74 research outputs found

    The Effect of Two Different Clinic Treatment Applied on Drug Addicts in Izmir and Manisa cities in Learned Resourcefulness

    Get PDF
    Amaç: Bu araştırma madde bağımlılarına uygulanan iki farklı klinik tedavi programının öğrenilmiş güçlülüğe etkisini incelemek amacıylayapılmış, ön test-son test uygulanan yarı deneysel nitelikte bir çalışmadır. Yöntem: İzmir ve Manisa illerindeki 2 hastanenin AMATEMbiriminde 1 Mayıs-31 Ağustos 2005 tarihleri arasında yatarak tedavi gören madde bağımlısı hastalar araştırmanın evrenini (n = 258), buevrenden araştırmaya dahil edilme kriterlerine uyan 118 (İzmir n = 33, Manisa n=85) hasta araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Veriler,"Tanıtıcı Bilgi Formu" ve "Rosenbaum'un Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği (RÖGÖ)" ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde sayı,yüzde dağılımı, varyans analizi, t-testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmadan elde edilen bulgulara göre; hastaların yaş ortalaması 37.36 ±12.94, %93.2'si erkek, %53.4'ünün ilk madde kullanım yaş grubu 12-16'dır. Tüm hastaların ön test RÖGÖ puan ortalaması 101.41 ± 21.56,son test RÖGÖ puan ortalaması 100.26 ± 23.59'dur. Nüks önleme programına katılan hastaların ön test RÖGÖ puan ortalaması 113.18 ±19.34, son test RÖGÖ puan ortalaması 118.61 ± 18.07 olarak saptanmıştır. Sonuç: Tüm hastaların ön test ve son test RÖGÖ puanortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Nüks önleme programına katılan hastaların ön test ve son test RÖGÖpuan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır. Objectives: It is a quasi-experimental study including pretest and posttest carried out in order to examine the effect of two different clinictreatment program applied on drug addicts in learned resourcefulness. Methods: Whereas the universe of the study was constituted by thosedrug addicts hospitalized in Izmir and Manisa cities, Two Treatment Center of Alcohol and Drug Dependency between 1st May and 31stAugust 2005(n = 258), 118 (Izmir n = 33, Manisa n = 85) patients from this universe that met the study included criteria constituted thesampling of the research. Data were collected with "Patient Identify Form" and "Rosenbaum's Learned Resourcefulness Scale (RLRS)".Data were evaluated by percentage, variance analyze and t-test. Results: According to the research results; the patients were between themean-age of 37.36 ± 12.94, 93.2 % of the patients were men, 53.4 % of the patient were between the age group of 12-16 firstly drug using. Itwas detected that mean scores of pretest RLRS of all patients were 101.41 ± 21.56 and mean scores of posttest RLRS of patients were 100.26± 23.59. It was detected that mean scores of pretest RLRS of patients who participated in the relapse prevention program were 113.18 ±19.34 and mean scores of posttest RLRS of patients who participated in this program were 118.61 ± 18.07. Conclusion:There was no statistically significant difference among mean scores of RLRS of all patients pretest and posttest. There was a statisticallysignificant difference between pretest and posttest means scores of RLRS of patients who participated in the relapse prevention program

    Spiritual care-related opinions and practices of nursing studentsHemşirelik öğrencilerinin manevi bakıma ilişkin görüş ve uygulamaları

