Başkent University

Baskent University
Not a member yet
    2142 research outputs found

    Erken dönem uyumsuz şema alanları ve aleksitimi ilişkisinde prefrontal işlevlerin, empatinin ve duygu düzenleme güçlüğünün aracı rolü

    No full text
    Bu araştırmanın amacı, aleksitimi düzeyleri farklılaşan kişilerin erken dönem uyumsuz şema alanları, prefrontal işlevler, empati ve duygu düzenleme güçlüğü bağlamında farklılaşıp farklılaşmadığının araştırılmasıdır. Ayrıca, araştırma kapsamında erken dönem uyumsuz şema alanları ve aleksitimi ilişkisinde prefrontal işlevlerin, empatinin ve duygu düzenleme güçlüğünün aracı rolü incelenmiştir. Araştırmanın ilk aşamasında katılımcıların aleksitimi düzeyleri belirlenmiş, düşük aleksitimi grubu ve yüksek aleksitimi grubu olarak iki grup oluşturulmuştur. Oluşturulan bu iki grup erken dönem uyumsuz şema alanları, prefrontal işlevler, empati ve duygu düzenleme güçlüğü açısından karşılaştırılmıştır. Araştırmanın ikinci aşamasında ise erken dönem uyumsuz şemalar ve aleksitimi ilişkisinde prefrontal işlevlerin, empatinin ve duygu düzenleme güçlüğünün aracı rolü incelenmiştir. Araştırma sonuçların göre, ilk olarak, aleksitimi düzeyi yüksek grup aleksitimi düzeyi düşük grup ile karşılaştırıldığında aleksitimi düzey yüksek olan grubun erken dönem uyumsuz şema alanları ve duygu düzenleme güçlüğü bakımından aleksitimi düzeyi düşük olan gruba kıyasla daha yüksek puana sahip olduğu, prefrontal işlevler ve empati düzeyleri bakımından ise daha düşük puana sahip olduğu görülmüştür. İkinci olarak, erken dönem uyumsuz şema alanları ve aleksitimi ilişkisinde prefrontal işlevlerin, empatinin ve duygu düzenleme güçlüğünün aracı rolü incelenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, zedelenmiş özerklik - öteki yönelimlilik ve ayrılma - reddedilme şema alanları ile aleksitimi ilişkisinde prefrontal işlevlerin ve duygu düzenleme güçlüğünün aracı rolünün (mediator) olduğu ancak empatinin aracı rolü (mediator) olmadığı bulgusuna ulaşılmıştır. Ayrıca, zedelenmiş sınırlar - abartılı standartlar ve aleksitimi düzeyi ilişkisinde ise sadece duygu düzenleme güçlüğünün aracı rolü (mediator) olduğu görülmüştür. Araştırmadan elde edilen bulgular ve araştırmanın katkıları alanyazındaki araştırmalar göz önünde bulundurularak tartışılmıştır. The purpose of research is to investigate whether people who have different levels of alexithymia are different in terms of their early maladaptive schema domains, prefrontal functions, empathy and emotion regulation difficulty levels or not. Moreover, research investigated prefrontal functions, empathy and emotion regulation difficulty as a mediator of the relationship between alexithymia and early maladaptive schema domains. In the first step, alexithymia levels of the participants was determined and two groups were created as low alexithymia level and high alexithymia level. These two groups were compared in terms of their early maladaptive schema domains, prefrontal functions, empathy and emotion regulation difficulty. In the second step, prefrontal functions, empathy and emotion regulation difficulty used as a mediator of the relationship between alexithymia and early maladaptive schema domains. According to results of the research, the high alexithymia group has higher scores in early maladaptive schema domains and emotion regulation difficulty and lower scores in prefrontal functions and empathy when compared with low alexithymia group. The mediator role of the prefrontal functions, empathy and emotion regulation difficulty in relationship between early maladaptive schemas and alexithymia was investigated. Mediator roles for prefrontal functions and emotion regulation difficulties exist for relationship between impaired autonomy-other directedness schema domain and alexithymia but empathy is not a mediator for relationship between early maladaptive schema domains and alexithymia. Moreover, mediator role for emotion regulation difficulties exists for relationship between impaired limits-exaggerated standards schema domain and alexithymia but empathy and prefrontal functions are not a mediators for relationship between early maladaptive schema domains and alexithymia. Furthermore, mediator roles for prefrontal functions and emotion regulation difficulties exist for relationship between disconnection-rejection schema domain and alexithymia but empathy is not a mediator for relationship between early maladaptive schema domains and alexithymia. The results of the research is discussed with the consideration of the current literature

