7 research outputs found
Selenyum ve Kanser
Elzem bir eser element olan ve birçok enzimatik aktivasyonun önemli bir parçası olarak görev yapan selenyum (Se) 1957 yılından itibaren önem kazanmıştır. Metabolizması çeşitli gereksinimlere göre organize edilmektedir. Yapısal komponent olarak Se, protein yapılarına katılmaktadır. Düzeyi, serum selenyum ve serum glutatyon peroksidaz aktivitesinden etkilenmektedir. Hayvansal dokularda “selenometionin” ve “selenosistein” olarak iki formda bulunmaktadır. Genel olarak proteinden zengin besinler iyi selenyum kaynağıdır. Plazmada albumine bağlı olarak taşınmaktadır. Yetersizlik olduğunda selenyumun emilimi artmaktadır. Vücutta toplam olarak 13-20 mg selenyum bulunmaktadır. Eritrositlerdeki selenyum miktarı, uzun dönem selenyum alımının bir göstergesidir; malnütrisyonda ve kanserde serum selenyum düzeylerinin düştüğü bilinmektedir. Organizmada oksidatif yaralanmalara karşı koruyucu olan glutatyon peroksidazın yapısında yer almaktadır. Selenyumun kanser ile ilişkisi üzerine birçok çalışma yapılmaktadır. Birçok kanser türü ile selenyum alım düzeyleri ve serum selenyum seviyeleri ilişkilendirilmiştir. Yapılan çalışmalar sonucunda bazı kanser çeşitlerinde selenyumun serum seviyesi düşük bulunmuştur. Selenyumun antioksidan enzim sistemindeki fonksiyonu ile dejeneratif durumların çoğu arasında bağlantı kurulmuştur. İmmün fonksiyonları arttırması, apoptozisi indüklemesi, hücre proliferasyonunu inhibe etmesi, karsinojen metabolizmasını değiştirmesi gibi birçok potansiyel mekanizmaya sahip olduğu bildirilmiştir. Epidemiyolojik çalışmalar diyetle selenyum alımı ve kolorektal kanser riski arasında ters ilişki olduğunu göstermektedir. Farklı selenyum bileşiklerinin prostat kanser hücrelerinde antiproliferatif yanıtı, apoptoz, hücre içi redoks durumunu değiştirme ve NF-KB sinyal yolunun blokajı ile sağladığını göstermektedir. Hayvan deneyleri, epidemiyolojik çalışmalar ve müdahale çalışmaları; selenyum bileşiklerinin, hem spesifik kanserlerin önlenmesinde hem de son faz kanserlerde antimutajenik etki gösterebileceğini bildirmektedir. Selenyum antikarsinojenik olarak görev alabilmekte ve immün fonksiyonları güçlendirmektedir. Bazı çalışmalar, vücuttaki selenyum düzeyi ile kanser riski arasında negatif korelasyon olduğunu bildirse de, çelişkili sonuçlar literatürde yer almaktadır. Selenyumun kanser ve kanser tedavisindeki etkinliğini belirleyebilmek için daha fazla klinik çalışmaya gereksinim duyulmaktadır. Bu derlemede vücut için elzem bir element olan selenyumun metabolizması ve işlevlerinden bahsedilerek, kanser ile ilişkisini inceleyen çalışmalar üzerinde durulacaktır
Evre 2 diyastolik fonksiyon bozukluğu olan medikal tedavi alan hastalarda diyet tedavisinin etkinliğinin araştırılması
Bu çalışma evre 2 diyastolik fonksiyon bozukluğu olan ve medikal tedavi
alan hastaların beslenme alışkanlıklarını değiştirerek sağlıklı beslenme
alışkanlığı kazandırmak ve kişinin yaşam kalitesi üzerindeki yansımalarını
antropometrik ölçümler ve kan biyokimya değerleriyle izlemek amacıyla
yapılmıştır. Çalışma Ufuk Üniversitesi Kardiyoloji Polikliniğinde, evre 2 diyastolik
fonksiyon bozukluğu tanısı ile ayaktan tedavi gören, 13’ü diyet tedavisine alınan
ve 8’i kontrol grubunu oluşturan toplam 21 gönüllü üzerinde yapılmıştır.
