74 research outputs found
Darwin’s finches in human-altered environments sing common song types and are more aggressive
Human-altered landscapes may act as an environmental filter benefiting species or individuals with specific sets of capacities or behaviors. Yet the effects of human activity on culturally transmitted traits in animals are still poorly understood. Combining song recordings and simulated territory intrusions, we investigated whether songs (a cultural trait) and aggressiveness (a personality trait) in small ground finches (Geospiza fuliginosa) differed along a gradient of human activity levels (high-low-high) spanning two habitats with contrasting levels of rainfall (arid lowlands, humid highlands). We found that more common syllable types were more prevalent in arid lowland sites and at sites with high human activity. The number of syllables per song, song duration, song tempo and song rhythmicity did not differ across habitats or levels of human activity. During simulated territorial intrusions, small ground finches living in areas with higher levels of human activity and in the arid lowlands (regardless of human activity) showed the strongest aggressive response compared to those living in areas with lower levels of human activity or in the humid highlands. Thus, prevalence of aggression and syllable commonness correlated with each other across sites. Our results support the idea that resource distribution and human-impacted environments may select jointly for specific behavioral phenotypes such as aggression as well as common cultural traits
Vrste kukaca koje oštećuju industrijsko drvo u Zapadnoj crnomorskoj regiji u Turskoj
Insect species collected in log depots in Western Black Sea Region of Turkey were identified. The study covered two years, 2015 and 2016, in 21 log depots in seven provinces (Duzce, Bolu, Zonguldak, Bartin, Karabuk, Kastamonu and Sinop). The study area was divided into three sub regions and each sub region was analyzed for insect species, their prevalence and intensities. Overall, four orders, 22 families, 74 genera and 57 species were described in log depots of the study area. Sub region 1 (Düzce-Bolu) showed the highest diversity in terms of insect species and sub region 2 (Zonguldak-Bartin) had the lowest diversity. Dorcus parallelipipedus Linnaeus, 1758 (Coleoptera: Lucanidae) and Rhagium inquisitor Linnaeus, 1758 (Coleoptera: Cerambycidae) were found in all provinces studied. Based on wood species analysis, Scots pine wood had the highest diversity in insect species, followed by fi r, oak and beech. The study also described some important wood-destroying insect species from the families Anobiidae, Buprestidae and Cerambycidae. Buprestis dalmatina (Mannerheim, 1837) (Coleoptera: Buprestidae), Leptura aurulenta (Fabricius, 1792) (Coleoptera: Cerambycidae) and Stictoleptura scutellata (Fabricius, 1781) (Coleoptera: Cerambycidae), all wood-destroying insect species, were identified for the first time in the Western Black Sea Region of Turkey.U sklopu istraživanja identificirane su vrste kukaca koje su prikupljene na stovarištima trupaca u Zapadnoj crnomorskoj regiji u Turskoj. Studija se provodila tijekom dvije godine, 2015. i 2016., na 21 stovarištu u sedam pokrajina (Duzce, Bolu, Zonguldak, Bartin, Karabuk, Kastamonu and Sinop). Područje istraživanja bilo je podijeljeno u tri podregije u kojima su analizirane vrste kukaca, njihova prevalencija i intenzitet. U skladištima trupaca na istraživanom su području ukupno opisana četiri reda, 22 porodice, 74 roda i 57 vrsta kukaca. U podregiji 1. (Düzce-Bolu) primijećena je najveća raznolikost vrsta kukaca, a u podregiji 2. (Zonguldak-Bartin) zabilježena je najmanja raznolikost. U svim istraživanim pokrajinama pronađeni su Dorcus parallelipipedus Linnaeus, 1758 (Coleoptera: Lucanidae) i Rhagium inquisitor Linnaeus, 1758 (Coleoptera: Cerambycidae). Na temelju analize različitih vrsta drva zaključeno je da je borovina imala najveću raznolikost vrsta kukaca, a slijedile su jelovina, hrastovina i bukovina. U studiji su također opisane neke važne vrste kukaca koji razaraju drvo, a pripadaju porodicama Anobiidae, Buprestidae and Cerambycidae. Kukci vrsta Buprestis dalmatina (Mannerheim, 1837) (Coleoptera: Buprestidae), Leptura aurulenta (Fabricius, 1792) (Coleoptera: Cerambycidae) i Stictoleptura scutellata (Fabricius, 1781) (Coleoptera: Cerambycidae) također razaraju drvo i prvi su put zabilježeni u Zapadnoj crnomorskoj regiji u Turskoj
