345 research outputs found

    Elizabethkingia meningosepticum (Chryseobacterium meningosepticum) Infections in Children

    Get PDF
    Chryseobacterium meningosepticum is a ubiquitous Gram-negative bacillus historically associated primarily with meningitis in neonates and a wide variety of infections in immunocompromised patients. Neonatal infections often occur as outbreaks with environmental contamination being the source. C. meningosepticum infections are not common but are clinically important because the organism is naturally resistant to multiple antibiotics. In this paper, we have reviewed the nosocomial outbreaks of C. meningosepticum in newborns and infants reported so far in the literature and overviewed the infection control interventions, treatment modalities, and prevention measures

    A phenomenological study of military retirees: Reasons for retirement and post-retirement employment in Turkish military staff

    Get PDF
    Recently, an increasing number of retired individuals decide to return to work and seek for post-retirement employment. Although research has already focused on individual and organizational based factors in retirement and post-retirement, the works are limited in some observable settings and well-known professions. The purpose of this study is to delve into the reasons for retirement and post-retirement employment and describe how human capital and social capital takes role in post-retirement employment. A qualitative approach was used with a descriptive phenomenological research design. Ten volunteer military retirees constitute the participants; in-depth semi-structured interviews were conducted for data collection. Findings indicate that social and human capital heavily affect the retirement process, and trigger the return to work. The higher the hierarchy of the military staff, the more the social factors are motivating them to post-retirement employment, contrarily. For lower hierarchy, financial issues are more dominant for returning to work. Additionally, the effect of social capital on the post-retirement employment varies according to individual differences such as dependents, beliefs, and passions. The study contributes to theoretical discussions related to retirement and post-retirement employment reasons that can be linked to existing explanations

