The effect of dry magnetic separation on FE2o3+TIO2 removal from nepheline syenite

Bu çalışmada, kuru manyetik ayırma yöntemiyle nefelin siyenit cevherinden manyetik minerallerin uzaklaştırılması içerik ve verim açısından değerlendirilmeye çalışılmıştır. Manyetik minerallerin uzaklaştırılması için REMS (Rare Earth Magnetic Separator) tipi bantlı yüksek alan şiddetli kuru yüksek alan şiddetli manyetik ayırıcı kullanılmıştır. Deneysel aşamalardan elde edilen numuneler kimyasal ve mineralojik olarak analiz edilmiştir. Bant dönüş hızı (100, 200, 300, 400 devir/dk) ve besleme tane boyutu (-2+1, -1+0,425, -0,425+0,250, -0,250+0,150 mm) gibi parametrelerin, nefelin siyenit cevherinden manyetik ayırmayla Fe2O3+TiO2 içeriğindeki değişim ve uzaklaştırma verimleri üzerine etkisi araştırılmıştır. Yapılan mineralojik analizlerde manyetik özelliğe sahip mineral olarak bir mika türü olan siderofillit belirlenmiştir. Bant hızı ve besleme tane boyutu azaldıkça Fe2O3+TiO2 uzaklaştırma verimlerinin arttığı görülmüştür. 100 devir/dk bant hızı ve -0,250+0,150 mm besleme tane boyutunda optimum ayırma şartlarında, elde edilen manyetik olmayan numunede toplam Fe2O3+TiO2 oranı %0,06’ya düşürülürken Fe2O3+TiO2 uzaklaştırma verimi %97,3 olarak elde edilmiştir. Sonuç olarak cevheri oluşturan alkali kaynakları albit %44’ten %47’ye, Mikroklin %34’ten %41’e ve demir kaynağı mika mineralleri %12’den %7 düşmüştür. Cevherin beyazlık derecesi (L) 54,61’den 84,89’a yükselmiştir.In this study, magnetic mineral removal from nepheline syenite was researched in terms of recovery and content. REMS (Rare Earth Magnetic Separator) type high intensity dry magnetic separator was used so as to clear magnetic minerals. Chemical and mineralogical analyses were applied to samples that were gained from experimental studies. The effect of belt speed (100, 200, 300, 400 rpm) and feed particle size (-2+1, -1+0.425, -0.425+0.250, -0.250+0.150 mm) on the magnetic separation was investigated based on the Fe2O3+TiO2 removal from nepheline syenite in terms of recovery and content. The magnetic mineral was identified as syderophlliyte with the XRD analyses which was a kind of mica mineral. It was seen that the Fe2O3+TiO2 removal recoveries were affected positively with belt speed and particle size decrement. The nonmagnetic material was gained as 0.06% Fe2O3+TiO2 and, the removal recovery was achieved as 97.3% with the optimum conditions as 100 rpm of belt speed and - 0.250+0.150 mm of particle size. As a result, alkaline feldspar minerals as albite and microcline ratios increased from 44% to 47% and from 34% to %41 respectively, while mica minerals as iron source decreased from 12% to 7%. Meanwhile whiteness value (L) of the ore increased from 54.61 to 84.89 after sintering with mineral beneficiation processes

Long-Term Surgical Outcomes of Patients With Phacomorphic Glaucoma

DergiPark: 1020969tmsjAims: To retrospectively analyze clinical characteristics of patients diagnosed with phacomorphic glaucoma in the Ophthalmology Department of Trakya University Hospital. Methods: This retrospective cross-sectional study was conducted with patients who were diagnosed with phacomorphic glaucoma in the Ophthalmology Department of Trakya University Hospital between January 2010 and January 2021. Results: Initially, 19 eyes from 19 patients diagnosed with phacomorphic glaucoma met the inclusion criteria. The mean preoperative best-corrected visual acuity was 0.1 ± 0.3 Snellen visual acuity (ranging from 0.001 to 1.0 Snellen visual acuity). A statistically significant increase in postoperative best-corrected visual acuity during the follow-ups has been observed. In terms of intraocular pressure levels, patients had mean preoperative 32.3 ± 11.2 mmHg (range:15-55 mmHg). The decrease in postoperative intraocular pressure levels during follow-ups was statistically significant. Conclusion: Lens removal through phacoemulsification or intracapsular cataract extraction is an effective and safe procedure in the treatment of phacomorphic glaucoma, ensuring a satisfactory long-term intraocular pressure control and a rapid functional recovery. However, most of the patients are expected to have an outcome of favorable best-corrected visual acuity after surgery in the long term