Decay Resistance of Carbonized Wood Surfaces
In this study, decay resistance of carbonized wood surfaces by combustion method was examined. In this context either single or five geometrical surfaces of Scots pine and beech wood specimens were carbonized and exposed to Coniophora puteana (brown rot) and Pleurotus ostreatus (white rot) decay fungi for 12 weeks. According to the results single or five surface carbonized Scots pine specimen showed reduced weight loses when compared to un-carbonized controls. Beech wood specimens, on the other hand, resulted significantly low weight losses only for five surface carbonized specimens. A statically significant difference was found between the control samples of both wood species. Since surface carbonization did not introduce any differences among the treatment types of white rot fungi for both wood species, this method could be useful against brown rot fungi (C. puteana) risk
Meşe, Kayın Odunu ve Fındık Kabuğu Atıklardan Lentinus edodes (Şitaki) Mantarı Üretimi
Bu çalışmanın amacı, bazı tarımsal artıklardan tıbbi olarak da kullanılma potansiyeli olan Lentinus edodes (Şitaki mantarı) mantarı üretmektir. Çalışmada, Düzce ilinde kereste artıklarından ortaya çıkan meşe ve kayın talaşı ile fındık kabukları mantar yetiştirme ortamı olarak değerlendirilmiştir. Bu kapsamda, kullanılan fındık kabukları Wiley değirmeninde öğütülmüştür. Kayın ve meşe talaşları ise kereste işleyen bir fabrikadan hazır olarak temin edilmiştir. Odun talaşları ve fındık kabukları belli oranlarda karıştırılarak kompostlar hazırlanmıştır. Hazırlanan kompostlar, 121 °C ve 1.1 atm’de steril hale getirilmiştir. Şitaki mantar miseli aşılanan kompostlar 26 °C sıcaklık ve %80 bağıl nem ortamında inkübasyon süresini tamamlamış sonrasında ise 5°C’de bekletilip promordium oluşması için tekrar yetiştirme odasına alınmıştır. Özellikle %100 fındık kabuğu ile üretilen mantarların, meşe ve kayın talaşına göre verim bakımından daha düşük değerler verdiği tespit edilmiştir. Ancak fındık kabuğunun diğer iki materyal ile 1:1 oranında karışımlarından elde edilen verimlilik ve biyolojik etkinlik değerleri yalnızca meşe ve kayın talaşından üretilen mantarlarınki ile yaklaşık aynı oran/değerlerdedir. En yüksek verimlilik ve biyolojik etkinlik değerleri meşe talaşı kompostundan elde edilmiştir. Kimyasal içerik sonuçlarına göre, fındık kabuğu ve karışımları toplam azot ve protein bakımından en yüksek değerlere sahiptir. Toplam enerji, karbonhidrat ve yağ oranları bakımından ise kompost karışımları arasında önemli sayılabilecek farklılık tespit edilmemiştir
Natural durability of sapwood of some domestic wood species against coptotermes formosanus
Bu çalışmada, akçaağaç (Acer pseudoplatanus), ardıç (Juniperus foetidissima), çınar (Platanus orientalis), ıhlamur (Tilia tomentosa), servi (Cupressus sempervirens) ve zeytin (Olea europaea) gibi bazı yerli ağaç türü diri odunlarının Coptotermes formosanus termitine karşı doğal dayanıklılığı belirlenmiştir. Yirmi bir günlük deneme süresi sonunda, ağırlık kayıpları, özgül ağırlık ve odun tüketimi arasında bir korelasyon olduğu fakat ölüm oranları ile herhangi bir korelasyon olmadığı belirlenmiştir. Ağaç türleri içerisinde Coptotermes formosanus termitine karşı en yüksek direnci gösteren ağaç türü zeytin olurken, en düşük dirençli ağaç türünün ise ıhlamur olduğu belirlenmiştirIn this study, sapwood of some domestic wood species, maple (Acer pseudoplatanus), juniper (Juniperus foetidissima), sycamore (Platanus orientalis), basswood (Tilia tomentosa), Graveyard cypress (Cupressus sempervirens) and olive wood (Olea europaea), were tested for their natural durability against termite (Coptotermes formosanus) activity. At the end of 21-day exposure period, weight loss, mortality and consumption rates were calculated based on weight differences. While basswood sapwood showed the highest weight lost, olive sapwood was recorded as the most durable wood against Coptotermes formosanus
