169 research outputs found
Gaziantep Tarihi Kent Merkezindeki Hanlar Bölgesinin Sorunlarının ve İşlevsel İhtiyaçlarının Belirlenmesi
Gaziantep is a city with many civilizations and cultural architectural heritage from past to present. There are historical buildings and inns area along the axis, which is declared as a cultural route, starting from the vicinity of the castle in the city centre of Gaziantep. Historical inns, which were used for accommodation and trade in the past, have lost their function over time. These inns, which cannot be used in today's conditions, were left to disappear as idle areas as the city centre lost its charm. In this study, it is aimed to identify the problems experienced in the district of inns and determine their missing functions and needs. In addition, it is desired to emphasize that the user types who use the region differ in their interpretations of the region. In line with the identified problems, suggestions were made for the revitalization of the region and the refunctioning of the inns. In order to achieve these goals, questionnaires were created in line with the interviews with the temporary and stationary users in the region and the literature review. As the scope of the study, the inns area on the Gaziantep cultural road has been examined. The questionnaires were applied to the participants in this area, by face to face interview method and the answers of the participants were noted on site. The obtained data were statistically analyzed. As a result of the research, it was concluded that the historical value of the region should be understood by the users, and in this context, the inns and other historical structures in the region should be regularly repaired and the idle areas should be re-functioned. It is thought that the revitalization of historically important buildings and the region and their sustainability are possible by determining the existing problems.Gaziantep geçmişten günümüze birçok medeniyete ve kültürel mimari mirasa ev sahipliği yapmıştır. Kent merkezinde bulunan kalenin çevresinden başlayarak kültür yolu ilan edilen aks boyunca tarihi yapılar ve hanlar yer almaktadır. Geçmişte konaklama ve ticaret amaçlı kullanılan bu hanlar zamanla işlevini kaybetmiştir. Günümüz şartlarında kullanılamayan bu hanlar kent merkezinin de cazibesini yitirmesiyle atıl alanlar olarak yok olmaya terkedilmiştir. Bu çalışmada hanlar bölgesinde bulunan sorunları tespit etmek ve eksik işlevleri, ihtiyaçları belirlemek amaçlanmıştır. Ayrıca bölgeyi kullanan kullanıcı tiplerinin bölgeyle ilgili yorumlarının farklılık gösterdiği vurgulanmak istenmiştir. Belirlenen problemler doğrultusunda, bölgenin canlanması ve hanların tekrardan kullanılması için önerilerde bulunulmuştur. Bu amaçlara ulaşmak için bölgede bulunan geçici ve sabit kullanıcılar ile yapılan görüşmelere ve literatür taramasına yönelik anket formları oluşturulmuştur. Çalışma kapsamı olarak Gaziantep kültür yolu üzeri hanlar bölgesi ele alınmıştır. Anketler bu bölgede katılımcılara yüz yüze yapılmış ve sorular tek tek kullanıcılara sorularak yanıtlar not alınmıştır. Elden edilen veriler istatiksel olarak analiz edilmiştir. Araştırma sonucunda bölgenin tarihi değerinin kullanıcılar tarafından kavranması gerektiği, bu bağlamda bölgedeki hanlar ve diğer tarihi yapıların düzenli olarak onarımlarının yapılıp, atıl alanların yeniden işlevlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. Tarihi önemi olan yapılar ile bölgenin canlandırılması ve sürdürülebilirliğinin, mevcut problemlerin tespiti ile mümkün olduğu düşünülmektedir
Dental Florozise Bağlı Oluşan Renklenmenin Mikroabrazyon, Beyazlatma ve Rezin İnfiltrasyon ile Kombine Tedavisi: Olgu Sunumu
Dental florozis(DF), diş gelişimi sırasında art arda yüksek florür konsantrasyonlarına maruz kalmanın neden olduğu, minede yüzey altı porözitelere yol açan diş minesinin gelişimsel bir bozukluğudur. DF, minede beyaz opak şeritlerden kahverengi çukur lezyonlara kadar değişen görüntüler oluşturur. Bu olgu sunumunun amacı; dental florozis nedeniyle oluşan estetik sorunların mikroabrazyon, beyazlatma ve rezin inlfiltrasyon sistemi ile minimal invaziv olarak tedavisini anlatmaktır. Kliniğimize başvuran sistemik olarak sağlıklı 22 yaşındaki kadın hasta dişlerinin estetik olarak görünümü tedavisi için minimal invaziv olan kombine (mikroabrazyon, beyazlatma, rezin infiltrasyon) tedavi yöntemleri tercih edildi. İlk seansta fosforik asit ve pomza karışımı peridontal lastikler ile uygulanarak mikroabrazyon ve ofis tipi beyazlatma tedavisi uygulandı. İkinci seansta rezin infiltrasyon tedavisi yapıldı.
