The effect of physical education and sports teacher candidates' attitudes towards rhythm education and dance classes on their self-confidence: Beden eğitimi ve spor öğretmeni adaylarının ritim eğitimi ve dans dersine yönelik tutumlarının özgüvenlerine etkisi

Aim: The aim of this study is to examine the impact of physical education and sports teacher candidates' attitudes toward rhythm education and dance courses on their self-confidence. Material and Method: The relational survey model was used in the study. The study group consisted of a total of 405 physical education and sports teacher candidates, including 202 females and 203 males. The participants were administered the “Personal Information Form,” the “Attitude Scale Toward Rhythm Education and Dance Course,” and the “Self-Confidence Scale.” The data were analyzed using SPSS 25 software. Pearson correlation test and linear regression analysis were employed in the data analysis. Results: It has been determined that there is a weak but significant positive relationship between attitude towards rhythm training and dance classes and self-confidence (r ≈ 0.2, p<0.05). When the effect of attitude subdimensions on self-confidence is examined, it was found that the acquisition and inclination subdimensions have a positive impact on self-confidence (β > 0, p<0.05). On the other hand, the antipathy subdimension was found to have a negative impact on self-confidence (β < 0, p<0.05). Conclusions: It has been stated that positive attitudes toward rhythm education and dance courses, particularly through the dimensions of gain and inclination, have a supportive effect on self-confidence. On the other hand, negative attitudes (antipathy) are emphasized to negatively affect self-confidence. These results highlight the potential of rhythm education and dance courses in fostering self-confidence. (Extended English summary is at the end of this document) Özet   Amaç: Bu araştırmada beden eğitimi ve spor öğretmeni adaylarının ritim eğitimi ve dans dersine yönelik tutumlarının özgüvenlerine etkisinin incelenmesi amaçlanmaktadır. Materyal ve Metod: Araştırmada ilişkisel tarama modeli kullanılmıştır. Çalışma grubu 202 kadın ve 203 erkek olmak üzere toplam 405 beden eğitimi ve spor öğretmeni adayından oluşmaktadır. Katılımcılara “Kişisel Bilgi Formu”, “Ritim Eğitimi ve Dans Dersine Yönelik Tutum Ölçeği” ve “Öz-Güven Ölçeği” uygulanmıştır. Veriler SPSS 25 programı ile analiz edilmiştir. Verilerin analizinde Pearson korelasyon testi ve doğrusal regresyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Ritim eğitimi ve dans dersine yönelik tutum ile özgüven arasında zayıf, ancak anlamlı bir pozitif ilişki olduğu tespit edilmiştir (r ≈ 0.2, p<0.05). Tutum alt boyutlarının özgüven üzerindeki etkisi incelendiğinde; kazanım ve eğilim alt boyutları özgüven üzerinde pozitif bir etki yaratmıştır (β > 0, p<0.05). Antipati alt boyutunun özgüven üzerinde negatif bir etkisi olduğu görülmüştür (β < 0, p<0.05). Sonuç: Ritim eğitimi ve dans dersine yönelik olumlu tutumların, özellikle kazanım ve eğilim boyutları üzerinden özgüven üzerinde destekleyici bir etkisi olduğu belirtilmiştir. Negatif tutumların (antipati) ise özgüveni olumsuz etkilediği vurgulanmaktadır. Bu sonuçlar, ritim eğitimi ve dans dersinin özgüven geliştirme potansiyelini ortaya koymaktadır

Current approach to resistance training: A traditional review of unstable load and surface methods : Direnç antrenmanlarına güncel yaklaşım: Stabil olmayan yük ve zemin yöntemleri üzerine geleneksel bir derleme

