Intrinsic TGF-β signaling attenuates proximal tubule mitochondrial injury and inflammation in chronic kidney disease

Excessive TGF-β signaling and mitochondrial dysfunction fuel chronic kidney disease (CKD) progression. However, inhibiting TGF-β failed to impede CKD in humans. The proximal tubule (PT), the most vulnerable renal segment, is packed with giant mitochondria and injured PT is pivotal in CKD progression. How TGF-β signaling affects PT mitochondria in CKD remained unknown. Here, we combine spatial transcriptomics and bulk RNAseq with biochemical analyses to depict the role of TGF-β signaling on PT mitochondrial homeostasis and tubulo-interstitial interactions in CKD. Male mice carrying specific deletion of Tgfbr2 in the PT have increased mitochondrial injury and exacerbated Th1 immune response in the aristolochic acid model of CKD, partly, through impaired complex I expression and mitochondrial quality control associated with a metabolic rewiring toward aerobic glycolysis in the PT cells. Injured S3T2 PT cells are identified as the main mediators of the maladaptive macrophage/dendritic cell activation in the absence of Tgfbr2. snRNAseq database analyses confirm decreased TGF-β receptors and a metabolic deregulation in the PT of CKD patients. This study describes the role of TGF-β signaling in PT mitochondrial homeostasis and inflammation in CKD, suggesting potential therapeutic targets that might be used to mitigate CKD progression

Ulusaldan Küresele: Popülizm, Demokrasi, Güvenlik Konferansı

Öngörülmesi giderek güçleşen, sarsıntılı ve savrulmalı zamanlardan geçiyoruz. İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş ortak deneyimleri sonrasında 1950’lerden ve 1990’lardan itibaren demokratik sistemlerin peş peşe dalgalarla meşrulaşacağı, yaygınlaşacağı ve güçleneceği öngörüsü hakimdi. Ancak son yıllarda yaşanan bazı gelişmelerle demokrasilerin geleceği tekrar sorgulanmaya başladı. Gerek 11 Eylül ile başlayan ve IŞİD ile devam eden ve şiddet içeren İslamcı radikalizm, gerek Batı demokrasilerinde popülist radikal sağ hareketlerin ve beyaz ırkçı grupların yükselişi ve iktidara gelişi, bir yandan güvenlik-özgürlük ikileminin demokrasi dengesini bozdu, bir yandan da hem demokratik sistemlerin hem dünya barışının geleceğini bizi tekrar sorgular, sorgulatır hale getirdi. Demokrasileri bildiğimizi zannediyoruz, ama demokrasiler ile ilgili daha öğrenmemiz gereken çok şey var. Demokrasi kaderimiz de geleceğimiz de olmak zorunda değil belki de. Ya da belki yanlış yerden soru sormaya başlıyoruz, belki demokrasi yerine yeni bir referansa ihtiyacımız var. Aslında demokrasileri çantada keklik görmeyip, sabırla büyütüp yeşertmek, geliştirmek, korumak, ileri safhalara taşımak ve bizden sonraki nesillere aktarmak bir sorumluluk, ve bu sorumluluk bizlere ait. Popülizm, demokrasi, güvenlik kavramlarının her biri bugün sıkça ve yaygın olarak kullandığımız kavramlar olarak gündelik sohbetlerimizin içine kadar girmiş durumda. Bu yaygın kullanımlarına rağmen her bir kavram, üzerine düşünmeye, tartışmaya ve değerlendirmeye tekrar tekrar olanak verecek derinlikte. Her bir tartışma bir diğerini açarken, farklı gibi görünen bu kavramların birbirleriyle kesiştikleri zeminler bulmak mümkün. Popülist liderlerin politikaları bütün siyaset yapma biçimlerini kendine çeken ya da kendinden uzaklaştıran eksenler yaratarak her ikisini de aynı anda besleyebiliyor. Popülist politikaya angaje olan liderler ve grupların yanında bu politikaya karşı mücadele eden kişiler ve kitleler de yok değil, ancak kimi zaman bu kitleler eleştirdiği bu siyaset biçiminin kurucu öznesi haline de gelebiliyor. Bunun karşısında tabandan gelen demokratikleşme talepleri ve popülist siyasetle beraber kurumsallaşan diğer politika yapma biçimleri, demokrasi anlayışımızı farklı yönlere çekebiliyor. Bu demokratikleşme talepleri kimi zaman olumlu karşılıklar alsa da, kimi zaman devletlerin güvenlik politikaları ile etkisizleştirilmeye ve bastırılmaya çalışılıyor. Güvenlik politikalarının alanı günümüz teknolojisi sebebiyle o kadar genişledi ki, bu politikanın nesnesi haline gelmemiş varlık ve alan bulmak neredeyse mümkün değil. Ulusaldan Küresele: Popülizm, Demokrasi, Güvenlik konferansımız bu alanların kendine özgülüklerini göz önünde bulundururken, aralarındaki kesişimleri de ortaya koyan pek çok değerli sunuma ev sahipliği yaptı. Konferansın düzenlenmesinde emeği geçen herkese, ve bu bildiri kitabında tam metinleri ve özetleri bulunan bütün katılımcılarımıza çok teşekkür ederiz.Publisher's Versio

