10 research outputs found

    Morbid Obezitede Bariatrik Cerrahi Sonrası Hasta Sonuçları

    Get PDF
    Amaç: DSÖ verilerine göre 2014’te 18 yaş ve üzeri yetişkinin 1,9 milyardan fazlası kilolu ayrıca bunların 600 milyondan fazlası ise obezdir. Obezite; vücut sistemleri ve psikososyal durum üzerinde yarattığı olumsuz etkilerden dolayı pek çok sağlık problemlerine neden olmakla birlikte diyabet, kardiyovasküler hastalıklar ve kanser dahil birçok kronik hastalığın başlıca risk faktörüdür. Obezite medikal ve cerrahi şeklinde iki yöntemle tedavi edilmektedir. Cerrahi tedavi farklı bir deyişle bariatrik cerrahi, eskiye oranla daha çok tercih edilmektedir. Operasyon sonrasında bireylerde kilo kaybının yanında meydana gelen değişiklikler olmaktadır. Bu çalışmanın amacı, obezite cerrahisi geçiren hasta sonuçlarını belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Konuya ilişkin İngilizce ve Türkçe anahtar kelimeler kullanılarak Google Scholar, PubMed ve EBSCOHOST veri tabanlarında tarama yapılıp, ilgili olabilecek çalışmalar ele alınarak literatür derleme şeklinde yapılmıştır. Bulgular: Bariatrik cerrahi geçiren hastaların, çoğunlukla sınıf III obezite ve en sık olarak  erişkin kadınlarda görüldüğü saptanmıştır. Bariatrik cerrahiye eşlik eden komorbiditelerden en sık görüleni hipertansiyondur. Hasta yaşı ne kadar yüksek olursa hipertansiyon, diabetes mellitus ve anksiyete veya depresyon insidansının da o kadar yüksek olduğu belirlenmiştir. Ameliyat sonrası erken dönemde en sık karşılaşılan sorunlar solunum güçlüğü, yara yeri komplikasyonları, mide kapasitesinin küçülmesine bağlı bulantı ve kusma, dumping sendromu, bağırsak hareketlerinde yavaşlama ve ameliyat bölgesinde sızıntı gelişmesi olduğu şeklindedir. Birinci yıldan sonra yemek yemekten mutlu olma eğilimleri birçok katılımcının yaşadığı bir mücadeledir. Genel olarak, bariatrik cerrahi sonucunda kilo kaybı görülür. Bir yıla kadar BKİ’de azalma olur. Cerrahi sonrası 5 yıla kadar devam eder fakat yaşça büyük olan hastalardaki kilo kaybı daha yavaş olur. Hastalarla kilo kaybı konusundaki kişisel engellerinin tartışıldığı bir çalışmada diğer kişilerin onları anlamadıklarını düşündükleri ve durumlarıyla alâkalı olmayan birinin tavsiye vermesini yaşadıkları zorluklar olarak belirtmişlerdir. Bu durum; motivasyon ve bağlılığın azalması, başarısızlık ve utanç duygusu ve tedavi sonrası bakıma katılımın azalmasına sebep olmuştur. Tip1 Diabetes Mellitus’lu hastalarda bariatrik cerrahi büyük yarar sağlamıştır. Ağırlık azaltma, insülin gereksinimleri, obezite komorbiditeleri, ve diyabet komplikasyonuyla ilgili bazı avantajlar sağlamıştır. Ancak uzun glisemik kontrol üzerinde herhangi bir etkisi olmadığı. Belirlenmiştir. Ameliyattan sonraki ilk 2 yılda kilo kaybı  görülmüş, uzun vadede de kilo kaybının iyi korunduğu ve kilo kaybının da en az 4 yıl devam ettiği belirtilmiştir. Ayrıca kilo kaybına önemli gelişmeler eşlik etmektedir. Önceden var olan Tip2 Diabetes Mellitus (T2DM) ve hipertansiyonda azalma ve aynı zamanda T2DM riski vakasında azalma, angina, MI ve obstrüktif uyku apnesi bulgularında azalma görülmüştür. Sonuç ve Öneriler: Bariatrik cerrahi de her birey ve her operasyon tektir, benzersizdir. Bir hastanın yaş, komorbidite ve kilo durumu gibi birçok özelliğine göre  bariatrik cerrahi yöntem seçilir ve tüm süreçler bireye göre yönetilir. Sonuç olarak bariatrik cerrahide başarılı sonuçlar için multidisipliner bir yaklaşım gerektirir