In recent years, there has been a shift from traditional resistance training to functional training. Unstable surface (US) methods and equipment have been used in functional training for many years. To eliminate some of the disadvantages of these methods and equipment, unstable load (UL) methods, an alternative method, have begun to be used. In the unstable surface (US) method, instability is between the body and an unstable training surface, while in the unstable load (UL) method, instability is between the body and an unstable load. The deficiencies in force output that occur when training on an unstable surface are one of the main reasons why training on an unstable surface is not recommended in an athletic population. However, it is observed that no increase in the activation level of agonist muscles is observed in trainings performed on unstable surfaces. It is observed that strength loss decreases to a minimum level in unstable load (UL) methods. An increase in the activation of agonist muscles is reported in these methods. The purpose of this review is to define unstable load and ground methods, which are increasingly used by researchers and practitioners and are a current approach in resistance training, from a holistic perspective, to explain the terms and equipment used, and to provide information about their applications. (Extended English summary is at the end of this document) Özet Son yıllarda geleneksel direnç antrenmanlarından fonksiyonel antrenmana doğru bir değişim yaşanmaktadır. Fonksiyonel antrenmanlarda stabil olmayan zemin (SOZ) yöntemleri ve ekipmanları uzun yıllardır kullanılmaktadır.  Bu yöntem ve ekipmanların birtakım dezavantajlarını ortadan kaldırmak adına alternatif bir yöntem olan stabil olmayan yük (SOY) yöntemleri kullanılmaya başlanmıştır. Stabil olmayan zemin (SOZ) yönteminde instabilite vücut ile instabil bir antrenman yüzeyi arasında iken stabil olmayan yük (SOY) yönteminde ise instabilite, vücut ile instabil bir yük arasındadır. Stabil olmayan bir yüzeyde antrenman yaparken oluşan kuvvet çıkışındaki eksiklikler, atletik bir popülasyonda stabil olmayan bir yüzeyde antrenmanın tavsiye edilmemesinin ana nedenlerinden biridir. Bununla birlikte stabil olmayan zeminlerde yapılan antrenmanlarda agonist kasların aktivasyon seviyesinde bir artış gözlemlenmediği görülmektedir. Stabil olmayan yük (SOY) yöntemlerinde kuvvet kaybının minimuma seviyeye düştüğü görülmektedir. Bu yöntemlerde agonist kasların aktivasyonunda bir artış olduğu rapor edilmektedir. Bu derlemenin amacı, araştırmacılar ve uygulayıcılar tarafından kullanımı gün geçtikçe artan ve direnç antrenmanlarında güncel bir yaklaşım olan stabil olmayan yük ve zemin yöntemlerini bütünsel bir bakış açısıyla tanımlamak, kullanımındaki terimleri ve ekipmanları açıklamak ve uygulamaları hakkında bilgi vermektir

Evaluation of the effectiveness of speaking-up training program developed for newly graduated nurses: A randomized controlled study protocol: Yeni mezun hemşirelere yönelik geliştirilen dillendirme eğitim programının etkinliğinin değerlendirilmesi: Randomize kontrollü bir çalışma protokolü