The effect of thinning intensity on impregnability (retention) and density of narrow leaved ash wood
Bu çalışmanın amacı, dişbudak (Fraxinus angustifolia Vahl) plantasyonunda uygulanan farklı şiddetteki
aralamaların kesit yüksekliğine ve gövde yönüne göre emprenye maddesinin retensiyon miktarı ve
yoğunluk değişimine etkilerinin araştırılmasıdır. Bu amaçla dişbudak odunlarından aralamanın
yapıldığı son yedi yıllık bölümden, yedi kesiş yüksekliğinden ve kuzey ve güney olmak üzere iki farklı
gövde yönünden örnekleme yapılmıştır. Elde edilen sonuçlara göre, odunun yoğunluğu ile emprenye
maddesinin retensiyon miktarı arasında zıt yönlü bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Yoğunluk ve
retensiyon miktarı bakımından doğal ve şiddetli aralama yapılan örnekler arasında farklılık olduğu,
şiddetli aralama yapılan örneklerde yoğunluk azalmakta iken retensiyon miktarında artış olduğu
görülmektedir. Ayrıca, gövdenin alt kısmından tepe kısmına doğru ilerledikçe odun yoğunluğunda
%25’e varan artış meydana gelirken, retensiyon miktarında %30’lara varan azalma tespit edilmiştir.
Gövde yönünün etkisi irdelendiğinde ise, gövdenin kuzeye bakan kısmının güneye bakan kısmına göre
daha yoğun olup, retensiyon miktarı bakımından daha az kuru emprenye maddesi absorpladığı tespit
edilmiştirThe aim of this study was to investigate the effects of different intensities thinning in the ash (Fraxinus
angustifolia Vahl) plantation on the retention amount of impregnation material and density variation
according to section height and stem direction. For this purpose, samplings were made from the last
seven years thinning section, seven section height and two different stem direction (north and south).
According to results, a negative correlation was detected between wood density and retention
amount of treatment solution. In terms of density and retention amount, there were differences
between natural and intensity thinning samples and it was seen that the density was decreased while
retention amount was increased in intensity thinning samples. In addition, wood density was
increased up to 25% while retention amount was decreased up to 30% as it progressed from bottom
of wood to top. When the effect of stem direction was considered, it was found that south section of
wood was more dense than north side and retention values has lower
Orman ürünleri endüstrisinde kullanılan fenol ve melamin formaldehit tutkallarının paslanmaz çelik (AISI 316L) korozyonuna etkisi
Korozyon genel anlamda, malzemenin bulunduğu ortamda özelliklerini kaybederek parçalanması ve kullanılamaz hale gelmesidir. Au, Pt, Ir ve Pd gibi soy metaller dışındaki tüm metaller bulundukları ortama bağlı olarak korozyona çok daha hızlı uğramaktadırlar. Korozyon olayı endüstrinin her bölümünde kendini göstermektedir. Korozyona uğrayan cihazların bozulması veya arızalanması sonucu endüstri üretiminin azalması, korozyon ürünü malzemelerin insan sağlığı ve çevre açısından son derece zararlı olduğunun iyice anlaşılması, yeraltı maden yataklarının hızla tükeniyor olması gerçekleri korozyonun önemini arttırmaktadır. Tutkal üretimi esnasında kullanılan mikserler, tanklar ve borular ayrıca üretim sonrası yapılan sevkiyatlarda kullanılan sevkiyat kazanları genelde paslanmaz çelikten yapılmıştır. Bu çalışma ile orman endüstrisinde en yaygın kullanılan tutkallar arasında gösterilen fenol ve melamin formaldehit tutkallarının paslanmaz çeliğe olan korozif etkisi, korozyon ölçme metotlarından biri olan Elektrokimyasal empedans yöntemi (EIS) ile belirlenmiş ve sonuçlar tartışılmıştır. Fenol formaldehit tutkalının melamin formaldehite göre daha korozif olduğu tespit edilmiştir.
Anahtar kelimeler:Fenol formaldehit, melamin formaldehit, korozyon, paslanmaz çelik (AISI 316L
Acoustic sequences in non-human animals: a tutorial review and prospectus.
