58 research outputs found
Global Teamwork: A Study of Design Learning in Collaborative Virtual Environments
With the recent developments in communication and information technologies, using Collaborative Virtual Environments (CVEs) in design activity has experienced a remarkable increase. In this paper we present a collaborative learning activity between the University of Sydney (USYD), and the Istanbul Technical University (ITU). This paper shares our teaching experience and discusses the principles of collaborative design learning in virtual environments. Followed by a study on students’ perception on the courses and collaborative learning in both universities, this paper also suggests future refinements on the course structure and the main areas of collaborative design learning.
Keywords:
Collaborative Design; Collaborative Virtual Environments; Design Teaching And Learning</p
An investigation of pre-service teachers’ security awareness on social networking sitesÖğretmen adaylarının sosyal ağ sitelerinde güvenlik farkındalıklarının incelenmesi
The purpose of this research is to investigate pre-service teachers’ security awareness on social networking sites. Survey method was used in this research. The survey of “Security Awareness on Social Networking Sites” was used as data collection tool developed by the researchers. The data were collected from 909 pre-service teachers from Faculty of Education of Ahi Evran University in academic year of 2013-2014. The findings of this research indicate that pre-service teachers mostly use Facebook, Youtube and Twitter social networking sites. They mostly prefer smart phone and laptop to login social networking sites. The findings of security awareness on social networking sites; participants have high security awareness about keeping confidential login password and security question’s answer. They have low security awareness about reading security policy and use conditions on social networking sites. Further, female participants have higher security awareness than male participants about reading security policy and use conditions on social networking sites. Male participants have higher security awareness than female participants about using security software. ÖzetBu araştırmanın amacı öğretmen adaylarının sosyal ağ sitelerinde güvenlik farkındalıklarını araştırmaktır. Araştırmada tarama modeli kullanılmıştır. Veri toplama aracı olarak, araştırmacılar tarafından geliştirilen “Sosyal Ağ Sitelerinde Güvenlik Farkındalığı” anketi kullanılmıştır. Araştırmaya 2013-2014 akademik yılında Ahi Evran Üniversitesi Eğitim Fakültesinde öğrenim gören 909 öğretmen adayı katılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre öğretmen adayları sosyal ağ sitelerinden en fazla Facebook, Youtube ve Twitter’ı kullanmaktadırlar. Sosyal ağ sitelerine giriş yapmak için ise en fazla akıllı telefon ve dizüstü bilgisayarlarını tercih etmektedirler. Sosyal ağ sitelerinde güvenlik farkındalığı sonuçlarına göre; katılımcılar giriş şifresi ve güvenlik sorusunun cevabını gizli tutma konusunda yüksek güvenlik farkındalığına sahiptir. Katılımcılar sosyal ağ sitelerinde güvenlik politikasını ve kullanım şartlarını okuma konusunda ise düşük güvenlik farkındalığına sahiptir. Ayrıca, kadın katılımcıların sosyal ağ sitelerinde güvenlik politikası ve kullanım şartları okuma konusunda erkek katılımcılara oranla yüksek güvenlik farkındalığına sahip olduğu görülmüştür. Güvenlik duvarı yazılımı kullanma konusunda ise erkek katılımcıların kadın katılımcılara oranla daha yüksek güvenlik farkındalığına sahip olduğu görülmüştür.
The evaluation of vitamin K status in children with febrile seizure
Background: Febrile seizure is the most common neurological disorder in childhood. The exact pathophysiology of febrile seizures is unknown. Recent studies showed the role of vitamin K in nonhematological and inflammatory disorders. This study aimed to investigate the serum vitamin K levels in children with febrile seizures. Aims: To evaluate vitamin K levels in children with febrile seizures. Study Design: Prospective case-control study. Methods: This multicenter study examined representative populations in 8 different cities in Turkey between April 1, 2018 and April 1, 2019. Blood samples were taken from all children at presentation. Vitamin K1, vitamin K2, tumor necrosis factor-alpha, interleukin 1 beta, and interleukin 6 levels were determined by enzyme-linked immunosorbent assay. Results: A total of 155 children were included in the study—84 children with febrile seizures and 71 children in febrile control group. Serum vitamin K1 and vitamin K2 levels were also higher in children with febrile seizures than in the controls. The results of statistical analysis showed that vitamin K1 and vitamin K2 levels were correlated with tumor necrosis factor-alpha, interleukin 1 beta, and interleukin 6 levels. The median vitamin K1 and vitamin K2 levels of children experiencing their first febrile seizure were higher than those in children with recurrent febrile seizures. Type of febrile seizure has no effect on serum vitamin K1 and vitamin K2 levels. Conclusion: In children with febrile seizures, vitamin K levels are higher than those in the control group. These new findings may contribute to elucidating the etiopathogenesis of febrile seizures
