37 research outputs found
İzotretinoin tedavisi sonrası yüzde hipertrikoz: Yan etki mi tesadüf mü?
Background and Design: Excessive hair growth after isotretinoin treatment for acne vulgaris is not common, but may be one of the most undesirable side effects of the drug. The aim of this study is to investigate the relationship between systemic isotretinoin use and facial hypertrichosis.
Materials and Methods: Female acne patients in premenopausal age were included in this prospective study. Laboratory tests [beta-human chorionic gonadotropin, total cholesterol, triglyceride, low-density lipoprotein, high-density lipoprotein, aspartate aminotransferase, alanine aminotransferase] were evaluated initially and monthly during the study period. Hormone levels [luteinizing hormone, follicle stimulating hormone, total testosterone, free testosterone, dehydroepiandrosterone-sulfate (DHEAS), prolactin, 17-hydroxyprogesterone, glucose, and insulin] and abdominopelvic/transvaginal ultrasonography were also evaluated when there was a complaint or clinical findings of excessive hair growth. Body mass index (BMI) was calculated at the beginning of the study. Severity of the acne was assessed with Global Evaluation Acne Scale (GEAS). Hirsutism scores were calculated with Modified Ferriman-Gallwey score (m-FGS). Baseline and monthly taken digital dermoscopic photographs from the chin and cheeks were transferred to the Image., program to count the hair. Hair increases of >5% at the end of the treatment according to the basal hair count was accepted as hypertrichosis.
Results: Thirty patients aged between 18-34 (median: 21.5) participated in the study. Mean duration of the therapy was 6.2 +/- 0.6 months. Facial hair growth was detected in three (10%) patients. One patient had an elevated DHEAS level with normal abdominal ultrasonography findings. Without the cessation of isotretinoin therapy, DHEAS level decreased to normal limits after two months. There was no statistically significant difference found between the mean GEAS (p=0.52), basal m-FGS (13=0.42), and BMI (p=0.71) of three patients with facial hypertrichosis, and in the remaining 27 patients. Facial hypertrichosis disappeared spontaneously 2 months (1-3 month) after the treatment courses were completed.
Conclusion: The patho-mechanism of isotretinoin induced facial hair growth is not fully clarified. Since the facial hypertrichosis disappeared spontaneously when the treatment was ended, we think that this may be due to a temporary drug induced hormonal imbalance in susceptible individuals.Amaç: İzotretinoin tedavisi sonrası görülen kıl artışı sık olmamasına rağmen ilacın en rahatsız edici yan etkilerinden biri olabilir. Bu çalışmanın amacı, sistemik izotretinoin kullanımı ile yüzde gelişen hipertrikoz arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır. Gereç ve Yöntem: Bu prospektif çalışmaya premenapozal dönemdeki kadın akne vulgaris hastaları dahil edildi. Laboratuvar testleri (beta-insan koryonik gonadotropin, total kolesterol, trigliserid, düşük yoğunluklu lipoprotein, yüksek yoğunluklu lipoprotein, aspartat aminotransferaz, alanin aminotransferaz) tedavi başında ve çalışma boyunca aylık olarak değerlendirildi. Çalışmanın başında vücut kitle indeksi (VKİ) hesaplandı. Hastaların kıl artışı şikayeti olduğunda veya artış hekim tarafından gözlendiğinde ek olarak hormon [lüteinleştirici hormon, folikül uyarıcı hormon, total testosteron, serbest-testosteron, dehidroepiandrosteron-sülfat (DHEAS), prolaktin, 17-hidroksiprogesteron, glikoz, insülin] seviyeleri ve abdominopelvik/transvajinal ultrasonografi değerlendirildi. Akne şiddeti Global Akne Değerlendirme Ölçeği (GADÖ) ile, hirsutizm skoru modifiye Ferriman-Gallwey (m-FGS) skoru ile hesaplandı. Çene ve yanakların bazal ve aylık çekilen dijital dermoskopik fotoğrafları kıl sayımı için ImageJ programına aktarıldı. Bazal kıl sayısına göre tedavi sonunda %5’ten fazla kıl artışı hipertrikoz olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya 18-34 (ortanca: 21,5) yaş arasındaki 30 hasta katıldı. Ortalama tedavi süresi 6,2±0,6 aydı. Yüzde kıl artışı 3 (%10) hastada tespit edildi. Bir hastada DHEAS seviyesi yüksek olup bu hastanın abdominal ultrasonografisi normaldi. İzotretinoin tedavisi kesilmeden DHEAS seviyesi 2 ay sonra normale döndü. Yüzde kıllanma artışı olan 3 hasta ile diğer 27 hastanın ortalama GADÖ (p=0,52), bazal m-FGS (p=0,42) ve VKİ (p=0,71) değerleri karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Tedavi kürleri tamamlandıktan ortalama 2 (1-3) ay sonra hipertrikozun spontan olarak kaybolduğu gözlendi. Sonuç: İzotretinoinle indüklenen yüzde kıl artışının patomekanizması tam olarak aydınlatılamamıştır. Tedavi tamamlandıktan sonra kıllanmanın spontan olarak düzelmesi, bu durumun duyarlı kişilerde ilaca bağlı geçici bir hormonal dengesizlik sonucu oluşabileceğini düşündürmektedir