Objective: This study was designed to evaluate the effect of speaking-up training program prepared for newly graduated nurses according to the ADDIE design model. Methods: This study was a parallel design, single-blind, randomized controlled trial. The study group was determined as 76 newly graduated nurses (38 experimental and 38 control) by power analysis and considering the possibility of missing data. Nurses who met the inclusion criteria and volunteered to participate in the study were randomly assigned to the study and control groups. The verbalization training program was carried out in three weeks and four sessions. Each session lasted approximately 90 minutes. the CONSORT-Outcomes 2025 will be used as a guide for reporting the study. Findings: The primary outcome measure of the study was the change in new graduate nurses' employee voice, effective communication skills, and medical error attitudes, and the secondary outcome measure was their evaluation of the disclosure training program. It is planned to [i]examine the changes in the primary and secondary outcome measures of the study and control groups in evaluating the effectiveness of the speaking-up training program. Conclusion: In order to maintain patient safety, prevent medical errors and combat ineffective communication within the team, there is a need for nurses with high patient advocacy who can voice their concerns among health professionals. The results of this study will examine the impact of a training program on new graduate nurses' employee voice, effective communication skills and medical error attitudes on new graduate nurses' disclosure skills. This study is the first randomized controlled trial to evaluate the effect of speaking-up training program on new graduate nurses. It is thought that the research outputs will guide healthcare professionals and researchers in protecting patient safety and improving speaking up skills. (Extended English summary is at the end of this document)   Özet Amaç: Bu araştırma, ADDIE tasarım modeline göre ve yeni mezun hemşirelere yönelik hazırlanan dillendirme eğitim programının etkisinin değerlendirilmesi amacıyla tasarlanmıştır. Method: Bu araştırma, paralel desen ve tek kör, randomize kontrollü çalışmadır. Araştırmanın çalışma grubunun belirlenmesinde power analizi yapılarak ve kayp veri olasılığı göz önünde bulundurarak 38 deney, 38 kontrol olmak üzere 76 yeni mezun hemşire olarak belirlenmiştir. Araştırmaya dahil edilme kriterlerini karşılayan ve katılmaya gönüllü olan hemşireler, çalışma ve kontrol gruplarına rastgele atanmıştır. Dillendirme eğitim programı üç hafta ve dört oturum şeklinde gerçekleştirilmiştir. Her bir oturum yaklaşık 90 dakika sürmüştür. Araştırmanın raporlanmasında the CONSORT-Outcomes 2025 rehber olacak kullanılacaktır. Bulgular: Araştırmanın birincil sonuç ölçütü yeni mezun hemşirelerin çalışan sesliliği, etkili iletişim becerileri, tıbbi hata tutumlarındaki değişim, ikincil sonuç ölçütü ise dillendirme eğitim programına ilişkin değerlendirmeleridir. Dillendirme eğitim programının etkinliğini değerlendirmede çalışma ve kontrol gruplarının birincil ve ikincil sonuç ölçütlerinde değişimlerinin incelenmesi planlanmıştır. Sonuç: Hasta güvenliğini sürdürmek, tıbbi hataları önlemek ve ekip içinde etkisiz iletişimle mücadele etmek için sağlık profesyonelleri arasında endişelerini dillendirebilecek, hasta savunuculuğu yüksek hemşirelere ihtiyaç vardır. Bu araştırma sonuçları yeni mezun hemşirelerin çalışan sesliliği, etkili iletişim becerileri ve tıbbi hata tutumunun geliştirilmesi ile yeni mezun hemşirelerin dillendirme becerileri üzerindeki etkisini inceleyecektir. Bu çalışmanın, yeni mezun hemşirelere uygulanan ve dillendirme eğitim programının etkisini değerlendiren ilk randomize kontrollü çalışmadır. Araştırma çıktılarının hasta güvenliğini koruma ve dillendirme becerilerini geliştirmede sağlık çalışanlarına ve araştırmacılara rehberlik edeceği düşünülmektedir.  

Magnesium and athletic performance in athletes: Review article: Sporcularda magnezyum ve atletik performans: Derleme makale