    Oryantalistlerin Mâtürîdîlik Algısı: Ulrich Rudolph ve Angelika Brodersen Örneği

    Get PDF
    Mâtürîdî kelâmı, hem İslâm dünyasında, hem de oryantalistlerin ortaya koymuş oldukları çalışmalarda ihmal edilmiştir. Oryantalist araştırmacıların kelâm ilmine dâir ortaya koymuş oldukları çalışmaların tarihsel seyrine bakıldığında, çoğunlukla Mu’tezile, Eş’ârîlik, Şia ve günümüze dahi ulaşmayan küçük fırkalaşma hareketleri üzerinde yoğunlaşıldığı görülmektedir. 1950-60’lı yıllara kadar oryantalist çalışmalara çok fazla konu olmayan Mâtürîdîliğin fark edilmesi ve üzerinde durulmaya başlanması, oryantalist literatürde Mâtürîdîliğe dâir çalışmaların seyrini olumlu yönde etkilemiştir. İhmal edilen Mâtürîdîlik, son yıllarda yapılan güncel çalışmalarla batıda da tanınır hale gelmeye başlanmıştır. Bu çalışmada, oryantalist geleneğin Mâtürîdîlik kelâm ekolüne nasıl baktığı, oryantalist literatürde Mâtürîdîliğe dâir nasıl bir algı olduğu ve söz konusu çalışmaların tarihsel sürecinin nasıl işlediği konu edilmektedir. Ayrıca Mâtürîliğe dâir oryantalist çalışmalarda yapılan “bilinmeyen kelâm” ya da “bilinmeyenin şöhreti” gibi tanımlamaların ortaya konulma sebepleri, bu ekolün Hanefîlik ve Mürcie ile ilgili ilişkisine dâir çalışmaların analizi gerçekleştirilmektedir. Oryantalist literatürde 19. yüzyılın sonlarında bazı makalelerde Mâtürîdîliğe atıf yapılsa bile 1960’lı yıllara kadar müstakil bir kitap çalışması ile karşılaşılamamaktadır. O döneme kadar genellikle Mürcie ve Ebû Hanîfe’nin öğretileri çerçevesinde sınırlı sayıda çalışma tespit edilebilmektedir. Esasında bu çalışmadaki amacımız, oryantalist geleneğin Mâtürîdî kelâm sistemi ile ne zaman tanıştığını tespit etmek, sonrasında ise oryantalist çalışmalarda oluşan Mâtürîdîlik algısını ortaya koymaktır. Bu algıyı ortaya koyarken de son yıllarda özellikle Mâtürîdîlik üzerine müstakil çalışmalar yapan Ulrich Rudolph ve Angelika Brodersen’in çalışmaları merkeze alınmıştır. Genel olarak 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Mâtürîdîliğe yönelik çalışmaların başlaması, İmam Mâtürîdî’nin (öl. 333/944) ve Mâtürîdî mütekellimlerin eserlerinin tahkik edilerek neşredilmeleriyle eş zamanlı olmuştur. Oryantalist gelenek içerisinde Mâtürîdîliğe dair ilk müstakil kitap çalışmasını yapan Ulrich Rudolph’dur. Ulrich Rudolph’un doçentlik çalışmasına dayanan Al-Māturīdī und die Sunnitische Theologie in Samarkand (Mâtürîdî ve Semerkant’ta Sünnî/Ehl-i Sünnet Kelâmı) adlı eseri, Mâtürîdîliği batıda en geniş anlamda tanıtan çalışmaların başında gelmektedir. Bu çalışma ile birlikte oryantalist literatürde Mâtürîdîliğe dair çalışmalar peşi sıra gelmeye başlamıştır. Mâtürîdî kelâm sistemini detaylı olarak inceleyen önemli araştırmacılardan Angelika Brodersen ise Ebû İshak es-Saffâr’ın Telhîsü’l-Edille’sini tahkik etmiş ve neşretmiştir. Bununla birlikte Der unbekannte Kalām (Bilinmeyen Kelâm) adlı eserini yayınlayarak Mâtürîdîliğin teolojik görüşlerini yine Matürîdî alimlerin görüşlerinin birbiriyle mukayesesini yaparak değerlendirmiştir. Her iki oryantalist araştırmacı, bu çalışmalarını yapmalarındaki amaçlarını Mâtürîdîliği tanıtmak ve bilinmeyen yönlerini ortaya koymak olarak tarif etmektedirler. “Bilinmeyen kelâm” veya “Bilinmeyenin şöhreti” olarak her iki oryantalist tarafından nitelenen Mâtürîdîlik, bu çalışmalar ile oryantalist ilim çevrelerine tanıtılmak ve îtîkâdî görüşleri ortaya konmak istenmektedir. Söz konusu tanımlamalarla aslında Mâtürîdîliğin duyulmamış bir ekol olmasından ziyade, görüşleri bilinmeyen bir ekol olduğu vurgulanmaktadır. Genel anlamda daha önce batıda yapılan çalışmalarda “Ashâbı Ebî Hanîfe” tanımlaması ile ifade edilen Mâtürîdîliğe dair görüşlerin, İmam Mâtürîdî ile ilişkilendirilmemesinden kaynaklanan bir belirsizlik durumu hâkimdir. Ancak günümüzde Mâtürîdîliğe yönelik çalışmaların artmasıyla birlikte bu bilinmezlik durumu, artık bilinir kılınmaya başlanmıştır. Bu tanınır ve bilinir olma durumu, başta İmam Mâtürîdî’nin iki temel eserinin ilim dünyasının istifadesine sunulması ve Mâtürîdî mütekellimlerinin eserlerine ulaşılması ile hem oryantalist gelenekte, hem de İslâm coğrafyasında giderilmiş durumdadır. Çalışmamızda, şöhreti bilinen ancak teolojik görüşleri bilinmeyen İmam Mâtürîdî’nin günümüz oryantalist literatürde şöhretine paralel olarak teolojik görüşlerinin de bilinir olmaya başlandığı, oryantalist literatür taranarak temellendirilmeye çalışılmıştır