An Ant Colony Optimization Based Feature Selection for Web Page Classification
The increased popularity of the web has caused the inclusion of huge amount of information to the web, and as a result of this explosive information growth, automated web page classification systems are needed to improve search engines’ performance. Web pages have a large number of features such as HTML/XML tags, URLs, hyperlinks, and text contents that should be considered during an automated classification process. The aim of this study is to reduce the number of features to be used to improve runtime and accuracy of the classification of web pages. In this study, we used an ant colony optimization (ACO) algorithm to select the best features, and then we applied the well-known C4.5, naive Bayes, and k nearest neighbor classifiers to assign class labels to web pages. We used the WebKB and Conference datasets in our experiments, and we showed that using the ACO for feature selection improves both accuracy and runtime performance of classification. We also showed that the proposed ACO based algorithm can select better features with respect to the well-known information gain and chi square feature selection methods
Pandemi Sürecinde Sınıf Öğretmeni Olmak: Bir Fenomenoloji Çalışması
The COVID-19 pandemic negatively affected every aspect of life. In this sense, education was also negatively affected, interrupted and changed. Radical measures were taken for the education process in Turkey as in most countries of the world. Therefore, education shareholders experienced very different practices and instructional activities compared to time before the pandemic. Apart from the general measures in primary schools, different practices were implemented from time to time (such as distance teaching in city centers and face-to-face teaching in villages), and accordingly, primary school teachers had different experiences in the same period of time and attributed different meanings to teaching. This study aimed to make sense of the teaching experiences of primary teachers during the COVID-19 pandemic. Participants of the study, which was designed as descriptive phenomenology, were determined by snowball sampling methods. Nine primary school teachers, varying in terms of education level, location of the school, level of teaching class, gender and seniority, participated in the study. Qualitative data obtained through interviews conducted via online methods were analyzed with the phenomenological data analysis approach. In accordance with the analyses, primary school teachers' experiences during the pandemic process and the meanings they attributed to these experiences created the themes of "Being Development Oriented", "Guidance", "Instructional Designer", "Being Solution Oriented", "Collaborative Process Management" and "Social Responsibility". It was cocluded that primary school teachers developed a digital literate identity during the pandemic process, provided social and educational guidance to parents and students, experienced new technology-oriented methods-techniques, and produced individual solutions to the problems they experienced in the process, showed more solidarity with their colleagues than in the past, and provided service to different parts of the society.COVID-19 pandemisi hayatın her alanını olumsuz etkilemiştir. Eğitim de bu anlamda olumsuz etkilenmiş, kesintiye ve değişime uğramıştır. Dünyanın çoğu ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de eğitim sürecine yönelik radikal önlemler alınmıştır. Dolayısıyla eğitim paydaşları pandemi öncesine göre oldukça farklı uygulama ve öğretimsel faaliyetleri deneyimlemiştir. Bu noktada ilkokullarda genel önlemlerin dışında, zaman