    <Theory<-->Research> Component: Examle of Roy Adaptation Model

    Get PDF
    Giriş: Profesyonel bir disiplinin temelini oluşturan bilim, teori-araştırma sürecinin karşılıklı etkileşimi ile gelişir. Hemşirelik teori ve modellerine temellenen araştırmalar hemşireliğin bilgi birikimine katkıda bulunur. Doktora, bilim felsefesi ilkelerine göre araştırma metodolojisini kullanarak yeni bilgiler üretme aşamasıdır ve hemşirelik doktora tezlerinde teori kullanımı, disiplin için yeni bilgilerin üretilmesinde önemli bir yere sahiptir. Bir araştırmada teorinin nasıl kullanılacağı ise tüm araştırmacılar için açık değildir. Teori temelli araştırmalarda teorinin nasıl kullanılacağına ilişkin geliştirilen rehber, bu noktada araştırmacılara yol gösterici olmuştur. Bu rehberde teori/model kullanımı; a) kavramsal modelin içeriğinin öğrenilmesi, b) araştırma ve uygulamalarda model kullanımına ilişkin ayrıntılı literatür incelemesi, c) araştırma konusuna ilişkin kavramsal-teorik-deneysel yapının oluşturulması ve ilişkilendirilmesi olarak üç adımda özetlenmiştir. Bu makalede, hemşirelik araştırmacılarına örnek olması için doktora tezinin Roy Uyum Modeli'ne göre temellendirilmesi, kavramsal-teorik-deneysel yapısının oluşturulması ve ilişkilendirilmesi sürecini açıklamak amaçlanmıştır &nbsp;Introduction: Science that is formed the basis of a professional discipline develops the interaction of theory and research process. The reseraches that based upon nursing theories and models is contribute to the nursing knowledge. Doctorate is stage of generating new information according to the principles of philosophy of science by using research methodology and using the theory in the nursing doctoral dissertations is an important to produce new knowledge for the discipline. But it is not clear for all researchers how to use the theory in a study. The guide, which developed to show how a theory uses in a theory-based research, has been guiding for researchers at this point. In this guide, using to theory summarized in three steps as a. learning the content of the conceptual model, b. a detailed review of literature about the use of the model in the research or practice, c. creating and associating of a conceptual-theoretical-empirical structure for research topics. In this article, it is aimed to describe how a doctoral dissertation could be based upon Roy's Adaptation Model, the process of creating and associating the conceptual-theoritical-experimantal structure for illustration to nursing researcher

    Investıgatıon Of Synthesıs, Photophysıcal, Nlo And Thermal Propertıes Of New Functıonal Dyes Wıth Trıfenylamıne Based Donor-&#928;-Acceptor-Donor System

