142 research outputs found

    Van’da Konut Üretim Faaliyetlerinin Kentsel Gelişmeye Etkileri (1927-2020)

    Get PDF
    Bu çalışmanın amacı, Van’da kentsel gelişim sürecinde yaşanan kritik eşiklerin kentte ortaya çıkardığı konut sorununa yönelik yapılan gecekondu, kooperatif, özel ve kamu konut üretimlerinin kentin mekânsal gelişim sürecine etkilerini ortaya koymaktır. 1990’lı yıllarda artan zorunlu göçlerin sebep olduğu konut ihtiyacına yönelik yapılan gecekonduların ortaya çıkardığı yeni mahalleler, 2011 depremleri sonrası yapılan TOKİ konutlarının yapıldığı mahalleler ve yeni açılan mahalleler kentin gelişim istikametine yön vermiş, yeni aksların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ayrıca 2012 yılında Van’ın Büyükşehir Belediyesi statüsüne getirilmesi ile birlikte il merkezine bağlı bütün köylerin ilin merkez mahallesi olması kentsel alan sınırını değiştirmiş ve genişletmiştir. Sadece demografik anlamda gerçekleşen bu değişim hareketi ile kentin kırsal karakteri daha da güçlendirilmiş ancak kentsel anlamda bir gelişme söz konusu olamamıştır. Çalışma nitel araştırma yöntemi kullanılarak yapılmış ve varılan sonuçlara göre: Van kentinin mekânsal gelişim sürecine etki eden göçler, depremler ve büyükşehir olma gibi faktörlerle beraber gelişen konut üretim faaliyetleri neticesinde kentsel alan sınırı değişime uğramıştır. Bu bağlamında çalışmada kentin değişen sosyal, ekonomik ve fiziki özellikleri ele alınarak değerlendirilmiştir

    Psychosocial Support Programs and Telepsychiatry Services Implemented in the World and Türkiye during the Pandemic

    Get PDF
    In this study, which addresses the psychosocial dimension of the COVID-19 pandemic, it is seen that the pandemic has increased the frequency of anxiety, anxiety, fear, and depression in the society. In this process in the world and in Türkiye, the majority of psychosocial support programs and mental health services are provided on online platforms and the frequency of use of telepsychiatry services has increased. In this study, Google Scholar and Pub Med were scanned and relevant domestic and international studies were examined. The aim of this article was to draw attention to the innovations brought about by the epidemic in the provision of mental health services to people and suggestions were made in order to contribute to the relevant literature

    İlaca Bağlı Olarak Çene Kemiklerinde Görülen Osteonekroz (MRONJ)

    Get PDF
    Bifosfonatlar kemik metastazı ile tümör ve hiperkalsemi vakalarında yaşam standartlarını geliştirmek açısından kullanılan ilaçlardır. Bu ilaçlar için en tehlikeli yan etki olarak da osteonekroza sebebiyet verme riskinden bahsedilebilir. Bifosfonata bağlı olarak oluşan bu osteonekroz, ilk olarak 2002 yılında Marx ve Stern tarafından bifosfonat kullanan hastaların bir kısmında ağız içinde ortaya çıkan, iyileşmeyen, üstü mukoza ile örtülü olmayan ekspoze osteonekrotik kemik alanlarının varlığını farketmeleri ile teşhis edilmiştir.Bifosfonatların kullanımına bağlı olarak çene kemiklerinde görülen bu osteonekroz lsquo%253BBisphosphonate-Related Osteonecrosis of the Jaw kelimelerinin baş harflerinin birleştirilmesinden oluşan BRONJ terimi olarak literatüre geçmiştir. Ancak yıllar içinde bu konuda hasta üzerinde yapılan çalışma ve araştırmalar artmış olup bu çeşit bir osteonekroza sadece bifosfonat türevi ilaçların değil%253B RANKL inhibitörü olan denosumab gibi kemoterapötik ilaçlar ve türevlerinin de sebep olduğu ortaya konmuştur. 2014 yılında lsquo%253BAmerikan Oral ve Maksillofasiyal Cerrahi Derneği (lsquo%253Blsquo%253BAmerican Association of Oral and Maxillofacial Surgeons (AAOMS)) terimsel olarak değişikliğe gidilmesi gerekliliği nedeniyle ilaca bağlı olarak çene kemiklerinde görülen osteonekroz manasına gelen lsquo%253BMedication-Related Osteonecrosis of the Jaw(MRONJ) olarak terimi güncellemiştir. Günümüzde MRONJ ile ilgili çalışmalar yoğun bir şekilde tüm dünyada devam etmektedir