zaman farklı uygulamalar gerçekleştirilmiş (şehir merkezlerinde uzaktan, köylerde yüz yüze öğretim gibi), bu doğrultuda da sınıf öğretmenleri aynı zaman diliminde farklı deneyimler yaşamış ve öğretime farklı anlamlar yüklemişlerdir. Bu çalışmada sınıf öğretmenlerinin COVID-19 pandemisi sürecinde yaşadıkları öğretmenlik deneyimlerinin anlamlandırılması amaçlanmıştır. Betimsel fenomenoloji olarak desenlenen çalışmanın katılımcıları kartopu örnekleme yöntemleriyle belirlenmiştir. Eğitim düzeyi, görev yapılan okulun yeri, öğretmenlik yapılan sınıfın düzeyi, cinsiyet ve kıdem açısından çeşitlilik gösteren dokuz sınıf öğretmeni çalışmanın katılımcılarını oluşturmuştur. Çevrimiçi yöntemlerle gerçekleştirilen görüşmeler yoluyla elde edilen nitel veriler fenomenolojik veri analizi yaklaşımıyla çözümlenmiştir. Analizler doğrultusunda sınıf öğretmenlerinin pandemi sürecindeki deneyimleri ve bu deneyimlerine yükledikleri anlamlar “Gelişim Odaklı Olmak”, “Rehberlik”, “Öğretim Tasarımcısı”, “Çözüm Odaklı Olmak”, “İşbirlikli Süreç Yönetimi” ve “Sosyal Sorumluluk” temalarını oluşturmuştur. Bu doğrultuda sınıf öğretmenlerinin pandemi sürecinde djital okur-yazar kimliği geliştirdikleri, veli ve öğrencilere sosyal ve eğitsel rehberlik yaptıkları, teknoloji odaklı yeni yöntem-teknikler deneyimledikleri, süreçte yaşadıkları sorunlara bireysel çözümler ürettikleri, meslektaşları ile geçmişe göre daha çok dayanışma gösterdikleri ve toplumun farklı kesimlerine de hizmet vermeye çalıştıkları sonucuna ulaşılmıştır
Geological evolution of a tectonic and climatic transition zone: the Beyşehir-Suğla basin, lake district of Turkey
Central-west Turkey is a transition zone both tectonically and climatically between the quite different central and western regions of Anatolia. Central Anatolia represents the seismically quiet part of the otherwise highly active Turkey. On the other hand, this region has some of the lowest precipitation and highest evaporation ratios of Turkey. Conversely, west Anatolia is one of the most rapidly extending regions of the world and seismically very active. The climate is very different from the central part of Turkey and more humid. The zone between these two regions is also known geologically as the Isparta Angle. This reverse-V-shaped fold and thrust belt has several lake basins today, which have archived the geological and geomorphological history of this tectonic and climatic transition zone. The Beyşehir-Suğla basin is located on the eastern part of this zone. This NW–SE trending basin includes the largest natural freshwater lake of the Mediterranean region: Lake Beyşehir. Lakes Beyşehir and Suğla are located in this tectonic depression that discharge into an incised river gorge opening to the Konya closed basin. In order to shed light on the development of the Beyşehir-Suğla basin, our study was mainly conducted within the Neogene and Quaternary units of the region. Our structural results indicate that the depression was probably formed by a transtensional regime in the middle Miocene, which is controlled by extensional tectonics since the early Quaternary. Also, the current depression has mainly embodied the structures that are the products of these tectonic phases. According to our sedimentary data and palaeoecological interpretation of available palaeontological data, the Beyşehir-Suğla basin was developed initially under a humid and warm climate in the middle Miocene; then since the late Miocene-Pliocene it was controlled by a relatively more arid and, at times, humid climate more like the central Anatolian basins. Although the Beyşehir-Suğla basin is hydrologically connected to the Konya closed basin in central Anatolia, it was protected from arid climatic conditions for over millions of years as evidenced by the lack of evaporites in the studied basin and surrounding basins located in the interior part of the Isparta Angle. While the regional climate seems to have changed consistently with the geomorphic response to large-scale tectonics (i.e. orographic barrier development), the Beyşehir-Suğla basin seems to be protected from hydrological closure by the existence of karstic features in the surrounding carbonate basement rocks
Sanal zorbalık tespiti için doğa esinli algoritmalarla nitelik altkümelerinin seçimi.
