Deǧişik meşguliyet gruplarında yaşamın güçlüklerine karşı tutumlar

Aim: To determine the attitudes of some occupation groups towards challenges. Materials and methods: In the present study, data were collected by administering the Fatih-Bursa Scale of Attitude to Challenges (F.B.-SATC) to various occupation groups. The participants were divided into 6 occupation groups: healthcare workers, educators, technical staff (engineers, architects, etc.), self-employed people, security staff (police offices, military staff), and housewives. Data were assessed with a F.B.-SATC scoring system measuring attitudes towards challenges. The scale has 5 factors: Thoughts about Challenges (TAG), Outlook on Life (OL), Problem Solving (PS), Targets and Ideals (AI), and Social State (SS) factors. The tool included 26 questions and is answered by a 5 point Likert-type rating scale. Results: Four hundred and fifty-three individuals (205 male and 248 female) participated in the study. Average factor scores of housewives were lower than the scores of the other groups. High scores were shared by healthcare workers and security staff. In dual comparisons, healthcare workers had the highest score in TAG scores and they were significantly higher than educators and housewives (P = 0.027, P < 0.001, respectively). Their OL scores were significantly higher than educators (P = 0.011), security staff (P = 0.003), technical staff (P = 0.003), and housewives (P < 0.001). Conclusion: The effect of the type of occupation on individuals' attitudes towards challenges varies. Precautions should be taken for some occupation groups; guidance should be provided and social studies should be performed.Bu çalışmada, değişik meşguliyet gruplarında güçlüklere karşı tutumları belirlemeyi amaçladık. Yöntem ve gereç: Araştırma, Bursa’da değişik meşguliyet gruplarına daha önce geliştirilen Fatih-Bursa Güçlüklere Karşı Tutum Ölçeği (F.B.-GKTÖ) verilerek uygulanmıştır. Bu gruplar: sağlıkçı, eğitimci, teknik (mühendis-mimar vb), serbest meşguliyet, emniyet (polis, asker) ve ev hanımı olmak üzere 6 meşguliyet grubundan oluşmuştur. Veriler, güçlüklere karşı tutumları ölçen F.B.-GKTÖ skorlama sistemi ile değerlendirilmiştir. Ölçeğin 5 alt faktörü olup bunlar; Güçlükler Karşısında Düşünceler (GKD), Hayata Bakış (HB), Problem Çözebilme (PÇ), Hedef ve İdealler (HDFİ) ve Sosyal Durum (SD) faktörleridir. Ölçek, toplam 26 sorudan oluşmakta ve 5’li Likert tipi skorlama ile cevaplanmaktadır. Bulgular: Çalışmaya 453 kişi (205 erkek, 248 kadın) katılmıştır. Genel olarak ev hanımlarının skorları diğer meşguliyet gruplarından daha düşük idi. Yüksek skorları sağlıkçılar ve emniyet mensupları paylaşmış idi. İkili karşılaştırmalarda, GKD skorlarında sağlıkçılar, en yüksek puana ulaştı ve eğitimci ile ev hanımlarına göre anlamlı yüksekliğe sahipti (Sırasıyle P = 0,027, P < 0,001). HB skorlarında da en yüksek puana sahiptiler. Bu konuda, eğitimci (P = 0,011), emniyet (P = 0,003), teknik (P = 0,003) ve ev hanımlarına (P < 0,001) karşı anlamlı yükseklik vardı. Sonuç: Meşguliyetler, güçlüklere karşı tutumları çeşitli şekillerde etkilemektedir. Değişik meşguliyet gruplarının güçlüklere karşı tutumlarını ortaya koyan çalışmamız, bazı meşguliyet grupları ile ilgili çeşitli tedbirler alınmasını, rehberlik ve sosyal çalışmalar yapılması gerektiğini ortaya koymuştur

Türkiye'de bir konteyner kentteki Suriyeli mülteciler: Birinci basamak başvurularının retrospektif değerlendirilmesi