    Get PDF
    This present study was aimed at investigating the spiritual care-related views and practices of students.This descriptive study was conducted between March 2016 and June 2016 at a faculty of health sciences and a nursing faculty. The study population comprised 384 fourth-year nursing students studying in the aforementioned two faculties. Of these 384 students, 292 were included in the study sample.The mean age of the participants was 22.83 ± 1.57. Of the participants, 81.8% were female, 97.6% were single, 55.1% were nursing faculty students and 6.8% were nurses. The rate of the students who stated that they were knowledgeable about spiritual care was 57.9%, and 64.3% (n = 169) of them obtained this knowledge from the faculty. Of the students, 94.1% stated that the patient should be provided with spiritual care, 71.2% said that they were not guided by the teaching staff or responsible nurses on the provision of spiritual care, and 50.7% said that they were not able to meet the spiritual needs of individuals/patients. Of the students, 65.1% did not take lessons about spiritual care in the school they were studying, 69.9% considered themselves incompetent in providing spiritual care to their patients and 81.8% wanted to receive training in spiritual care. In the present study, the rate of those who stated that they were able to meet spiritual requirements of patients was higher among female students (x2 = 7.699, p = 0.006), those attending the nursing faculty (x2 = 8.797, p = 0.003) and those who took courses on spiritual care (x2 = 18.882, p = 0.001). The rate of those who stated that the provision of spiritual care was necessary was higher among those who wanted to receive education on spiritual care (x2 = 17.382, p = 0.001) and those attending the nursing faculty (x2 = 5.549, p = 0.018).It is considered necessary that colleges or faculties should have courses on spiritual care, that students’ lack of spiritual care-related knowledge should be dealt with, and that students should be supported and provided opportunities so that they can give spiritual care to patients they look after. ÖzetBu araştırmada hemşirelik bölümünde öğrenimine devam etmekte olan son sınıf öğrencilerin manevi bakıma ilişkin görüş ve uygulamalarının incelenmesi amaçlanmıştır.Tanımlayıcı tipteki araştırma, bir sağlık bilimleri fakültesi ve bir hemşirelik fakültesinde, Mart-Haziran 2016 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini iki fakültede öğrenim gören 384 dördüncü sınıf hemşirelik öğrencileri oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemine 292 öğrenci dâhil edilmiştir.Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 22.83 ± 1.57, %81.8’i kadın, %97.6’sı bekar, %55.1’i hemşirelik fakültesi öğrencisi ve %6.8’i hemşire olarak çalışmaktadır. Öğrencilerin %57.9’u manevi bakım konusunda bilgisi olduğunu ve bilgisi olanların (n=169) %64.3’ünün bu bilgiyi fakültesinden aldığını belirtmiştir. Öğrencilerin %94.1’i bireye /hastaya manevi bakım vermenin gerekli olduğunu, %71.2’si manevi bakım verme konusunda öğretim elemanı ya da sorumlu hemşiresi tarafından yönlendirilmediğini ve %50.7’si bireylerin /hastaların manevi gereksinimlerini karşılayamadığını belirtmiştir. Öğrencilerin %65.1’i eğitim gördüğü fakültede manevi bakımla ilgili ders almadığını belirtmiştir. Öğrencilerin %69.9’unun hastalarına manevi bakım verme konusunda kendilerini yeterli olarak görmedikleri ve %81.8’inin manevi bakım konusunda eğitim almak istediği belirlenmiştir. Araştırmada kız öğrencilerde (x2=7.699, p=0.006), hemşirelik fakültesinde öğrenim görenlerde (x2=8.797, p=0.003) ve manevi bakımla ilgili ders alanlarda (x2=18.882, p=0.001) bireylerin / hastaların manevi gereksinimlerini karşılayabildiklerini belirtenlerin daha fazla olduğu saptanmıştır. Manevi bakımla ilgili eğitim almak isteyenlerde (x2=17.382, p=0.001) ve hemşirelik fakültesinde öğrenim görenlerde (x2=5.549, p=0.018)  manevi bakım vermenin gerekli olduğunu düşünenlerin oranının daha fazla olduğu görülmüştür.Hemşirelik eğitimi veren yüksekokul veya fakültelerde manevi bakım konusunda derslerin verilmesi, öğrencilerin bu konudaki eksik bilgilerinin giderilmesi ve öğrencilerin bakım verdiği bireylere/hastalara manevi bakımı sağlayabilmeleri için fırsatların sağlanması ve desteklenmelerinin gerektiği görülmektedir

    Observing Change Over Time in Strength-Based Parenting and Subjective Wellbeing for Pre-teens and Teens

    Get PDF
    The focus of this study was on adolescent mental health. More specifically, the relationship between strength-based parenting (SBP) and subjective wellbeing (SWB) during adolescence was examined at three time points over 14 months (N = 202, Mage = 12.97, SDage = 0.91, 48% female). SBP was positively related to life satisfaction and positive affect at each of the three time points, and was negatively related to negative affect. SBP and SWB both declined significantly over time. When examining the causal relationships between SBP and SWB, two different statistical models were applied: latent growth-curve models (LGM) and random-intercept cross-lagged panel models (RI-CLPM). The LGM revealed a strong positive relationship between changes in SBP and SWB. Specifically, this model showed that SBP at one time point predicted adolescent SWB at future time points. However, when the more stringent statistical test was completed through RI-CLPMs, no cross-lagged paths reached significance. Thus, while parenting is a significant predictor of wellbeing for pre-teens and teens in real time, it is not predictive of wellbeing at future time points. Parents, thus, cannot assume that their current levels of SBP are ‘banked’ by their children to support future wellbeing. Instead, SBP needs to be an ongoing, contemporary parenting practice. Furthermore, the fact that perceptions of SBP decline in this age bracket suggest that SBP interventions may be helpful in supporting adolescent mental health