    Marshall yardımlarının türk köylüsüne etkilerinin seçili edebi eserlere yansıması

    No full text
    Amerika Birleşik Devletleri tarafından Türkiye‟ye 1948 – 1951 yılları arasında, Marshall Yardımları/Planı olarak bilinen çeşitli yardımlar yapılmıştır. Bu çalışmada, yapılan yardımlar neticesinde Türk Köylüsünün sosyal, iktisadi ve kültürel açıdan geçirdiği değişiklikler, seçili üç edebi metin üzerinden incelenerek tespit edilmeye çalışılmıştır. Yapılan literatür taramaları sonucunda, içeriklerinin Marshall Yardımlarının Türk Köylüsü üzerindeki etkilerini en belirgin şekilde işlediği düşünülen yazınlar tercih edilmiştir. Aynı zamanda, üç eserin farklı edebi türde seçilmesi ile de, edebiyatın farklı yazınsal çeşitlerinde sosyolojiyi görmek ve yine sosyolojinin, edebiyatın birden çok alanına nasıl etki ettiğini anlamak hedeflenmiştir. Çalışmada metin incelemesi yöntemi kullanılmış olup, her bir edebi eser kendi türü içerisinde ve yazarının hayatı göz önüne alınarak değerlendirilmiş, her bir eserin yansıması detaylı bir şekilde incelenmiştir. Yazın gerçekliği ile sosyolojik olay ve olguların bağı, çalışma boyunca göz önünde tutularak ilerlenmiş ve Türk köylüsünün 1950 - 60‟lı yıllardaki izleri, edebiyat bağlamından gözlenmeye çalışılmıştır. Sonuçta anlaşılan ise Marshall Yardımlarının edebi metinlerde, köylüye dönük yansımalarının kültürel ve ekonomik açıdan olumsuz etkilerinin daha fazla olduğu şeklindedir There were many aids provided by the United States to Turkey between the years 1948 and 1951, which are famously known as the Marshall Aids/Plan. In this study, the social, economic and cultural changes that Turkish Peasants underwent as a result of these aids are tried to be analyzed and evaluated by reviewing three selected literary genres. As a result of the literature research, literary works that are most relevant in terms of treating the effects of the Marshall Aids on Turkish Peasant within their content were chosen. Also, it was aimed to analyze the way sociology is embedded within the literature and understand how sociology affects different genres of literature by choosing three distinct literary genres. The method used in this study is text reviewing. Every literary work in this study is evaluated within its genre while taking its‟ writer‟s life into consideration and the reflection of each work is thoroughly examined using literary dissection. The study is carried out by taking into account the relevance of the texts to the actual sociological events and phenomena throughout this paper and the imprint of the Turkish peasants between the years 1950 to 1960 in terms of literary context is tried to be observed. Ultimately, Marshall Aids‟ effects on the peasants are observed to be more negative than positive in terms of cultural and economic aspects

    Effects of Glycerol Test on Resonance Frequency in Patients with Meniere's Disease

    No full text
    Objective: To evaluate resonance frequency (RF) values via dehydration effects in the inner ear caused by the glycerol test, which is used as a diagnostic method for Meniere's disease (MD). Methods: Twenty adult patients with unilateral MD were included in the study. Before, and then at 1, 2, and 3 h after administration of glycerol (1 g/kg), pure-tone hearing levels (125-8,000 kHz) and multifrequency tympanometry tests were performed. As a control, the RF values of the ears of 25 healthy subjects (i.e., 50 ears) were compared to the affected and unaffected ears in the 20 MD patients. Results: There was a significant difference between the RF values of affected and healthy ears before glycerol administration (p = 0.047). The RF values before and after glycerol administration into affected ears were compared. The average RF values decreased significantly from 748.0 +/- 402.1 to 808.0 +/- 410.1 Hz at 1 h after glycerol intake, and this value increased during the subsequent hours. There were no statistically significant differences between the pure-tone levels before and 1 h after glycerol administration, but a significant decrease was observed at 3 h. Conclusion: We suggest that MD has different inner-ear dynamics and normal RF values when compared to healthy ears. Furthermore, decreased inner ear pressure causes reduction of the mass effect and a stiffening of the annular ligament. We conclude that pre- and post-RF tests should be added to the test battery for diagnosis of MD

