65 research outputs found
Thrombotic risk assessment in antiphospholipid syndrome: do noncriteria antibodies contribute?
BACKGROUND/AIM: In this cross-sectional study, it was aimed to test the predictive value of noncriteria antiphospholipid antibodies (aPL) in addition to the global antiphospholipid syndrome score (GAPSS) in predicting vascular thrombosis (VT) in a cohort of patients with APS and aPL (+) systemic lupus erythematosus (SLE). MATERIAL AND METHODS: This study included 50 patients with primary APS, 68 with SLE/APS, and 52 with aPL (+) SLE who were classified according to VT as VT ± pregnancy morbidity (PM), PM only or aPL (+) SLE. Antiphospholipid serology consisting of lupus anticoagulant (LA), anticardiolipin (aCL) immunoglobulin G (IgG)/IgM/IgA, antibeta2 glycoprotein I (aβ2GPI) IgG/IgM/IgA, antiphosphatidylserine/prothrombin (aPS/PT) IgG/IgM and antidomain-I (aDI) IgG was determined for each patient. The GAPSS and adjusted GAPSS (aGAPSS) were calculated for each patient, as previously defined. Logistic regression analysis was carried out with thrombosis as the dependent variable and high GAPSS, aCL IgA, aβ2GPI IgA, and aDI IgG as independent variables. RESULTS: The mean GAPSS and aGAPSS of the study population were 11.6 ± 4.4 and 9.6 ± 3.8. Both the VT ± PM APS (n = 105) and PM only APS (n = 13) groups had significantly higher GAPSS and aGAPSS values compared to the aPL (+) SLE (n = 52) group. The patients with recurrent thrombosis had higher aGAPSS but not GAPSS than those with a single thrombotic event. The computed area under the receiver operating characteristic curve demonstrated that a GAPSS ≥13 and aGAPSS ≥10 had the best predictive values for thrombosis. Logistic regression analysis including a GAPSS ≥13, aCL IgA, aβ2GPI IgA, and aDI IgG showed that none of the factors other than a GAPSS ≥13 could predict thrombosis. CONCLUSION: Both the GAPSS and aGAPSS successfully predict the thrombotic risk in aPL (+) patients and aCL IgA, aβ2GPI IgA, and aDI IgG do not contribute to high a GAPSS or aGAPSS
Outcomes from elective colorectal cancer surgery during the SARS-CoV-2 pandemic
This study aimed to describe the change in surgical practice and the impact of SARS-CoV-2 on mortality after surgical resection of colorectal cancer during the initial phases of the SARS-CoV-2 pandemic
The coming decade of digital brain research: a vision for neuroscience at the intersection of technology and computing
In recent years, brain research has indisputably entered a new epoch, driven by substantial methodological advances and digitally enabled data integration and modelling at multiple scales— from molecules to the whole brain. Major advances are emerging at the intersection of neuroscience with technology and computing. This new science of the brain combines high-quality research, data integration across multiple scales, a new culture of multidisciplinary large-scale collaboration and translation into applications. As pioneered in Europe’s Human Brain Project (HBP), a systematic approach will be essential for meeting the coming decade’s pressing medical and technological challenges. The aims of this paper are to: develop a concept for the coming decade of digital brain research, discuss this new concept with the research community at large, to identify points of convergence, and derive therefrom scientific common goals; provide a scientific framework for the current and future development of EBRAINS, a research infrastructure resulting from the HBP’s work; inform and engage stakeholders, funding organisations and research institutions regarding future digital brain research; identify and address the transformational potential of comprehensive brain models for artificial intelligence, including machine learning and deep learning; outline a collaborative approach that integrates reflection, dialogues and societal engagement on ethical and societal opportunities and challenges as part of future neuroscience research
26th Annual Computational Neuroscience Meeting (CNS*2017): Part 3 - Meeting Abstracts - Antwerp, Belgium. 15–20 July 2017
This work was produced as part of the activities of FAPESP Research,\ud
Disseminations and Innovation Center for Neuromathematics (grant\ud
2013/07699-0, S. Paulo Research Foundation). NLK is supported by a\ud
FAPESP postdoctoral fellowship (grant 2016/03855-5). ACR is partially\ud
supported by a CNPq fellowship (grant 306251/2014-0)