    Okul Öncesi Eğitimi Dergisine bir bakış: Tarihsel trendler ve gelecek vizyonu

    Get PDF
    This study aims to examine the articles situated between 1968-1994 in the Journal of Early Childhood Education which was published by the Association for the Development of Early Childhood Education in Turkey. A five-stage document analysis process was used in the study conducted with the qualitative research method. Additionally, semi-structured interviews were conducted with two volunteered academicians who had a published article in the journal between 1968- 1994. The findings show that while there are many review articles targeting children between the ages of three and six, the number of articles on children aged between zero and two is much lower. When the main topics of the articles are examined closely, it is possible to explain that child development and education are common topics in the published articles, and then parental involvement and child health and care are other main topics. Bu çalışma, Türkiye'de Erken Çocukluk Eğitimini Geliştirme Derneği tarafından yayımlanan Erken Çocukluk Eğitimi Dergisi'nde 1968-1994 yılları arasında yayınlanan makaleleri incelemeyi amaçlamaktadır. Nitel araştırma yöntemi ile yapılan çalışmada beş aşamalı bir belge analizi süreci kullanılmıştır. Ayrıca dergide1968-1994 yılları arasında yayınlanmış makaleleri bulunan iki gönüllü akademisyen ile yarı yapılandırılmış görüşmeler yapılmıştır. Bulgular, yayınlanan makalelerin çoğunun üç ile altı yaş arasındaki çocukları hedefleyen derleme makaleler olduğunu, sıfır ile iki yaş arasındaki çocuklarla ilgili makale sayısının çok daha düşük olduğunu göstermektedir. Makaleler derinlemesine incelendiğinde çocuk gelişimi ve eğitimine sıklıkla yer verildiği, ebeveyn katılımı ve çocuk sağlığı ve bakımı konularının ise artarak makalelerde yer aldığını söylemek mümkündür. Son olarak, erken çocukluk eğitiminin önemini, sorunlarını ve gelecek vizyonunu ortaya koyan makaleler, amaç / öneriler teması altında tartışılmıştır

    Gestasyon haftasına göre küçük olmak prematüre bebeklerde nörogelişimsel sonuçları olumsuz etkiler

    Get PDF
    Introduction: There is insufficient data on neurodevelopmental outcomes of infants small for gestational age (SGA) with ≤30 weeks of gestation. The aim of our study was to compare the neurodevelopmental outcomes of preterm infants who are ≤30 weeks, in terms of being SGA or appropriate for gestational age (AGA). Materials and Methods: The data of infants who were born at ≤30 GW, were evaluated retrospectively. Neurological examinations and developmental assessment using Bayley Scales of Infant Development 2nd edition was performed at the corrected age of 18-24 months. Results: The data of 228 infants of whom 65 were SGA and 163 were AGA was evaluated in terms of neurodevelopment at the corrected age of 18-24 months. The mean gestational age (GA) was 28.4±1.1 in both groups (p=0.82) and the mean BW was 810±135 g in the SGA group and 1175±183 g in the AGA group (p<0.001). The SGA group had significantly lower Mental Development Index (p=0.01) and Psychomotor Development Index (p<0.001). In multivariate regression analysis, SGA was identified as an independent risk factor for neurodevelopmental delay (RR: 2.27; p=0.02). Conclusion: Being SGA is a risk factor for neurodevelopmental impairment of preterm infants (≤30 GW).Giriş: Gestasyon haftasına göre küçük (SGA) olan ≤30 hafta bebeklerin nörogelişimsel sonuçları hakkında yeterli veri bulunmamaktadır. Çalışmadaki amacımız SGA ve gestasyon haftasına göre normal (AGA) doğum ağırlığına sahip ≤30 hafta prematüre bebeklerde nörogelişimsel sonuçları karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Düzeltilmiş 18-24. aylarda nörolojik muayeneleri ve “Bayley Bebekler için Gelişimsel Değerlendirme Ölçeği II” ile gelişimsel değerlendirmeleri yapılan ≤30 hafta prematüre bebeklerin verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Düzeltilmiş 18-24. ayda SGA (n=65) ve AGA (n=163) gruplarında toplam 228 bebek nörogelişimsel açıdan değerlendirildi. SGA ve AGA grubunda ortalama gestasyon yaşı (sırasıyla 28,4±1,1 ve 28,4±1,1, p=0,82) ve doğum ağırlığı (sırasıyla 810±135 ve 1175±183 g, p<0,001) olarak tespit edildi. Nörogelişimsel değerlendirmede, SGA grubunda bilişsel ölçek puanı (p<0,01) ve hareket ölçek puanı (p<0,001) anlamlı olarak daha düşük bulundu. Çok değişkenli lojistik regresyon analizinde SGA’nın nörogelişimsel gerilik için bağımsız risk faktörü olduğu saptandı (RR: 2,27, p=0,02). Sonuç: Prematüre bebeklerin (≤30 hafta) gestasyon haftasına göre düşük doğum ağırlığı ile doğmaları, nörogelişimsel gerilik açısından risk faktörüdür

    Aşırı düşük doğum ağırlıklı bebeklerde erken dönem solunum desteğinin nörogelişimsel sonuçlarla ilişkisinin incelenmesi