    Vestibüler nörinit tanısı konulmasında video head impulse test (vHIT) ve vestibüler miyojenik uyarılmış potansiyeller (VEMP) testinin kalorik teste katkısının araştırılması

    No full text
    Amaç: Bu çalışmanın amacı vestibüler nörit tanısı kalorik test ile konulmuş ve kanal parezisi tespit edilmiş hastalarda vHIT ve cVEMP‟in kalorik testi ve birbirlerini tamamlayıcı bir test olduğunu göstermektir. Yöntem: Başkent Üniversitesi İstanbul Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi Hastanesi ve Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı‟na 2014-2018 yılları arasında baş dönmesi yakınması ile başvurmuş 518 hasta retrospektif olarak incelenmiş, arviş materyalleri taranmıştır. Tarama sonucuna göre klinik muayene ve odyovestibüler incelemeler sonucu vestibüler nörit tanısı almış ve vHIT, cVEMP ve kalorik testler uygulanan 32 hasta çalışmaya dahil edildi. Bulgular: Çalışma kapsamındaki 32 hastanın 18‟i kadın, 14‟ü erkeklerden oluşmaktadır. Ayrıca hasta grubunun yaş ortalaması 49.6 olarak hesaplanmıştır. Patolojik olmayan cVEMP olgularında vHIT patolojik yüzdesi 100 iken, patolojik olan cVEMP olgularında vHIT patolojik yüzdesinin 22.2 olduğu görülmüştür. cVEMP‟e göre vHIT patolojik yüzdesi bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır (p<0.001). Buna ek olarak patolojik olmayan cVEMP olgularında vHIT patolojik yüzdesinin, patolojik olan cVEMP olgularından daha yüksek olduğu saptanmıştır. Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar doğrultusunda kanal parezisi tespit edilmiş vestibüler nörit hastalarında vHIT ile cVEMP‟in birbirlerini ve kalorik testi tamamlayıcı testler olduğu görülmüştür. Ayrıca vHIT ve cVEMP‟in inferior vestibüler nörit tanısı konulmasında belirleyici testler olduğu ve ileride oluşabilecek periferik vestibüler bozuklukların öngörülebilmesi açısından tüm testlerin bir arada yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Objective: The purpose of this study is to show that vHIT is a complementary test to cVEMP in the diagnosis of vestibular neuritis. Methods: 518 patients who applied to Baskent University Istanbul Health Application and Research Center Hospital and Baskent University Ankara Hospital Otolaryngology Department between 2014-2018 with dizziness were examined retrospectively and archive materials were screened. Thirty-two patients who were diagnosed as vestibular neuritis and underwent vHIT, cVEMP and caloric tests as a result of clinical examination and audiovestibular examinations were included in the study. Results: Of the 32 patients included in the study, 18 were female and 14 were male. The mean age of the patient group was 49.6 years. The pathological percentage of vHIT in non-pathologic cVEMP cases was 100, whereas the pathological percentage of vHIT in pathological cVEMP cases was 22.2. According to cVEMP, there was a statistically significant difference in the pathological percentage of vHIT (p <0.001). In addition, the pathological percentage of vHIT in non-pathologic cVEMP cases was higher than the pathological cVEMP cases. Conclusion: Based on the findings of our study, vHIT was a complementary test to cVEMP in the diagnosis of vestibular neuritis. In this way, vHIT and cVEMP findings of patients with channel paresis have been obtained and we have been predicted about other peripheral vestibular diseases that may occur in the future

    Alienatıon from vs connection to the dasein: Existential angst of people with different worldviews