The prognostic role of angiogenesis, lymphangiogenesis and vasculogenic mimicry in hepatocellular carcinomas treated with transplantation
Amaç: Hepatosellüler karsinom (HSK), erişkinlerde en sık görülen primer hepatik malignitedir. Hipervasküler bir tümör olan HSK?un karsinogenez, büyüme ve progresyonunda anjiogenezin belirleyici rolü olduğuna dair veriler bulunmaktadır. Bu çalışmanın temel amacı transplantasyon ile tadevi edilen HSK olgularında, anjiogenezin sayısal olarak saptanması yanı sıra, vasküler taklitçilik (VT) ve lenfanjiogenez gibi damarlanmanın değişik komponentlerini immünhistokimyasal ve morfometrik yöntemler ile araştırmak ve hastaların operasyon sonrası prognozunu belirlemedeki etkilerini sorgulamaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda transplantasyonla tedavi edilen 60 HSK olgusu dahil edildi. İntratümöral anjiogenez, doku dizinlerine (TMA) immunhistokimyasal olarak uygulanan CD34 ve CD105 antikorları ile değerlendirilmiş olup lenfanjiogenezin saptanmasında D2-40 antikoru kullanıldı. Damarlanma miktarı birim alanda (mm2) saptanan damarların toplam sayısı ve alanı olarak görüntü analiz programı ile belirlendi. Tübüler tipte VT varlığı hematoksilen eozin (HE) kesitlerde değerlendirildi. Matriks paterni tipindeki VT immunhistokimyasal olarak uygulanan laminin antikoru ile tespit edildi. Elde edilen morfolojik ve immunhistokimyasal bulguların prognostik faktörlerle ilişkileri ve sağ kalıma etkileri istatistiksel olarak araştırıldı. Bulgular: 60 olgunun 16?sında tübüler tip VT ve 11?inde matriks paterni tip VT saptanmıştır. HSK?da hem tübüler tipte hem de matriks paterni tipinde VT olduğu gösterilmiştir. Ancak VT varlığı ile prognostik parametreler ve sağ kalım arasında istatistiksel olarak anlamlı sonuç bulunmamıştr. Anti-CD34 eksprese eden damarların birim alanda saptanan damar sayısı (NO/FA) ile sağ kalım arasında istatistiksel anlamlı ilişki bulunmuştur. Bu ilişki birim alanda saptanan damar sayısı fazla olan hastalarda sağ kalımın daha uzun olduğu yönündedir. (p=0,006) Ancak birim alanda saptanan Anti-CD34 pozitif damar sayısı ile tümör boyutu, tümöral nodül sayısı, patolojik T evresi, tümör derecesi, vasküler invazyon ve hasta yaşı, olguların CHILD ve MELD skorları, hastalık nüksü arasında anlamlı ilişki bulunmamıştır. Bununla birlikte CD105 ekspresyonunun, CD34 ekspresyonuna göre daha az yoğunlukta olduğu gözlenmiştir ancak her iki antikorun ölçüm değerlerinde anlamlı bir korrelasyon saptanmamıştır. Anti-D2-40 antikoru hem tümör parankiminde hem de tümör nodüllerini çevreleyen fibröz septalarda lenfatikler izlenmiştir. Bu çalışmada lenfanjiogenez prognostik bir belirleyici olarak değerlendirilmemiştir. Sonuç: Elde ettiğimiz sonuçlar HSK?larda farklı damarlanma paternlerinin birbirinden farklı mekanizmalarla, bağımsız olarak işlev gördüğünü desteklemiştir. Ancak bu mekanizmaların prognostik faktörlere, sağ kalıma ve tedaviye olan etkisi tek tek değerlendirildiğinde, vaskülarizasyonun artışının, bu hasta populasyonunda kötü prognostik bir belirteç olduğu kanıtlanamamaktadır. Sadece CD-34 ile gösterilen vaskülarizasyonu yüksek olarak saptanan tümörlerde daha iyi prognozun olduğu saptanmıştır. Bu çalışmada kullanılan görüntü analiz yönteminin vasküler yapıları efektif olarak seçebildiği görüşünde olmamıza rağmen bu yöntem ideal olmayabilir. Görüntü analiz programı ile literatürde kabul görmüş stereolojik yöntemlerin, TMA kesitleri ve rutin kesitler kullanılarak korrelasyonu önerilebilir. Ancak verilerimiz çalışma için seçilen olguların genellikle erken evrelerde oluşu ve karşılaştırılacak yüksek evrelerde az sayıda olgunun bulunuşundan da etkilenmiş olabilir. Bunun için daha ileri evre ve daha az diferansiye tümörleri de içeren geniş serili çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Aim: Hepatocellular carcinoma (HCC) is the most common primary hepatic malignancy in adults. There is some data about the decisive role of angiogenesis in carcinogenesis and progression of HCC which is an hypervascular tumor. The aim of this study is; to determine the amount of angiogenesis numerically and to study different vascularization patterns like lymphangionesis and vasculogenic mimicry (VM) by morphometric and immunhistochemical methods in tumors and to