    SIN katmanının kapı dielektiği olarak kullanıldığı ALN/GaN MIS-HEMT yapılarının üretimi ve ALD ile kaplanan alumina ile performansının artırılması

    No full text
    Cataloged from PDF version of article.Thesis (M.S.): Bilkent University, Department of Materials Science and Nanotechnology, İhsan Doğramacı Bilkent University, 2016.Includes bibliographical references (leaves 67-74).Silicon based transistors reached a limit, especially for high power and high frequency applications due to their relatively low bandgap and breakdown voltage. With its higher bandgap and breakdown voltage, GaN based transistors are promising devices for high power and high frequency applications. In particular with its high mobility due to the 2D Electron Gas at its interface, AlN/GaN heterostructure is a promisimg option to be used for such applications. High Electron Mobility Transistors(HEMT) fabricated on this heterostructure can work under higher voltages and higher frequencies when compared with standard silicon based transistors due to these superior properties. Also, as current electronics technology is mostly depend on Silicon based circuits, fabrication of these AlN/GaN HEMTs on Silicon substrates will provide easiness to integrate this technology to current systems. However, these transistors can suer from high leakage currents, which can cause a high power consumption problem. One solution to this problem is depositing a dielectric under gate area and such kind of transistors are called as MIS-HEMTs. In this thesis, MOCVD grown AlN/GaN on Silicon samples are used for fabrication of MIS-HEMTs. Before the fabrication of the transistors, a study on formation of ohmic contacts on these samples is performed. Then, two different AlN/GaN MIS-HEMTs with different gate dielectrics are fabricated and characterized. First type of samples have MOCVD grown SiN as gate dielectric and for second type of transistors, an alumina layer is deposited with ALD on top of SiN under gate area to decrease the gate leakage. Both of the transistors can remain gate control up to +2V gate bias. At least a three order of magnitude of decrease in gate leakage current is observed for high negative gate biases after deposition of alumina. Also, a gate leakage current in the order of 10¯¹º-10¯¹¹ A is observed for lower negative biases. A peak transconductance of 2:57mS is obtained for the transistors with gate length of 2µm, which is decreased to 1:71mS after alumina deposition.by Sağnak Sağkal.M.S

    THE USE OF NONPHARMACOLOGICAL METHODS IN PAIN MANAGEMENT OF NURSES WORKING IN SURGICAL CLINICS AND FACTORS AFFECTING THEIR USE