Animal acoustic communication often takes the form of complex sequences, made up of multiple distinct acoustic units. Apart from the well-known example of birdsong, other animals such as insects, amphibians, and mammals (including bats, rodents, primates, and cetaceans) also generate complex acoustic sequences. Occasionally, such as with birdsong, the adaptive role of these sequences seems clear (e.g. mate attraction and territorial defence). More often however, researchers have only begun to characterise - let alone understand - the significance and meaning of acoustic sequences. Hypotheses abound, but there is little agreement as to how sequences should be defined and analysed. Our review aims to outline suitable methods for testing these hypotheses, and to describe the major limitations to our current and near-future knowledge on questions of acoustic sequences. This review and prospectus is the result of a collaborative effort between 43 scientists from the fields of animal behaviour, ecology and evolution, signal processing, machine learning, quantitative linguistics, and information theory, who gathered for a 2013 workshop entitled, 'Analysing vocal sequences in animals'. Our goal is to present not just a review of the state of the art, but to propose a methodological framework that summarises what we suggest are the best practices for research in this field, across taxa and across disciplines. We also provide a tutorial-style introduction to some of the most promising algorithmic approaches for analysing sequences. We divide our review into three sections: identifying the distinct units of an acoustic sequence, describing the different ways that information can be contained within a sequence, and analysing the structure of that sequence. Each of these sections is further subdivided to address the key questions and approaches in that area. We propose a uniform, systematic, and comprehensive approach to studying sequences, with the goal of clarifying research terms used in different fields, and facilitating collaboration and comparative studies. Allowing greater interdisciplinary collaboration will facilitate the investigation of many important questions in the evolution of communication and sociality.This review was developed at an investigative workshop, “Analyzing Animal Vocal Communication Sequences” that took place on October 21–23 2013 in Knoxville, Tennessee, sponsored by the National Institute for Mathematical and Biological Synthesis (NIMBioS). NIMBioS is an Institute sponsored by the National Science Foundation, the U.S. Department of Homeland Security, and the U.S. Department of Agriculture through NSF Awards #EF-0832858 and #DBI-1300426, with additional support from The University of Tennessee, Knoxville. In addition to the authors, Vincent Janik participated in the workshop. D.T.B.’s research is currently supported by NSF DEB-1119660. M.A.B.’s research is currently supported by NSF IOS-0842759 and NIH R01DC009582. M.A.R.’s research is supported by ONR N0001411IP20086 and NOPP (ONR/BOEM) N00014-11-1-0697. S.L.DeR.’s research is supported by the U.S. Office of Naval Research. R.F.-i-C.’s research was supported by the grant BASMATI (TIN2011-27479-C04-03) from the Spanish Ministry of Science and Innovation. E.C.G.’s research is currently supported by a National Research Council postdoctoral fellowship. E.E.V.’s research is supported by CONACYT, Mexico, award number I010/214/2012.This is the accepted manuscript. The final version is available at http://dx.doi.org/10.1111/brv.1216
Ulusaldan Küresele: Popülizm, Demokrasi, Güvenlik Konferansı
Öngörülmesi giderek güçleşen, sarsıntılı ve savrulmalı zamanlardan geçiyoruz. İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş ortak deneyimleri sonrasında 1950’lerden ve 1990’lardan itibaren demokratik sistemlerin peş peşe dalgalarla meşrulaşacağı, yaygınlaşacağı ve güçleneceği öngörüsü hakimdi. Ancak son yıllarda yaşanan bazı gelişmelerle demokrasilerin geleceği tekrar sorgulanmaya başladı. Gerek 11 Eylül ile başlayan ve IŞİD ile devam eden ve şiddet içeren İslamcı radikalizm, gerek Batı demokrasilerinde popülist radikal sağ hareketlerin ve beyaz ırkçı grupların yükselişi ve iktidara gelişi, bir yandan güvenlik-özgürlük ikileminin demokrasi dengesini bozdu, bir yandan da hem demokratik sistemlerin hem dünya barışının geleceğini bizi tekrar sorgular, sorgulatır hale getirdi. Demokrasileri bildiğimizi zannediyoruz, ama demokrasiler ile ilgili daha öğrenmemiz gereken çok şey var. Demokrasi kaderimiz de geleceğimiz de olmak zorunda değil