Objective: The aim of this study was to collect and share information about primary care (PC) services provided to the Syrian refugees in Kilis container city and to evaluate their situation excluding preventive services. We also tried to determine further needs. Methods: This is a retrospective type descriptive study. Data about PC services provided to Syrian refugees in Öncüpınar was collected by personal contacts and observation besides summarizing our own experience. The container cities have a manual system. For the take of the analysis, information from the paper files was transferred to an electronic database. The study covered the period between April 2012- where settling of Syrians started- and 20th December 2012 when admissions were recorded. Total number of admissions to the PC center was 17399 during this period. Results: Health care services are provided through a PC center, 112 medical emergency service stations and a tent hospital. Most of the admissions were in 12-59 month age group (20.2%), followed by 20-29 years age group (16.6%),46% of all admissions were acute problems including respiratory tract infections, gastrointestinal system problems, soft tissue infections and pain. Hypertension was the most common diagnosis among chronic conditions. Of all admissions, 10.8 % ended up with referral, 17.5 % of the patients were referred to the emergency service where the remaining were referred to different specialty services. Conclusion: This is the first study of the PC services provided to the Syrian refugees in Turkey and identifies main causes of admissions and referrals. Day by day living in the host country, all requirements are increasing and changing occasionally. Therefore the situation should be reviewed constantly and plan should be done for the current and future needs.Amaç: Bu çalışmanın amacı, Suriyeli mültecilere sunulan önleyici hizmetler hariç olmak üzere birinci basamak sağlık hizmetleri hakkında Kilis konteyner kentindeki mültecilerin durumunu paylaşmak, bilgi toplamak ve durumu değerlendirmektir. Ayrıca gelecekteki ihtiyaçları belirlemeye çalıştık. Yöntem: Çalışma retrospektif tipte tanımlayıcı bir çalışmadır. Öncüpınar'daki Suriyeli mültecilere birinci basamak hizmetleri hakkındaki kendi tecrübelerimizi özetlemenin yanı sıra kişisel görüşmeler ve gözlemler yaparak veri toplandı. Konteyner şehirlerin manuel bir sistemi bulunmaktadır. Analizler için, kâğıt dosyalardan gelen bilgiler elektronik bir veri-tabanına aktarıldı. Çalışma Suriyelilerin yerleşiminin başladığı Nisan 2012’den itibaren 20 Aralık 2012 tarihine kadar kayıtların kaydedildiği süreyi kapsamaktadır. Bu dönemde birinci basamak sağlık merkezine başvuruların toplam sayısı 17399 idi. Bulgular: Sağlık hizmetleri birinci basamak hizmetleri, 112 acil tıbbi servis istasyonu ve bir çadır hastane aracılığıyla sağlanmaktadır. Başvuruların çoğu 12-59 aylık grupta (% 20,2), 20-29 yaş grubunda (% 16,6) yapılmıştı. Başvuruların büyük çoğunluğu solunum yolu enfeksiyonları, gastrointestinal sistem sorunları, yumuşak doku enfeksiyonları ve ağrı gibi akut problemlerdi. Kronik durumlar arasında hipertansiyon en sık görülen tanıydı. Tüm başvuruların % 10,8'i sevk ile sonuçlandı. Hastaların% 17,5'i acil servise, geri kalan hastalar ise farklı uzmanlık servislerine sevk edildi. Sonuç: Bu çalışma, Türkiye'deki Suriyeli mültecilere sunulan birinci basamak hizmetleriyle ilgili ilk çalışma olup, başvuruların temel nedenleri belirlenmiştir. Günden güne mültecilerin gereksinimleri artmakta ve değişmektedir. Bu nedenle durum sürekli gözden geçirilmeli ve mevcut ve gelecekteki ihtiyaçlar için planlamalar yapılmalıdır

Salmonella arizonae bacteraemia in a Turkish patient with AIDS but no history of contact with reptiles

WOS: 000235553800021PubMed: 16500793

The use of teicoplanin in a patient with acute intermittent porphyria

WOS: 000233414700021PubMed: 16323453

Combined Use of Vancomycin and Meropenem in Patient with Acute Intermittent Porphyria: A Case Report

Acute intermittent porphyria (AIP) is an autosomal dominant disorder that leads to abdominal pain with unknown etiology, nausea, acute peripheric and/or central nervous system disfunctions, hiponatremia and with existence of phorphobilinogen in urine during acute attacks. Young females are more often symptomatic than males. Porphyria attacks arise from outer induction of heme synthesis in liver such as drugs that induces mithocondrial cytochrom P-450. A few antibiotics are considered as safe in patients with porphyria. A quite less previous case were reported in literature about uses of vancomycin and meropenem seperately. However vancomycin plus meropenem combination therapy was not reported in any case with porphyria. In this paper we reported a patient with AIP treated with combined vancomycin plus meropenem therapy because of lifethreatening nosocomial sepsis and had not any side effect