    Adudüddîn el-Îcî’nin Bilgi Teorisi

    Get PDF
    Kelâm ilminin en önemli meselelerinin başında bilgi konusu gelmektedir. İslam inanç esaslarının bilinmesinde ve belirlenmesinde, iman edilmesi gerekli olan hususlarla ilgili delillendirme ve ispatlama çabalarında bilgi konusu kilit rol oynamaktadır. Her bir kelâm ekolünün sistem ve metodolojisi, o kelâm ekolünün bilgi anlayışı çerçevesinde şekillenmektedir. Kelâm ekollerinin kelâmî konulara yaklaşımı ve hüküm ortaya koymaları, doğru bilgiye ulaşma ve neyi bilgi olarak kabul edip, neyi kabul etmediklerine göre belirlenmektedir. Bu sebeple bilgi konusu, kelâm ilmine dâir yazılan eserlerde öncelikli yerini almaktadır. Bu durum, bilgi konusunun kelâm ilmindeki önemini ortaya koymaktadır.Bilgi konusunu detaylı olarak ele alan ve konuya açıklık getiren kelâmcılardan birisi de müteahhirûn dönemi Eş’arî kelâmcılarından Adudüddin el-Îcî’dir (öl. 756/1355). Îcî, Gazzâlî sonrası felsefî kelâmının önde gelen sîmâlarından kabul edilmektedir. Kitâbu'l-Mevâḳıf adlı eserini kendi kelâm metodolojisini oluşturmaya ayıran ve kelâmî konularda bir usûl belirleme gayreti içerisinde olan Îcî, söz konusu eserinin girişini bilgi konusuna ayırmıştır. Klasik Eş’arî geleneğin bilgi konusundaki bakiyesinden faydalanarak nihâî bir bilgi teorisi üretmeye çalışan Îcî, bilgi konusunda geçmişten gelen yanlışlıkları ve eksiklikleri de ortaya koyarak kendi teorisini oluşturmaya çalışmaktadır.Kelam ilminin bilgi ile başladığı söylenebilir. Ancak bilginin tanımı konusunda kelamcılar arasında bir konsensüsün bulunmadığı bilinmektedir. Mutezilî âlimler bilginin îtikad olduğunu savunurken, Eşâri âlimler bilginin sıfat olduğunu savunmakta, buna mukabil İslam filozofları ise bilginin zihni bir varlık olduğunu iddia etmektedirler. Îcî ise, bilginin bir sıfat olduğunu kabul etmektedir. Îcî’ye göre bilgi, bir mahalde bilenin bilinene taalluku/nispetidir. Yani bilgi, var olan ve bir şeye taalluk eden bir sıfattır. Bu sıfat, var olduğu yerde kendisini diğer bilgilerden ayırmaktadır. Bunu yaparken de bir sebep – sonuç ilişkisine bağlı olarak değil, âdete dayalı bir şekilde gerçekleştirmektedir.Îcî, kesin bilgiye ulaşmanın mümkün olduğunu savunmaktadır. Kesin bilgiye ulaşmak için kelamcılar arasında yapılan bilgi tasnifleri bilginin ne olduğunu anlamak bakımından yardımcı olacaktır. Kelamcılar, bilgiyi kadîm ve hâdis bilgi olarak ikiye ayırmışlar, kadim bilginin Allah’ın bilgisi, hâdis bilginin ise yaratılmışların bilgisi olduğunu ifade etmişlerdir. Îcî ise bilgi teorisini hâdis bilgi üzerinden oluşturmaktadır. Çünkü kadîm bilginin Allah’ın bilgisi olması nedeniyle onda bir zorunluluk ve kesb düşünülemez. Îcî’ye göre hâdis bilgi zaruri bilgi ve kesbî bilgi olarak iki kısma ayrılmaktadır. Zorunlu bilgi ile ilgili olarak geniş açıklamalar yapan Îcî, kesbî bilgi ile ilgili olarak detaylı açıklamaya girmez ve kesbî bilginin ancak nazar ile mümkün olduğunu ifade ederek eserinin büyük bölümünde zarurî bilginin mukabili olarak nazarî bilgiye yer vermektedir.Îcî, bilgi konusunda kendisinden evvel kelamcıların yapmış olduğu bu tasnife bağlı kalarak, son tahlilde ortaya koymuş olduğu bilgi tanımını zorunlu bilgi ve nazarî bilgiye tatbik etmiştir. Ona göre zorunlu bilgiler, insanın varlıksal/ontolojik yapısı gereği doğuştan getirdiği bilgilerdir, yani insanın sıfatlarıdır. Zorunlu bilgilerin elde edilmesi, insanın kudretinde değildir. Nazarî bilgiler ise, tamamen insanın kudretine bağlıdır. İnsanın bazı vasıtalara başvurarak delillendirme suretiyle elde ettiği bilgilerdir. Nazarî bilgiler, akıl yetisine sahip, aklî melekelerini kullanan insanların bir sıfatıdır.Bu çalışmada, Adudüddin el-Îcî’nin bilgi tarifi ile bu tarif çerçevesinde bilgi türleri ele alınacak ve onun bilgi teorisi detaylı olarak incelenecektir