examine the prognostic role of vascularization in the postoperative outcome of HCC, after transplantation. Material and Methods: In our study; 60 cases with the HCC which was treated with the transplantation were investigated. Intratumoral angiogenesis was highlighted by anti- CD34 and anti-CD105 antibodies, and lymphangiogenesis was evaluated by anti-D2-40 antibody by using immunuhistochemistry in tissue microarray slides. The amount of vessels were identified as area of vessels and number and area of objects per unit (mm2) with image analyze programme. Tubuler type VM was evaluated with hematoxylin and eosin slides. Patterned VM in HCC was identified by the laminin antibody. The morphologic and immunhistochemical study results were analysed statistically to evaluate the relation with prognostic factors and survival. Results: We found tubular type VM in 16 cases and patterned VM in 11 cases (n=60). We showed both type of VM in HCC. But no significant result could be found statistically between VM presence and the survival and prognostic factors. We found the statistically significant relationship with number of objects per unit in CD34 positive vessel analysis and overall survival. The number of objects per unit in CD34 positive vessel analysis was significantly lower in patiens with worse outcome (p=0,006). But there is no relation between the number of objects per unit in CD34 positive vessel analysis and tumor size, number of tumor nodules, pathologic T stage, tumor grade, vascular invasion and patients? age, CHILD score, MELD score and recurrence. Besides that, we found the expression of CD105 lower than the CD34 expression but no significant correlation between them. We showed the lymphatics in tumor parenchyma and in fibrous capsule surround the tumor nodules. Conclusion: Our data supports that there is different and independent vascularization patterns in HCC. But the negative prognostic and therapeutic effects of these mechanisms and increase in vascularity could not be proved. We could only show the increase in vascularization detected by CD34 was related with better prognosis. We think image analysis method used in this study is affective but may not ideal. İmage analyze programme and stereological methods need to be correlated within TMA sections and rutine slides. But our results were affected by the selection of cases which were mostly in early stage and low recurrent tumor incidence in our series. For this purpose; there is need for the widespread studies having an advance stage and less differentiated tumors
Serebral palsili hastalarda epilepsi beraberliğini ve epilepsi prognozunu etkileyen faktörler
TEZ7827Tez (Uzmanlık) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 2010.Kaynakça (s. 53-57) var.viii, 60 s. : res. ; 29 cm.Aim: This study was conducted between November 2006 and October 2009 to determine the factors predicting the presence and prognosis of epilepsy in cerebral palsy patients. Material and Method: We enrolled 42 cerebral palsy patients (19 female, 23 male ) in the first group and 56 cerebral palsy patients with epilepsy (23 female, 33 male) in the second group. The mean age of the first group was 7.7±3.3 (minimum 3, maximum 15), and 8.9±3.7 (minimum 3, maximum 16) for the second group. The subjects in the second group were considered to have good prognosis if they were free of seizures for the last year otherwise they were considered to have poor prognosis. Results: In the second group, neonatal epilepsy, family history of epilepsy and moderate to severe mental retardation was significantly higher than the first group (p0.05). The onset of seizures was found between 5 months and 13.5 years in the second group (average 3.4±3.6 years). In univariate analysis, neonatal seizure, epileptic activity in electroencephalography, polytherapy was found to be predictors of poor prognosis. Additionally, need for long term medication to control seizures affects prognosis badly. Prematurity, low birth weight, type of cerebral palsy, intelligence quotient, Palisano scoring, magnetic resonance imaging findings, type of seizure, gender and parental consanguinity were not related with prognosis. In logistic regression analysis, neonatal seizure and interictal epileptic activity in electroencephalography were found to be independent predictors of worse outcome. In addition logistic regression analysis revealed that the increasing age decreases the success of epilepsy treatment. In conclusion: Neonatal seizure, family history of epilepsy and mental retardation was found to be important and independent predictors of epilepsy formation in cerebral palsy. Neonatal seizure, interictal epileptic electroensefalogram, polytheraphy and long time to control seizures were independent predictors of poor