Rezin infiltrasyon tedavisinden hemen sonra estetik problemlerde gözle görülür bir şekilde renk farkı ve mine saydamlığı sağlandı. Bu tedavinin olumlu sonuçlarının sürekliliğini ve etkinliğini gözlemlemek için hastaların takibi ve bu konuda klinik kontrollü çalışmaların yapılması gerekmektedir
Application of HPLC-DAD for the quantification of Lycorine in Galanthus elwesii Hook
In the present study, a reversed-phase high-performance liquid chromatographic method has been used for the quantitative determination of lycorine in the aerial parts and bulbs of G. elwesii Hook. A simple method for the extraction of lycorine in low mass plant samples was employed utilizing pre-packed columns with diatomaceous earth (Extrelut(r)). The chromatographic separation was performed using an isocratic system with a mobile phase of trifluoroacetic acid-water-acetonitrile (0.01:92.5:7.5, v/v/v) applied at a flow rate 1 mL min-1 using diode array detector. The content of lycorine in the bulbs and aerial parts of G. elwesii collected from Demirci (Manisa) was found as 0.130 and 0.162 %, respectively. Additionally, in the bulbs of the specimens collected from Sogucak (Balikesir), lycorine was quantified as 0.055 %, whereas in the aerial parts, it was determined as 0.006 %. The method was validated partially with respect to system specificity, linearity, accuracy, precision, limits of detection (LOD) and quantitation (LOQ). Validation procedures displayed that the method was specific, accurate and precise
Gıda kısıtlaması yapılan ratlarda karaciğerde bazı lipojenik genlerin ifade düzeyleri ve yağ asidi profili
This study aimed to determine food restriction effects on the profile of fatty acids and major genes on lipogenesis expressions in liver. 16 Wistar albino rats were divided into two groups and different diets were given to groups for 4-weeks. First group was fed ad libitum (Control group), another group was fed the half amount of the daily requirement (Food Restriction group, FR). As well as weekly food consumption and body weight changes, total cholesterol, HDL, LDL, and triglyceride levels were determined at the end of the feeding period. In addition to the fatty acid profile, FASN and SCD-1 genes expression levels were measured in the liver. While the body weight averages decreased after 7 days and remained similar, plasma glucose levels were found lower in the FR. FASN was upregulated approximately 6 folds, and SCD-1 increased insignificantly about 3 folds in the FR. C15:0, C18:1 n9 trans, C18:2 n6 cis, C21:0, C20:2, C20:5 n3, n6 and UFA were lower, while C16:0, C18:2 n6 trans, C20:3 n6, C22:6 n3, C22:1 n9, C22:2 and SFA were higher in FR. In addition to considering the exposure time and rate of food restriction, molecular activity and interactions in other metabolic organs should be investigated.Bu çalışma gıda kısıtlamasının karaciğerdeki yağ asidi profili ve majör lipojenik genlerin ekspresyon seviyeleri üzerindeki etkilerini belirlemeyi amaçlamıştır. 16 adet Wistar albino rat iki gruba ayrılarak 4 hafta boyunca farklı diyetlerle beslenmiştir. Birinci grup (Kontrol grubu) ad libitum beslenirken, diğer gruba günlük ihtiyacın yarısı (Yem Kısıtlama grubu, YK) kadar yem verilmiştir. Haftalık besin tüketimi ve vücut ağırlığı değişimlerinin yanı sıra beslenme periyodu sonrasında total kolesterol, HDL, LDL ve trigliserit düzeyleri belirlenmiştir. Yağ asidi profiline ek olarak karaciğerde FASN ve SCD-1 genlerinin ekspresyon seviyeleri ölçülmüştür. FR’nin ortalama vücut ağırlığı 7. günden sonra azalmaya başlarken, YK'de plazma glukoz seviyeleri kontrol grubuna kıyasla daha düşük bulunmuştur. YK grubunda FASN geni yaklaşık 6 kat artarken (P<0,05), SCD-1 önemsiz olacak şekilde yaklaşık 3 kat artmıştır. FR grubunda C15:0, C18:1 n9 trans, C18:2 n6 cis, C21:0, C20:2, C20:5 n3, n6 ve UFA miktarı kontrole göre daha düşükken, C16:0, C18:2 n6 trans, C20:3 n6, C22:6 n3, C22:1 n9, C22:2 ve SFA miktarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Besin kısıtlamasının, maruz kalma süresi ve oranının dikkate alınmasına ek olarak, diğer metabolik organlardaki moleküler aktivite ve etkileşimler araştırılmalıdır