    Düzeltme: Mersin İlindeki Küçük ve Orta Ölçekli Mobilya İşletmelerinde Hammadde Sorunu Üzerine Bir Araştırma

    Get PDF
    Ana faaliyet konusu üretim olan mobilya işletmeleri temel olarak orman ürünlerini hammadde olarak kullanmaktadırlar. Masif odun, liflevha, yongalevha ve tabakalı ağaç malzeme üretim sürecine giren önemli hammadde bileşenlerindendir. Bu hammaddelerin yetersizliği ve özel tüketim alanlarının oluşması mobilya işletmeleri için hammadde sorunlarını ortaya çıkarmıştır. Bu çalışmada Mersin ilindeki küçük ve orta ölçekli mobilya işletmelerinin karşılaştıkları hammadde sorunları araştırılmıştır. Çalışma kapsamında işletmelerin hammadde temin problemleri, hammadde stokları, hammadde öncelikleri, en fazla kullandıkları hammaddeler, hammadde kullanım amaçları, çeşitli hammadde türlerini kullanma ve kullanmama nedenleri, hammadde sipariş süreçleri ve hammadde Ar-Ge faaliyetleri irdelenmiştir. Bu çalışmanın sonucunda mobilya işletmelerinin hammadde tedarik problemleriyle ilgili genelde sorun yaşamadıklarını ifade ederken, sermaye yetersizliği gibi birkaç sebepten dolayı hammadde stokundan kaçınıldığı ve firmaların %95’i siparişe yönelik üretim yaptığı ortaya çıkmıştır. Düzeltme: Düzce Üniversitesi Bilim ve Teknoloji dergisinin 2020 8(1) sayısının 258-263 sayfalarında yayınlanan “Mersin ilindeki küçük ve orta ölçekli mobilya işletmelerinde hammadde sorunu üzerine bir araştırma” adlı makalenin yazarlarında değişiklik yapılmıştır. Ayrıca desteklenen proje hakkında bilgi ve teşekkür yazısı eklenmiştir.Bu makalenin ilk hali 31-01-2020 tarihinde yayınlandı. https://dergipark.org.tr/tr/pub/dubited/issue/49725/64312

    Makrozomik fetuslar 38. gebelik haftasında doğurtulabilir mi?

    Get PDF
    Objective: Numerous articles have been written on macrosomic fetuses, including the American College of Obstetricians and Gynecologists practice bulletin. However, there is no clear consensus about the time of birth. The aim of this study was to compare the maternal and fetal outcomes of women giving birth at 38+0-38+6 weeks and those with deliveries at ≥39 weeks in pregnancies complicated by fetal macrosomia, and to determine the effect on morbidity and mortality of delivery in the 38th gestational week.Material and Methods: Data of women and their infants born in Kayseri Training and Research Hospital between 01 May 2018 and 31 March 2020 were analyzed retrospectively. The patients included were those with a singleton pregnancy delivered at ≥38 weeks with a birthweight of ≥4000 gr. Demographic data and medical history and birth outcomes of the patients were recorded from the hospital data system. Multiple pregnancies, those with fetal anomalies and births <38 weeks were excluded from the study. The patients were separated into two groups as those who gave birth at 38+0-38+6 gestational weeks (Group 1) and those who gave birth at ≥39 weeks (Group 2).Results: Maternal and/or fetal trauma was found to be statistically significantly higher in nulliparous women with vaginal delivery ≥39 weeks compared to those with vaginal delivery at 38+0-38+6 weeks (p=0.017). No significant difference was observed between the groups in respect of fetal morbidity and mortality.Conclusion: When fetal macrosomia is determined antenatally, rates of fetal and/or maternal trauma can be reduced with delivery planned for the 38th week without increasing fetal morbidity and mortality.Amaç: Makrozomik fetüsler hakkında, Amerikan Obstetrik ve Jinekoloji Derneğinin bültenleri de dahil olmak üzere çok sayıda makale yazılmıştır. Ancak doğum zamanı konusunda net bir fikir birliği yoktur. Bu çalışmanın amacı fetal makrozomi ile komplike gebeliklerde 38+0-38+6 hafta arasında doğum yapan kadınlar ile ≥39 hafta sonrasında doğum yapan kadınların maternal ve fetal sonuçlarını karşılaştırmak ve doğum haftasının 38. haftaya çekilmesinin yenidoğanın morbidite ve mortalitesini etkileme düzeyini belirlemektir.Gereç ve Yöntemler: Bu retrospektif çalışmada, 01 Mayıs 2018-31 Mart 2020 tarihleri arasında Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesinde doğum yapan kadınların ve bebeklerinin verileri geriye dönük olarak tarandı. Doğum ağırlığı ≥4000 gram, tekil, ≥38 hafta üzerinde doğum yapan hastalar çalışmaya dâhil edildi. Hastaların demografik ve medikal öyküleri ve doğum sonuçları hastane veri sisteminden kayıt edildi. Çoğul gebelikler, fetal anomaliler ve <38 gebelik haftasındaki doğumlar çalışma haricinde tutuldu. Hastalar 38+0- 38+6 hafta arasında doğum yapanlar (Grup 1) ve ≥39 haftada doğum yapanlar (Grup 2) olarak iki gruba ayrıldı.Bulgular: ≥39 haftadan sonra vajinal doğum yapan (grup 2) nullipar kadınlarda maternal veya fetal travma 38+0 - 38+6 (grup 1) hafta arasında vajinal doğum yapan nullipar kadınlara oranla istatistiksel anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0.017). İki grup arasında fetal morbidite ve mortalite incelendiğinde gruplar arasında anlamlı farklılık izlenmedi.Sonuç: Doğum öncesi değerlendirmede fetal makrozomi saptanan gebelerde fetal ve/veya maternal travma oranları, fetal morbidite ve mortalite arttırılmadan 38. haftada planlanacak bir doğum ile azaltılabilir