Adenozinin dendritik hücreler üzerindeki etkilerinin moleküler mekanizması

Cataloged from PDF version of article.Thesis (M.S.): Bilkent University, Department of Molecular Biology and Genetics, İhsan Doğramacı Bilkent University, 2017.Includes bibliographical references (leaves 56-68).Cell death, inflammation or other cellular stress factors cause accumulation of adenosine in the extracellular space. Adenosine has immunosuppressive effects on antigen presenting cells. However, molecular mechanisms for adenosine regulation of dendritic cells are poorly understood. Here we showed that adenosine receptor signaling promotes an antiinflammatory dendritic cell phenotype. While adenosine receptor signaling increased intracellular cAMP levels, phosphoactivation of major inflammatory pathways such as MAPKs, NF-κB and IRF3 were not affected. Adenosine’s effects were phenocopied by cAMP. Specific cAMP analogs for EPAC and PKA pathways indicated that adenosine activates both intracellular cAMP receptors to inhibit dendritic cell activation. Antiinflammatory cFOS and NR4A receptor family expressions were increased by adenosine or EPAC and PKA specific cAMP analogs. Furthermore, T cells incubated with the medium of dendritic cells, which prestimulated with adenosine receptor agonist and PKAEPAC specific cAMP analogs, produced less IFNγ. Overall our data suggest that dendritic cells are regulated by adenosine through both PKA and EPAC pathways and increased the expression of NR4A nuclear orphan receptors and cFOS. Our findings suggest that for effective targeting of adenosine or other cAMP-inducing receptors both PKA and EPAC are important to modulate immune responsesby Merve Kayhan.M.S

Qualitative Study of A Two-Dimensional System of Rational Difference Equations

Yüksek Lisans TeziBu çalışma beş bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde; fark denklemlerinin ve sistemlerinin öneminden ve gelişiminden bahsedildi. İkinci bölümde; fark denklemleri ve fark denklem sistemleri üzerine yayınlanmış bazı çalışmalar hakkında bir literatür özeti sunuldu. Üçüncü bölümde; fark denklemleri ve fark denklem sistemleri ile ilgili bazı genel tanım ve teoremlere yer verildi. Dördüncü bölümde; başlangıç şartları pozitif reel sayılar olmak üzere, rasyonel fark denklem sisteminin pozitif çözümlerin sınırlılığı ve dirençliliği, pozitif denge noktasının varlığı ve tekliği, pozitif denge noktasının lokal ve global asimptotik kararlılığı, tek pozitif denge noktasına yakınsayan bir çözümün yakınsaklık hızı, sınırsız çözümlerin varlığı ve çözümlerin periyodikliği incelendi. Beşinci bölümde; çalısmaya dair sonuç ve önerilere yer verildi.This study consists of five sections. In the first section, the importance and development of difference equations and systems were men tioned. In the second section, some published studies on difference equations and systems of difference equa tions a literature review on the subject is presented. In the third section, some general definitions and theorems about difference equations and systems of difference equations are mentioned. In the fourth section, the system of rational difference equations where the parameters and the initial conditions are positive real numbers, existence and uniqueness of positive equilibrium point, local and global asymptotic stability of positive equilibrium point, rate of convergence of a solution converging to the unique positive equilibrium point, existence of unbounded solutions and the periodicity has been investigated. In the fifth section, the conclusions and recommendations of the study are mentioned