Zemin aktivitesi değerlendirilmesinde kantitatif elektroensefalografi analiz yöntemi
Introduction: Electroencephalography (EEG), is a diagnostic method, involving registration and analysis of electrical signals arisen from brain and gives information about abnormal electrical activities' localization, intensity and distribution. EEG may be evaluated as visual, and subjective in other words quantitative, due to individual's experience and knowledge, nevertheless, it may be evaluated by aid of computer, and numerical datas, as objective, namely qualitative. In this trial, researching the functionality of ;amp;#8220;Fast Fourier Transformation;amp;#8221; method was aimed, which is an quantitative analysis method of bacground activity, based on numerical data. Material and Methods: Seventy three cases which applied to Ege University, Department of Neurology, because of structural lesions and/or seizures were admitted to trial. Cases were seperated into groups, corresponding to clinical and radiological findings. For each group, background activities of cases were evaluated by quantitative and qualitative methods. Analysis of cases background activities, adaptation by radiological findings were evaluated. Analysis results of cases were compared with control group. Results: Quantitative background activity analysises of ıschemic serebral and nonischemic cortical structural Lesion groups were harmonious with radiological findings, and have expressive localization value Conclusion: Analysis of background activity by quantitative methods, may be a simple, reliable method for localization of cortical, focal lesions.Giriş: Elektroensefalografi (EEG), beynin oluşturduğu elektriksel sinyallerin kayıtlanmasını ve analizini içeren ve beynin anormal elektriksel aktivitesinin lokalizasyonu, şiddeti ve yayılımı hakkında bilgi veren bir tanı yöntemidir. EEG görsel olarak, değerlendiricinin tecrübesi ve bilgisi doğrultusunda subjektif yani kalitatif olarak değerlendirilebileceği gibi, bilgisayar yardımıyla, sayısal veriler üzerinden, objektif yani kantitatif olarak da değerlendirilebilir. Bu çalışmada, sayısal verilere dayanan, zemin aktivitesinin kantitatif bir analiz yöntemi olan, “Fast Fourier Transformation” (FFT) yönteminin işlevselliğinin araştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi (EÜTF) Nöroloji kliniğine başvuran yapısal serebral lezyonu ve/veya epileptik nöbetleri olan 73 olgu alındı. Olgular klinik özellikleri ve radyolojik bulguları doğrultusunda gruplandırıldı. Her bir gruptaki olguların zemin aktiviteleri kantitatif ve kalitatif yöntemlerle değerlendirildi. Olguların kantitatif zemin aktivitesi analizlerinin radyolojik bulgularla uyumu değerlendirildi. Olguların analiz sonuçları kontrol grubuyla karşılaştırıldı. Bulgular: İskemik serebral lezyonu olan ve iskemik doğada olmayan kortikal yapısal lezyonu olan gruplarda kantitatif zemin aktivitesi analizinin radyolojik bulgularla uyumlu, anlamlı lokalize edici değer taşıdığı görüldü. Sonuç: Kantitatif zemin aktivitesi analizi yöntemi, kortikal yerleşimli fokal lezyonların lokalizasyonunda uygulaması kolay ve güvenilir bir yöntem olabilir
Türk eğitim sisteminde ortaöğretimden yüksek öğretime geçişteki yönlendirme sisteminin etkililiği üzerine öğrenci görüşleri ( İzmir ili Menemen ilçesi örneği)
Bu tezin, veri tabanı üzerinden yayınlanma izni bulunmamaktadır.ÖZET Anahtar Kelimeler: Orta öğretim, yüksek öğretim, rehberlik sistemi. Bu araştırma, Türk Eğitim Sisteminde Ortaöğretim kurumlarından Yükseköğretim kurumlarına geçerken öğrencilerin karşılaştıkları yönlendirme ilgili yaşadıkları sorunlar ve bu yönlendirmenin ne derece etkili olduğu üzerine yapılan araştırma konu ile ilgilenenlerin tartışmasına sunmayı ve bu tartışmalarda ilgililerin kullanımı için veri sunmayı amaçlamaktadır. Araştırma Ortaöğretim kurumlarının son sınıflarında okumakta olan ve üniversiteye hazırlanan öğrencilerin yükseköğretime geçişle ilgili yönlendirme üzerine görüşlerine başvurulmuştur. Araştırmanın evreni İzmir ili Menemen ilçesi belediye sınırları içinde kalan ortaöğretim kurumlarında öğrenimine devam eden ortaöğretim öğrencilerinden oluşmaktadır. Örneklem seçiminde oranlı küme örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Analizler sonucu bulunan görüşlerin dağılımı ve görüşlerin varyans değerleri tablolaştırılarak yorumlanmıştır. Türk Eğitim sisteminde ortaöğretimden yükseköğretime geçişteki yönlendirme sisteminin etkililiği üzerine yapılan