    No full text
    Donör-&#960;-Akseptör-Donör (D-&#960;-A-D) sistemini içeren organik malzemeler kolay türevlendirilmeleri ve ışık ile etkileştiklerinde yüksek polarlanma etkileri göstermelerinden dolayı iyi birer NLO (doğrusal olmayan optik) adayı bileşiklerdir. NLO bileşiklerinin bir kısmı metal içerirken (inorganik), büyük bir kısmı organik temellidir. Son yıllarda sentezlenen organik temelli NLO bileşikleri inorganik temelli olanlara göre daha fazla avantaja sahiptirler. Genel olarak tipik organik NLO adayı bileşikler &#960;-konjuge köprüsü, kuvvetli donör ve akseptör grupları içerir. Tez kapsamında sentezlenen trifenilamin temelli bileşiklerde D-&#960;-A-D sistemine sahip konjuge bir sistem kurulmuştur. Sentezlenen bileşiklerde donör özelliği iyi bilinen trifenilamin ve iyi bir akseptör disiyanometilen grubu bulunmaktadır. Ayrıca, kurulan bu konjuge sisteme iki farklı donör grup olan 4-Aminofenil ve 7-dietilaminokumarin takılarak yeni bir seri D-&#960;-A-D bileşikleri sentezlenmiştir. Kurulan bu konjuge sistemde 4-Aminofenil yerine 7-dietilaminokumarin takılarak sentezlenen bileşiklere floresan özellik kazandırılması veya mevcut floresan özelliklerinin artırılması amaçlanmıştır. Bileşiklerin yapıları 1H-NMR, 13C-NMR, FT-IR ve HRMS spektroskopik yöntemleri ile aydınlatılmıştır. Bileşiklerin fotofiziksel özelliklerini belirlemek için farklı polariteye sahip çözücüler Diklorometan (DCM), Aseton, Tetrahidrofuran (THF), 1,4-dioksan (DIOX) ve Dimetilsülfoksit (DMSO)) içerisinde absorpsiyon ve emisyon spektrumları incelenmiş, kuantum verimleri ve Stokes kaymaları hesaplanmıştır. Bileşiklerin NLO özellikleri deneysel olarak EFISH yöntemiyle belirlenmiştir. Deneysel olarak belirlenen fotofiziksel ve NLO özellikleri teorik olarak da açıklanmıştır. Bileşiklerin ısısal kararlılıkları termal gravimetrik analiz (TGA) yöntemiyle ortaya koyulmuştur. Sonuçlar bileşiklerin iyi birer NLO adayı bileşik olabileceğini göstermiştir.Organic materials containing the donor-&#960;-acceptor-donor (D-&#960;-A-D) system are good NLO (nonlinear optics) candidate compounds because of their easy derivatization and high polarization effects when interacting with light. While some of the NLO compounds contain metal (inorganic), most of them are organic-based. Organic-based NLR compounds synthesized in recent years have more advantages than inorganic based ones. In general, typical organic NLO candidate compounds contain &#960;-conjugated bridges, strong donor and acceptor groups. A conjugated system with D-&#960;-A-D system was established in the triphenylamine based compounds synthesized in the thesis. The synthesized compounds have triphenylamine and a good acceptor dicyanomethylene group of well-known donor properties. Besides, a new series of D-&#960;-A-D compounds were synthesized by attaching two different donor groups, 4-Aminophenyl, and 7-diethylaminocoumarin to this conjugated system. In this conjugated system, 7-diethylaminocoumarin was replaced with 4-aminophenyl to give fluorescence to the compounds synthesized or to increase the existing fluorescence properties. The structures of the compounds were determined by 1H-NMR, 13C-NMR, FT-IR and HRMS spectroscopic methods. To determine the photophysical properties of the compounds, the absorption and emission spectra of the solvents of different polarity in Dichloromethane (DCM), Acetone, Tetrahydrofuran (THF), 1,4-dioxane (DIOX) and Dimethylsulfoxide (DMSO) were examined and quantum yields and Stokes shifts were calculated. The NLO properties of the compounds were determined experimentally by EFISH method. The experimentally determined photophysical and NLO properties are also explained theoretically. The thermal stability of the compounds was determined by thermal gravimetric analysis (TGA). The results showed that the compounds may be good NLO candidate compound