Magnesium is the fourth most abundant mineral in our body. It acts as a cofactor for many enzymes and proteins. It is involved in normal functions of the body such as energy production, oxidative phosphorylation, protein synthesis and glycolysis. In general, it is known that many people do not get enough magnesium in their diet. This is supported by the declining quality of soil and the accompanying decline in the magnesium content of foods. In some cases, deficiencies can also occur as a result of medications and excess excretion by the kidneys.  In particular, athletes and those who train hard are at risk of deficiency due to the amount of magnesium lost through sweat and urine. Magnesium deficiency can be corrected by using supplements in the appropriate dosage. In addition, using the appropriate type of magnesium for the purpose will ensure a more accurate effect. Research has shown that magnesium plays an important role in sports performance and that athletes who eat a magnesium-rich diet or take supplements have better endurance, muscle strength and metabolism. However, it is still unclear whether these positive effects of magnesium supplementation are exactly due to the natural effects of magnesium on the body, or whether they are due to correcting an existing magnesium deficiency. Another problem is that magnesium status is difficult to assess because most of the magnesium in the body is stored in the bones and the amount in the bloodstream can vary depending on daily diet and exercise. Therefore, plasma and serum magnesium levels are often not reliable indicators. Many studies are needed for more universal information on magnesium. (Extended English summary is at the end of this document) Özet Magnezyum vücudumuzda en çok bulunan dördüncü mineraldir. Birçok enzim ve protein için kofaktör olarak görev alır. Enerji üretimi, oksidatif fosforilasyon, protein sentezi ve glikoliz gibi vücudun normal fonksiyonlarında rol oynar. Genel olarak, birçok insanın diyetleriyle yeterli magnezyum almadığı bilinmektedir. Gün geçtikçe azalan toprak kalitesi ve beraberinde gıdalardaki magnezyum oranının düşüşü bu durumu desteklemektedir. Bazı durumlarda alınan ilaçlar ve böbreklerin fazladan atımı sonucunda da eksiklikler ortaya çıkabilir.  Özellikle, sporcular ve ağır antrenman yapanlar, ter ve idrar yoluyla kaybettikleri magnezyum miktarı nedeniyle eksiklik riski altındadır. Magnezyum eksikliği uygun dozajda takviyeler kullanılarak giderilebilmektedir. Ayrıca amaca uygun magnezyum türünü kullanmak daha doğru etki alınmasını sağlayacaktır. Araştırmalar, magnezyumun spor performansında önemli bir rol oynadığını ve magnezyum açısından zengin beslenen veya takviye alan sporcuların dayanıklılıklarının, kas kuvvetlerinin ve metabolizmalarının daha iyi olduğunu göstermiştir. Ancak, magnezyum takviyesinin bu olumlu etkileri tam olarak magnezyumun vücut üzerindeki doğal etkilerinden mi, yoksa var olan bir magnezyum eksikliğinin giderilmesinden mi kaynaklanıyor, hala net değildir. Bir diğer sorun ise magnezyum durumunun değerlendirilmesi zor olmasıdır çünkü vücuttaki magnezyumun büyük bir kısmı kemiklerde depolanmakta ve kan dolaşımındaki miktarı günlük diyet ve egzersize bağlı olarak değişebilmektedir. Bu nedenle, plazma ve serum magnezyum seviyeleri genellikle güvenilir göstergeler değildir. Magnezyum hakkında daha evrensel bilgiler için birçok çalışmaya ihtiyaç vardır

Risks and prevention approaches in healthcare institutions: responsibilities of nurses

Sağlık hizmeti sunumunda hasta ve çalışan güvenliğinde risk yönetimi önemli bir yere sahiptir. Risk yönetimi ile sağlık hizmetlerinde meydana gelebilecek kazaları, hataları ve istenmeyen olayları önlemek veya en aza indirmek ve olumsuz sonuçları önlemek mümkündür. Sağlık hizmetlerinde risk yönetimi, proaktif yaklaşımları içeren, beklenmeyen durumların sıklığını ve yoğunluğunu azaltmaya yönelik faaliyetleri içeren, hastaların yasal taleplerinin etkisini azaltmaya yönelik potansiyel sorumlulukları içeren ve hastaların ve sağlık personelinin sağlığını korumayı ve sağlık kurumunu etkileyecek riskleri azaltmayı veya ortadan kaldırmayı amaçlayan bir sistem tasarımıdır. Hemşirelik hizmetlerinin sunumunda, hasta güvenliği, çalışan sağlığı ve bakım kalitesi üzerindeki etkileri nedeniyle hemşirelerin ve hemşire yöneticilerinin risk yönetimi hakkında yeterli bilgiye sahip olmaları ve risk yönetimini etkin bir şekilde kullanmaları önemlidir. Bu çalışma, hemşireler arasında risk yönetimi konusunda farkındalık yaratmayı, hemşirelerin sorumluluklarını ortaya koymayı ve hasta ve çalışan güvenliği de dahil olmak üzere sağlık kurumlarındaki riskleri ve önleme yaklaşımlarını ele alarak yöneticilerin uygulamalarına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır

21st century skills model: Secondary school physical education and sports lesson curriculum: 21. yüzyıl becerileri modeli: Ortaokul beden eğitimi ve spor dersi öğretim programı

Developing technology, globalisation and rapidly increasing population with the globalising world have brought about changes in the social structure. With these changes, the skills that individuals are expected to have are also being renewed and updated. These renewals and updates are also reflected in the educational policies of the states and cause changes in the legislation and regulations related to education. In this study, which was conducted to analyse the achievements of the “Physical Education and Sports Course Curriculum” within the scope of the ‘Research Report on 21st Century Skills and Values’ prepared by the Ministry of National Education, Board of Education and Board of Discipline, document analysis was used and the findings obtained were subjected to content analysis. As a result of the analysis, it was determined that the outcomes in the “Physical Education and Sports Curriculum” were associated with 7 basic skills and 46 sub-skills within the framework of the “21st Century Skills Model”, the skills were repeated 132 times in the outcomes and 11 values surrounding all of the skills were included in the outcomes in the programme. (Extended English summary is at the end of this document) Özet Küreselleşen dünya ile birlikte gelişen teknoloji, globalleşme, hızla artan nüfus toplumsal yapıdaki değişimi beraberinde getirmiştir. Yaşanan bu değişimlerle birlikte bireylerin sahip olmaları beklenen beceriler de yenilenmekte ve güncellenmektedir. Bu yenilenme ve güncellemeler, devletlerin eğitim politikalarına da yansıyarak, ülkelerin eğitim ile ilgili mevzuat ve yönetmeliklerinde de değişimlere neden olmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından hazırlanmış olan “21. Yüzyıl Becerileri ve Değerlere Yönelik Araştırma Raporu” kapsamında “Beden Eğitimi ve Spor Dersi Öğretim Programı”nın kazanımlarının analiz edilmesi amacıyla yapılan bu çalışmada doküman incelemesinden yararlanılmış ve elde edilen bulgular içerik analizine tabi tutulmuştur. Yapılan analiz sonucunda, “Beden Eğitimi ve Spor Öğretim Programı”nda yer alan kazanımlar, “21. Yüzyıl Beceri Modeli” çerçevesinde yer alan 7 temel beceri ve 46 alt beceri ile ilişkilendirilerek becerilerin kazanımların içerisinde 132 kez tekrarlandığı ve becerilerin tümünü saran 11 değerin programdaki kazanımlarda yer aldığı tespit edilmiştir

The rise of technology: The societal ethical reflections of digitalization: Teknolojinin yükselişi: Dijitalleşmenin toplumsal etik açısından yansımaları