araştırmada öğrenci görüşleri, okul türü, anne eğitim düzeyi, baba eğitim düzeyi, gelir ve ikamet yeri değişkenlerine göre değerlendirilerek kısaca aşağıdaki bilgiler elde edilmiştir. Öğrencilerin ortaöğretim okulunu seçerken özellikle alacakları diplomanın seçtikleri mesleğe hazırlayıcı nitelikte olması ve üniversite sınavını kazamama sonucunda da bir meslek sahibi olma düşüncesine sahip olmuşlardır. Okul seçimlerini etkileyen faktörler arasında okulun çevrede iyi eğitim veren bir kurum olması, üniversite kazanma şanslarının artması da bulunmaktadır. Yönlendirme açısından bakıldığında öğrencilerin gelecekleri ilgili kararları ortaöğretim döneminde aldıkları ancak yönlendirmenin başarısız olduğu yeterli olmadığı görüşüne sahip olmuşlardır. Öğrenciler ilgi ve yetenekleri doğrultusunda bir yönlendirme sınıfından sonra ortaöğretim tercihinde bulunmak istediklerini de belirtmişlerdir. Öğrencilerin sınav sistemine yönelik görüşlerinde okullar arası alan katsayısı kullanılmasını ifade etmişlerdir. Öğrenim gördükleri okulda seçtikleri alanlar ve derslerinin yükseköğrenim hedeflerine ulaşmalarında yardımcı olacağını belirtmişlerdir. Ayrıca yükseköğrenime geçişte öğrencilerin tercihlerinin lise alanları dışında olmamasını belirtmişlerdir
Konjenital miyastenik sendromlarda elektrofizyolojik özellikler
Introduction: Congenital myasthenic syndromes are a group of hereditary neuromuscular junction diseases, usually present in infancy or childhood period, caused by defects of presynaptic, synaptic or postsynaptic area. In this trial, evaluating electrophysiologic properties of congenital myasthenic syndromes and determining the role of electrophysiologic characteristics for distinction of subgroups of congenital myasthenic syndromes are aimed. Material and Method: Twelve cases which applied to Ege University Department of Neurology, child neurology unit were received to trial. Cases were evaluated according to clinical and electrophysiologic properties. Supramaximal single stimulation, 1-3 Hz repetative stimulation and single fiber electromyography (EMG) methods were carried out. Results: In all of cases, phase number and wideness of motor responses increased after single supramaximal stimulation. 1-3 Hz repetetive stimulation was applied to all of cases, in 8 of cases, decremental responses were established. Single fiber EMG was carried out for 9 of cases, in all of them increased jitter and/or block was determined. In all of cases, abnormalities were determined by repetative stimulation and/or single fiber EMG. Two cases presented motor response instability with single supramaximal stimulation, by evaluation of clinical and electrophysiologic properties of this cases, diagnosis of slow channel disease considered. Conclusion: Easily applied, simple electrophysiologic methods are considered as assistant to diagnosis of subgroups of congenital myasthenic syndromes.Giris: Konjenital miyastenik sendromlar genellikle infantil yada çocukluk çağında baslayan, presinaptik, sinaptik veya postsinaptik alandaki defekt sonucu ortaya çıkan bir grup herediter nöromuskuler bileske hastalıklarıdır. Bu çalısmada, konjenital miyastenik sendromlarda elektrofizyolojik özelliklerin değerlendirilmesi ve konjenital miyasyenik sendromların alt gruplarını ayırt etmede rollerinin ortaya konması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalısmaya Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi (EÜTF) Nöroloji kliniği çocuk nörolojisi ünitesine basvurmus 12 olgu alındı. Olgular klinik ve elektrofizyolojik özellikler yönünden değerlendirildi. Olgulara supramaksimal tek elektrik uyarımı, 1-3 Hz frekansında ardısık uyarım ve tek lif elektromiyogramı(EMG) yöntemleri uygulandı. Bulgular: Olguların hepsinde tek supramaksimal uyarım ile elde edilen motor yanıtın faz sayısında ve genliğinde artıs saptandı. Bütün olgulara 1-3 Hz frekansında ardısık uyarım uygulandı, 8 olguda dekremental yanıt saptandı. Dokuz olguya istemli tek lif EMG uygulandı, hepsinde jitter artısı ve/veya blok saptandı. Olguların hepsinde ardısık uyarım ve/veya tek lif EMG ile anormallik belirlendi. ?ki olguda tek supramaksimal uyarım ile motor yanıtta instabilite saptandı, bu olguların klinik ve elektrofizyolojik özellikleri değerlendirildiğinde yavas kanal hastalığı tanısı düsünüldü. Sonuç: Uygulaması kolay, basit elektrofizyolojik yöntemlerin konjenital miyastenik sendromların alt gruplarının tanısında yardımcı olabileceği düsünüldü
- …