51 research outputs found
ELECTROCOAGULATION PROCESS for SHORT TREATMENT PERIOD of ARSENIC CONTAMINATED WATER
The effective arsenic removal rate was achieved by the electrocoagulation (EC) method. The aim of this paper is to study the arsenic removal by EC method applied for short period and to investigate the effects of current density, pH, salt addition, and conductivity on the removal rate and energy consumption. The EC experiments started in batch mode in 10 L plexiglass reactor with five aluminum electrodes. The electrocoagulation was started with the initial arsenic (As) concentration of 1.00 mg/L. Current intensity and voltage values ranged between 1-2 A and 2-15 V, respectively for the process time of 10 min. The highest As removal rate (99%) was found for 5 V and 1 A current application. 1.29 mA/cm2 current density provided the optimum energy consumption (0.60 Wh) for 99% As removal. Increased removal was noticed above pH 8. Current density, pH, and conductivity were found effective factors on the As removal. © 2021 Gheorghe Asachi Technical University of Iasi, Romania. All rights reserved
Urban Protests Against Neoliberal Urban Policies: The Case Of Istanbul
Tez (Yüksek Lisans) -- İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015Thesis (M.Sc.) -- İstanbul Technical University, Institute of Science and Technology, 2015Türkiye’de 1980’lerden itibaren benimsenen neoliberal politikalar kentlerin sermaye odaklı dönüşümünü de beraberinde getirmiştir. Tezin çalışma alanını oluşturan İstanbul ise bu süreçten en fazla etkilenen kent olarak öne çıkmaktadır. Gerek uluslararası gerekse de ulusal ve yerel politikalar bu süreçte kentsel dokuyu, kentin toplumsal ve politik yapısını ve kent mekânındaki sınıf ilişkilerini mekânın değişim değerini öne çıkararak dönüşmesinde önemli rol oynarken, bu durum, aynı zamanda yürütülen neoliberal kentsel politikalara karşı yerelde mücadele deneyimlerini de beraberinde getirmiştir. Çalışmanın temel amacı; kentsel hareketlerin tarihsel olarak toplumsal, ekonomik, politik süreçler ve benimsenen kentsel politikalar bağlamında nedensel ilişki kurularak değerlendirilmesidir. Bu amaç kapsamında çalışmanın temel sorusu kentsel mücadele deneyimlerinin farklı dönemlerdeki sosyo-ekonomik ve politik süreçler ve kentsel politikalar ile birlikte taleplerinin, örgütsel yapılarının ve repertuarlarının nasıl değiştiğini ortaya koymaktır. Türkiye’de neoliberal politikalar açısında önemli bir başlangıç niteliği taşıyan 1980 yılı, çalışmanın da önemli bir kırılma noktasını oluşturmaktadır. Kentsel politikaların ve kentsel mücadelelerin neoliberal dönem öncesi ve sonrası süreç içerisinde nasıl dönüştüğünü izleyebilmek amacıyla, çalışma 1950’lerden itibaren bir tarihsel dönemlemeyi izlemektedir. Toplumsal, ekonomik ve politik süreçleri, kent politikalarını, yasal araçları, politikacılar ve medya tarafından özellikle gecekondu alanları için geliştirilen söylemleri ve tüm bunların kent mekânı üzerindeki etkilerini, kentsel alanda ortaya çıkan muhalif hareketler ile birlikte değerlendirebilmek amacıyla, 1950-2010 yılları arasında yazılı basın, parti programları, seçim vaatleri vb. yararlanarak niteliksel bir analiz yürütülmüştür. Bu analiz ile neoliberal dönemde kentsel hareketlerin özellikle 1990’lardan itibaren artış gösterdiği görülmüştür. Bu nedenle çalışmanın son bölümünde 1990-2010 arası dönem için iki farklı günlük gazete veri analizi yöntemiyle sistematik olarak taranmış ve 21 yılı kapsayan bu süreç için ayrıca niceliksel bir analiz yürütülmüştür. Çalışmanın 1950-1980 yıllarını kapsayan ilk döneminde kentsel muhalefet deneyimlerinin kendi içerisinde de üç farklı şekilde ayrışma gösterdiği