TEZ11531Tez (Doktora) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 2016.Kaynakça (s. 106-123) var.x, 125 s. : res. (bzs. rnk.), tablo ; 29 cm.Sanal zorbalık, Internet ya da e-posta, web sayfası, sms gibi diğer elektronik ortamları kullanarak savunmasız bir kişiye kötü davranışlarda bulunmak ya da hakaret etmek olarak tanımlanır. Birçok sanal zorbalık durumu intiharla sonuçlanmaktadır. Bu çalışmanın amacı, nitelik çıkarımı, nitelik seçimi ve sınıflandırmanın sanal zorbalık tespiti üzerindeki etkilerini göstermektir. Bu çalışmada birçok nitelik çıkarım yöntemi ile Karınca Kolonisi Optimizasyonu ve kikare istatistiği tabanlı bir nitelik seçim yöntemi önerilmiştir. Önerilen Karınca Kolonisi Optimizasyonu tabanlı algoritma Web bloglarından ve tweetlerden derlenen Formspring.me, MySpace, YouTube, Twitter ve Anti Social Behaviour veri setleri üzerinde test edilmiştir. Çalışmanın deneysel sonuçları, sanal zorbalık tespiti için nitelik seçiminde Karınca Kolonisi Optimizasyon yönteminin kabul edilebilir bir eniyileme yöntemi olduğunu kanıtlamıştır. Yapılan deneyler sonucunda, Karınca Kolonisi Optimizasyon yöntemiyle nitelikler azaltılırken, sınıflandırma performansı artmış ve/veya sınıflama süresi azalmıştır.Cyberbullying can be defined as an aggressive, intentional action against a defenseless person by using the Internet or other electronic methods such as emails, web contents or text messages. In many cyberbullying cases, victims have attempted suicide due to the emotionally abusive, humiliating, and aggressive messages left by predators. The aim of this study is to show the effects of feature extraction, feature selection, and classifier used, on the performance of cyberbully detection. In this study, we propose several feature extraction methods as well as a new feature selection method based on Ant Colony Optimization and Chi-Square statistic. The proposed Ant Colony Optimization based algorithm was experimented on the Formspring.me, MySpace, YouTube, Twitter and Anti Social Behaviour datasets which are collected from Web blogs and tweets. The experimental results of this study proved that, Ant Colony Optimization is an acceptable optimization algorithm for feature selection to detect cyberbullying and applying feature selection reduces the number of features to be used during the classification process and improves runtime and/or classification performance.Bu çalışma Ç.Ü. Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir. Proje No: MMF2013D10
Evaluating the educational situations of Syrian migrant children as a disadvantaged group in Turkey
Göç insanlık tarihi kadar eskidir. Dünyada küreselleşme ile uluslararası
göçmen nüfusunda artış yaşanmıştır. Çok sayıda insanın aniden başka bir ülkenin
sınırlarında biriktiği göçlerin temelinde insan hakkı ihlalleri, savaşlar, çatışmalar vb.
nedenler yer almaktadır. Göç sürecinde özellikle toplumun bazı kesimlerinin artan bir
dezavantajlılıkla iç içe olduğu görülmektedir. Kadınlar, engelliler, yaşlılar, lgbti+lar
ve çocuklar bu gruplar arasındadır. Özellikle göçmen çocuklar toplumda daha hassas
ve savunmasız gruplar olarak karşımıza çıkmaktadır. Suriyeli göçmen çocukların
eğitim durumlarının değerlendirilmesinin amaçlandığı bu çalışmada göçmen çocuklar
için bazı temel problemlerin varlığını sürdürdüğü tespit edilmiştir. Çocuk işçiliği,
çocuk yaşta evlilikler, entegrasyon sorunu, toplumsal cinsiyet eşitsizliği çocuklar için
tehdit oluşturan problemler arasında yer almaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti ilk yıllarından günümüze kitlesel göçler alan bir ülke
olmuştur. Türkiye hem tarihi boyunca kitlesel göçler almış olması hem de günümüzde
diğer ülkelere nazaran daha fazla sayıda sığınmacı bulundurmasıyla dikkat
çekmektedir. Türkiye’nin 2011 yılında başlayan Suriye kitlesel göçünde uyguladığı
politika açık kapı politikası olmuştur. Türkiye’nin ilk yıllarda Suriyelileri misafir
olarak gördüğü ve geçicilik üzerine inşa ettiği politikaların ilerleyen yıllarda kalıcılığa
doğru evrildiği görülmektedir. İlk başlarda sadece Geçici Eğitim Merkezleri’nde
(GEM) eğitim alan Suriyeli çocuklara sonrasında devlet okullarında eğitim alma hakkı
tanınmıştır. Suriyelilerin artık kalıcı olduğu ve GEM’lerin yetersiz olduğu düşünülerek
GEM’ lerin kapatılması kararlaştırılmıştır. Suriyeli göçmen çocukların eğitimlerinin
önündeki başlıca problem alanının ise dil problemi olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca
eğitim bünyesindeki yönetici, öğretmen, veli ve personellerin göçmen çocuklara
yönelik ayrımcı tutumlarının olması kapsayıcı eğitimin önünde bir engeldir.
