Sessizliğin Kaldırılması ve Konuşmanın Parçalara Ayrılması İşleminin Türkçe Otomatik Konuşma Tanıma Üzerindeki Etkisi

Otomatik Konuşma Tanıma sistemleri temel olarak akustik bilgiden faydalanılarak geliştirilmektedir. Akustik bilgiden fonem bilgisinin elde edilmesi için eşleştirilmiş konuşma ve metin verileri kullanılmaktadır. Bu veriler ile eğitilen akustik modeller gerçek hayattaki bütün akustik bilgiyi modelleyememektedir. Bu nedenle belirli ön işlemlerin yapılması ve otomatik konuşma tanıma sistemlerinin başarımını düşürecek akustik bilgilerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu çalışmada konuşma içerisinde geçen sessizliklerin kaldırılması için bir yöntem önerilmiştir. Önerilen yöntemin amacı sessizlik bilgisinin ortadan kaldırılması ve akustik bilgide uzun bağımlılıklar sağlayan konuşmaların parçalara ayrılmasıdır. Geliştirilen yöntemin sonunda elde edilen sessizlik içermeyen ve parçalara ayrılan konuşma bilgisi bir Türkçe Otomatik Konuşma Tanıma sistemine girdi olarak verilmiştir. Otomatik Konuşma Tanıma sisteminin çıkışında sisteme giriş olarak verilen konuşma parçalarına karşılık gelen metinler birleştirilerek sunulmuştur. Gerçekleştirilen deneylerde sessizliğin kaldırılması ve konuşmanın parçalara ayrılması işleminin Otomatik Konuşma Tanıma sistemlerinin başarımını artırdığı görülmüştür

Overview of Automatic Speech Recognition, Approaches and Challenges: Way the Future to Turkish Speech Recognition

Speech is a paramount means of communication among humans, which makes recognition of the speech by computers is a study area of significance. In this research area, many studies have been carried out based on different languages. Studies in the literature have played an important role in increasing the performance of speech recognition technologies. This study presents a literature review on speech recognition and then discusses the recorded signs of progress made in this area of research for different languages. The data sets used in speech recognition systems, feature extraction approaches, speech recognition methods and performance evaluation criteria are examined and the focus is on the development of speech recognition and the difficulties in this field. Recent studies in the field of speech recognition have focused on developing more powerful methods against adverse conditions (environmental noise, speaker and language variability). Therefore, a general perspective on recent advances in speech recognition in unfavorable conditions is presented. In this way, an attempt has been made to help in selecting the methods that could be used to overcome the congestion and difficulties in speech recognition under adverse conditions. In addition, the well-known methods used in Turkish speech recognition were compared. Difficulty in the recognition of Turkish speech and appropriate methods to overcome these difficulties have been investigated in detail. Accordingly, a future route assessment of Turkish speech recognition has been put forward

Sessizliğin Kaldırılması ve Konuşmanın Parçalara Ayrılması İşleminin Türkçe Otomatik Konuşma Tanıma Üzerindeki Etkisi

Otomatik Konuşma Tanıma sistemleri temel olarak akustik bilgiden faydalanılarak geliştirilmektedir. Akustik bilgiden fonem bilgisinin elde edilmesi için eşleştirilmiş konuşma ve metin verileri kullanılmaktadır. Bu veriler ile eğitilen akustik modeller gerçek hayattaki bütün akustik bilgiyi modelleyememektedir. Bu nedenle belirli ön işlemlerin yapılması ve otomatik konuşma tanıma sistemlerinin başarımını düşürecek akustik bilgilerin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu çalışmada konuşma içerisinde geçen sessizliklerin kaldırılması için bir yöntem önerilmiştir. Önerilen yöntemin amacı sessizlik bilgisinin ortadan kaldırılması ve akustik bilgide uzun bağımlılıklar sağlayan konuşmaların parçalara ayrılmasıdır. Geliştirilen yöntemin sonunda elde edilen sessizlik içermeyen ve parçalara ayrılan konuşma bilgisi bir Türkçe Otomatik Konuşma Tanıma sistemine girdi olarak verilmiştir. Otomatik Konuşma Tanıma sisteminin çıkışında sisteme giriş olarak verilen konuşma parçalarına karşılık gelen metinler birleştirilerek sunulmuştur. Gerçekleştirilen deneylerde sessizliğin kaldırılması ve konuşmanın parçalara ayrılması işleminin Otomatik Konuşma Tanıma sistemlerinin başarımını artırdığı görülmüştür