gözlemlenmiştir. Köyden kente göçün ilk yoğunlaştığı dönemi oluşturan 1950’lerde göç karşısında dönemin politikalarının yetersizliği, göç edenlerin kentlerde kendi imkanlarıyla yerleşmelerini de beraberinde getirmiş ve bu durum günümüze kadar hem yaşayanlar hem de kentler açısından süreklilik içermeyen politikalar, dışlayıcı söylem ve uygulamalarla birlikte, gecekondu yerleşimlerini gerek hükümetler gerekse de yerel yönetimler açısından dönemin koşullarına uygun olarak bazen oy bazen rant sağlama aracı haline getirmiştir. Yine bu dönemde kentin dönüşümü ise dönemin sosyo-ekonomik ve politik yapısına uygun olarak kendini en çok büyük bulvarların açılması ve otomobil temelli ulaşım stratejilerinin geliştirilmesi şeklinde göstermektedir. Bu dönemde gerek gecekondu yerleşimleri gerekse de tarihi dokuyu parçalayarak projelendirilen büyük bulvarlar birkaç gazete makalesi ve küçük ölçekli protestolar dışında kentsel muhalefet gündemi oluşturmamıştır. Planlı dönem olarak literatürde yer bulan 1960’lar ise gecekondu sakinlerinin kentte kalıcılıklarını sağladıkları ve buna bağlı olarak özellikle mahalle güzelleştirme dernekleri altında örgütlendikleri ve kentsel hizmetlere yönelik taleplerini dile getirmeye başladıkları ilk dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. 1970’lere gelindiğinde ise; artan işçi sınıfı hareketleri, işçi sınıfının konut alanı olan gecekondu alanlarında, çalışma açısından özel bir önemi olan, ilk politik kentsel hareketlerin doğmasına neden olmuştur. 1970’lerde işçi sınıfının mücadeleleri sonucu elde ettiği siyasal kazanımlar ile birlikte sosyalist solun bu dönemde gecekondu mahallelerinde örgütlü bir şekilde planlama ve konutların dağıtımındaki rolü ve yıkıcı devlet politikalarına karşı mücadeleleri bu mahalleleri konut hakkı mücadelelerinde önemli bir yere taşımaktadır. 1970’lerin siyasal kazanımları 1980 askeri darbesiyle birlikte çözülürken, darbenin ardında bıraktığı miras sadece toplumsal hareketleri baskılamak olmamış, aynı zamanda ekonomik yapıda neoliberal yapılanmayı 24 Ocak kararlarını hayata geçirerek getirmiştir. 1970’lerde gelişmiş kapitalist ülkelerde küresel kriz ortamında terk edilen ithal ikame modelin yerini alan neoliberal politikaların, Türkiye’de 1980’lerden itibaren hakim politika olarak ortaya çıktığı gözlenmektedir. Neoliberal politikalar aynı zamanda kent mekânının da büyük bir dönüşüm içerisine girmesini beraberinde getirmiştir. Bu yeni birikim modelinin, yapılı çevrenin dönüşümünü ve yeniden şekillenmesini getirdiği kadar, kentlerin toplumsal, siyasal yapısında ve sınıf ilişkilerinde de büyük değişimler getirdiği gözlenmektedir. 1980 darbesiyle birlikte gücünü kaybeden siyasal hareketlerin de zayıflığında bu dönemde neoliberal politikalar büyük bir direnişle karşılaşmadan hızlı bir şekilde yürütülebilmiştir. Neoliberal politikaların kent mekanında yapılanması özellikle yarışan kentler ve küresel kent kavramlarıyla şekillenmektedir. Sermayenin kent mekanında hegemonyası bu söylemlerle meşrulaştırılırken bu dönemde yatırımların ise sanayi yerine, ulaşım, altyapı gibi kentsel hizmetlere ve inşaat sektörüne kaydığı gözlemlenmektedir. Birçok kentte olduğu gibi İstanbul’da da bu politikalar sanayinin desantralizasyonu ve hizmet sektörünün payının kent içerisinde artmasıyla yer edinmiştir. Bu dönemin diğer bir öznelliğini ise birbiri ardına yasallaşan imar afları oluşturmaktadır. Gecekondu alanlarına yönelik bu politikalar, bu alanlar ile bir tür patronaj ilişkisi kurulmasına ve gecekonduların apartmanlaşmasına neden olmuştur. Aynı zamanda bunlara bağlı olarak imar aflarının bir diğer sonucu, ilk dönemlerde kullanım değeri ile öne çıkan gecekondunun anlamını değiştirerek yerini yaşayanları mülkiyet ilişkileri içerisine çeken değişim değerine bırakması olmuştur. Ancak, özellikle belirtmek gerekir ki, bu ilişkiler tüm gecekondu alanları için aynı şekilde geçerli olmamıştır. Kurulan bu patronaj ilişkileri gecekondu alanlarında kendi içerisinde de bir ayrışmayı meydana getirmiştir. Özellikle 1990’larda Doğu ve Güneydoğu’da yaşanan köy boşaltmalarıyla zorunlu göç içerisinde yer alan gruplar bu sürecin en dezavantajlı kesimini oluşturmuştur. 