    No full text
    The purpose of the current study was to explore the relationship between Dasein, authenticity and death anxiety. Heidegger has defined Dasein, and implicated that there was a relationship between authenticity and Being-in-the-world. Those who were not connected to Being-in-the-world were indicated to be inauthentic against death anxiety. To test the existence of these connections, a Dasein Scale was developed in Study I. A question pool was developed by the researcher, and this pool was evaluated by 6 experts on psychology, and 6 laypersons to see whether the items were understandable, and whether they fit the dimension they were in. After this first evaluation of the questionnaire, the remaining items were used to collect data from a sample of 309 (220 females, 86 males). A principal component analysis was conducted on the data. As a result, a 5 component structure was obtained. These components were named Mitwelt, Extrovert Umwelt, Introvert Umwelt, Eigenwelt, and Überwelt. Internal consistency reliability and construct validity were assessed. Study II explored the relationship discussed above. In this study, participants’ Dasein was measured, then, they were either exposed to their own mortality, or they were assigned to the control condition. After the manipulation, participants completed the Authenticity Scale. Data was collected from 138 participants (69 participants in experiment, 69 participants in control groups). At first, a correlation analysis was conducted to see the relationships between Dasein subscales and authenticity subscales. Then, a regression analysis was conducted to see whether Dasein dimensions predicted authenticity. Eigenwelt and Überwelt subscales were found to be predicting authenticity, indicating that connection to Eigenwelt and Überwelt would lead to higher authenticity. A moderating effect of death anxiety on the relationship between Dasein and authenticity was not observed. All in all, the current study revealed a possible research area in psychological literature. In addition, the developed which was developed to study Being-in-the-word is the first measurement tool to assess Dasein. Mevcut araştırmanın amacı Dasein, otantiklik ve ölüm kaygısı arasındaki ilişkiyi incelemektir. Heidegger Dasein’ı tanımlamış ve otantiklik ile Dünyada-var-olma arasında bir ilişki olduğunu, Dünyada-var-olmaya bağlanmayan bireylerin ölüm kaygısı karşısıında otantikliklerini yitirdiklerini söylemiştir. Bu ilişkilerin varlığını sınamak için Çalışma I’de bir Dasein Ölçeği oluşturulmuştur. Araştırmacı tarafından oluşturulan soru havuzu, her bir sorunun bulundukları boyuta uygunluklarının ve anlaşılabilirliklerinin değerlendirilmesi için psikoloji alanında uzman 6 kişiye ve psikoloji alanında uzman olmayan 6 kişiye verilmiştir. Ölçeğin bu ilk değerlendirilmesinden sonra kalan maddeler ile 309 katılımcıdan very toplanılmıştır (220 kadın, 86 erkek). Veri üzerinde temel bileşenler analizi uygulanmıştır. Sonuç olarak 5 adet bileşen elde edilmiştir. Bu bileşenlere Mitwelt, Extrovert Umwelt, Introvert Umwelt, Eigenwelt ve Überwelt isimleri verilmiştir. Bileşenlerin iç geçerlikleri ve yapı geçerlikleri control edilmiştir. Çalışma II ise yukarıda bahsedilen ilişkiyi incelemiştir. Bunun için katılımcılar öncelikle Dasein Ölçeğini çözmüşler, ölüm manipülasyonuna ya da kontrol koşuluna maruz kalmışlar, ardından Otantiklik Ölçeğini çözmüşlerdir. Veri 69 kişi deney, 69 kişi konrol grubunda olmak üzere toplam 138 kişiden toplanmıştır. Dasein boyutları ve otantiklik boyutları arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarabilmek için korelasyon analizi uygulanmıştır. Ardından hangi Dasein boyutlarının otantikliği yordadığını bulabilmek için regresyon analizi yapılmıştır. Regresyon analizinin sonucunda Eigenwelt ve Überwelt boyutlarının otantikliği yordadığı, Eigenwelt ve Überwelt’e bağlanma arttıkça otantikliğin de arttığı bulunmuştur. Dasein ve otantiklik arasındaki ilişkide ölüm kaygısının düzenleyici etkisine rastlanılmamıştır. Sonuç olarak mevcut araştırma, psikoloji literatüründe olası bir araştırma alanının kapısını açmıştır. Bunun yanında mevcut araştırma kapsamında Dünyada-var-olmanın çalışılması için geliştirilen ölçek, Dasein’ın ampirik olarak ölçen ilk ölçüm aracı özelliğini taşımaktadır

    Sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde Türkiye'de çevre politkaları