Öğretmenler açısından değerlendirildiğinde öğretmenlerin büyük bir kesiminin
mülteci çocukların eğitimine ilişkin eğitimleri yoktur ve bu durum mültecilere
sorunsuz bir eğitim verebilme inançlarını etkilemektedir. Pandemide göçmenlere karşı
ayrımcılık daha da artmıştır. Son dönemlerde göçmen çocukların eğitiminde özellikle
Covid-19 pandemisi ile eğitimde eşitsizlik daha da derinleşmiştir. Teknolojik cihazlara
ve internete erişimin olmaması Suriyeli göçmen çocukların uzaktan eğitime
katılımlarının düşük olmasına yol açmıştır.Migration is as old as human history. With the globalization in the world, there
has been an increase in the international immigrant population. Human rights
violations, wars, conflicts, etc., are the basis of migrations, where large numbers of
people suddenly accumulate on the borders of another country. In the migration
process, it is seen that some segments of the society are intertwined with an increasing
disadvantage. Women, the disabled, the elderly, lgbti+s and children are among these
groups. In particular, immigrant children appear as more sensitive and vulnerable
groups in society. In this study, which aims to evaluate the educational status of Syrian
migrant children, it has been determined that some basic problems continue to exist
for migrant children. Child labor, child marriages, integration problems, and gender
inequality are among the problems that pose a threat to children.
The Republic of Turkey has been a country that has received mass migrations
since its early years. Turkey draws attention both for having received mass migrations
throughout its history and for having more refugees today than other countries. The
policy implemented by Turkey in the mass migration to Syria that started in 2011 has
been an open door policy. It is seen that the policies that Turkey saw Syrians as guests
in the first years and built on temporariness evolved towards permanence in the
following years. At first, only Syrian children who were educated in Temporary
Education Centers (TEC) were given the right to receive education in public schools.
Considering that the Syrians are now permanent and the TECs are insufficient, it was
decided to close the TECs. It has been determined that the main problem area in front
of the education of Syrian migrant children is the language problem. In addition, the
discriminatory attitudes of administrators, teachers, parents and staff in education
towards immigrant children is an obstacle to inclusive education. When evaluated in
terms of teachers, most of the teachers do not have training on the education of refugee
children, and this affects their belief that they can provide a problem-free education to
refugees. Discrimination against immigrants has increased even more during the
pandemic. Recently, inequality in education has deepened in the education of
immigrant children, especially with the Covid-19 pandemic. Lack of access to
technological devices and the internet has led to low participation of Syrian migrant
children in distance education
Uluslararası ticaret ve istihdam
Anahtar Kelimeler : Uluslararası ticaret, Küreselleşme, Teknolojik ilerlemeler, İstihdam, Çokuluslu şirketler, Davranış Kodları.