1980’lerin toplumsal ve siyasal atmosferi içerisinde kentsel muhalif hareketleri de oldukça sınırlı olarak ve genellikle profesyoneller, eğitimli küçük burjuva veya yeni yeni gündeme gelen STK’lar ile medya, basın açıklamaları, hukuki süreçler veya küçük çaplı protestolar ile ortaya çıkmıştır. 1970’lerden farklı olarak bu muhalefet deneyimlerinin politik bir söylemden özellikle kaçınmaları ise dönemin toplumsal ve siyasal yapısına uygun olarak şekillenmiştir. 1990’larda ise, özellikle vurgu yapılan söylemlerin ‘yönetişim’, ‘yerelleşme’, ‘globalleşme’ olarak karşımıza çıktığı görülmektedir. Yönetişim söylemlerine paralel olarak, özellikle 1996’da İstanbul’da gerçekleşen Habitat II Konferansı’ndan sonra STK’ların güç kazandığı gözlemlenmektedir. STK’ların politik alandan uzak yapısı bu dönemde birçok insanın kentsel konular ile ilgili bir araya gelmesinde özellikle önemli bir rol oynamıştır. Dönemin gazetelerinde konferansın önemi vurgulanırken konferans ardından oluşan derneklerin, inisiyatiflerin yine o dönemin kent üzerine yayın yapan dergilerinde oldukça yer bulduğu gözlenmiştir. Bu dönemdeki birçok derneğin ve inisiyatifin özellikle ‘mahallelik’, ‘İstanbulluluk’ bilinci üzerine vurgu yaptığı ve mahallelerini ve şehri korumayı amaçladıkları görülmektedir. Genellikle orta sınıflar tarafından oluşturulan bu dernekler ve inisiyatifler, 3. Köprü veya Gökkafes gibi kentin tamamını ilgilendiren konularda muhalif hareketleri organize etmeleriyle birlikte, kimi durumlarda ‘kendi’ mahallelerini koruma amaçlarının eşitlikçi ve ilerici sonuçlar doğurmadığı ve mahallenin soylulaşmasıyla sonuçlandığı görülmektedir. Gecekondu alanlarına yönelik özellikle orta sınıf ve profesyonellerin dışlayıcı ve elitist tutumları ise bu dönemde dikkat çekicidir. 1990’ların istikrarsız koalisyon ve azınlık hükümetleri, 2002’de AKP’nin yüksek bir oy oranı ile seçilmesiyle son bulmuştur. Hükümete geldiğinde 1998’de başlayan ikinci yapısal reformlar ve 2001 ekonomik krizi ardından imzalanan 18. stand-by anlaşması AKP’nin ‘güçlü hükümet’ vurgusu ile birlikte, 1990’lardaki ekonomik durgunluk ve istikrarsız politik yapı ile nispeten yavaşlayan neoliberal politikaları hızlı bir şekilde hayata geçirmiştir. AKP döneminde güçlenen neoliberal politikalar, özellikle kentsel alanda bugüne kadarki en büyük dönüşümü de beraberinde getirmiştir. Kentsel dönüşüm projeleri AKP döneminde neoliberal politikaların en önemli aracı haline gelirken işsizlik, uyuşturucu veya afet riski gibi tüm toplumsal, mekânsal ve ekonomik problemlerin çözümü olarak sunulmuştur. Projelerin ilk olarak hedeflediği alanların ise gecekondu alanları ve kent merkezindeki eski tarihsel alanlar gibi düşük gelirli grupların yaşadığı rantı yüksek olan bölgeler olduğu görülmektedir. Bu politikalara uygun olarak güçlendirilen yasal araçlar ile neredeyse tüm kentsel alanın dönüşüm alanı olarak ilan edilebilmesine olanak verilmesiyle birlikte, dönemin gecekondu temsilleri ise benimsenen politikalara uygun olarak daha dışlayıcı bir şekilde kurulmuştur. 