynamics variables.
Surevent™automatic ventilator can be used for a short period for the transport of the patients
after open heart surgery and we observed no significant difference when compared with manual ventilatio
Evaluation of tooth development stages with deep learning-based artificial intelligence algorithm
Background: This study aims to evaluate the performance of a deep learning system for the evaluation of tooth development stages on images obtained from panoramic radiographs from child patients. Methods: The study collected a total of 1500 images obtained from panoramic radiographs from child patients between the ages of 5 and 14 years. YOLOv5, a convolutional neural network (CNN)-based object detection model, was used to automatically detect the calcification states of teeth. Images obtained from panoramic radiographs from child patients were trained and tested in the YOLOv5 algorithm. True-positive (TP), false-positive (FP), and false-negative (FN) ratios were calculated. A confusion matrix was used to evaluate the performance of the model. Results: Among the 146 test group images with 1022 labels, there were 828 TPs, 308 FPs, and 1 FN. The sensitivity, precision, and F1-score values of the detection model of the tooth stage development model were 0.99, 0.72, and 0.84, respectively. Conclusions: In conclusion, utilizing a deep learning-based approach for the detection of dental development on pediatric panoramic radiographs may facilitate a precise evaluation of the chronological correlation between tooth development stages and age. This can help clinicians make treatment decisions and aid dentists in finding more accurate treatment options
Penilaian Kinerja Keuangan Koperasi di Kabupaten Pelalawan
This paper describe development and financial performance of cooperative in District Pelalawan among 2007 - 2008. Studies on primary and secondary cooperative in 12 sub-districts. Method in this stady use performance measuring of productivity, efficiency, growth, liquidity, and solvability of cooperative. Productivity of cooperative in Pelalawan was highly but efficiency still low. Profit and income were highly, even liquidity of cooperative very high, and solvability was good
Juxtaposing BTE and ATE – on the role of the European insurance industry in funding civil litigation
One of the ways in which legal services are financed, and indeed shaped, is through private insurance arrangement. Two contrasting types of legal expenses insurance contracts (LEI) seem to dominate in Europe: before the event (BTE) and after the event (ATE) legal expenses insurance. Notwithstanding institutional differences between different legal systems, BTE and ATE insurance arrangements may be instrumental if government policy is geared towards strengthening a market-oriented system of financing access to justice for individuals and business. At the same time, emphasizing the role of a private industry as a keeper of the gates to justice raises issues of accountability and transparency, not readily reconcilable with demands of competition. Moreover, multiple actors (clients, lawyers, courts, insurers) are involved, causing behavioural dynamics which are not easily predicted or influenced.
Against this background, this paper looks into BTE and ATE arrangements by analysing the particularities of BTE and ATE arrangements currently available in some European jurisdictions and by painting a picture of their respective markets and legal contexts. This allows for some reflection on the performance of BTE and ATE providers as both financiers and keepers. Two issues emerge from the analysis that are worthy of some further reflection. Firstly, there is the problematic long-term sustainability of some ATE products. Secondly, the challenges faced by policymakers that would like to nudge consumers into voluntarily taking out BTE LEI
- …