belki de. Ya da belki yanlış yerden soru sormaya başlıyoruz, belki demokrasi yerine yeni bir referansa ihtiyacımız var. Aslında demokrasileri çantada keklik görmeyip, sabırla büyütüp yeşertmek, geliştirmek, korumak, ileri safhalara taşımak ve bizden sonraki nesillere aktarmak bir sorumluluk, ve bu sorumluluk bizlere ait. Popülizm, demokrasi, güvenlik kavramlarının her biri bugün sıkça ve yaygın olarak kullandığımız kavramlar olarak gündelik sohbetlerimizin içine kadar girmiş durumda. Bu yaygın kullanımlarına rağmen her bir kavram, üzerine düşünmeye, tartışmaya ve değerlendirmeye tekrar tekrar olanak verecek derinlikte. Her bir tartışma bir diğerini açarken, farklı gibi görünen bu kavramların birbirleriyle kesiştikleri zeminler bulmak mümkün. Popülist liderlerin politikaları bütün siyaset yapma biçimlerini kendine çeken ya da kendinden uzaklaştıran eksenler yaratarak her ikisini de aynı anda besleyebiliyor. Popülist politikaya angaje olan liderler ve grupların yanında bu politikaya karşı mücadele eden kişiler ve kitleler de yok değil, ancak kimi zaman bu kitleler eleştirdiği bu siyaset biçiminin kurucu öznesi haline de gelebiliyor. Bunun karşısında tabandan gelen demokratikleşme talepleri ve popülist siyasetle beraber kurumsallaşan diğer politika yapma biçimleri, demokrasi anlayışımızı farklı yönlere çekebiliyor. Bu demokratikleşme talepleri kimi zaman olumlu karşılıklar alsa da, kimi zaman devletlerin güvenlik politikaları ile etkisizleştirilmeye ve bastırılmaya çalışılıyor. Güvenlik politikalarının alanı günümüz teknolojisi sebebiyle o kadar genişledi ki, bu politikanın nesnesi haline gelmemiş varlık ve alan bulmak neredeyse mümkün değil. Ulusaldan Küresele: Popülizm, Demokrasi, Güvenlik konferansımız bu alanların kendine özgülüklerini göz önünde bulundururken, aralarındaki kesişimleri de ortaya koyan pek çok değerli sunuma ev sahipliği yaptı. Konferansın düzenlenmesinde emeği geçen herkese, ve bu bildiri kitabında tam metinleri ve özetleri bulunan bütün katılımcılarımıza çok teşekkür ederiz.Publisher's Versio
Evaluation of nutritional status in pediatric intensive care unit patients: the results of a multicenter, prospective study in Turkey
IntroductionMalnutrition is defined as a pathological condition arising from deficient or imbalanced intake of nutritional elements. Factors such as increasing metabolic demands during the disease course in the hospitalized patients and inadequate calorie intake increase the risk of malnutrition. The aim of the present study is to evaluate nutritional status of patients admitted to pediatric intensive care units (PICU) in Turkey, examine the effect of nutrition on the treatment process and draw attention to the need for regulating nutritional support of patients while continuing existing therapies.Material and MethodIn this prospective multicenter study, the data was collected over a period of one month from PICUs participating in the PICU Nutrition Study Group in Turkey. Anthropometric data of the patients, calorie intake, 90-day mortality, need for mechanical ventilation, length of hospital stay and length of stay in intensive care unit were recorded and the relationship between these parameters was examined.ResultsOf the 614 patients included in the study, malnutrition was detected in 45.4% of the patients. Enteral feeding was initiated in 40.6% (n = 249) of the patients at day one upon admission to the intensive care unit. In the first 48 h, 86.82% (n = 533) of the patients achieved the target calorie intake, and 81.65% (n = 307) of the 376 patients remaining in the intensive care unit achieved the target calorie intake at the end of one week. The risk of mortality decreased with increasing upper mid-arm circumference and triceps skin fold thickness Z-score (OR = 0.871/0.894; p = 0.027/0.024). The risk of mortality was 2.723 times higher in patients who did not achieve the target calorie intake at first 48 h (p = 0.006) and the risk was 3.829 times higher in patients who did not achieve the target calorie intake at the end of one week (p = 0.001). The risk of mortality decreased with increasing triceps skin fold thickness Z-score (OR = 0.894; p = 0.024).ConclusionTimely and appropriate nutritional support in critically ill patients favorably affects the clinical course. The results of the present study suggest that mortality rate is higher in patients who fail to achieve the target calorie intake at first 48 h and day seven of admission to the intensive care unit. The risk of mortality decreases with increasing triceps skin fold thickness Z-score
- …