Hafif Zarar Görmüş Ters Ozmoz Membranlarının Onarımı

Depletion of freshwater resources is one of the inconvenient truths of the 21st century. Appropriately treated municipal wastewater can be utilized for industrial, agricultural, and potable purposes which is a sustainable option rather than discharging it into the environment. Today, one of the main technologies used in desalination of sea water and wastewater reuse is reverse osmosis (RO). The RO technology uses membranes to achieve the separation of water from contaminants, and it is very efficient in rejecting monovalent ions, bacteria and viruses. Especially, the use of thin-film composite polyamide (TFC PA) membranes has brought significant advantages in the water treatment industry since they offer high permeate flux and high salt rejection performance. However, the polyamide-based active layer of these membranes is prone to failure by chlorine attack used in disinfection and membrane cleaning operations. These operations are necessary for municipal wastewater treatment for reuse, but they cause decrease of the useful life of membranes. Thus, rejuvenation of membranes, which ensures salt rejection restoration, arises as a promising method to repair damaged membranes. This thesis investigates the performance of a commercial rejuvenation agent, which acts as a coating layer on the membrane surface. In this experimental study, the membranes were first degraded under various chlorine concentrations, contact time and pH values and their performance was determined. Thereupon, damaged membranes were treated with the rejuvenation agent, and their performance after rejuvenation was recorded in terms of permeate flux and salt rejection. The change in the chemical structure of membranes was examined via FTIR-ATR method. The results showed that membranes were mildly degraded, and rejuvenation agent successfully restored the salt rejection of mildly degraded membranes.Tatlı su kaynaklarının tükenmesi, 21. yüzyılın rahatsız edici gerçeklerinden biridir. Uygun şekilde arıtılmış belediye atıksuları, çevreye deşarj etmek yerine sürdürülebilir bir seçenek olan endüstriyel, tarımsal ve içme amaçlı kullanım için kullanılabilir. Günümüzde deniz suyunun tuzdan arındırılması ve atık suların yeniden kullanımında kullanılan ana teknolojilerden biri ters ozmozdur (RO). RO teknolojisi, suyun kirleticilerden ayrılmasını sağlamak için membranlar kullanır ve tek değerli iyonları, bakterileri ve virüsleri reddetmede çok etkilidir. Özellikle ince film kompozit poliamid membranların kullanımı, yüksek su akısı ve tuz giderim performansı sundukları için su arıtma endüstrisinde önemli avantajlar sağlamıştır. Bununla birlikte, bu membranların poliamid bazlı aktif tabakası, dezenfeksiyon ve membran temizleme işlemlerinde kullanılan klor nedeniyle zarar görmeye eğilimlidir. Bu işlemler, yeniden kullanım için belediye atıksu arıtımı için gereklidir fakat membranların kullanım ömrünün azalmasına neden olurlar. Bu nedenle tuz giderimi restorasyonunu sağlayan membranların gençleştirilmesi, hasarlı membranların onarımı için umut verici bir yöntem olarak ortaya çıkmaktadır. Bu tez, membran yüzeyinde bir kaplama tabakası görevi gören ticari bir gençleştirme ajanının performansını araştırmaktadır. Bu deneysel çalışmada, membranlar önce çeşitli klor konsantrasyonları, temas süresi ve pH değerleri altında indirgenmiş ve performansları belirlenmiştir. Bunun üzerine hasarlı membranlar gençleştirme kimyasalı ile onarılmış ve gençleştirme sonrası performansları su akısı ve tuz giderimi açısından kaydedilmiştir. Membranların kimyasal yapısındaki değişim FTIR-ATR yöntemi ile incelenmiştir. Sonuçlar, gençleştirme maddesinin, hafif derecede bozulmuş membranların tuz reddini başarılı bir şekilde restore ettiğini göstermiştir.M.S. - Master of Scienc

Hållbarhet inom företagsförvärv : En jämförelse av påverkan på abnormal avkastning inom förvärvande företag vid tillkännagivande av företagsförvärv inom tre branscher