Role of Uric Acid in Determining Cardiovascular Risk

Objective: In this retrospective study, serum uric acid levels of patients with diabetes, diabetes and chronic renal failure, and chronic renal failure without diabetes were compared respectively. It was investigated if uric acid can be used as a risk factor in diabetic and nondiabetic patients as an indicator of cardiovascular risk

Comparison of Coronary Artery Calcium Scores with Platelet Volume and Uric Acid Levels in Patients Who Underwent Coronary Artery Imaging with Computed Tomography

Objective: The aim of this study is to evaluate the association of coronary artery calcium score and the increased risk of coronary artery disease with mean platelet volume (MPV) and uric acid

Comparison of Coronary Artery Calcium Scores with Platelet Volume and Uric Acid Levels in Patients Who Underwent Coronary Artery Imaging with Computed Tomography

Objective: The aim of this study is to evaluate the association of coronary artery calcium score and the increased risk of coronary artery disease with mean platelet volume (MPV) and uric acid

Akut Koroner Sendromlu Hastalarda Serum Gama Glutamiltransferaz, Kalsiyum, Fosfor Değerlerinin Erken Mortalite ile İlişkisi

Amaç: GGT, LDL-kolesterolün oksidasyon basamaklarındaki rolünden dolayı proaterojenik bir moleküldür; ayrıca glutatyon metabolizması ile ilişkili olup oksidatif stres için bir biomarkır olarak düşünülebilir. Serum inorganik fosfor düzeyleri de kardiyovasküler olay ve mortalite için bağımsız bir risk faktörü olşarak kabul edilmektedir. Biz de çalışmamızda akut koroner sendromlu hastalarda erken mortalite ile serum GGT, Ca, P değerlerinin ilişkisini araştırdık. Yöntemler: Çalışmamıza akut koroner sendrom tanısıyla Koroner Yoğun Bakım Ünitesine yatırılan kadın, erkek toplam 200 hasta alındı. Hepatobiliyer sistemle ilgili, kronik metabolik kemik hastalığı, paratiroid ve ciddi sistemik hastalığı olmayan, GFR 'si >60 mL/dk olan olgular çalışmaya alındı. Hastaların biyokimyasal verileri ile taburcu olduktan sonraki bir aylık dönemdeki kardiyak kaynaklı mortalitelerinin ilişkisi değerlendirildi. Serum GGT düzeyinin normal referans aralığı erkekler için 12-64 U/L, kadınlarda ise 9-36 U/L, kalsiyum düzeylerinin normal aralığı 8,4-10,2 mg/dL idi ve inorganik fosfor için üst sınır <=4,5 mg/dL olarak belirlendi. Tanımlayıcı istatistiksel metotların yanı sıra student's t test, Mann Whitney u test ve ki-kare testi kullanıldı. Bulgular: Bir aylık sürecin sonunda mortalite izlenen hastalarda (n=23) serum GGT, fosfor ve CaxP değerlerini (32,96 U/L, 3,66 mg/dL, 35,93 mg2 / dL2 ) mortalite izlenmeyen hastalarla karşılaştırdığımızda (n=177; 24,16 U/L, 3,27 mg/dL, 31,57 mg2 /dL2 ; p<0,001, p<0,001, p<0,001, sırasıyla) anlamlı olarak daha yüksek bulduk. Sonuç: Referans aralığındaki serum GGT aktivitesinin, fosfor ve CaxP dü- zeylerinin geleneksel kardiyovasküler hastalık risk faktörlerinden (Diabetes mellitus, hipertansiyon, iskemik kalp hastalığı öyküsü gibi) bağımsız olarak, kısa dönemde de prognostik değer taşıdığını gösterdik. Çalışmamız yüksek riskli populasyonlarda, hastaların risk açısından sınıflandırılmasına yardımcı olmak, agresiv tedavi yaklaşımları geliştirerek gelecekteki istenmeyen kardiyak ölümleri önlemek amacıyla GGT ve fosfor düzeyleri için yeni referans değerleri belirlenmesi gerekliliğini desteklemektedir.Objective: Gamma-glutamyltransferase (GGT) may be considered as a biomarker of &quot;oxidative stress&quot; associated with glutathione metabolism and a possible &quot;proatherogenic&quot; marker because of its indirect relationship with the biochemical steps in the oxidation of low density lipoprotein cholesterol. Serum inorganic phosphorus (P) level is also suggested as an independent risk factor for cardiac events and mortality in the long term. We aimed to observe the relationship of serum GGT, calcium (Ca), and P levels with 1 months' mortality after myocardial infarction. Methods: Our retrospective study included 200 patients (124 men and 76 women) with acute coronary syndrome (ACS) who were admitted to our hospital. We excluded subjects with severe systemic illness, hepatobiliary disease, alcohol consumption, chronic metabolic bone disease, malignancy, parathyroid disease, and patients who had a glomerular filtration rate (GFR) <60 mL/min. Fasting blood samples were taken in the first 24 h of admission to the coronary care unit (CCU). Reference values for GGT (9-36 U/L, for women; 12-64 U/L, for men), Ca (8.4-10.2 mg/dL), and inorganic P (<=4.5 mg/dL) were used. When the serum albumin level was <4.0 g/dL, corrected Ca levels were calculated using the equation [corrected Ca=measured Ca+(0.8&times;(4-serum albumin)]. Statistical analysis was performed using SPSS for Windows 10.0. Descriptive statistical analysis, Student's t-test, Mann-Whitney U-test, and chi-square test were used. Results: At the end of 1 month, we found significantly higher levels of blood GGT, P, and Ca&times;P products in patients who did not survive (n=23; 32.9 U/L, 3.66 mg/dL, 35.93 mg2 /dL2 ) than in survivors (n=177; 24.16 U/L, 3.27 mg/dL, 31.57 mg2 /dL2 ; p<0.001, p<0.001, p<0.001, respectively). Conclusion: Serum GGT, P, and Ca&times;P levels, even in the reference intervals, had a prognostic value in the short-term mortality apart from traditional risk factors such as diabetes mellitus, hypertension, and ischemic heart disease. This study also suggests constituting new reference values for this high risk population in stratifying patient risk and in assessing the intensity of appropriate treatment, with hopes of preventing cardiac deaths