    No full text
    Amaç: Araştırma cerrahi kliniklerinde çalışan hemşirelerin ağrı yönetiminde nonfarmakolojik yöntemleri kullanma durumları ve etkileyen faktörleri incelemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve yöntem: Araştırma tanımlayıcı niteliktedir ve bir üniversite Hastanesi’nin cerrahi birimlerinde yapılmıştır. Araştırmanın evrenini cerrahi kliniklerinde çalışan 210 hemşire oluşturmuştur. Araştırmanın yapıldığı tarihlerde izinli olan, katılmak istemeyen, ulaşılamayan 42 hemşire araştırmanın örneklemine dâhil edilmemiştir. Araştırmanın örneklem sayısı 168 hemşire olup, evrenin %80’nini oluşturmuştur. Bulgular: Hemşireler ağrısı olduğunda %75’i analjezik aldığını, %66.7’si dinlendiğini ve %46.4’ uyuduğunu belirtmiştir. Hemşirelerin %53’ü ağrısı olduğunda öncelikli olarak Nonfarmakolojik Ağrı Yöntemleri (NFY) tercih ettiği ancak hemşirelerin %92.9’u hastaların ağrısı olduğunda farmakolojik yöntemleri tercih ettiğini belirtmiştir. Hemşirelerin %47’si NFY analjezik verilmeden önce kullandığını belirtmiştir. Hemşirelerin %97.6’sının mezuniyet sonrası dönemde NFY ilgili eğitim almadığını ve bu konuda hemşirelerin %69.6’sının orta düzeyde bilgisi olduğunu belirtmiştir. Hemşirelerin hastaların ağrısını gidermede çoğunlukla hiç kullanmadıkları NFY; akupressür (%95.8), TENS (%92.3), meditasyon (%91.1), aromaterapidir (%89.9). Hemşirelerin çoğunlukla her zaman kullandıkları NFY; soğuk uygulama (%21.4), danışmanlık (%14.9), gevşeme egzersizleridir (%9.5). Hemşirelerin NFY kullanmayı zorlaştıran/engelleyen durumlar; iş yükünün fazla olması (%86.3), ağrıyı hızla kontrol altına alma isteği (%78), hastaların bu yöntemlerin etkisine inanmamasıdır (%58.9). Hemşirelerin eğitim düzeyi arttıkça NFY konusundaki bilgi düzeyinin arttığı saptanmıştır (p<0.05). Sonuç: Hemşirelerin ağrı yönetiminde NFY çok sık kullanmadıkları ortaya çıkmıştır.Objectives: The study was carried out to investigate the use of nonpharmacological methods in pain management of nurses working in surgical units and the factors affecting their use. Material and methods: The study was a descriptive research and performed in the surgical units of a university hospital. Methods: The population number of study consisted of 210 nurses working in the surgical units. Forty-two nurses from the population numbers were excluded for lack of interest in participation and for differences in shift hours. The sample number of the study was 168 nurses (consisting 80% of the population number). Results: When the nurses experienced pain, they reported that 75% took analgesics, 66.7% rested and 46.4% slept. It was reported that 53% of the nurses preferred priority Nonpharmacological Pain Methods (NPM) when they experienced pain, but 92.9% of them preferred priority NPM when their patients experienced pain. Of this same group, 47% stated to use NPM before the analgesics were given to the patients. 97.6% stated they had received no post-graduate training in the use of NPM, and 69.6% claimed only a moderate level of knowledge concerning the use of NPM. NPM that the nurses often did not use to relieve their patients’ pain were acupressure (95.8%), TENS (92.3%), meditation (91.1%), or aromatherapy (89.9%). NPM that the nurses always used to relieve their patients’ pain were cold application (21.4%), consultancy (59.5%), and relaxation exercises (9.5%). The factors preventing and challenging the nurses to use non-pharmacological methods were excessive work load (86.3%), desire to control pain quickly (78%), and lack patient confidence in NPM effects (58.9%). As the education level of the nurses increased, the level of knowledge about NPM was found to increase (p<0.05). Conclusion: It was found that the nurses did not use NPM very often in pain management

    “Kanıta Dayalı Hemşirelik”: Hemşirelik Öğrencilerinin Bilgi, Tutum ve Davranışları

    No full text
    Giriş ve Amaç: Bu araştırmanın amacı, hemşirelik öğrencilerinin kanıta dayalı hemşirelik konusundaki bilgi, tutum ve davranışlarını incelemek ve etkileyen faktörleri belirlemektir.Gereç ve Yöntemler: Tanımlayıcı tipteki araştırma bir sağlık bilimleri fakültesinde, Nisan-Mayıs 2018 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini sağlık bilimleri fakültesinde öğrenim gören 135 dördüncü sınıf hemşirelik öğrencileri oluşturmaktadır. Araştırmada veri toplama aracı olarak Öğrenci Hemşire Tanıtım Formu, Kanıta Dayalı Hemşirelik Konusunda Öğrencilerin Bilgi, Tutum ve Davranışları Ölçeği kullanılmıştır.Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 22,90±1,37 (min:21, maks:27) ve %63’ü kadındır. Öğrencilerin kanıta dayalı hemşirelik konusundaki bilgi puanı X=24,10±4,04, tutum puanı X=20,55±6,22, gelecekte tutum puanı X=40,41±5,75, uygulama alt puanı X= 17,14±5,18’ dir. Kız öğrencilerin, kanıta dayalı uygulamalar/hemşirelik ile ilgili bir ders alanların, kanıta dayalı uygulamalar/kanıt temelli hemşirelik hakkında bir ders konusu görenlerin, bilimsel bir araştırmada yer almak isteyenlerin kanıta dayalı hemşirelik konusundaki bilgi puan ortalamaları istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur (p<0,05). Kız öğrencilerin, kanıta dayalı uygulamalar/hemşirelik hakkında bir ders konusu görenlerin, kanıtlara ulaşma konusunda zorluk yaşayanların, bilimsel bir araştırmada yer almak isteyenlerin ve bilimsel bir toplantıya katılanların kanıta dayalı hemşirelik konusundaki tutum puan ortalamaları istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur (p<0,05). Kanıta dayalı uygulamalar/kanıt temelli hemşirelik ile ilgili bir ders alanların kanıta dayalı hemşirelik konusundaki gelecekte kullanım puan ortalamaları ve düzenli olarak bilimsel bir dergiyi takip edenlerin kanıta dayalı hemşirelik konusundaki uygulama puan ortalamaları istatistiksel olarak anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur (p<0,05).Sonuç: Araştırma sonucunda hemşirelik öğrencilerinin kanıta dayalı hemşirelik ile ilgili yeterli bilgiye sahip ve gelecekte kullanma eğilimlerinin yüksek olmasına karşın, tutum ve uygulamalarının geliştirilmesi gerektiği görülmektedir