The rapid development of technology, digitalization, and digital transformation have rapidly changed social life. These changes that emerged in digitalization have created a wide range of effects from education to health, from labor to trade and social markets. However, this transformation has not only challenged technological innovations but also prompted a reassessment of ethical understandings. While societies use the opportunities offered by digitalization, they have also had to experience the risks that arise and have also faced various ethical problems that stand in the balance between these two aspects. In the light of explanations, this study examined the existence of digitalization on social ethics, the protection of personal data, robotics, artificial intelligence, social media and digital inequalities. Data security, artificial intelligence, digital equality and digital inequality issues have caused societies to face ethical problems and have created a significant pressure on society. Additionally, facts like the spread of misinformation and digital bullying spread on social media platforms have challenged social ethical understandings and create discussions about the responsibilities of these platforms. Legal regulations have begun in EU and OECD countries to solve the problems that arise due to digitalization and ethical problems. The developments in technology have created new job opportunities in the presentation of artificial intelligence in workplaces and are among those who differ in working styles. This change also causes an increase in explosions.As the use of technology increases in digitalization, a continuous effect can be made that reflects the understanding of social ethics. Today, digitalization is rapidly expanding in every area of ​​society and leading to revolutionary changes. This transformation creates significant effects on social ethics while also deepening social inequality; The growing diversity and digital divide among low-income groups can increase inequality of opportunity. (Extended English summary is at the end of this document) Özet   Teknolojinin gelişmesi, dijitalleşme, dijital dönüşüm ve dijital platfofrmlar hızlı bir şekilde toplumsal hayatı değiştirmiştir. Dijitalleşmede ortaya çıkan bu değişimler eğitimden sağlığa, iş gücüne, ticarete, sosyal ilişkilere kadar geniş bir yelpaze de etki yaratmıştır. Bu dönüşüm, sadece teknolojik yenilikleri beraberinde getirmekle kalmamış, aynı zamanda bu yeniliklerin yol açtığı etik sorunların da sorgulanmasına neden olmuştur Toplumlar dijitalleşmenin sunduğu fırsatları kullanır iken aynı zamanda getirdiği riskleri de yaşamak zorunda kalmış ve ikisi arasında denge kurmaya çalışırken çeşitli etik sorunlarla da karşı karşıya kalmışlardır. Bu çalışma, dijitalleşmenin toplumsal etik üzerindeki etkilerini, kişisel verilerin korunmasını, robotlaşma ve yapay zekayı, sosyal medya ile dijital eşitsizlikleri incelemeyi amaçlamaktadır. Veri güvenliği, yapay zekâ, dijital bağımlılık ve dijital eşitsizlik konuları toplumların etik sorunlarla karşı karşıya kalmasına neden olmuş ve toplum üzerinde önemli bir baskı unsuru oluşturmuştur. Ayrıca, sosyal medya platformlarında yayılan yanlış bilgiler ve dijital zorbalık gibi olgular, toplumsal etik anlayışlarını zorlamakta, bu platformların sorumlulukları konusunda tartışmalar yaratmaktadır. Dijitalleşme ve etik konularında ortaya çıkan problemleri çözmek için hukuki düzenlemeler AB ve OECD ülkelerinde başlamıştır. Teknolojinin gelişmesi iş yerlerinde yapay zekanın kullanılmaya başlaması iş hayatında yeni iş fırsatları yaratmış ve çalışma şekillerinde değişikliler getirmiştir. Bu değişim aynı zamanda işsizlik sorununu da gündeme getirmiştir. Dijitalleşmede teknoloji kullanımı artarken toplumsal etik anlayışını irdeleyen ve değiştiren bir etki de öz konusudur. Günümüzde dijitalleşme   toplumun her alanında hızla yayılmakta ve köklü değişikliklere yol açmaktadır. Bu dönüşüm toplumsal etik üzerinde de önemli etkiler yaratırken aynı zamanda toplumsal eşitsizliği derinleştirebilir; gelişmekte olan ülkelerde ve düşük gelirli gruplar arasında dijital uçurum, fırsat eşitsizliğini artırabilir

The effect of leadership self-perception of sports sciences faculty students on leadership characteristics: Spor bilimleri fakültesi öğrencilerinin liderlik öz algılarının liderlik özelliklerine etkisi