2000’lerdeki neoliberal politikaların kentsel alana taarruzu aynı zamanda farklı toplumsal ve politik grupların kentsel muhalefette yer almalarına da neden olmuştur. Bu dönemde özellikle mahalle odaklı kentsel dönüşüm projelerine karşı mücadeleler kentsel muhalefette önemli bir yer edinirken, aynı zamanda kamusal/müşterek alanlar/binalar için, büyük ölçekli inşaat/ulaşım projelerine karşı veya doğal ve tarihsel alanları korumak için yapılan mücadelelerde de bu dönemde artış gözlemlenmiştir. Çalışma içerisinde gerek kentsel dönüşüm projelerinin yerel ve merkezi hükümet tarafından geliştirilen söylemleri, gerekse de bu projelere karşı geliştirilen mücadelelerin yapısı, talepleri ve aralarındaki çatışma veya müzakere dinamikleri incelenmiştir. Çalışmanın son bölümünde veri analizi yöntemiyle niceliksel olarak kentsel protestoların talepleri, repertuarları ve örgütsel yapıları 1990-2010 yılları arasında değerlendirilmiştir. 21 yıllık bir periyodu içeren bu dönem, ekonomik durgunluğun ve siyasi istikrarsızlığın yaşandığı 1990-2001 yılları ile güçlü tek parti ve artan neoliberal politikaların öne çıktığı 2002-2010 yılları şeklinde iki dönem kapsamında karşılaştırılarak incelenmiş ve tüm bulgular ilk bölümlerde ortaya konulan kentsel toplumsal hareketler literatürü ışığında değerlendirilmiştir. Elde edilen sonuçlar göstermektedir ki, kentsel protesto hareketleri ikinci dönemde önemli derecede artmıştır. Diğer bir bulgu ise, protestoların ya kentsel hizmetlere yönelik taleplerini dile getirmek için, ya da yerel veya merkezi otorite tarafından üretilen kent politikalarına karşı koymak için gerçekleştiği şeklindedir. İkinci dönem olarak çalışmada adlandırılan 2002-2010 döneminde, kentsel hizmet taleplerine yönelik protestolarda birinci döneme göre nispeten bir düşüş yaşandığı gözlenirken; üretilen kent politikalarına karşı gerçekleştirilen protestolar, güçlenen neoliberal politikalara ve kentsel mekana artan müdahalelere paralel olarak önemli derecede artış göstermiştir. Aynı zamanda, hareketlerin repertuarlarının ve örgütsel yapılarının hem farklı dönemlerin özelliklerine bağlı olarak hem de protestoların taleplerine göre değişiklik gösterdiği görülmüştür. Son olarak çalışmanın orta koyduğu bir diğer bulgu ise, ilk dönemde kent temelli protestolar daha fazla yerel yönetimi hedef alırken, ikinci dönemde merkezi otoritenin artan gücüne paralel olarak, kentsel protestoların daha fazla merkezi yönetime karşı gerçekleştiği şeklindedir.In Turkey, neoliberal policies that have been adopted since 1980 have largely transformed urban areas through market-oriented policies. Both local and national policies have played significant roles in changing urban patterns, social and political structures, and class relations in urban areas by highlighting the exchange value of space. These shifts have also led to the mobilisation of urban-based opposition to the enacted neoliberal urban policies. The main purpose of the study at hand is to analyse historically urban-based oppositional mobilisations within the context of both socio-economic-political processes and enacted urban policies in order to present a causal relationship between social-economic-political processes and urban movements in Istanbul. Within this purpose, the main question of the study explores how urban oppositional mobilisations vary in demand, motivation, organisational type, and repertoire within the context of socio-economic-political processes and enacted urban policies across different periods of time. Since 1980 is an important breakpoint for the study, for the purpose of presenting a comprehensive understanding of the urban policies and urban-based oppositional mobilisations before and after neoliberalism, this study also discusses the period before 1980, extending back to the 1950s. In order to evaluate the socio-economic characteristics, urban policies, legal tools, resulting