This study examines whether there is a difference in the impact on the cumulative average abnormal return (CAAR) when announcing merger and acquisitions for companies that are members and companies that are non-members of UN Global Compact. Furthermore, the study examines the development of CAAR by dividing the acquiring companies in the financial-, industrial-, and high-technology industries. To examine this, a quantitative method with an event study is applied. In total, CAAR is examined for 204 acquisitions where 102 acquisitions are announced by companies that are connected to UN Global Compact 10 principles. All of the acquisitions have been announced between the period 2009-01-01 to 2019-12-31. The hypotheses regarding differences in abnormal returns in the financial, industrial and high-technology industry have been tested in a significance tests and presented in tables and graphs. The results of the study shows that companies that are members, regardless of industry, are negative affected by the announcement of merger and acquisitions. Furthermore, there is differences in how CAAR for members and non-members are affected by the announcement of acquisitions depending on the industry in which the companies are located. The conclusion is that non-members present the highest values of CAAR in all industries but significance can only be showed in the industrial industry. Significance can be showed for members in all industries.Denna studie undersöker om det föreligger skillnad i påverkan på den genomsnittliga kumulativa abnormala avkastningen (CAAR) vid tillkännagivande av företagsförvärv för företag som är medlemmar respektive icke medlemmar i UN Global Compact. Vidare undersöker studien utvecklingen i CAAR genom att dela in de förvärvande företagen inom finans-, industri- och högteknologiska branschen. Metoden som valts ut är en kvantitativ metod där en eventstudie tillämpas. Totalt undersöks CAAR för 204 stycken förvärv, där 102 stycken förvärv är utannonserade av företag som är anslutna till UN Global Compacts tio principer. Alla förvärv har utannonserats mellan perioden 2009-01-01 till och med 2019-12-31. För att undersöka ställda hypoteser har tabeller och diagram upprättats där signifikans har blivit säkerställd genom ett signifikanstest. Resultaten av undersökningen visar att företag som är medlemmar, oberoende av bransch, påverkas negativt med anledning av tillkännagivande av förvärv, där påverkan även statistiskt kan säkerställas med en signifikans på 90%. Vidare påvisas skillnader i hur medlemmar respektive icke medlemmars CAAR påverkas av tillkännagivande av förvärv beroende på vilken bransch företagen befinner sig inom. Slutsatsen blir att icke medlemmar uppvisar högst värden av CAAR inom samtliga branscher men signifikans kan endast påvisas inom industribranschen. För medlemmar kan signifikans påvisas inom samtliga branscher

GM-CSF intrinsically controls eosinophil accumulation in the setting of allergic airway inflammation.

ISSN:0091-6749ISSN:1097-682

Functional Morphology and Histology of Sensory Comb Organ (Pectine) of Mesobuthus gibbosus (Brullé, 1832) Scorpion (Scorpionidae: Buthidae)

Akrepler, Arachnida sınıfında zehirli arthropodlardan olup; örümcekler, keneler veakarlar ile akraba oldukları düşünülmektedir. Ancak; akrepler, tarak organ (pektin) adıverilen duyu organı taşırlar ve bu yapılarıyla diğer akrabalarından ayrılırlar. Buçalışmanın amacı, ışık mikroskobu ve taramalı elektron mikroskop (SEM) kullanarakMesobuthus gibbosus (Brullé, 1832) (Scorpionidae: Buthidae) akrep türünün tarakorganının (pektin) morfolojik ve histolojik özelliklerini belirlemektir. Tarak organıoluşturan dişlerin detaylı morfolojik ve histolojik yapıları rutin yöntemlerle parafinegömülerek, kesitler alınmış ve alınan kesitler hematoksilen-eosin ile boyanarak ışıkmikroskobunda mikrografları kayıt edilmiştir. M. gibbosus’un pektinleri bir çift olarakmesosomal ikinci segmentin ventrolateral yerleşmiş olup, tarak şeklindeki her bir pektinorgan marjinal lamella, farklı sayılardaki median lamella ve dişler olmak üzere üçkısımdan oluşmaktadır. Pektinlerde, çeşitli kutikular duyu kılları ve her bir dişin uçkısmında çok sayıda peg sensilla gözlenmiştir. M. gibbosus’un pektin organından alınanenine kesitlerde her bir peg sensilumun çok sayıda sinir hücresi ile ilişkili olduğugözlenmiştir.Scorpions are venomous arthropods in Arachnida classis; they are thought to be relatedwith the spiders, ticks and mites. However, scorpions have sensory organs called sensorycomb organ (pectine) and their structure are distinctive other relatives. The objective ofthe present study, is to characterize the morphological and histological features ofpectines (sensory comb) organ of scorpion species Mesobuthus gibbosus (Brullé, 1832)(Scorpionidae: Buthidae) were identified by using light microscope and scanning electronmicroscope (SEM). The pectines were prepared by following routine electron microscopeprocedures and routine paraffin methods and the sections were stained by hematoxylineosin stain. The pectines of M. gibbosus are paired sensory organs located on theventrolateral of second segments of mesosoma, the comb like each pectin organ consist ofmarginal lamella, different number of median lamella and teeth. Pectines have severalsensory hairs and peg sensilla of tip of the tooth. The transverse sections of pectinesorgan were observed that each peg sensilum innerved by many sensory neurons