Low-dose venlafaxine-associated liver toxicity in chronic hepatitis

WOS: 000188188100030PubMed: 14742779

Effects of intrinsic denervation on intestinal morphology in rats with short-bowel syndrome

When benzalkonium chloride solution (BACs) is locally applied, to the serosal surface of the intestine, it causes intrinsic denervation (ID) of the myenteric plexus (MP), changes intestinal morphology, and slows intestinal passage by prolonging small-bowel transit time. These effects of ID suggest that chemically-induced bowel denervation may be useful in the treatment of short-bowel syndrome (SBS). How ID affects intestinal morphology in rats with SBS has not previously been investigated. A 75%-80% mid-small-bowel resection was performed in 20 rats with mean body weight 247 ± 30 g. The proximal and distal 2 cm of the resected bowel were examined histologically. After intestinal continuity was maintained by end-to-end anastomosis, a 2-cm jejunal segment was marked with silk sutures to form the test segment. BACs 0.1% was applied to 10 of the 20 test segments according to the modified Fox method, resulting in MP destruction (G1). Saline solution was applied to the other 10 test segments to form the control group (G2). Three months later, the rats were killed and the jejunal, ileal, and test segments were evaluated morphologically. Results were expressed as mean ± standard deviation. The Wilcoxon parametric test was performed to compare the groups during the operation and after death, while the Mann-Whitney U-test was used to compare the data in G1 and G2. No intestinal obstruction was observed in either group. In G1, the body weight increased by 19.1% and the total small-intestinal lengthening was 62.2% (P < 0.05). In the test segment of G1, 75% of the ganglia in the MP were destroyed and villus height, crypt depth, intestinal muscle thickness, number of enterocytes, and villus density increased compared to G2. In the ileal segments of G1, there was an increase of 28.8% in intestinal diameter, 14% in muscle thickness, and 15% in villus density (P < 0.05). No change was observed in the untreated jejunal segments of G1 and G2. Thus, ID of the MP after segmental BACs application of the jejunal level: (1) does not cause intestinal obstruction after 3 months; (2) the increase in bowel diameter in the test and ileal segments increases the absorptive surface of the mucosa; (3) the morphologic changes in the test and ileal segments verify an increase in intestinal adaptation; and (4) BACs application in rats with SBS is an easy procedure with no morbidity or mortality, and can be used to increase intestinal adaptation in rats with SBS