    Sezaryen ameliyatı sonrası uygulanan reiki dokunma terapisinin ağrı ve anksiyete üzerine etkisi

    No full text
    Araştırma, sezaryen ameliyatı sonrası uygulanan Reiki dokunma terapisinin ağrı ve anksiyete üzerine etkisini incelemek amacıyla, randomize kontrollü ve ön test-son test modeline uygun deneysel düzende yapılmıştır. Araştırma, İzmir İli Ödemiş ilçesi Ödemiş Devlet Hastanesi Kadın Doğum Servisi’nde 7 Şubat–5 Temmuz 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın desenini; Reiki uygulama grubu ve girişimsiz kontrol grubu oluşturmaktadır. Örneklem büyüklüğü istatistiksel olarak Güç Analizi ile belirlenmiştir. Uygulama (n=45) ve kontrol (n=45) grupları yaşa ve doğum sayılarına göre rastgele gruplama yöntemi ile basit randomizasyon tekniği kullanılarak seçilmiştir (n=90). Güç analizi sonucunda çalışmanın gücünün %100 olduğu saptanmıştır. Araştırmanın yürütülebilmesi için Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Bilimsel Etik Kurul’undan, araştırmanın yürütüldüğü kurumdan ve hastalardan yazılı izin alınmıştır. Araştırmanın verilerinin toplanmasında, “Hasta Tanıtım Formu”, “Görsel Kıyaslama Ölçeği”, “Durumluk Kaygı Envanteri”, “Hasta İzlem Formu”, “Reiki Uygulama Rehberi”, “Reiki Uygulamasında Yaşanılan Psikodinamik Tepki Listesi”, “Reiki Uygulamasına İlişkin Soru Formu” kullanılmıştır. Uygulama grubundaki hastalara Reiki, ameliyat sonrası ilk 24 ve 48 saatte vücudun belirli 10 bölgesine her biri 3’er dakika olmak üzere toplam 30 dakika uygulanmıştır. Reiki ameliyat sonrası analjezik uygulamasından sonraki 4-8 saat içinde günde 1 kez toplam 2 gün (ilk 24 ve 48 saat) uygulanmıştır. Kontrol grubundaki hastalar ise 30 dakika dinlendirilmiştir. Verilerin analizinde SPSS 16.0 paket programı kullanılarak, sayı ve yüzde dağılımları, ki kare, Tekrarlı Ölçümlerde Varyans Analizi, Bonferroni testi, Friedman testi, Mann-Whitney U testi, Wilcoxon Eşleştirilmiş İki Örneklem Testi, McNemarBowker testleri uygulanmıştır. Uygulama ve kontrol grubundaki hastaların 1. ve 2. günlerde ölçülen 1., 2., 3. ve 4. ölçümlerdeki ağrı şiddeti değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır (p0.05). Uygulama grubundaki hastaların, günden güne daha az sayıda analjeziğe ihtiyaç duyduğu (p<0.05) ve kontrol grubuna göre de daha az sayıda analjeziğe ihtiyaç duyduğu bulunmuştur (p<0.05). Sonuç olarak, sezaryen ameliyatı sonrası uygulanan Reiki dokunma terapisi ağrı, anksiyete ve solunum hızı değerlerini azaltmakta, ihtiyaç duyulan analjezik sayısını azaltmakta ve analjeziğe ihtiyaç duyulan süreyi uzatmaktadır