discourses, and their effects on urban areas, together with urban oppositional mobilisations between 1950 and 2010, this study analyses and categorises trends observed in different historical periods. This analysis reveals that mobilisation efforts and resistance against enacted urban policies in the neoliberal period started to increase after the 1990s. Therefore, the study conducted a systematic search of daily newspapers for articles about urban-based protests between 1990 and 2010 in order to present a quantitative analysis of cycle, changing demands, repertoires and organisational status of the protests over a 21-year period. This quantitative research covers two periods: the first period (1990 - 2001) was marked by political instability and economic recession in Turkey, led by coalition and minority governments; and the second period (2002 - 2010) saw a powerful one-party government (JDP) that strengthened neoliberal urban policies and increased state intervention in urban space with rent-seeking projects. The study’s results indicate that the protests present two main characteristics by their goals: they either demand the provision or improvement of urban services or resist the changes imposed by local or central authorities. Contextualising the findings in two different periods, the dataset reveals that, the average number of overall protests increased in the second period; and while the number of protests which demand the provision of urban services relatively decreased in the second period, reactive protests which oppose to the imposed policies and implementations of the authorities significantly increased during the same time in accordance with the strengthened neoliberal policies. Furthermore, the study shows that; the repertoires, organisational types and targeted institutions of urban-based protests present differentiation both by socio-economic characteristics of the periods and claimed demands of the protests.Yüksek LisansM.Sc
Hemşire Öğrencilerin Osteoporoz Bilgi Düzeyi ve Koruyucu Davranışları
INTRODUCTIONOsteoporosis, a health problem that is on the rise, has received considerable attention among thehealth care community and the public. Numerous studies have examined knowledge as outcomerelated to the provision of osteoporosis related education, but have focused primarily on young andpostmenopausal women. However, a literature review did not reveal any studies that specificallyaddresed osteoporosis knowledge of nursing students. Therefore, it is imperative to examinewhether nurse students have appropriate osteoporosis-related knowledge necessary to provideosteoporosis prevention education for individuals throughout the life span.OBJECTIVEThis research was carried out with the aim of determining nursing students’ osteoporosisknowledge, their risk factors about the disease, and to what extent they practice preventivebehaviors, such as adequate calcium intake and physical activity.MATERIALS AND METHODSThe study was conducted as a descriptive cross-sectional research. Total 252 nursing studentsattending to their educations at the Atatürk University School of Nursing in academic year of 2002-2003 were included in the study. The data were collected by means of question from literate andThe Osteoporosis Knowledge Test. Data were anlyzed using descriptive statistics in the computermedium.FINDINGSMean age of the nursing students participating in the research was 20.55±1.69. The findingsindicated that thirth and fourth class students had significantly higher scores in the knowledge ofosteoporosis (p<0.001). The majority of nursing students had inadequate knowledge ofosteoporosis. Respondents (%63.1) believed that