    Get PDF
    Objective: This study investigated relationship between early respiratory support and neurodevelopmental outcomes in extremely low birth weight infants. Methods: Our study included infants born before 32 weeks’ gestation at a birth weight of 750-1000 g that were admitted to the neonatal intensive care unit and underwent a neurodevelopmental evaluation at the corrected age of 24 months. Two hundred-twelve infants were divided into 3 groups by determining the predominant type of respiratory support required in the first 3 days of life. Infants who received supplemental oxygen therapy group 1, those who received nasal continuous positive airway pressure and/or nasal intermittent mandatory ventilation were in group 2, and intubated infants were included in group 3. Differences between the groups and relationships between neurodevelopment scores [mental development index (MDI); psychomotor development index (PDI)] were examined. Results: The patients mean birth weight was 887±73 g and mean gestational age was 27±1.9 weeks. MDI and PDI values were below 70 in the intubated patient group (68 and 66, respectively). Patients who received noninvasive ventilation or supplemental oxygen therapy for the first 3 days of life had significantly higher MDI and PDI values. In terms of morbidities of prematurity, intubated infants had higher rates of bronchopulmonary dysplasia, patent ductus arteriosus, intraventricular hemorrhage, and retinopathy of prematurity. Conclusion: Restrictive invasive ventilation policies can be applied to preterm infants and may improve neurodevelopmental outcomes. The results of this study suggest that every additional day of invasive mechanical ventilation should be avoided if possible.Amaç: Bu çalışmanın amacı aşırı düşük doğum ağırlıklı bebeklerde erken dönem solunum desteği ile nörogelişimsel sonuçların ilişkisini araştırmaktır. Yöntem: Yenidoğan yoğun bakım ünitesinde yatmış, doğum ağırlığı 750-1000 gram arasında ve gebelik haftası 32 haftadan küçük, çalışma sırasında düzeltilmiş 24 aylık nörogelişim muayenesini 2018 Kasım ayı itibarı ile tamamlamış bebekler çalışmaya dahil edildi. İki yüz on iki bebeğin yaşamının ilk üç gününde hangi solunum desteğine ihtiyaç duyduğu belirlenerek üç ayrı grup oluşturuldu. Ağırlıklı serbest oksijen alan bebekler 1., nazal sürekli pozitif hava yolu basıncı ve/veya nazal aralıklı zorunlu ventilasyon alanlar 2., entübe izlenen bebekler ise 3. gruba alınarak gruplar karşılaştırıldı. Bu üç grup arasındaki farklar ve nörogelişim skorları [mental gelişim indeksi (MDI); psikomotor gelişim indeksi PDI)] arasındaki ilişkiler incelendi. Bulgular: Hastaların ortalama doğum ağırlığı, 887±73 gr, gebelik haftası 27±1,9 hafta idi. Mekanik ventilatörde entübe izlenen hastaların MDI ve PDI değerleri <70 idi (sırasıyla; 68, 66) idi. İlk üç günde ağırlıklı olarak non-invaziv modda veya serbest oksijen desteği ile takip edilen hastaların MDI ve PDI değerleri daha yüksek saptandı ve istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Prematüre morbiditeleri açısından analiz edildiğinde ise entübe takip edilen grupta bronkopulmoner displazi, patent duktus arteriozus, intraventriküler hemoraji ve prematüre retinopatisi daha yüksek oranda bulundu. Sonuç: Erken doğmuş bebeklerde kısıtlayıcı invaziv ventilasyon politikası uygulanabilir ve nörogelişimsel sonuçları iyileştirebilir. Bu çalışmanın sonuçları göz önüne alındığında; ilave her invaziv mekanik ventilasyon günü mümkün olduğunca önlenmelidir

    A lógica do duelo e o enigma da política

    Get PDF
    Raymond Aron inicia o Capítulo 1 de Paz e guerra entre as nações citando a célebre definição de Clausewitz, segundo a qual “a guerra é um ato de violência destinado a obrigar o adversário a realizar nossa vontade”, tomando-a como o “ponto de partida para este estudo”. Embora Aron advirta, em seguida, que “esta dialética da luta é puramente abstrata e não se aplica às guerras reais”, a definição clausewitziana, repetida à exaustão, provocaria inúmeros mal-entendidos. Não obstante esses mal-entendidos subsistam, em sua maioria, à revelia da obra de Aron e tributáveis a intérpretes belicitas e a duzentos anos de guerras totais, Paz e guerra não passará incólume a eles. De fato, em suas Memórias, ao comentar Paz e guerra, Aron registrará que “Clausewitz trouxe-lhe a idéia germinal de toda teoria das relações interestatais”, a “alternância da paz e da guerra, a complementaridade da diplomacia e estratégia”, etc. Trata-se, porém, de um Clausewitz incompleto. Não surpreende, portanto, que não haja aí menção à definição trinitária da guerra, única que contempla a infinita diversidade das guerras reais. As insuficiências e incorreções na compreensão da teoria clausewitziana da guerra levarão Aron a debruçar-se sobre a sua obra nos anos dos 70. Clausewitz escreveu sob o impacto da Revolução Francesa, das guerras napoleônicas e da emergência do povo na guerra. É sob o impacto das guerras totais do século XX que Aron escrevera a sua obra. É o espectro da guerra absoluta a assombrar a Europa e o mundo. A compreensão da alternância da guerra e da paz exige, portanto, que exorcizemos esse espectro.Facultad de Humanidades y Ciencias de la Educación (FAHCE
    corecore