prognosis for cerebral palsy patients with epilepsy.Amaç: Bu çalışma, serebral palsili hastalarda epilepsi beraberliğini ve epilepsi prognozunu etkileyen faktörleri belirlemek amacıyla Kasım 2006- Ekim 2009 tarihleri arasında yapıldı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 42 serebral palsi (19 kız, 23 erkek), 56 serebral palsi+ epilepsi (23 kız, 33 erkek) tanısı alan 2 grup hasta alındı. Grup I olgularının yaş ortalaması 7,7±3,3 (minimum 3, maksimum 15), Grup II olgularının ise 8,9±3,7 (minimum 3, maksimum 16) idi. Grup II olgularından bir veya daha fazla antiepileptik ilaç ile bir yıl ve daha uzun süre nöbet kontrolü olanlar iyi prognozlu, nöbet kontrolü olmayanlar ise kötü prognozlu olarak değerlendirildi. Bulgular: Grup II olgularında yenidoğan nöbeti varlığı, ailede epilepsi öyküsü varlığı ve orta-ağır mental retarde olma olasılığı anlamlı olarak daha yüksek oranda bulundu (p0,05). Grup II olgularının nöbet başlama yaşı 5 ay ile 13,5 yıl arasında (ortalama: 3,4±3,6 yıl) bulundu. Tek değişkenli analizde, yenidoğan dönemde nöbet varlığı, elektroensefalografide epileptik aktivite varlığı ve politerapi almanın epilepsi prognozunu anlamlı derecede olumsuz etkilediği bulundu (p0,05). Lojistik regresyon analizi sonucunda ise yenidoğan nöbet öyküsünün varlığı ve interiktal elektroensefalografide epileptik aktivite olması bağımsız prognostik faktör olarak bulundu. Ayrıca yine lojistik regresyon analizinde, tedavi sırasında hasta yaşı büyüdükçe nöbetlerin kontrole girmesinin daha zorlaştığı saptandı (p<0,05). Sonuç: Serebral palsili hastalarda yenidoğan nöbeti, ailede epilepsi öyküsü olması ve mental retardasyon varlığının epilepsi gelişimi için önemli risk faktörü olduğunu; serebral palsili epileptik hastalarda yenidoğan nöbet öyküsü varlığının, epileptik interiktal elektroensefalografi bulgusunun, hastanın politerapi almasının ve nöbetin kontrole girmesi için geçen sürenin daha uzun olmasının nöbet prognozunu olumsuz yönde etkileyen bağımsız değişkenler olduğunu söyleyebiliriz
Pemphigoid gestationis: Light microscopic and direct immunofluorescense findings Gestasyonel pemfigoid: Işik mikroskopik ve direkt Immünflöresan bulgulari
Pemphigoid gestationis is a rare vesiculobullous dermatosis of pregnancy and puerperium. It is commonly seen in second or third trimester. Skin lesions are characterized by pruritic, urticarial plaques with the development of tense vesicles and bullae. Histopathology demonstrates a subepidermal eosinophil-rich vesiculation. Direct immunofluorescence microscopy reveals linear complement 3 and immunoglobulin G deposition along the basement membrane. We present a rare case of pemphigoid gestationis occurring in a 33-year-old pregnancy woman with symptom of generalized pruritis. Pemphigoid gestationis should be kept in mind in the differential diagnosis of vesiculobullous dermatitis of pregnancy
Pemphigoid gestationis: light microscopic and direct immunofluorescense findings
Pemphigoid gestationis is a rare vesiculobullous dermatosis of pregnancy and puerperium. It is commonly seen in second or third trimester. Skin lesions are characterized by pruritic, urticarial plaques with the development of tense vesicles and bullae. Histopathology demonstrates a subepidermal eosinophil-rich vesiculation. Direct immunofluorescence microscopy reveals linear complement 3 and immunoglobulin G deposition along the basement membrane. We present a rare case of pemphigoid gestationis occurring in a 33-year-old pregnancy woman with symptom of generalized pruritis. Pemphigoid gestationis should be kept in mind in the differential diagnosis of vesiculobullous dermatitis of pregnancy
İntrakranial falsin kondrom : Olgu Sunumu ve literatür derlemesi
İntrakranial kondromlar sıklıkla kafatası tabanından gelişen nadir görülen neoplazmlardır. Bu tümörlerin konveksite, falks serebri, beyin parenkimi ya da ventrikül gibi bölgelerde görülmesi çok daha seyrektir. Yavaş büyüyen bu benign tümörlerin semptomları non-spesifik olup radyolojik bulguları değişkendir. Komplet cerrahi eksizyon sonrası uzun süreli prognozları oldukça iyidir. Burada, 29 yaşında kadın hastada saptanan nadir görülen bir intrakranial falsin kondrom olgusu sunularak, konuyla ilgili literatür bilgileri derlenmiştir.Intracranial chondromas are rare neoplasms that are most commonly located at the skull base. Localization of this tumor in other areas, such as the convexity, falcine area, brain parenchyma or ventricles is less common. These slow-growing benign tumors have non- specific symptoms, and variable radiological findings. Complete surgical removal is the treatment of choice, and long-term prognosis is favorable. Herein, we describe a rare case of intracranial falcine chondroma in a 29 year-old female, and review the pertinent literature
- …