Boks milli takım antrenörlerinin maç öncesi ve maç sonrası bezı kan değerlerinin karşılaştırılması

Purpose: This study was materialized with the aim to determine in what extend the glucose, insulin, cortisol, and creatine levels of the Turkish Boxing National Team Trainers was effected before and after the matches which were fought during the European Boxing Championship. Materials-Methods: This research was materialized on the trainers of the national boxing team who were on charge during the world boxing championship for women, held in Istanbul in the year 2011. Blood was obtained before and after the matches from all the subjects, and their glucose, insulin, cortisol, and creatine levels were analyzed. The blood samples were analyzed at the Animal Feeding laboratory of the Faculty of Veterinary Science, Firat University. Symptoms: In accordance with the data derived before the match and after the match, the glucose level was significantly reduced when compared with the measures taken before the match (p0.05). There was statistically a significant increase in the post-test measurements of the cortisol values when compared with the data derived from the pre-test measurement (p>0.05). There was no significant difference between the measurements with regard to creatine (p>0.05). Conclusions: It’s proposed in accordance with the results of the study that, changes have been occurred between the measurements of the trainers of the boxing national team with regards to glucose and cortisol

Medical students' knowledge of the disease, frequency of depression, anxiety, stress symptoms, and related factors in the COVID-19 pandemic: A web-based questionnaire

MakaleWOS:000926968200021Objective: In this study, it was aimed to determine the level of knowledge of medical students about coronavirus disease 2019 (COVID-19), to investigate the frequency of depression, anxiety, stress symptoms and related factors.Materials and Methods: The study is a cross-sectional study conducted with 904 volunteer medical students. Data were collected with an online questionnaire, including sociodemographic characteristics, knowledge about COVID-19, the Depression, Anxiety, and Stress Scale.Results: Mean age was 21.3 +/- 2.2 years, and 54% of them (n=488) were female. Fifty five percent (n=497) thought that their level of knowledge about COVID-19 was sufficient, and 94.6% (n=846) were concerned about the disruption of their education. Their knowledge level was found to be 15.09 +/- 2.43 points out of 23 points. The depression, anxiety and stress symptoms were found in 64.9%, 70.4% and 34.1% of participants, respectively. The risk of anxiety (OR=0.51, 95%CI=0.94, p=0.020) and depression (OR=0.95, 95%CI=1.15, p=0.025) were higher in women. Those with a high fear of transmitting the COVID-19 infection to their relatives had higher symptoms of depression, anxiety, and stress. (p<0.001).Conclusion: Medical students have a good knowledge level of COVID-19. However, they experience high levels of anxiety, stress and depression symptoms; and concerned about the disruption of their education

Adana İli Tufanbeyli İlçesi Meralarının Vejetasyon Yapısı Üzerine Bir Araştırma

Bu araştırma, Adana İli Tufanbeyli ilçesinin 5 farklı köyünde bulunan meralarda, vejetasyon yapısının belirlenmesi amacıyla 2010 yılında yürütülmüştür. Vejetasyon etüdlerinde lup metodu kullanılarak meralardaki bitkilerin türleri, meraların bitki ile kaplı alan oranları, azalıcı, çoğalıcı ve istilacı türlerin oranları, mera kalite dereceleri ve mera durumları belirlenmiştir. Meralarda bitki ile kaplı alanda buğdaygiller oranı ortalaması % 36.9, baklagiller oranı ortalaması % 22.0 ve diğer familya bitkileri oranı ortalaması % 41.1, azalıcı türlerin oranı ortalama, % 20.9, çoğalıcı türlerin oranı % 11.9, istilacı türlerin oranı ise % 67.2, mera kalite derecelerinin 2.40-3.92 arasında değiştiği ve meraların durum sınıfının zayıf olduğu tespit edilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, incelenen meralar ve benzer ekolojik koşullardaki meralarda otlatmanın kontrol altına alınması ve toprak ve topoğrafik koşullarına bağlı olarak üstten tohumlama, mibzerle ekim veya doğal tohumlama yöntemlerinin tek başlarına veya diğer ıslah yöntemleri ile kombine edilerek ıslah edilebilmesi için uygun ıslah yöntemlerinin belirlenmesine yönelik yeni araştırmaların yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır

Organik Tavukçuluk Projesi (Organik Etlik Piliç Yetiştiriciliği)

Ülkemizde bu konu ile ilgili olarak ilk olan bu projede organik ve konvansiyonel etlik piliç yetiştiriciliği verim, kalite ve maliyet yönleriyle karşılaştırılmıştır. Projede aynı zamanda, organik etlik piliç yetiştiriciliğinde yerli yem katkı maddesi olan eterik yağ katkısının kullanılabilirliği araştırılmıştır. Projede yavaş gelişen ve hızlı gelişen etlik piliç genotipleri kullanılmıştır. Yavaş gelişen etlik piliçler hem organik hem de konvansiyonel, hızlı gelişen etlik piliçler sadece konvansiyonel şartlarda yetiştirilmiştir. Yavaş gelişen etlik piliçler organik sistemde daha iyi yemden yararlanma değeri gösterirken, konvansiyonel sistemde yetiştirilen hızlı gelişen etlik piliçlere göre yaklaşık % 51 daha kötü yemden yararlanma değeri elde edilmiştir. Kalite parametreleri açısından farklılık genelde genotip farklılığından kaynaklanmıştır. Organik sistem kalite, lezzet ve sağlık açısından incelenen parametrelerde herhangi bir iyileşme sağlamamıştır. Omega-3 miktarının organik piliç etinde daha az çıkması organik sistem için beklenenin tam tersi bir durum olup, bu konuda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Eterik yağ karışımı katkısı, konvansiyonel hızlı gelişen grupta yemden yararlanma ve mortalite oranında önemli iyileşmeler sağlarken, yavaş gelişen etlik piliç gruplarında incelenen özellikler açısından herhangi bir farklılık oluşturmamıştır. Gerek yemden yararlanma değerindeki kötüleşmenin, gerekse maliyetlerdeki yüksekliğin, organik piliç etinin konvansiyonel piliç etine kıyasla 2 katı fiyatla satılması ile giderilebileceği ve daha karlı bir üretim olacağı görülmüştür. Bu proje ile ülkemizde ilk kez organik etlik piliç yetiştiriciliği başarılı bir şekilde bilimsel olarak incelenmiş ve uygulanmıştır. Yem kompozisyonu, genotip ve gezinme alanı bitki örtüsü ile organik sistemde yetiştirilen etlik piliçlerin besi performansı ve et kalitesi arasındaki ilişkilerin ortaya konduğu daha fazla sayıda araştırmaya ihtiyaç vardır

Organik Tavukçuluk Projesi (Organik Yumurta Tavukçuluğu)

Bu çalışmada, dış kaynaklı beyaz (Lohmann LSL) ve yerli kahverengi (ATAK-S) yumurtacı tavukların organik ve konvansiyonel sistemde yetiştirilmelerinin yumurta verim performansı, yumurta iç ve kabuk kalitesi, yumurtanın kısımları, protein oranı, kolesterol miktarı ile yağ asitleri kompozisyonu üzerine etkileri incelenmiştir. Her iki yetiştirme sistemde de beyaz yumurtacılar yerli kahverengi yumurtacılara kıyasla daha yüksek yumurta verim ve ağırlığına sahip olmuşlardır. Organik sistemde beyaz yumurtacıların yumurta verimi ve toplam yumurta sayısı düşerken, kahverengi yumurtacıların yükselmiştir. Beyaz yumurtacıların yaşama gücü kahverengi yumurtacılara kıyasla organik sistemde % 14 düzeyinde daha düşük olup, ölümler kanibalizmden kaynaklanmıştır. Organik sistemde yumurta ağırlığı beyaz yumurtacılarda rakamsal, kahverengi yumurtacılarda ise istatistiki olarak artmıştır. Organik sistemde yem tüketimi yönünden genotipler arasında fark bulunmazken, kafes sisteminde kahverengi yumurtacılar beyaz yumurtacılardan % 3.77 oranında daha fazla yem tüketmişlerdir. Beyaz yumurtacılar kahverengi yumurtacılara kıyasla her iki yetiştirme sisteminde de daha düşük yemden yararlanma değerine sahip olmuşlardır. Yemden yararlanma değeri organik sistemde kafes sistemine kıyasla beyaz yumurtacılarda % 21.0, kahverengi yumurtacılarda ise % 8.8 düzeyinde kötüleşmiştir. Yumurta kabuk ve iç kalitesi beyaz yumurtacılarda daha iyidir. Yetiştirme sisteminin yumurta ak, sarı ve kabuk oranına, genotipin ak ve kabuk oranı üzerine olan etkileri önemli bulunmuştur (P<0,05). Her iki genotipte de organik yumurtaların kabuk oranının konvansiyonele kıyasla daha yüksek olduğu görülmüştür. Organik ve konvansiyonel beyaz yumurtalarda, kahverengi yumurtalara göre daha yüksek kabuk oranı olduğu tespit edilmiştir. Yumurta protein oranı üzerinde yetiştirme sisteminin etkisi önemsiz (P>0,05), genotip etkisi önemli (P0,05). Organik ve konvansiyonel yumurtaların linolenik ve toplam omega-3 yağ asitleri ile omega-6/omega-3 oranları arasında önemli (P<0,05) farklılıklar bulunmuştur. Organik yumurtaların omega-3 içeriği konvansiyonel yumurtalardan daha düşük, omega-6/omega-3 oranı ise daha yüksektir. Sonuç olarak, yetiştirme sistemi ve genotip incelenen yumurta verim ve kalite parametreleri üzerine önemli etkilerde bulunmuştur