    Alkol ve madde bağımlılarında öğrenilmiş güçlülüğün incelenmes

    No full text
    Alkol ve madde bağımlılığında, tedavi amaçlarından birisi “tekrar alkol ve madde kullanmayı önleme” çalışmasıdır. Tedavi programı içinde biyolojik (ilaç tedavisi), ruhsal tedavi, bağımlının toplumla birleşip bütünleşmesini, uyumunu, çalışmasını düzenleyen uyarlama girişimleri yer alır. Nüks önleme programı da alkol ve madde bağımlılıklarında uygulanabilen bilişsel davranışsal bir tedavi sürecidir. Bu çalışma alkol ve madde bağımlıların öğrenilmiş güçlülüklerini belirlemek amacıyla planlanmış ve uygulanmıştır. Bu araştırma ön test son test uygulanan yarı deneysel nitelikte bir çalışma olarak yapılmıştır. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Psikiyatri Anabilim Dalı, Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi Birimi ve Manisa Ruh Sağılığı ve Hastalıkları Hastanesi AMATEMʼde 1 Mayıs 2005- 31 Ağustos 2005 tarihleri arasında yatarak tedavi gören alkol ve madde bağımlılığı hastaları araştırmanın evrenini, bu evrenden sınırlamalara uyan 118 hasta araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Araştırmanın verileri, Hastaları Tanıtıcı Bilgi Formu, Rosenbaumʼun Öğrenilmiş Güçlülük Ölçeği (RÖGÖ) ile gerekli izinler alındıktan sonra, yatarak tedavi gören hastalara klinik tedavi öncesi ve sonrasında öğrenilmiş güçlülük ölçeği uygulanarak toplanmıştır. Araştırmada veriler, sayı ve yüzde dağılımları, Independent Sample T testi, Paired Sample T testi, One Way ANOVA ve ileri varyans analizi kullanılarak değerlendirilmiştir. Hastaların yaş gruplarının, cinsiyetlerinin, medeni durumlarının, eğitim durumlarının, mesleklerinin, gelir düzeylerinin, sosyal güvencelerin, en uzun süre yaşadığı yerleşim biriminin öğrenilmiş güçlülük ölçeği puan ortalamaları ile ilişkisi olmadığı saptanmıştır. Hastaların çalışma durumlarına göre öğrenilmiş güçlülük puanlarının farklılık gösterdiği, çalışan hastaların çalışmayanlara göre öğrenilmiş güçlülük puan ortalamalarının yüksek olduğu saptanmıştır. Hastaların tıp dışı kişilere başvurma durumları, başka bir ruhsal hastalığı olma, daha önce alkol/madde bağımlılığı tedavisi için hastaneye yatma durumları, daha önce alkol/madde bağımlılığına ilişkin toplantıya katılma durumları, yatış isteği durumlarının öğrenilmiş güçlülük ölçeği puan ortalamaları ile ilişkisi olmadığı saptanmıştır. Hastaların öğrenilmiş güçlülük puan ortalamaları ile yatış süreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır. Bu farklılığın 3150 gün yatan hastaların öğrenilmiş güçlülük ölçeği puan ortalamasının, 115 gün yatan hastalardan daha yüksek olduğu bulunmuştur. Hastaların klinik tedavi öncesi (ön test) ve klinik tedavi sonrasında (son test), öğrenilmiş güçlülük ölçeğin puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Nüks önleme programına katılan hastaların klinik tedavi öncesi (ön test) ve klinik tedavi sonrası (son test) öğrenilmiş güçlülük ölçeğin puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. Nüks önleme programına katılmayan hastaların klinik tedavi öncesi (ön test) ve klinik tedavi sonrası (son test) öğrenilmiş güçlülük ölçeğin puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır. Nüks önleme programına katılma durumlarının klinik tedavi öncesi (ön test) ve klinik tedavi sonrası (son test) öğrenilmiş güçlülük ölçeğin puan ortalamaları arasında oldukça anlamlı bir fark bulunmuştur. Tüm bulgular doğrultusunda, hastaların yaşadıkları ruhsal ve toplumsal zorluklarla baş etmeleri, nüksleri ve tekrar yatışları önlemek için problem çözme becerileri, stresle baş etme becerileri, öfke yönetimi ve kişilerarası ilişki becerileri, bilişsel davranışsal teknikler gibi beceri alanlarını içeren kapsamlı, düzenli ve sürekli eğitim programlarının uygulanması önerilmektedir