    No full text
    İnsan nüfusunun hızla arttığı, doğal kaynakların ekonomik faaliyetler kapsamında geri dönüşümsüz tüketildiği dünya sisteminde ekosistemin korunması amacıyla çevre politikaları geliştirilmiştir. Ekonomi ve çevre arasında dengeli bir ilişki kurulmasını öneren, ekolojik sınırların sınanması ile ortaya çıkan sürdürülebilir kalkınma hedefleri küresel ölçekte geliştirilmiştir. Çalışmada, sürdürülebilir kalkınma çerçevesinde Türkiye’de uygulanan çevre politikaları incelenmiştir. Yenilenebilir enerji kullanımı, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin önlenmesi ve biyolojik çeşitliliğinin korunması için Türkiye’de uygulanan politikaların etkileri incelenmiştir. Çevre sorunlarının çözümüne yönelik politikaların sürdürülebilir kalkınma kavramı ile uyumlu ve tutarlı olup olmadığı araştırılmıştır. Environmental policies have been developed in order to protect the ecosystem in the world system where the human population has increased rapidly and natural resources have been consumed within economic activities irreversibly. Sustainable development goals that have emerged through the testing of ecological boundaries, which suggest a balanced relationship between the economy and the environment, have been developed on a global scale. This study was examined the environmental policies in Turkey within the sustainable development framework. This thesis examined the effects of Turkey's policies that implemented for prevention of global warming and climate change, protection of biological diversity and renewable energy usage. It was analyzed whether the policies for the solution of environmental policies adaptable and consistent with the concept of sustainable development

    Müzikal tiyatrolarda esnek ve değişeblir sahne tasarımı

    No full text
    Çağımızın getirdiği teknoloji ve hız kavramları, tasarımın her alanında etkisini gösterip sahne uygulamalarına da yansıyarak, zaman içerisinde birçok aşamadan geçmiş ve son yıllardaki konumuna ulaşmıştır. Çalışma kapsamında sahne tasarımı yaklaşımı; birçok alt dala hizmet verdiği için bu çalışma; müzikal özelinde sınırlandırılmıştır. Sahne ve sahne tasarımı kavramları hakkında, okumalar yapılarak elde edilen veriler doğrultusunda, müzikal sahne tasarımları analiz edilip; esnek ve değişebilir tasarım anlayışı üzerinden bir değerlendirme yapılmıştır. Esnek ve değişebilir tasarım ilkeleri kapsamında bu güne kadar ortaya çıkan söylemler göz önünde bulundurularak, genel hatlarıyla yaklaşımlar açıklanmıştır. Dünyaca ünlü, yıllardır gösterimde olan mega müzikaller üzerinde çalışma yürütülerek, sahne tasarımları özelinde analiz edilmiş, esneklik bileşenlerine göre değerlendirme yapılmıştır. Değerlendirme; esnek tasarım anlayışının kriterlerlerine dair bir matris üzerinden ilerletilmiştir. Bu sayede karşılaştırmalı ortak bir dil üzerinden okumaların yapılması amaçlanmıştır. Geçmişten bu güne süre gelen sahne tasarımları mega müzikal ölçeğinde, esnek ve değişebilir tasarım anlayışıyla ilişkilendirilip, temel tasarım yaklaşımları ortaya konmuştur. The concepts of technology and dynamism evolved through our age have shown their influence in every field of design, as well as reflected the stage applications, and have passed through many stages and reached its position in recent years. As the concept of stage design has various sub-themes, this study focuses solely on the review of musicals. The aim of this thesis is to analyze musical stage designs by using the data gained with an in-depth literature review on stage and its design by elaborating the understanding of flexible design. Within the scope of flexible and variable design principles, it was aimed to define the concepts in general terms by taking into consideration the discourses that have arisen so far. The mega-musicals, which have been on display for years and known world-wide, were studied, analyzed and evaluated based on the flexibility components of the stage designs. A matrix about the criteria of flexible design understanding was used during the analysis. Through using the matrix, it was aimed to make comparison and classification with a common language. Stage designs, which have been sustained for years, have been associated and analyzed together, with a flexible and variable design approach on a mega musical scale

    Böbrek nakli olan hastalarda BK virüs ve insan lökosit antijenleri (HLA) arasındaki ilişkinin araştırılması