it was unlikely that osteoporosis would develop inthem. They also expressed that it is less serious than other common causes of morbidity andmortality in women, such as cancer and hearth disease The majority of nursing students (%75.4)are not consuming the recommmended daily amount of calcium and are lacking sufficientosteoprotective exercise for building healty bone (%51.2).CONCLUSIONThese findings indicate the need for further health education concerning the importance of dietarycalcium and exercise on osteoporosis prevention in nursing studentsG????R????????Artan bir sa????lık problemi olarak osteoporoz, sa????lık çalı????anları ve halk arasında önemli bir olgu olarak dikkatçekmektedir. Çe????itli çalı????malarda, osteoporoza yönelik e????itim programları hazırlamak amacıyla kadınlarınosteoporoz bilgisi incelenmi???? ancak ba????langıç olarak postmenopozal dönemdeki ve ya daha genç ya????lardakikadınların osteoporoz bilgisi de????erlendirilmi????tir. Bununla birlikte literatür gözden geçirildi????inde hem????irelikö????rencilerinin osteoporoz bilgi düzeyini inceleyen spesifik bir ara????tırmaya rastlanmamı????tır. Bu nedenle,bireylere ya????am boyu osteoporozdan koruyucu e????itim veren hem????ire ö????rencilerin osteoporoza ili????kin bilgidüzeylerinin uygun olup olmadı????ını incelemek öncelikli ve önemlidir.AMAÇBu çalı????ma hem????irelik ö????rencilerinin osteoporoz bilgi düzeyini, hastalıkla ili????kili kendi risk algılarını ve yeterlikalsiyum alınması ve egzersiz yapılması gibi koruyucu davranı????ları ne derece yaptıklarını belirlemek amacıylayapılmı????tır.GEREÇ VE YÖNTEMAra????tırma, tanımlayıcı, kesitsel olarak planlanmı???? ve yapılmı????tır. Ara????tırma kapsamına, Atatürk ÜniversitesiHem????irelik Yüksekokulunda 2002-2003 ö????retim yılında e????itimlerine devam eden 252 hem????irelik ö????rencisialınmı????tır. Veriler osteoporoz bilgi testi ve literatür do????rultusunda hazırlanan anket formu vasıtası iletoplanmı????tır. Veriler bilgisayar ortamında tanımlayıcı istatistik kullanılarak de????erlendirilmi????tir.BULGULARAra????tırmaya katılan hem????irelik ö????rencilerinin ortalama ya????ı 20.55±1.69 olarak bulunmu????tur. Bulgular, üçüncüve dördüncü sınıf ö????rencilerinin osteoporoz bilgi düzeyinin anlamlı olarak daha yüksek oldu????unugöstermektedir (p<0.001). Ö????rencilerin ço????unlu????unun osteoporoz bilgi düzeyi yeterli bulunmamı????tır.Çalı????maya katılan ö????renciler (%63.1) kendilerinde osteoporoz geli????meyece????ine inanmaktadırlar. Aynızamanda ö????renciler, kadınlarda morbidite ve mortalitesi en yaygın hastalıklar olarak kanser ve kalp hastalı????ınıgörmü???? ve osteoporozun bu hastalıklara göre daha az önem ta????ıdı????ını belirtmi????lerdir. Ö????rencilerinço????unlu????unun (%75.4) günlük tavsiye edilen kalsiyum miktarını almadıkları ve sa????lıklı kemikleri olu????turmakiçin osteoporozdan koruyucu egzersizleri yetersiz yaptıkları (%51.2) belirlenmi????tir.SONUÇBu bulgular, hem????irelik ö????rencilerinin osteoporozdan korunmada egzersiz yapılması ve kalsiyum alınmasınınönemine ili????kin daha ileri sa????lık e????itimine ihtiyacı oldu????unu göstermektedir
VENTİLATÖR İLİŞKİLİ PNÖMONİNİN ÖNLENMESİNDE YOĞUN BAKIM HEMŞİRELERİNE VERİLEN EĞİTİMİN ROLÜ
Amaç: Araştırma, ventilatör ilişkili pnömoninin (VİP) önlenmesinde yoğun bakım hemşirelerine verilen eğitimin rolünü değerlendirmek amacıyla yapıldı..
Yöntem: Araştırmada nicel araştırma yöntemi (tek grup, ön test son test deneysel desen) kullanıldı. Araştırma evrenini, Sakarya ilinde bir devlet hastanesine bağlı yoğun bakım ünitelerinde çalışan 58 hemşire oluşturdu. Çalışmada örneklem seçimine gidilmeyip evrenin tamamına ulaşıldı (n= 58).