Hastaların genel özellikleri anket formu ile sorgulanmıştır. Diyet grubu ve kontrol
grubundaki hastaların 0. ay (başlangıç) ve takip eden 3.ay ile 6.ayda vücut
ağırlığı, biyoelektirk empedans (BIA) analizi ve bel-kalça çevresi ölçümleri
alınmıştır. Hastaların beslenme alışkanlıkları 0.ayda besin tüketim sıklığı ve
0.ay ile 6.ayda 3 günlük 24 saatlik besin tüketim kayıtları alınarak belirlenmiştir.
Hastaların yaşam kalite düzeyleri Notthingham Sağlık Profili ölçeği ile 0.ay ve
6.ayda, fiziksel aktivite düzeyleri Uluslar arası Fiziksel Aktivite anketi ile 0.ayda
belirlenmiştir. Çalışmaya katılan hastaların Kardiyoloji polikliniğinin rutin
biyokimya takipleri 0. ay (başlangıç) ve 6. ayda alınmış ve Ekokardiyogram
değerlendirmeleri kardiyolog tarafından bu dönemlerde yapılmıştır. Bu
çalışmada hastaların yaş ortalamaları diyet grubunun 50.8± 6.9 yıl iken kontrol
grubunun 54.3±8.4 yıl, ortalama diyastolik fonksiyon bozukluğu hastalığının
Grade II’deki tedavi süreleri 3.0±3.7 yıl iken kontrol grubundaki hastaların ise
ortalama 5.0±6.4 yıldır. Diyet grubundaki hastaların dönemler arasında enerjinin
proteinden, karbonhidrattan, toplam yağdan, doymuş yağ asitlerinden, tekli
doymamış yağ asitlerinden gelen yüzdesi, diyet posası, çözünür posa ve
çözünmez posa tüketimi, tiamin, riboflavin, niasin, B6 vitamini, folik asit, C
vitamini, sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum, fosfor ve demir tüketim
miktarları istatistiksel olarak farklı bulunmuştur (p<0.05). Çalışmaya katılan diyet
grubundaki hastaların 0.aydaki enerji ve besin öğeleri tüketim miktarları kontrol
grubundan farklı bulunmamıştır (p>0.05). Ancak diyet grubundaki hastaların
6.ay günlük ortalama enerji, enerjinin proteinden, karbonhidrattan, toplam
yağdan, DYA’den, gelen yüzdesi, diyet posası, çözünür posa ve çözünmez
posa tüketimi, tiamin, riboflavin, niasin, B6 vitamini, folik asit, C vitamini,
sodyum, potasyum, kalsiyum, fosfor tüketim miktarları istatistiksel olarak farklı
bulunmuştur (p<0.05). Diyet grubu hastalarının antropometrik ölçümleri 0.ay ile
3.ay ve 6.ay karşılaştırıldığında vücut ağırlığı, BKİ ve bel çevresi değerleri
arasında istatistiksel olarak anlamlı azalma vardır (p<0.05). Kontrol grubunun
grup içi dönemler arasında 0.ay ile 3.ay ve 0.ay ile 6.ay ve 3.ay ile 6.ay bel
çevresi ile kalça çevresi ölçümlerinde istatistiksel olarak anlamlı artış vardır
(p<0.05). Enerji düzeyi ile ilgili bölümde grup içi 6.ay karşılaştırmalarda diyet
grubunun puanındaki azalma ile kontrol grubunun puanındaki artış istatistiksel
olarak anlamlıdır (p<0.05)Çalışmada, E/E’ oranında, gruplar arasındaki azalma
0.ay ve 6.ayda istatistiksel olarak anlamlı bulunmamış (p>0.05). Ancak diyet
grubunun başlangıca göre 6.ayındaki azalma istatistiksel olarak anlamlı
bulunmuştur (p<0.05). Sonuç olarak, yaşam şekli değişikliğinin bir parçası olan
beslenme tedavisi, kalp yetmezliğinde önemli bir rol oynamaktadır. Doğru ve
etkin planlanmış bir beslenme tedavisi ile hastalığın prognozunda iyileşme
sağlanarak, hastaların yaşam kaliteleri arttırılabilir.