    No full text
    Son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) olan hastalarda tercih edilen tedavi yöntemi böbrek naklidir. Altıncı kromozomun kısa kolu üzerinde bulunan insan lökosit antijeninin (Human Leukocyte Antigen: HLA) temel görevi antijeni T lenfositlerine sunmak ve spesifik immün cevabı başlatmaktır. HLA moleküllerinin doku ve organ nakillerindeki öneminin yanı sıra otoimmün, viral, alerjik ve nörolojik kökenli hastalıklarla da ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır. Böbrek naklinde immün sisteminin ana hedefi, verici hücrelerinin yüzeyinde yer alan HLA molekülleridir. Ayrıca HLA’nın viral enfeksiyonlara karşı bağışıklık cevabının oluşmasında rol oynadığı bilinmektedir. BK virüs (BKV) enfeksiyonu böbrek nakli sonrası önemli problemlerden birisidir. Nakil sonrası verilen immünsüpresif tedaviler BKV gibi fırsatçı enfeksiyonlara neden olmaktadır. Çalımanın amacı böbrek nakli olan hastalarda HLA ile BKV arasında ilişki olup olmadığının araştırılmasıdır. Çalışma retrospektif olarak planlamış olup, çalışma grubundaki hastalara nakil öncesinde HLA A, B, DR doku tipleme testi çalışılmıştır. Hastalara ait EDTA’lı tam kan örneklerinden DNA izolasyonu yapıldı. Moleküler olarak PCR temelli olan SSO (Sequence Specific Oligonucleotides) ve / veya SSP (Sequence Specific Priming) yöntemi ile doku tipleme testleri çalışılmıştır. Nakil sonrasında ise hastalara BKV testi çalışıldı. Hastalara ait idrar ve / veya plazma örneklerinden DNA izolasyonu yapıldı. İzole edilen örneklerden Real-time PCR yöntemiyle kantitatif olarak BKV testi çalışılmıştır. Sonuçlar SPSS programı ile istatistiksel olarak analiz edildi. Yapılan analizlere göre HLA B*13 allelinin BKV'ye karşı koruyucu faktör, HLA DRB1*03 allelinin ise BKV'ye karşı risk faktörü olabileceği belirlendi. Analiz edilen diğer HLA alleleri ile BKV arasında ise anlamlı bir ilişki belirlenemedi. Sınıf I HLA moleküllerinin sitotoksik T hücre yardımı ile virüslere karşı etkili olduğu bilinmektedir. Bizim çalışmamızda HLA sınıf I molekülleri içerisinde yer alan HLA B*13 allelinin BKV'ye karşı koruyucu faktör olarak belirlenmesi bunu desteklemektedir. HLA sınıf II ise immün sistemin sitokin salgılayarak yardımcı olan CD4+ T hücreleri ile ilişkilidir ve hem immün sistemi uyaran hem de baskılayabilen bir rol oynar. Bizim çalışmamızda HLA DRB1*03 allelinin ise BKV’ye karşı risk faktörü olabileceği belirlendi. Bu allelin immün sistemi baskılayacı sitokin salgılayan bir sitokin salınımıyla ilişkili olduğu düşünülebilir. The best treatment modality in patients with end-stage renal disease (ESRD) is renal transplantation. The main function of the human leukocyte antigen, located on the short arm of the sixth chromosome, is to present antigens to T lymphocytes and initiate the specific immune response. In addition to the importance of human leukocyte antigen (HLA) molecules in tissue and organ transplants, autoimmune, viral, allergic and neurological diseases have been found to be related. The main target of the recipient immune system in renal transplantation is the HLA molecules on the surface of donor cells. It is also known that HLA plays a role in the development of an immune response to viral infections. BK virus (BKV) infection is one of the major problems after kidney transplantation. Immunosuppressive therapies after transplantation cause opportunistic infections such as BKV. The aim of the study was to investigate whether there is a relationship between HLA and BKV in patients with renal transplantation. The study was planned retrospectively and HLA A, B, and DR tissue typing were studied before transplantation in the study group. DNA was isolated from whole blood samples of EDTA patients. Tissue typing tests were performed by Sequence-Specific Oligonucleotides (SSO) and / or Sequence-Specific Priming (SSP) method based on PCR. After transplantation, patients were tested for BKV. DNA was isolated from urine and / or plasma samples of patients. Isolated samples were quantitatively evulated for BKV by the Real-time PCR method. Results were analyzed statistically with SPSS program. According to the analysis, it was determined that HLA B*13 allele was protective against BKV and HLA DRB1*03 allele could be risk factor against BKV. No significant relationship was found between the other HLA alleles analyzed and BKV. HLA class I molecules are known to be effective against viruses with the help of cytotoxic T cells. In our study, HLA B*13 alleles within the HLA class I molecules were identified as protective factors against BKV. HLA class II is associated with CD4+ T cells that help secrete the cytokines of the immune system and plays a role in stimulating and suppressing the immune system. Here, we demonstrated that HLA DRB1*03 allele could be a risk factor against BKV. This allele may be considered to be associated with a cytokine-secreting cytokine secretion of the immune system