Boron Stress Activates the General Amino Acid Control Mechanism and Inhibits Protein Synthesis
Boron is an essential micronutrient for plants, and it is beneficial for animals. However, at high concentrations boron is toxic to cells although the mechanism of this toxicity is not known. Atr1 has recently been identified as a boron efflux pump whose expression is upregulated in response to boron treatment. Here, we found that the expression of ATR1 is associated with expression of genes involved in amino acid biosynthesis. These mechanisms are strictly controlled by the transcription factor Gcn4 in response to boron treatment. Further analyses have shown that boron impaired protein synthesis by promoting phosphorylation of eIF2α in a Gcn2 kinase dependent manner. The uncharged tRNA binding domain (HisRS) of Gcn2 is necessary for the phosphorylation of eIF2α in the presence of boron. We postulate that boron exerts its toxic effect through activation of the general amino acid control system and inhibition of protein synthesis. Since the general amino acid control pathway is conserved among eukaryotes, this mechanism of boron toxicity may be of general importance
Development of an optimum proliferation medium via the graph kernel statistical analysis method for genetically stable in vitro propagation of endemic Thymus cilicicus (Turkey)
Thymus cilicicus is an endemic Eastern Mediterranean element that has aromatic-medicinal properties. Its natural population spreads across gravelly ground and open rocky areas of South and Southwest Anatolia. The current study on in vitro propagation of T. cilicicus focused deeply on environmental applications such as the development of an optimum medium composition for efficient and genetically stable micropropagation and improved preservation procedures for long-time conservation of elite germplasms for further studies. For this purpose, MS and OM media were used individually and in combination with cytokinins, charcoal, AgNO3, Fe-EDDHA, and H3BO3. The raw data were statistically analyzed via the graph kernel method to optimize the nonlinear relationship between all parameters. The optimal proliferation medium for T. cilicicus was OM supplemented with a combination of 10 g L-1 charcoal and 1 mg L-1 KIN and the calculated averages of the best regeneration rate, the best shoot number and the best shoot length were 96.89%, 3 and 1.24 respectively on this medium. The determination of genetic stability of in vitro grown plants on the optimum medium compositions obtained by the graph kernel method was carried out with the use of the ISSR-PCR technique. All the ISSR primers produced a total of 192 reproductive band profiles, none of which were polymorphic. Furthermore, the micropropagated plants were successfully rooted and acclimatized to greenhouse conditions. In this study, we present a graph kernel multiple propagation index which considers all the possible parameters needing to be analyzed. Such an index is used for the first time for the determination of the optimum proliferation medium
Selenyum ve Kanser