This study that Grade II of diastolic dysfunction and patients receiving medical
treatment for changing eating habits with healthy eating habits and to gain a
person's quality of life reflections on the anthropometric measurements and blood
biochemistry values were conducted to follow. Ufuk University Cardiology Clinic study
in grade II with the diagnosis of diastolic dysfunction treated as outpatients who
volunteered to participate in the study, provide search criteria to the total 21 were
performed on patients. Diet group (n=13) and control group (n=8), the general
information of the patients in question were applied to the questionnaire. Diet group
and control group of patients in the 0.month (initial) and subsequent 3.months with
6.months body weight, bioelectric impedance analysis and waist-hip circumference
measurements were taken. Nutritional status of patients in 0.month food consumption
frequency, in 0.month and 6.month records 3-day 24-hour food consumption was
taken. Patients’ levels of quality of life specified by using Nottingham Health Profile
questionnaire in the 0.month and 6.month, physical activity levels were determined in
0.month with IPAQ questionnaire. The study of participating patients’ cardiology
policlinic follow-up of the routine biochemistry was collected in 0.month (initial) and
6.month, and echocardiogram reviews in this period were made by cardiologists. In
this study the age range of the diet patients were within 50.8±6.9 years, while the
control group were 54.3±8.4 years and mean treatment duration of diastolic
dysfunction in Grade II disease were within 3.0±3.7 years, meanwhile the average of
the patients in the control group were 5.0±6.4 years. The difference in percentage of
energy from protein, from carbohydrates, from total fats, from saturated fatty acids,
from polyunsaturated fatty acids and amount of dietary fiber and soluble/insoluble
fiber consumption of the patients in diet in 0.month and 6.month was statistically
significant (p<0.05). Daily dietary consumption of thiamine, riboflavin, niacin, vitamin
B6, folic acid and vitamin C in the diet group of patients between 0.month and
6.month was found to be statistically significant (p<0.05). Meanwhile the difference
between 0.month and 6.month in daily average consumption of sodium, potassium,
calcium, magnesium, phosphorus and iron in diet group patients were found to be
statistically significant (p<0.05). When the anthropometric measurements of patients
in diet group were compared in 0.month with 3.months and 6.months, there had been
an statistically significant decrease between the values of body weight, BMI and waist
circumference (p<0.05). Between the period ‘zero month with 3.month, 0.month with
6.month, 3.month with 6.month, there had been a statistically significant increase in
waist circumference and hip circumference measurements in the control group
(p<0.05). When anthropometric measurements of patients in diet group were
compared between 0.month with 3.month and 6.month, the values of body weight
BMI and waist circumference were statistically significant decreased (p<0.05). With
the highest score of diet group’s energy level in related chapter of Notthigham Health
(46.7±31.1) the reduction in 6.month between periods was statistically significant
(p<0.05) The reduction in E/E' ratio between 0.month and 6.months between diet
group and control group were not statistically significant (p>0.05), but the ratio
reduction in diet group in the 6.month was statistically significant (p<0.05). In
conclusion, nutrition therapy is an important part of changing life style that seems to
play an important role in heart failure treatment. With an accurate and effective
treatment besides a scheduled feeding can provide an improved prognosis of the
disease, and an increase in patients' quality of lif
Palyatif Bakımda Beslenme
Palyatif bakım, yakın zamana kadar yaşamın sonlanmasında rolü olan bakım olarak
bilinse de yalnızca yaşam sonu bakımını kapsamakla kalmaz, aynı zamanda yaşam boyu
ve yaşamı sınırlayan koşulları olan bireylere de odaklanan bakım alanını kapsamaktadır
(1). Dünya Sağlık Örgütü, palyatif bakımı “yaşamı tehdit eden hastalıklarla ilişkili sorunla
karşı karşıya kalan hastaların ve ailelerinin yaşam kalitesini, erken teşhis ve kusursuz
değerlendirme yoluyla acı çekmenin önlenmesi ve hafifletilmesi yoluyla iyileştiren bir
yaklaşım” olarak tanımlamaktadır (2).