Bulgular: Araştırmacı tarafından hemşirelere VİP eğitimi verilmeden önceki VİP bilgi puanı ile eğitim sonrası VİP bilgi puanı karşılaştırıldığında, hemşirelerin eğitim sonrası VİP bilgi puanlarının ortancasının, eğitim öncesi ortancasına göre istatistiksel olarak daha yüksek olduğu tespit edildi (Z=6.631;
History Of Research In Nursing
Hemşirelikte profesyonelleşmenin başta gelen koşulu kuşkusuz bilimi ve bilimsel yöntemi yeterince anlamak vemesleğe yansıtmaktır. Araştırma bilimsel gelişmenin en temel aracıdır. Bu derlemede hem dünya genelinde hemde Türkiye’de hemşirelikte araştırma kullanımının tarihsel süreçte hangi aşamalardan geçtiği ve hemşirelik adınayapılan gelişmelerin hemşirelikte araştırma kullanımını nasıl etkilediği tartışılmıştır.One of the primary elements of continued professionalism in nursing is undoubtedly the need to keep abreastof the science evolving and the scientific methods used to evaluate the progress. Research is one of the mostfundamental tools of scientific development.In this review, is examined how the use of research in continuing nursing professionalism, both in other nationsas well as in Turkey, has evolved historically and how developments in the science and pratice of nursing haveinfluenced the rise of and need for continual research in nursing
Disorder in KHCO3 as studied by EPR and DTA in Cu2+ doped and gamma-irradiated single crystals
Kalicinite (KHCO3) single crystals were investigated by the electron paramagnetric resonance (EPR) technique in their Cu2+ doped and gamma- irradiated states. It is observed that the behavior of the spectrum is the same at ambient and low temperatures down to 113 K in consistence with the monoclinic symmetry of the crystal. However, when the temperature is increased to 313 K, only one site signals were observed at all orientations of the magnetic field for the Cu2+ doped samples as the site splitted signals overlap at this temperature. Furthermore, for the gamma-irradiated crystals, two sites were observed for the induced H(C)over dot O-3 and (C)over dot O-2(-) radicals at ambient temperature for an arbitrary orientation of the magnetic field. However, when the temperature is increased to 348 K, the signals due to the H(C)over dot O-3 radical overlap indicating only one site, but the signals due to (C)over dot O-2(-) the radical do not and continue to indicate the presence of the two sites. Therefore, we conclude that this one site transition at 313 K is due to the disordering of the proton vacancies, as the charge compensation of Cu2+ is fulfilled by K+ and proton holes. This indicates that the proton vacancies come to disorder at 313 K and the protons get disordered at 348 K. The differential thermal analysis results show two small endothermic peaks for the Cu2+ doped and gamma-irradiated samples at 313 and 348 K that were attributed to the disorder of the proton vacancies and protons, in consistency with the EPR results
Patient satisfaction with their pain management and comfort level after open heart surgery
WOS: 000350724400002Objective The aim of this study is to determine patient satisfaction with pain management and comfort levels after undergoing open heart surgery. Design This descriptive study was performed between January 31 and April 29, 2011. Setting The study was conducted in the cardiovascular surgery clinic of Region Training-Research hospital in Erzurum, Turkey. Subjects Fifty two patients (32 males, 20 females; mean age 58.4 years; range 25 to 77 years) who had undergone open heart surgery were included in the study. Main outcome measure(s) The patient data was collected using Personal Information Form, Pain Satisfaction Surveys and General Comfort Scales at the time of discharge. The Pain Satisfaction Survey is a survey tool which was developed by the 'American Pain Society' in 1991. The General Comfort Scale was developed by Kolcaba in 1992 and its validity and reliability in a Turkish setting was tested by Kuguoglu and Karabacak in 2004. Results In this study, 61.5% of the patients underwent coronary artery bypass graft surgery, 30.7% aorta and/or mitral valve replacement and 7.7% aneurysm repair. The mean scores of pain intensity immediately after surgery, at first post-operative ambulation, at 24 hours before discharge and at discharge were 7.07+2.6, 6.71+2.7, 6.32+2.4 and 4.57+2.3, respectively. Most subjects (88.5%) reported a wait time of 15 min as the longest time they had to wait for pain medication and patient satisfaction with pain management was found to be high. The mean score of comfort level at discharge was 3.16+0.2 and there was no statistically significant difference between the comfort level and pain rating at discharge (r=-0.225, p>0.05). Conclusion It was found that pain intensity gradually decreased as patients neared hospital discharge and their overall satisfaction with the nurses' pain management was high
- …