The purpose of this research is to determine the effect of leadership self-perceptions on leadership characteristics of students receiving sports education at the undergraduate level. The study group of the research; There are a total of 242 students, 114 (47.1%) of whom are female and 128 (52.9%) of whom are male, studying at a public university in the 2023-2024 academic year. The research was designed in the relational scanning model and the principle of easy accessibility was taken into account in the selection of the study group. In the research, " Self-Perceptions of Leadership Behaviors Scale" and " Leadership Characteristics Scale" along with a personal information form were used as data collection tools. In addition to descriptive statistics, T-Test, One Way ANOVA, Pearson Correlation and Linear Regression analyzes were used to analyze the data. Considering the research results, it can be stated that the participants' leadership self-perception and leadership characteristics are at a high level. In addition, it was determined that there was no statistically significant difference between the participants; gender, department, class level variables and their leadership self-perceptions and leadership characteristics. Another finding obtained in the research is that leadership self-perceptions have the power to explain leadership characteristics by 70%. (Extended English summary is at the end of this document)   Özet Bu araştırmanın amacı, lisans düzeyinde spor eğitimi alan öğrencilerin liderlik öz algılarının liderlik özelliklerine etkisinin belirlenmesidir. Araştırmanın çalışma grubunu; 2023-2024 akademik yılında bir kamu üniversitesinde öğrenim görmekte olan 114’ü (%47.1) kadın, 128’i (%52.9) erkek toplamda 242 öğrenci oluşturmaktadır. Araştırma ilişkisel tarama modelinde desenlenmiş olup çalışma grubunun seçiminde kolay ulaşılabilirlik ilkesi dikkate alınmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak kişisel bilgi formu ile birlikte “Liderlik Davranışlarına İlişkin Öz Algıları Ölçeği” ve “Liderlik Özellikleri Ölçeği” kullanılmıştır. Verilerin analizinde betimsel istatistiklerin yanı sıra T-Testi, One Way ANOVA, Pearson Korelasyon ve Doğrusal Regresyon analizleri kullanılmıştır. Araştırma sonuçları dikkate alındığında katılımcıların liderlik öz algıları ve liderlik özelliklerinin yüksek bir düzeyde olduğu ifade edilebilir. Buna ek olarak katılımcıların cinsiyet, bölüm, sınıf düzeyi değişkenleri ile liderlik öz algıları ve liderlik özellikleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmadığı belirlenmiştir. Araştırmada elde edilen bir diğer bulgu ise liderlik öz algılarının liderlik özelliklerini %70 oranında açıklama gücüne sahip olduğudur

An investigation of postgraduate theses on urinary incontinence in the field of nursing in the last 10 years in Turkey

Introduction and Aim: Urinary incontinence is a common and important public health problem defined as involuntary urine leakage, which is a common condition in society and negatively affects individuals in every way. This study was conducted to examine the postgraduate theses on urinary incontinence in the last 10 years in the field of nursing in Turkey. Method: From the theses (n=234) examined using the keyword “urinary incontinence” in the Turkish National Thesis Search Center database, all master’s and doctoral theses (n=31) conducted in the Department of Nursing were included in the scope of the study, with a date range of 2014-2024. In the analysis of the data, whether the theses were master’s or doctoral theses, the publication year of the theses, their purpose, design, sample group, sample number and results were summarized. Results: 84% of the theses were master’s theses. When the studies were examined; 74% of the theses written were descriptive-cross-sectional, 23% experimental and 3% descriptive phenomenology methods. In the last 10 years, the most theses on urinary incontinence in the field of nursing in Turkey were conducted in 2022 (n=9). The sample group of almost all of the studies consists of women. In the studies, different periods of women's lives such as adolescence, pregnancy, postpartum, menopause, postmenopause and geriatric were examined in terms of incontinence. Conclusion: When the theses studies were examined, it was concluded that urinary incontinence negatively affects various parameters such as quality of life, body image and sexuality in many stages of women's lives. In randomized controlled studies, it was seen that the training provided was beneficial. It is observed that theses on urinary incontinence in Turkey have decreased in recent years. It is recommended that nurses conduct more experimental research in this field, especially at the doctoral level

Farabi’s scientific methods and their reflections on modern history of science

Farabi, as one of the most influential figures in the history of Islamic thought, made significant contributions to the history of science through his efforts to systematize science and integrate it with philosophy. He classified the sources of knowledge into reason, senses, and intuition, emphasizing the importance of experimental methods. Farabi’s logical analysis and interdisciplinary approach have not only shaped his own era but also left a lasting impact on modern scientific history. This study explores the fundamental principles of Farabi’s scientific methods and examines how his understanding of science and philosophy has influenced the modern history of science. Farabi’s scientific methods, focusing on the sources and verification of knowledge, played a critical role in integrating rational thinking and ethical values into science. His pioneering emphasis on observation and reasoning in modern scientific methods also inspired the Renaissance movement in Europe. In this context, Farabi’s legacy remains vibrant today in interdisciplinary research, educational approaches, and discussions of scientific ethics. The study evaluates the influence of Farabi’s methodology on the production and application of scientific knowledge, demonstrating that he continues to serve as a source of inspiration for contemporary scientific approaches