    Morbid Obezitede Bariatrik Cerrahi Sonrası Hasta Sonuçları

    No full text
    Amaç: DSÖ verilerine göre 2014’te 18 yaş ve üzeri yetişkinin 1,9 milyardan fazlası kilolu ayrıca bunların 600 milyondan fazlası ise obezdir. Obezite; vücut sistemleri ve psikososyal durum üzerinde yarattığı olumsuz etkilerden dolayı pek çok sağlık problemlerine neden olmakla birlikte diyabet, kardiyovasküler hastalıklar ve kanser dahil birçok kronik hastalığın başlıca risk faktörüdür. Obezite medikal ve cerrahi şeklinde iki yöntemle tedavi edilmektedir. Cerrahi tedavi farklı bir deyişle bariatrik cerrahi, eskiye oranla daha çok tercih edilmektedir. Operasyon sonrasında bireylerde kilo kaybının yanında meydana gelen değişiklikler olmaktadır. Bu çalışmanın amacı, obezite cerrahisi geçiren hasta sonuçlarını belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Konuya ilişkin İngilizce ve Türkçe anahtar kelimeler kullanılarak Google Scholar, PubMed ve EBSCOHOST veri tabanlarında tarama yapılıp, ilgili olabilecek çalışmalar ele alınarak literatür derleme şeklinde yapılmıştır. Bulgular: Bariatrik cerrahi geçiren hastaların, çoğunlukla sınıf III obezite ve en sık olarak  erişkin kadınlarda görüldüğü saptanmıştır. Bariatrik cerrahiye eşlik eden komorbiditelerden en sık görüleni hipertansiyondur. Hasta yaşı ne kadar yüksek olursa hipertansiyon, diabetes mellitus ve anksiyete veya depresyon insidansının da o kadar yüksek olduğu belirlenmiştir. Ameliyat sonrası erken dönemde en sık karşılaşılan sorunlar solunum güçlüğü, yara yeri komplikasyonları, mide kapasitesinin küçülmesine bağlı bulantı ve kusma, dumping sendromu, bağırsak hareketlerinde yavaşlama ve ameliyat bölgesinde sızıntı gelişmesi olduğu şeklindedir. Birinci yıldan sonra yemek yemekten mutlu olma eğilimleri birçok katılımcının yaşadığı bir mücadeledir. Genel olarak, bariatrik cerrahi sonucunda kilo kaybı görülür. Bir yıla kadar BKİ’de azalma olur. Cerrahi sonrası 5 yıla kadar devam eder fakat yaşça büyük olan hastalardaki kilo kaybı daha yavaş olur. Hastalarla kilo kaybı konusundaki kişisel engellerinin tartışıldığı bir çalışmada diğer kişilerin onları anlamadıklarını düşündükleri ve durumlarıyla alâkalı olmayan birinin tavsiye vermesini yaşadıkları zorluklar olarak belirtmişlerdir. Bu durum; motivasyon ve bağlılığın azalması, başarısızlık ve utanç duygusu ve tedavi sonrası bakıma katılımın azalmasına sebep olmuştur. Tip1 Diabetes Mellitus’lu hastalarda bariatrik cerrahi büyük yarar sağlamıştır. Ağırlık azaltma, insülin gereksinimleri, obezite komorbiditeleri, ve diyabet komplikasyonuyla ilgili bazı avantajlar sağlamıştır. Ancak uzun glisemik kontrol üzerinde herhangi bir etkisi olmadığı. Belirlenmiştir. Ameliyattan sonraki ilk 2 yılda kilo kaybı  görülmüş, uzun vadede de kilo kaybının iyi korunduğu ve kilo kaybının da en az 4 yıl devam ettiği belirtilmiştir. Ayrıca kilo kaybına önemli gelişmeler eşlik etmektedir. Önceden var olan Tip2 Diabetes Mellitus (T2DM) ve hipertansiyonda azalma ve aynı zamanda T2DM riski vakasında azalma, angina, MI ve obstrüktif uyku apnesi bulgularında azalma görülmüştür. Sonuç ve Öneriler: Bariatrik cerrahi de her birey ve her operasyon tektir, benzersizdir. Bir hastanın yaş, komorbidite ve kilo durumu gibi birçok özelliğine göre  bariatrik cerrahi yöntem seçilir ve tüm süreçler bireye göre yönetilir. Sonuç olarak bariatrik cerrahide başarılı sonuçlar için multidisipliner bir yaklaşım gerektirir

    A bridge to transplantation: The life experiences of patients with a leftventricular assist device

    No full text
    Background:The Left Ventricular Assist Device (LVAD) is a rapidly spreading treatment given to patients withadvanced heart failure due to organ donor shortage. Thus, there is a need to study the life experience ofpatients who underwent LVAD implantation as a bridge to transplantation.Objective:To examine the life experiences of patients who underwent LVAD implantation as a bridge totransplantation.Methods:This qualitative, phenomenological research was carried out with 13 patients who underwent LVADimplantation as a bridge to transplantation. Data were collected through semi-structured in-depth inter-views. Interviews were recorded through an audio recorder, transcribed verbatim, and evaluated using theinductive content analysis method.Results:Two main themes (fear and coping), each with four sub-themes, were obtained after data were ana-lyzed. Participants’fears and coping strategies for these were identified.Conclusion:In this study, fears and coping strategies came to the forefront in the life experiences of patientswho underwent LVAD implantation as a bridge to transplantation

    The Effect of Pruning Age and Diurnal Variability on the Antioxidant Activity of Tea (Camellia sinensis (L.) O. Kuntz) Leaves in Organic Tea Farming