ULUSLARARASI TİCARET VE İSTİHDAM
Uluslararası ticaret yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızla gelişme göstermiştir. Ticaretin serbestleşmesi ile ülkeler arasında ticaret hacmi artmıştır. Küreselleşme ve teknolojik ilerlemeler uluslararası ticaretin gelişmesini hızlandırmıştır. Küreselleşme ile birlikte yeni iş alanları da oluşmuştur. Fakat küreselleşmenin istihdamı artıracağı fikri çürütülmüştür. Öte yanda küreselleşmenin getirileri çokuluslu şirketleri eleştireler de artmıştır. Bunların üretimleri sırasında etik kurallara uymamaları, çocuk işçi çalıştırmaları, kadın emeğini sömürmeleri gibi uygulamaları sıkça eleştirilmiştir. Bunun sonucunda çeşitli kuruluşlar tarafından Davranış Kodları oluşturulmuştur. Bugün çokuluslu şirketler üretimleri sırasında bu Davranış Kodlarına uymaktadırlar. Çünkü toplumun kendilerine tepkisi büyük olmuştur.
Keywords : International trade, Globalization, Technological progresses, Employment, Multinational corporations, Code of conducts.
INTERNATIONAL TRADE AND EMPLOYMENT
ABSTRACT
International trade has rapidly developed since the second half of twentieth century. With liberalization of trade the volumes of trades between countries have increased. Globalization and technological progresses have accelerated the development of international trade. By globalization also appeared new work areas. But an idea that globalization will increase the employment has been confuted. On the other hand as the results of globalization multinational corporations criticized great amount. They’ve often criticized as to during their productions they give not importance to ethical rules, employ child labor, and presume on women power. As a result of this several institutions have developed the Code of Conducts. Today, during their productions multinational corporations fit to those Codes. Because society’s reaction to them was big
Karınca Kolonisi Optimizasyonu kullanarak web sayfası sınıflandırma.
TEZ8290Tez (Yüksek Lisans) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 2011.Kaynakça (s. 65-71) var.xi, 73 s. : res. (bzs. rnk.), tablo ; 29 cm.Bu çalışmada, Web sayfaları Karınca Kolonisi Eniyilemesi algoritması kullanılarak seçilen en iyi niteliklerle ve C4.5 sınıflandırıcısı uygulanarak sınıflandırılmıştır. Önerilen Karınca Kolonisi Eniyilemesine dayalı algoritma WebKB ve Konferans veri kümeleri üzerinde denenmiştir. Bu çalışmanın amacı çalışma zamanı performansını ve sınıflandırıcının etkinliğini iyileştirmek için sınıflandırma işlemi sırasında kullanılan nitelik sayısını azaltmaktır.In this study, Web pages are classified by selecting the best features using an Ant Colony Optimization algorithm and applying the C4.5 classifier. The proposed Ant Colony Optimization based algorithm was experimented on the WebKB and the Conference datasets. The aim of this study is to reduce the number of features to be used during the classification process to improve run-time performance and efficiency of the classifier. The experimental results of this study showed that, Ant Colony Optimization is an acceptable optimization algorithm for Web Page feature selection
Pre-Service Elementary Teachers' Environmental Identities and Materialistic Tendencies Towards The Environment: Action Research
Bu çalışmanın amacı ahlaki muhakeme içeren çevre eğitimi uygulamasının sınıf öğretmeni adaylarının çevre kimliklerinin geliştirilmesine ve çevreye yönelik materyalist eğilimlerinin azaltılmasına etkisinin incelenmesidir. Eylem araştırması deseninde yürütülen bu araştırmada ahlaki muahakeme içeren çevre eğitimi kapsamında eylem planı hazırlanmıştır. Araştırma, 2016-2017 eğitim-öğretim yılı bahar döneminde Türkiye'de Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde bir devlet üniversitesinin sınıf öğretmenliği bölümünde öğrenim gören 23 öğretmen adayı ile gerçekleştirilmiştir. Çalışma grubu belirlenirken amaçlı örnekleme yöntemlerinden ölçüt örnekleme kullanılmıştır. Öğretmen adaylarının daha önce zorunlu ve seçmeli herhangi bir çevre dersini almamış olmaları ölçüt olarak belirlenmiştir. Uygulamalarda sekiz hafta süresince çevre ve tüketim, hava kirliliği, su sorunu, toprak sorunu, nükleer enerji santralleri, küresel iklim değişikliği, biyoçeşitlilik ve sürdürülebilir biyosfer olmak üzere sekiz çevre konusu