Palyatif bakımın temel hedefleri, hastaların ağrı başta olmak üzere semptomlarının
giderilmesi, yeterli beslenme desteği sağlanması, psikolojik ve manevi destek, hasta, hasta
yakını ve bakım verenin hastalıkta bakım konusunda eğitimi, hastanın fonksiyonel durumunun
artırılması, disiplinler arası bir ekiple bakım hizmetin sunulmasıdır. Bakım sürecinde
temel hedef, bakım alanın ve bakım yapanın yaşam kalitelerinin artırılmasıdır (3).
Palyatif bakımda hastaların beslenme yönetimi bakımın zorunlu bir bölümü olarak
kabul edilmektedir. Geleneksel olarak, beslenme ile ilgili palyatif bakım sağlayanlardan
elde edilen bilgiler, tedavi veya temel bakım olarak yiyecek ve sıvı dengesi üzerine yoğunlaşmaktadır.
Bununla birlikte, beslenme tüm palyatif bakım sürecini kapsamakta ve
yaşam kalitesinin yanı sıra beslenme durumunu da iyileştirmeye yönelik planlamaları
içermektedir (4)
Medical Nutrition Treatment in Acute and Chronic Renal Failure
Böbrekler tüm vücut homeostazında önemli bir rol oynayan organdır. Böbrekler ekstraselüler ortamı, özellikle hücre dışısu ve elektrolitleri düzenler. Böbrek yetmezliği, böbrek işlevlerinin ve glomerül filtrasyon hızının (GFH) azaldığı, birikenüremik toksinlerin tüm sistemi etkilediği klinik durum olarak tanımlanmaktadır. Kronik Böbrek Hastalığı (KBH) dünyadave Türkiye’de yaygın ve önemli bir halk sağlığı sorunudur. Erken saptandığında sıklıkla önlenebilir veya ilerlemesigeciktirilebilir olmasına karşılık, farkındalığı ve erken tanısı düşüktür. Böbrek yetmezliğinin akut veya kronik olmasınabağlı olarak uygulanan tıbbi beslenme tedavisi hastaların yaşam kalitesini arttırırken, hastalığa bağlı komplikasyonlarıngörülme sıklığını, mortalite ve morbidite oranlarının da düşmesini sağlamaktadır. Bu makalede akut böbrek hasarı vekronik böbrek yetmezliği hastalarında tıbbi beslenme tedavisinin güncel klavuzlar ışığında tartışılmıştır.Kidneys are the organs that play an important role in whole body homeostasis. Kidney regulate the extracellular environment, espesially water and electrolytes. Kidney function deficiency is defined as the clinical situation in which kidney functions and glomerular filitration rate decreases, and accumulation of uremic toxins effecting the whole system. Chronic kidney disease is common both in Turkey and worldwide and it is an important public health problem. Although it is preventable or its spreading speed can be reduced when diagnosed in early stage, the chance of early diagnosis and awareness are low. The medical nutritional treatments depending on whether the kidney function deficiency is chronic or acute increases the life quality of the patients, and at the same time it decreases the frequency of complications related to the disease, mortality and morbidty rates. This article discusses the medical nutrition therapy in patients with acute renal injury and chronic renal failure based on current guidelines
Kronik ve Zor Yaralarda Beslenme
Kronik yaralar ağrı, hareketsizlik, yara kokusu
ve akıntı gibi hastalığa bağlı semptomlar yaratan ve sağlık sistemi ile bireylerin sosyal yaşamı
için önemli sorunlar ortaya çıkaran bir durumdur. Özellikle kronik yaraların prevalansı yaşla
birlikte artmaktadır (1). Amerika Birleşik Devletleri’nde senelik yaklaşık 3-6 milyon bireyin,
iyileşmeyen yaralardan etkilendiği bildirilmiştir