Predictive value of C-reactive protein/albumin ratio for no-reflow in patients with Non-ST-elevation myocardial infarction

Introduction: The focus of this research was to explore the link between CRP (C-reactive protein)/albumin ratio (CAR), a novel inflammatory response marker, and no-reflow (NR) phenomena in non-ST elevation myocardial infarction (non-STEMI) patients during percutaneous coronary intervention (PCI). Methods: The current study recruited 209 non-STEMI participants who underwent PCI. The patients were divided into two groups based on their post-intervention Thrombolysis in Myocardial Infarction (TIMI) flow grade; those with and without NR. Results: In all, 30 non-STEMI patients (6.9%) had NR after PCI. CAR values were substantially greater in the NR group. The CAR was identified to be a determinant of the NR (OR: 1.250, 95% CI: 1.033-1.513, P = 0.02), although CRP and albumin were not independently related with NR in the multivariate analysis. In our investigation, low density lipoprotein-cholesterol levels and high thrombus burden were also predictors of the occurrence of NR. According to receiver operating characteristic curve evaluation, the optimal value of CAR was > 1.4 with 60% sensitivity and 47% specificity in detecting NR in non-STEMI patients following PCI. Conclusion: To the best of knowledge, this is the first investigation to demonstrate that the CAR, a new and useful inflammatory marker, can be utilized as a predictor of NR in patients with non-STEMI prior to PCI

Coenzyme Q10 supplementation modulates NFκB and Nrf2 pathways in exer-cise training

This study reports the effects of Q10, coenzyme Q10 or ubiqui-none, a component of the electron transport chain in mitochon-dria, on nuclear factor kappa-light-chain-enhancer of activated B cells (NFκB), inhibitors of kappa B (IκB), nuclear factor (erythroid-derived 2)-like 2 (Nrf2) and hemeoxygenase 1 (HO-1) in rats after chronic exercise training for 6 weeks. 8-week old male Wistar rats were assigned randomly to one of four treat-ments planned in a 2 x 2 factorial arrangement of two condition (sedentary vs. exercise training), and two coenzyme Q10 levels (0 and 300 mg/kg per day for 6 weeks). The expression levels of the target proteins were determined in the heart, liver and mus-cle, and biochemical parameters including creatinine, urea, glucose and lipid profile were investigated in plasma. When compared with sedentary group, significant decreases in heart, liver and muscle NFκB levels by 45%, 26% and 44% were observed in Q10 supplemented rats after exercise training, re-spectively, while the inhibitory protein IκB increased by 179%, 111% and 127% in heart, liver and muscle tissues. Q10 supple-mentation caused an increase in Nrf2 (167%, 165% and 90%) and HO-1 (107%, 156% and 114%) after exercise training in heart, liver and muscle tissues (p < 0.05). No significant change was observed in any of the parameters associated with protein, carbohydrate and lipid metabolism, except that exercise caused a decrease in plasma triglyceride, which was further decreased by Q10. In conclusion, these results suggest that Q10 modulates the expression of NFκB, IκB, Nrf2 and HO-1 in exercise training, indicating an anti-inflammatory effect of Q10 and emphasizes its role in antioxidant defense