    Investigating the effect of peace education program on the sixth grade elementary students' aggressiveness tendencies, empathy levels, and perceptions related to peace

    No full text
    Bu araştırmada, barış eğitimi programının ilköğretim altıncı sınıf öğrencilerinin saldırganlık eğilimleri, empati düzeyleri ve barışa ilişkin görüşleri üzerindeki etkisi incelenmiştir. Araştırma, 2010 – 2011 öğretim yılında İzmir ili Menemen ilçesinde alt sosyo-ekonomik düzey bir bölgede bulunan 75. Yıl İlköğretim Okulu ve 100. Yıl İlköğretim Okulu'nda öğrenimlerine devam eden altıncı sınıf öğrencilerinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırmada, öntest – sontest kontrol gruplu yarı deneysel desen kullanılmıştır. Araştırmacının psikolojik danışman olarak görev yaptığı 100. Yıl İlköğretim Okulu altıncı sınıflarının tamamı (5 şube) deney grubu, 75. Yıl İlköğretim Okulu altıncı sınıflarının tamamı (5 şube) ise kontrol grubu olarak belirlenmiştir. Araştırmanın deney grubunda 158 öğrenci (84 kız, 74 erkek), kontrol grubunda ise 123 öğrenci (57 kız, 66 erkek) yer almıştır. Yirmi dört oturumdan oluşan barış eğitimi programı, haftada 2 ders saati olmak üzere 12 haftalık bir sürede uygulanmıştır. Kontrol grubuna ise herhangi bir işlem yapılmamıştır. Araştırmada nicel ve nitel veri toplama araçları birlikte kullanılmıştır. Deneysel işlem öncesinde ve sonrasında, deney ve kontrol gruplarına Gültekin (2008) tarafından geliştirilen Saldırganlık Ölçeği ve Bryant (1982) tarafından geliştirilen ve Yüksel (2003) tarafından Türkçe'ye uyarlaması yapılan Çocuklar İçin Empati Ölçeği uygulanmıştır. Ayrıca, deney grubunda yer alan öğrencilerin barışa ilişkin görüşlerini incelemek amacıyla, yarı yapılandırılmış Görüşme Formu kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen bulgular incelendiğinde, barış eğitiminin ilköğretim altıncı sınıf öğrencilerinin saldırganlık eğilimlerinin azalmasında ve empati düzeylerinin artmasında etkili bir program olduğu görülmüştür. Öğrencilerle yapılan görüşmelerde; öğrencilerin şiddet ve barış kavramlarına ilişkin farkındalık kazandıkları, kişilerarası iletişim ve anlaşmazlık çözüm becerilerinin geliştiği, arkadaşlarıyla, öğretmenleriyle, aileleriyle olan ilişkilerinin geliştiği, sınıf ve okul atmosferinin olumlu yönde dönüştüğü bulgularına ulaşılmıştır. In this research, the effect of peace education program on the sixth grade elementary students' aggressiveness tendencies, empathy levels and perceptions related to peace have been investigated. Pretest – posttest control group quasiexperimental design has been used in the research. It is determined that, all the sixth grade classes of 100. Year Elementary School in which the researcher worked as a psychological counselor were selected as experiment group and all the sixth grade classes of 75. Year Elementary School were selected as control group. Peace education program which is composed of twenty four sessions were applied on experiment group two hours in a week. Before and after experimental treatment, Aggression Scale developed by Gültekin (2008), and Scale of Empathy for Children which was developed by Bryant (1982) and adapted by Yüksel (2003) have been applied on experiment and control groups. Moreover, with the purpose of investigating the perceptions of students in experiment group related to peace, semi-structured interview form prepared by researcher has been used. When the findings obtained in the research are examined, it is seen that peace education program is effective in increasing the empathy levels and decreasing the aggressiveness tendencies of sixth grade elementary students. In the interviews carried out with students; it is found that students gained awareness related to the concepts of peace and violence; their interpersonal communication and conflict resolution skills and relationships with their peers, teachers and families improved; additionally atmosphere of class and school became more positively
    corecore