    Finsler Geometry for Two-Parameter Weibull Distribution Function

    Get PDF
    To construct the geometry in nonflat spaces in order to understand nature has great importance in terms of applied science. Finsler geometry allows accurate modeling and describing ability for asymmetric structures in this application area. In this paper, two-dimensional Finsler space metric function is obtained for Weibull distribution which is used in many applications in this area such as wind speed modeling. The metric definition for two-parameter Weibull probability density function which has shape (k) and scale (c) parameters in two-dimensional Finsler space is realized using a different approach by Finsler geometry. In addition, new probability and cumulative probability density functions based on Finsler geometry are proposed which can be used in many real world applications. For future studies, it is aimed at proposing more accurate models by using this novel approach than the models which have two-parameter Weibull probability density function, especially used for determination of wind energy potential of a region

    Determining Effect Of Personality Traits on Voter Behavior Using Five Factor Personality Inventory

    Get PDF
    The researchers have used four sub-dimensions (rule obedience, innovativeness, reactiveness and self confidence) of the five factor personality inventory redeveloped and modified by Somer, Korkmaz and Tatar (2002) for Turkish citizens to analyze the interactions of personality and voter behavior. The intentions are examined as intentions for certain groups of parties: left, right, new, new and religious. Rule obedience is found to create significant differences among respondent's intentions to vote for a specific political orientation. The influence of demographic variables (age, gender and occupation) on personality sub-dimensions and on intentions (together with personality traits) is examined. Age is found to have interactions with rule obedience, innovativeness and self-confidence while gender and occupation had interactions only with self confidence. These three demographic factors were able to explain the intentions of voters depending on their political orientations. Kisilik ve oy verme davranısı arasındaki iliskileri incelemek amacıyla Türk deneklerde kullanılmak üzere Somer, Korkmaz ve Tatar (2002) tarafından gelistirilen ve adapte edilen bes faktör kisilik envanterinde yer alan dört alt boyut (kurallara baglılık, yenilikçilik, tepkisellik ve kendine güven) kullanılmıstır. Cevaplayıcıların oy verme niyetleri politik yaklasımlarına göre dört grupta toplanmıstır: sag, sol, yeni, yeni ve dinci. Kisilik alt boyutlarından kurallara baglılıgın cevaplayıcıların oy verme niyetlerinde anlamlı derecede farklılık yarattıgı görülmüstür. Çalısmada, demografik degiskenlerin (yas, cinsiyet ve meslek) politik yaklasım ve kisilik üzerindeki etkileri de arastırılmıstır. Yasın kurallara baglılık, yenilikçilik ve kendine güven ile iliskili oldugu; cinsiyet ve meslegin ise sadece kendine güven ile iliskili oldugu görülmüstür. Bunun yanı sıra, üç demografik degiskenin oy verenlerin oy verme niyetlerini açıklayabildigi ortaya konmustur
    corecore