ele alınmıştır. Bu çalışmada veriler toplanırken hem nitel hem de nicel veri toplama araçları birlikte kullanılmıştır. Nitel veriler, açık uçlu anketler, etkinlik formları, yansıtıcı yazı formları, yapılandırılmamış gözlem (kamera kayıtları) ve odak grup görüşmeleri ile elde edilmiştir. Nicel veriler ise Çevreye Yönelik Materyalist Eğilimler Ölçeği ve Çevre Kimliği Ölçeği (Environmental Identity Scale) kullanılarak elde edilmiştir. Çevreye yönelik materyalist eğilimler ölçeği bu çalışma için araştırmacılar tarafından geliştirilmiş ve güvenirliği 0,94 olarak hesaplanmıştır. Güvenirliği bu çalışma için 0,85 olarak hesaplanan Çevre kimliği ölçeği ise orijinali Clayton (2003)tarafından geliştirilmiş, Clayton ve Kılınç tarafından Türkçe' ye uyarlanmıştır. Araştırmada elde edilen nitel veriler içerik analizi ve betimsel analiz yapılarak çözümlenirken nicel verilerin analizinde nonparametrik testlerden Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi kullanılmıştır. Uygulamalar sırasında her hafta farklı çevre konusu ile gerçekleştirilen etkinliğin başında (açık uçlu anketler) ve sonunda (yansıtıcı yazı formaları) elde edilen nitel verilerin analizi sonucunda katılımcıların çevre kimlikleri ve çevreye yönelik materyalist eğilimlerine ilişkin ifadelerinde olumlu değişimler olduğu ortaya konmuştur. Aynı zamanda bu süreçte ekosentrik ahlaki muhakeme kalıplarının arttığı görülmüştür. 8 haftalık uygulamanın başında ve sonunda elde edilen açık uçlu anketlerle elde edilen veriler incelendiğinde çalışma sonunda olumlu çevre kimliği ile ilgili cevap sayılarının arttığı (Uygulama öncesi: 36, Uygulama sonrası: 63) çevreye yönelik materyalist eğilimler içeren cevap sayılarının ise azaldığı (Uygulama öncesi: 150, Uygulama sonrası: 36) görülmüştür. Bu araştırmada sınıf öğretmeni adaylarının Çevre Kimliği Ölçeğinden aldıkları öntest (= 120,43) ve sontest (=144,34) ortalama puanları arasında (p<.05) ve Çevreye Yönelik Materyalist Eğilimler Ölçeği öntest (=54,26) ve sontest (=71,60) ortalama puanları arasında (p<.05) istatistiksel olarak anlamlı farklılık ortaya çıkmıştır. Öğretmen adaylarına araştırmanın başında ve ne sonunda uygulanan çevre kimliği ve çevreye yönelik materyalist eğilimler ölçeklerinden elde edilen nicel veriler de nitel verileri desteklemektedir. Bu çalışmada ayrıca uygulamalar bittikten 4 hafta sonra öğretmen adaylarıyla odak grup görüşmeleri gerçekleştirilmiş ve öğretmen adaylarının çevre eğitimi uygulamasına ilişkin görüşleri alınmıştır. Odak grup görüşmelerinin analizi sonucunda katılımcıların ahlaki muhakeme içeren çevre eğitimine yönelik görüşlerinin olumlu olduğu, öğretmen adaylarının olumlu çevre kimliği göstergeleri olan ifadeleri kullanırken çevreye yönelik materyalist ifadeler ortaya koymadıkları görülmüştür. Katılımcıların araştırma bittikten sonraki süreçte pek çok çevre dostu davranışı hayata geçirmeye çalıştıklarını ifade etmeleri uygulamanın öğretmen adaylarının günlük yaşamlarına yansıması ile ilgili önemli bir sonuç olarak karşımıza çıkmıştır. Araştırmada elde edilen bu sonuçlardan hareketle, ahlaki muhakemeler yapmaları sağlanarak uygulanan çevre eğitiminin öğretmen adaylarının çevre kimliklerini geliştirmeye ve çevreye yönelik materyalist eğilimleri azaltmaya yönelik kullanılabileceği görülmüştür. Araştırmada nitel verilerin analizinde çevre kimlikleri ile çevreye yönelik materyalist eğilimleri arasında bir ilişki olabileceği görülmüştür. Bu nedenle çevre kimlikleri ve çevreye yönelik materyalist eğilimler arasındaki ilişkileri ortaya koyabilecek büyük örneklemli ilişkisel çalışmalar yapabilir. Bunlarla birlikte, daha büyük örneklem gruplarıyla farklı değişkenlerin çevre kimliklerine ve çevreye yönelik materyalist eğilimlere olan etkisine ilişkin çalışmalar yapılabileceği önerilebilir.The aim of this study is to examine the effect of environmental education practice involving moral reasoning on the development of pre-service elementary teachers' environmental identities and the reduction of their materialistic tendencies towards the environment. In this research, which was carried out under the action research design, an action plan was prepared within the scope of socio-scientific issues-based environmental education. Conducted during the spring semester in the 2016-2017 academic year, this