    Tramplen ve kule atlayıcılarının kulak fonksiyonlarının değerlendirilmesi

    No full text
    Amaç: Tramplen ve kule atlayıcılarının kulak fonksiyonları değerlendirmeye alarak orta kulak fonksiyonlarının, orta kulak rezonans frekansını ve vestibüler uyarılmış miyojenik potansiyel (VEMP) testi ile denge fonksiyonlarının değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, tramplen ve kule atlama sporu yapan 07-15 yaş aralığındaki34 çocuktan (17 kız, 17 erkek) oluĢan sporcu grubu ile bu sporla ilgisi olmayan yaş ve cinsiyet eşleştirmeli 34 çocuktan oluşan kontrol grubundan oluşmaktadır. Katılımcıların ailelerinden onay formu alınmış ve katılımcılara uygulanan testler ile ilgili bilgi verilmiştir. Atlayıcıların odyometrik değerlendirmelerinde 1000 Hz, 2000 Hz, 3000Hz, 4000Hz, 6000Hz, 8000Hz frekanslarındaki saf ses hava yolu işitme eşikleri, 1000Hz, 2000Hz, 4000Hz saf ses kemik yolu işitme eşikleri, timpanogram değerleri, multifrekans timpanometride rezonans frekans değerleri ile refleks eşikleri değerlendirilmiştir. Ayrıca hastalarda denge testi olarak VEMP testi uygulanmış olup cVEMP ve oVEMP amplitüd değerleri de kaydedilmiştir. Bulgular: Çalışmada elde edilen bulguların ortalama değerlerine göre kadın atlayıcılarda cVEMP amplitüdün sol eşiği istatistik olarak düşük çıkmış (p=0.031); oVEMP amplitüd sol değerleri tüm sporcularda istatistik olarak anlamlı fark bulunmuş, yüksek çıkmıştır (p=0.011). Gruplar arasında RF ortalama ve ortanca değerleri açısından karşılaştırıldıktan sonra anlamlı fark bulunmamıştır. Tramplen ve kule atlayıcıların denge testlerinde sporcularda ve erkek grubunda OVEMP sol amplitüdü daha yüksek; kadın atlayıcılarda cVEMP amplitüdün sol düşük değer bulunmuştur. Timpanogram testinde; TTP değeri sağda sporcularda istatistik olarak düşük çıkmıştır. İşitme, östaki tüpü fonksiyonları, denge fonksiyonlarının sonuçlarına göre işitme kaybı sonuçları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Sonuç: Bu çalışma ile tramplen ve kule atlayıcılarında ani basınç değişikliği, kontrol grubuna göre orta kulak fonksiyonlarında ve işitme düzeyleri açısından istatistiksel olarak bir fark yaratmamaktadır. Ancak tramplen ve kule atlayıcılarında cVEMP ve oVEMP amplitüd değerlerinde istatistik olarak anlamlı fark bulunmuştur. Bu sporla ilgilenen ve bu spora başlayacak çocuklarda atlama programına başlamadan önce denge ve postür eğitimi ve gerekirse simülasyon çalışmalarının yapılması uygun olacaktır. Objective: To evaluate the ear functions of spring board and platform divers by taking into consideration the middle ear functions, middle ear rezonance frequency and vestibular evoked myogenic potential (VEMP) test and balance functions. Material and methods: This study consists of 34 athletes (17 girls, 17 boys) from 07-15 age group who does spring board and platform diving sports, and 34 children with age and gender matching who were not related to this sport. The parents of the participants received the approval form and the participants were informed about the tests applied. In the audiometric evaluations of the divers, pure sound hearing thresholds at frequencies 1000 Hz, 2000 Hz, 300Hz, 4000 Hz, 6000 Hz, 8000 Hz, 1000Hz, 2000Hz, 4000hz, pure sound bone path hearing thresholds, timpanograms values, Rezonance frequency values in multifrequency timpanometry and reflex thresholds were evaluated. In addition, VEMP test was applied and cVEMP and oVEMP amplitud values of patients were recorded. Results: In this study, the left threshold of cVEMP amplitudes in female divers was statistically low (P=0.031), and oVEMP amplitude left values were statistically significant in all athletes (P=0.011). There was no significant difference between the groups in terms of mean and median Rezonance frequency values. In balance tests of spring board and platform divers, the left low value of cVEMP amplitude was lower for female divers while oVEMP left amplitude value was higher for men divers. In the tympanogram test; TTP value was lower in athletes on the right ear. There was no statistically significant correlation between hearing loss and the results of the function of the eustachian tube functions and the results of the balance functions. Conclusion: In this study, sudden pressure changes for spring board and platform divers does not make a statistically significant difference between the middle ear functions and the hearing levels according to the control group. However, there was a statistically significant difference in cVEMP and oVEMP amplitude values for spring board and platform divers. For kids that are interested in this sport and going to start a diving training program should get an education first then if necessary, should do some simulation studies