Elzem bir eser element olan ve birçok enzimatik aktivasyonun önemli bir parçası olarak görev yapan selenyum (Se) 1957 yılından itibaren önem kazanmıştır. Metabolizması çeşitli gereksinimlere göre organize edilmektedir. Yapısal komponent olarak Se, protein yapılarına katılmaktadır. Düzeyi, serum selenyum ve serum glutatyon peroksidaz aktivitesinden etkilenmektedir. Hayvansal dokularda “selenometionin” ve “selenosistein” olarak iki formda bulunmaktadır. Genel olarak proteinden zengin besinler iyi selenyum kaynağıdır. Plazmada albumine bağlı olarak taşınmaktadır. Yetersizlik olduğunda selenyumun emilimi artmaktadır. Vücutta toplam olarak 13-20 mg selenyum bulunmaktadır. Eritrositlerdeki selenyum miktarı, uzun dönem selenyum alımının bir göstergesidir; malnütrisyonda ve kanserde serum selenyum düzeylerinin düştüğü bilinmektedir. Organizmada oksidatif yaralanmalara karşı koruyucu olan glutatyon peroksidazın yapısında yer almaktadır. Selenyumun kanser ile ilişkisi üzerine birçok çalışma yapılmaktadır. Birçok kanser türü ile selenyum alım düzeyleri ve serum selenyum seviyeleri ilişkilendirilmiştir. Yapılan çalışmalar sonucunda bazı kanser çeşitlerinde selenyumun serum seviyesi düşük bulunmuştur. Selenyumun antioksidan enzim sistemindeki fonksiyonu ile dejeneratif durumların çoğu arasında bağlantı kurulmuştur. İmmün fonksiyonları arttırması, apoptozisi indüklemesi, hücre proliferasyonunu inhibe etmesi, karsinojen metabolizmasını değiştirmesi gibi birçok potansiyel mekanizmaya sahip olduğu bildirilmiştir. Epidemiyolojik çalışmalar diyetle selenyum alımı ve kolorektal kanser riski arasında ters ilişki olduğunu göstermektedir. Farklı selenyum bileşiklerinin prostat kanser hücrelerinde antiproliferatif yanıtı, apoptoz, hücre içi redoks durumunu değiştirme ve NF-KB sinyal yolunun blokajı ile sağladığını göstermektedir. Hayvan deneyleri, epidemiyolojik çalışmalar ve müdahale çalışmaları; selenyum bileşiklerinin, hem spesifik kanserlerin önlenmesinde hem de son faz kanserlerde antimutajenik etki gösterebileceğini bildirmektedir. Selenyum antikarsinojenik olarak görev alabilmekte ve immün fonksiyonları güçlendirmektedir. Bazı çalışmalar, vücuttaki selenyum düzeyi ile kanser riski arasında negatif korelasyon olduğunu bildirse de, çelişkili sonuçlar literatürde yer almaktadır. Selenyumun kanser ve kanser tedavisindeki etkinliğini belirleyebilmek için daha fazla klinik çalışmaya gereksinim duyulmaktadır. Bu derlemede vücut için elzem bir element olan selenyumun metabolizması ve işlevlerinden bahsedilerek, kanser ile ilişkisini inceleyen çalışmalar üzerinde durulacaktır
Dijagnostička točnost sastojaka mlijeka kod dijagnostike gravidnosti u krava srednje i kasne laktacije
The aims of this study were to establish a cut-off point by evaluating the usability of the somatic cell count (SCC) and milk components (fat, fat-free dry matter (FFDM), protein, lactose, freezing point, electrical conductivity and pH) to observe the pregnancy status, and to determine the practical usage of these parameters as diagnostic biomarker of pregnancy status. In the present study, primiparous Holstein cows (n=133) were included in the mid and late lactation. Milk samples were collected in sterile tubes for SCC and milk components analysis. In each lactation period, SCC, milk yield and milk component parameters were analysed by Student\u27s t test according to pregnancy status. Receiver operating characteristic curves were used to determine the predictive threshold using SCC and milk component parameters to discriminate between pregnant and non-pregnant cows. SCC levels were similar for all cows in the mid and late-lactation. In the mid lactation, FFDM, protein, lactose and electrical conductivity were higher and milk yield, fat, freezing point and pH were lower in pregnant cows (p<0.05). In the late lactation, FFDM, protein, lactose and electrical conductivity were significantly higher and milk yield, fat and pH were significantly lower in pregnant cows (p<0.05). Furthermore, fat, FFDM, protein, lactose, freezing point, electrical conductivity, and pH were the best predictors for pregnancy diagnosis in mid-lactating cows with the AUC