study involved 23 pre-service classroom teachers studying at the department of classroom teaching at a state university in the Southeastern Anatolia Region in Turkey. Criterion sampling was used from among purposeful sampling methods in order to determine the study group. That the pre-service teachers had not taken any compulsory or elective environment-related courses before was specified as a criterion. A total of eight environmental issues, which involved environment and consumption, air pollution, water issues, land issues, nuclear energy plants, global climate change, biodiversity and sustainable biosphere, were dwelled on for eight weeks during the applications in environmental education. Both qualitative and quantitative data collection tools were used to collect data in this study. Qualitative data were collected using open-ended questionnaires, activity forms, reflective writing forms, unconstructed observation (video recordings) and focus group discussions while qualitative data were
obtained using Materialistic Tendencies Towards the Environment Scale and Environmental Identity Scale. The Materialistic Tendencies towards the Environment scale was developed by the researchers for this study and the reliability was estimated as 0.94. The environmental identity scale estimated as 0.85 for the reliability of this study was originally developed by Clayton (2003) and adapted to Turkish by Clayton and Kılınç. The qualitative data obtained from the study were examined using content and descriptive analysis, while Wilcoxon Signed Rank Test was used from among the non-parametrical tests in order to analyze the quantitative data. As a result of analyzing the qualitative data obtained at the beginning (open-ended questionnaires) and at the end (reflective writing style) of the activity related to different environmental issues dwelled on during the applications that were conducted at the beginning of each week, the participants were observed to display positive changes in their expressions about environmental identities and materialistic tendencies towards the environment. On analysing the data obtained through open-ended questionnaires carried out at the beginning and at the end of an 8-week application, the number of answers (pre-application:36, post-application: 63) related to positive environmental identity was observed to increase at the end of the study, while those related to materialistic tendencies towards the environment seemed to reduce (pre-application:150, post-application: 36). In this study, pre-test (𝑿= 120,43) and post-test (𝑿=144,34) mean scores that pre-service elementary teachers obtained from the "Environmental Identity Scale" (p<.05) and their pre-test (𝑿=54,26) and post-test (𝑿=71,60) mean scores obtained from the "Materialistic Tendencies Towards the Environment Scale" (p<.05) were statistically significant. Quantitative data obtained from the environmental identity scale and materialistic tendencies towards the environment scale applied at the beginning and end of the research on pre-service teachers also support the qualitative data. In this study, 4 weeks after the applications were completed, focus group interviews were conducted with the pre-service teachers and their opinions were taken regarding the environmental education practice involving moral reasoning. Analysis of the focus group interviews revealed that participants' opinions on activities were positive, while pre-service teachers did not mention any materialistic expressions when using expressions which were regarded as positive environmental identity indicators. Participants later expressed their attempts to show many environmentally-friendly attitudes in real life after the research was over, which proved an important outcome related to the reflection of the practice on the daily life of pre-service teachers. Based on these results, it is clearly seen that environmental education practice involving moral reasoning can be used for pre-service teachers to improve their environmental identities and to reduce materialistic tendencies towards the environment. In this study, the analysis of qualitative data shows that there may be a relationship between environmental identities and materialistic tendencies towards the environment