    Bireylerin yatırım kararlarını etkileyen faktörleri: Banka hisse senetleri fiyat değişimi üzerine bir çalışma

    No full text
    Tasarruf sahibi bireylerin, fon fazlalarını farklı amaçlar doğrultusunda, farklı yöntemler ile yatırım araçlarına yönelttikleri bilinmektedir. Tasarruf sahiplerinin yatırım kararlarını etkileyen birçok farklı faktör bulunmaktadır. Bununla beraber, finans dünyası bireylerin yatırım kararlarının nelerden etkilendiğini pek çok teori ile açıklamaya çalışmıştır. Geleneksel finans teorileri genel olarak yatırımcıların, yatırımın riski ile beklenen faydası arasındaki ilişki sonucuna göre rasyonel bir şekilde hareket ettiklerini, davranışsal finans teorileri ise yatırımcıların rasyonel bir şekilde hareket etmeyerek psikolojik ve sosyolojik faktörlerden etkilendiğini varsaymaktadır. Bu çalışmada yatırımcıların hisse senedi yatırım aracına yatırım yapmak istemeleri halinde, firmaların yıl sonu finansal tablo açıklamaları sonucunda bu hisse senetlerinden normal olmayan getiri elde edip edemeyecekleri incelenmiştir. Veri seti olarak Borsa İstanbul’da işlem gören 13 banka ve BIST 100 endeksi fiyat verileri kullanılmıştır. Bankaların 2013-2018 yıllarına ait finansal tablo açıklamaları sonucunda olay günü (finansal tabloların açıklanma günleri) etrafındaki günler için kümülatif ortalama normal olmayan getirileri Olay Etüdü (Event Study) yöntemi ile hesaplanmıştır. Sonuç olarak yatırımcıların incelenen banka hisse senetlerinden 2013-2018 yılları için yapılan finansal tablo açıklamalarının yapıldığı gün (olay günü) etrafında normal olmayan getiriler elde edebileceği tespit edilmiştir. Account owners are known to direct their funds to investment tools via various methods aiming at various goals. There are many different factors affecting the investment decisions of account owners. Moreover, financial world has always tried to explain what affects the investment decisions of the account owners by using many theories. While general finance theories hypothesise that the investors act rationally according to the relation between the investment risk and its expected return, behavioral finance theories hypothesise that, without acting rationally, the investors are affected with the psychological and sociological factors. In this study, it is researched if the investors demanding to invest on stocks can hold abnormal returns from these investment tool according to the end of year financial statement disclosures of the firms. As data set 13 banks traded in Istanbul Stock Exchange (BIST) and BIST 100 index price data are used. Referring to the financial statement disclosures of the banks belonging to the years of 2013-2018, cumulative average abnormal returns for the days around the event day (the declaration day of the financial statement) are calculated by Event Study methodology. As a result, according to the analysed banking stocks of the investors declared for the years of 2013-2018, it is determined that the abnormal returns around the day on which financial statement disclosures are made (event day) can be obtained

    0

    full texts

    2,142

    metadata records
    Updated in last 30 days.
    Baskent University is based in Türkiye
    Access Repository Dashboard
    Do you manage Open Research Online? Become a CORE Member to access insider analytics, issue reports and manage access to outputs from your repository in the CORE Repository Dashboard! 👇