    No full text
    Bu çalışma, 2016 yılında Rize İl’inde organik çay tarımı yapılan bir araziden toplanan taze yaprak örnekleri üzerinden yürütülmüştür. Araştırmada, budama yaşının (en son budamadan sonraki 1. yıl, 3. yıl ve 5. yıl) ve diurnal varyabilitenin sürgün dönemlerine bağlı olarak çay yapraklarında antioksidan aktivite ve kuru madde oranı üzerindeki etkisi belirlenmeye çalışılmıştır. Budama yaşı dikkate alındığında, 1. sürgün döneminde en yüksek antioksidan aktivite 4991,1 ?mol FeSO4/g km ile 5. budama yaşında olan bitkilerden elde edilmiştir. Aynı özellik bakımından, budama yaşının 2. sürgün döneminde antioksidan aktivitesi üzerindeki etkisi önemsiz çıkarken; 3. sürgün döneminde en yüksek antioksidan aktivite 7229,2 ?mol FeSO4/g km ile 1. budama yaşında tespit edilmiştir. Genel ortalama olarak, gün içi toplama zamanı dikkate alındığında sabah saatinde (07.00) ve öğle saatinde (12.00) toplanan yapraklarda antioksidan aktivitesi birbirine çok yakın değerlerden oluşurken; akşam saatinde (17.00) toplanan yapraklar daha yüksek değerlere sahip olmuştur. 1, 3 ve 5. budama yaşında elde edilen kuru madde oranları sırasıyla %23,45, %25,23 ve %25,45 olarak gerçekleşmiştir. Sürgün dönemleri dikkate alındığında, en düşük kuru madde oranı %20,17 ile 1. sürgün döneminde; en yüksek kuru madde oranı ise %28,8 ile 2. sürgün döneminde gerçekleşmiş; öğle saatinde toplanan yapraklardan yüksek değerler elde edilmiştir.This study was carried out in Rize province in 2016, on fresh leaf samples collected from an organic tea plantation. In this study, the aim was to determine the effect of pruning age (1st year, 3rd year and 5th year following the last pruning) and diurnal variability on antioxidant activity and dry matter rate in tea leaves depending on shoot periods. When the pruning age was considered, the highest antioxidant activity was obtained from the plants which were in 5th pruning age in the 1st shoot period with 4991,1 ?mol FeSO4/g dw. In terms of the same trait, the effect of pruning age on antioxidant activity during the 2nd shoot period was insignificant, while the highest antioxidant activity in the third shoot period was obtained from 1st pruning age with 7229.2 ?mol FeSO4/g dw. As a general average, considering intraday collecting time, antioxidant activity in leaves collected in morning (07.00) and at noon (12.00) was very close to each other, while the collected leaves in the evening (17.00) had higher values. The dry matter rates obtained from the 1st, 3rd and 5th pruning ages were 23.45%, 25.23% and 25.45% respectively. When the shoot period was considered, the lowest dry matter rate was 20.17% in the first shoot period and the highest dry matter rate was 28.8% in the 2nd shoot period and high values were obtained from the leaves collected at noon

    Healthcare students' vaccination status, knowledge, and protective behaviors regarding hepatitis B: a cross-sectional study in Turkey

    No full text
    Aim We aimed to determine the vaccination status, knowledge, and protective behaviors of healthcare students related to hepatitis B and to examine the related factors. Method This cross-sectional study was conducted in seven universities from seven geographical regions of Turkey. The study group included 5451 healthcare students. Data were collected with a questionnaire including items on sociodemographic characteristics, vaccination status, knowledge and protective behaviors related to hepatitis B. Data were analyzed with Pearson's chi-square and logistic regression analyses. Results 86.0% of the students had hepatitis B vaccine while 7.6% did not. Vaccination was higher in nursing and midwifery students (aOR = 1.87, CI 95%: 1.26-2.77; aOR = 3.87, CI 95%: 2.14-7.02, respectively). Vaccination was 1.28 times higher in females (CI 95% 1.03-1.60). The >= 23 age group had 1.79 times higher vaccination rate than those in the <= 19 (CI 95%: 1.26-2.53). Vaccination was higher in students whose family's economic status is middle and high (aOR = 1.53, CI 95%: 1.07-2.19; aOR = 1.47, CI 95%: 1.03-2.19, respectively). Vaccination was higher in those living in towns and cities during childhood (aOR = 1.36, CI 95%: 1.06-1.74; aOR = 1.79, CI 95%: 1.34-2.38, respectively). Females had more knowledge of hepatitis B and protective behaviors. Both knowledge and protective behavior scores of vaccinated participants were significantly higher (p < .05). Conclusion We found that the vaccination rate in healthcare students was high, but lower than the country's targets. The students were sensitive about the protective behaviors from hepatitis B infection and had sufficient knowledge of HBV contamination

    Disappearance of Biodiversity and Future of Our Foods

    No full text
    “I. Uluslararası Organik Tarım ve Biyoçeşitlilik Sempozyumu 27-29 Eylül Bayburt
    corecore