Acute renal failure after myeloablative allogeneic hematopoietic stem cell transplantation: incidence, risk factors, and relationship with the quantity of transplanted cells

Aim: Acute renal failure (ARF) after hematopoietic stem cell transplantation (HSCT) is a widespread complication leading to considerable morbidity and mortality. The present study aims to determine the incidence and risk factors of ARF and to investigate whether there exists a relationship between the renal injury indicators and quantity of the transplanted stem cells in a uniform patient population after allogeneic myeloablative HSCT. Methods: Patients undergoing myeloablative allogeneic HSCT from 2007 to 2008 were monitored prospectively in terms of their renal functions during the first 100 days after transplantation. ARF was defined as a twofold rise in serum creatinine concentration of baseline value or a >50% decrease in creatinine clearance and classified into three grades. Results: ARF occurred in 51.3% of patients over a period of 100 days after HSCT. ARF developed in 12 (60.0%) patients within the first 2 weeks, whereas in 8 (40.0%) of them ARF development was observed within 2-4 weeks. No correlation was found between ARF development and the quantity of the infused hematopoietic stem cells. Additionally, we were not able to identify a particular cause which was significantly associated with the occurrence of ARF after HSCT. Conclusion: A 51.3% incidence of ARF was found in patients after myeloablative allogeneic HSCT. ARF in HSCT patients could not be linked to a single cause. Rather a combination of multiple risk factors seems to be responsible for ARF development

Increased concentration of soluble CD40 ligand in preeclampsia

Preeclampsia has been associated with increased platelet activation detected before disease onset. Platelets are involved in hemostasis and also directly initiate an inflammatory response of the vessel wall. Inappropriate activation of platelets may be involved in pathogenesis in preeclampsia by promoting coagulation and thrombosis, and also as a mediator of inflammation. Platelets may release inflammatory mediators such as soluble CD40 ligand. The plasma level of soluble CD40 ligand was investigated during preeclamptic (n =20) and normal pregnancies (n = 20) to emphasize inflammatory response in preeclampsia. The mean soluble CD40 ligand levels were 1.08 +/- 0.43 ng/mL in patients with preeclampsia and 0.76 +/- 0.24 ng/mL in healthy pregnant women, which was statistically significant (P =. 01). To clarify whether inflammation may cause inappropriate endothelial cell activation or inappropriate endothelial cell activation may start this inflammatory response, future studies are needed in a larger study population