values of 0.840, 0.768, 0.780, 0.772, 0.693, 0.792, and 0.901 respectively. Furthermore, fat, FFDM, protein, lactose, electrical conductivity, and pH could be useful diagnostic tools for pregnancy determination in late lactating cows with the AUC values of 0.869, 0.684, 0.661, 0.689, 0.756, and 0.841 respectively. In conclusion, the milk components could be used as rapid, easily accessible, and inexpensive markers for the evaluation of the diagnosis of pregnancy status in primiparous Holstein cows.Ciljevi ove studije bili su utvrditi granične vrijednosti procjenom mogućnosti upotrebe broja somatskih stanica (SCC) i pojedinih fizikalno-kemijskih parametara mlijeka (udio masti, bezmasne suhe tvari (FFDM), proteina, laktoze, točke zamrzavanja, električne vodljivosti i pH) za promatranje statusa gravidnosti kao i u svrhu korištenja navedenih parametara kao bioloških markera u dijagnozi statusa gravidnosti. U ovu su studiju bile uključene prvotelke holstein pasmine (n=133) u srednjoj i kasnoj laktaciji. Uzorci mlijeka sakupljani su u sterilne epruvete za analizu SCC i fizikalno-kemijskih parametara. U svakom razdoblju laktacije, SCC, prinos mlijeka i fizikalno-kemijski parametri analizirani su Student t-testom u odnosu na status gravidnosti. Za određivanje prediktivnog praga korištene su krivulje odnosa specifičnosti i osjetljivosti klasifikatora (ROC), korištenjem SCC i fizikalno-kemijskih parametara mlijeka za razlikovanje gravidnih i negravidnih krava. Za sve krave u srednjoj i kasnoj laktaciji razine SCC bile su slične. Sredinom laktacije, FFDM, udjeli proteina i laktoze te električna vodljivost bili su viši, a prinos mlijeka, udio masti, točka ledišta i pH bili su niži u gravidnih krava (p<0,05). U kasnoj laktaciji, FFDM, udjeli proteina i laktoze te električna vodljivost bili su značajno viši, a prinos mlijeka, udio masti i pH bili su značajno niži u gravidnih krava (p<0,05). Udjeli masti, proteina i laktoze, FFDM, točka ledišta, električna vodljivost i pH bili su najbolji prediktori za dijagnozu gravidnosti kod krava u srednjoj laktaciji s vrijednostima površina ispod ROC krivulje (AUC) 0,840, 0,768, 0,780, 0,772, 0,693, 0,792 i 0,901. Udjeli masti, proteina i laktoze, FFDM, električna vodljivost i pH mogu biti korisni dijagnostički alati za određivanje gravidnosti kod krava u kasnoj laktaciji s AUC vrijednostima 0,869, 0,684, 0,661, 0,689, 0,756 i 0,841. Zaključno, komponente mlijeka mogu se koristiti kao brzi, lako dostupni i jeftini markeri za procjenu dijagnoze statusa gravidnosti kod prvotelki holstein krava
The efficacy of cinacalcet in the treatment of hyperparathyroidism in Turkish hemodialysis patient population
WOS: 000393291900012OBJECTIVE: Cinacalcet reduces parathyroid hormone levels by increasing the sensitivity of the parathyroid gland to calcium. in this study, we firstly aimed to evaluate the efficacy of cinacalcet in Turkish hemodialysis patients. MATERIAL and METHODS: 4483 hemodialysis patients were screened and 469 patients who had used cinacalcet were included in the study. the patients were divided into 4 groups according to drug usage durations (Group 1: 3 months, Group 2: 6 months, Group 3: 9 months and Group 4: 12 months). the patients' Parathormone, Ca, P and CaxP levels at the 3rd, 6th, 9th and 12th months were compared to the start of treatment and previous months. RESULTS: the levels of Parathormone, Ca, P and CaxP significantly decreased compared to their initial levels in all groups (from 1412 pg/ml to 1222 pg/mL for Parathormone, p< 0,001) in the 3rd month. However, this reduction was not continued in the subsequent months (Parathormone: 1381 pg/ml for the 12th month). CONCLUSION: Cinacalcet may not provide adequate benefit in control of hyperparathyroidism in Turkish hemodialysis patient population
- …