Awareness of Physicians on Celiac Disease and the Effect of Education

&lt;p&gt;&lt;strong&gt;Özet&lt;/strong&gt;&lt;/p&gt;&lt;p&gt;Çölyak hastalığı yaşamın her döneminde görülebilen genetik zeminli, sistemik otoimmün bir hastalıktır. Hastalığın ortaya çıkışı, gluten prolaminlerini içeren buğday, arpa ve çavdarın diyetle alımıyla tetiklenmektedir. Hastalığın prevalansı %1 civarında olup, farkındalığın artmasıyla bu oranın artması beklenmektedir. Çölyak hastalığının diğer hastalıkların belirtilerini taklit etmesi ve nadir görülen bir hastalık olarak bilinmesi nedeniyle tanı oranı düşük olup hastalara sıklıkla geç tanı konulmaktadır. Bu çalışmayla hekimlerin farkındalık oranlarını değerlendirip, verilen çölyak eğitiminin farkındalık oranına katkısını araştırmak amaçlanmaktadır. Araştırmamız kesitsel tarzda hazırlanmış bir ön test-son test uyumluluk çalışmasıdır. Çalışmamıza 9 Mayıs 2019 Çölyak Günü kapsamındaki yapılan panel ve eğitim etkinliğine katılan aile hekimleri dahil edildi. Hekimlere toplantının hemen öncesinde ön test dağıtıldı. Katılımcılara çölyak hastalığı hakkında bir eğitim modülü sunuldu ve sonrasında son test uygulandı. Ön test ve son test eşleştirildiğinde 88 hekimin anketleri incelemeye alındı. Ön test ve son test yanıtları arasındaki analizlerde nominal ölçekli bilgiler için kappa katsayısı, ordinal ölçekli sorular için Kendall'stau-b uyuşum değerleri hesaplandı. Çalışma ortamında çölyak hastaları ile karşılaşma durumuna göre ikili lojistik regresyon modeli oluşturuldu. Çalışmanın tamamında tip-I hata değeri %5 alınarak p&lt;0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Katılımcıların yaş ortalaması 30.91±6.69 yıldı. Bir ay içerisinde ortalama 767 hasta gördüklerini beyan eden katılımcıların çölyak hastalığından şüphelendikleri hasta sayısı ortalama 3.13 olarak hesaplandı. Son bir yıl içerisinde çölyak tanısı koydukları hasta ortalaması ise 1.56 idi. Çölyakla ilişkili durumlar değerlendirildiğinde, farkındalığın en yüksek olduğu durumlar sırasıyla kronik diyare (%100), kilo kaybı (%98.9) ve anemi (%96.6) olurken, en az olduğu durumlar genetik sendromlar (%14.8-20.5) ile jinekolojik sorunlar ve infertilite (%39.8-42) olarak bulundu. Eğitim sonrası yapılan son testte hemen hemen tüm ilişkili durumların farkındalık oranlarının %90 civarına çıktığı görüldü. Ön test ve son test arasındaki değişim birçok parametrede anlamlı bulundu (p&lt;0.001). Hekimlere sunulan takip ve tedavide kendini yeterli görme skalasında ön test ve son test arasında karşılaştırmaları yapıldığında her ikisinde de farkın anlamlı olduğu gözlendi (Wilcoxon test, p&lt;0,001). Çalışmamızda sorulan çölyak hastalığı ile ilişkisi olan durumların en iyi bilinenleri kronik diyare, kilo kaybı, anemi ve dispepsi iken, jinekolojik problemler ve genetik sendromların en az bilindiği görüldü. Tipik çölyak hastalığının daha çok bilindiği, atipik çölyak hastalığının daha az bilindiği tespit edildi. Eğitim sonunda tüm bulgularda farkındalık oranının arttığı görüldü. Çalışma sonuçları hem asistanlık eğitiminde hem de birinci basamakta verilen hizmet içi eğitimlerle çölyak hastalığının hatırlatılmasının tanı oranlarını arttırabileceğini desteklemektedir.&lt;/p&gt;&lt;p&gt;&lt;strong&gt;Abstract&lt;/strong&gt;&lt;/p&gt;&lt;p&gt;Celiac disease is a genetic in origin, systemic autoimmune disease that can be occur at any stage of life. The onset of the disease is triggered by dietary intake of wheat, barley and rye containing gluten prolamins. The prevalence of the disease is around 1% and this rate is expected to increase as awareness increases. Due to celiac disease mimicking the symptoms of other diseases and being known as a rare disease, the diagnosis rate is low, and patients are often diagnosed late. In this study, we evaluated the awareness rates of physicians and investigated the effect of celiac training on awareness rate. Our research is a pre-test and post-test compatibility study prepared in cross-sectional style. Family physicians who participated in the meeting on May 9, 2019, Celiac Day were included in our study. The pre-test was distributed to physicians just before the meeting. A training module on celiac disease was presented to the participants and a final test was performed afterwards. When the pre-test and post-test were matched, the questionnaires of 88 physicians were analyzed. Kappa coefficient was calculated for nominal scale information and Kendall's tau-b correlation coefficient for ordinal scale questions were calculated. A binary logistic regression model was created according to the situation of encountering celiac patients in the study environment. In the whole study, type-I error value was taken as 5% and p&lt;0.05 value was accepted as statistically significant. The mean age of the participants was 30.91±6.69 years. The mean number of patients suspected of celiac disease was 3.13 in the participants who stated that they had seen 767 patients in a month. The mean for patients diagnosed with celiac disease was 1.56 in the last year. When celiac-related conditions are evaluated, the states with the highest awareness are chronic diarrhea (100%), weight loss (98.9%), and anemia (96.6%), respectively, while the least common conditions were genetic syndromes (14.8-20.5%) and gynecological problems and infertility (39.8-42%). In the last test after the training, it was found that almost all the awareness was around 90%. The change between pre-test and post-test was significant for most statements (p&lt;0.001). When the comparisons between the pre-test and post-test on the self-sufficient visual scale provided to the physicians were made, the difference was observed as significant in both (Wilcoxon test, p &lt;0.001). Chronic diarrhea, weight loss, anemia, and dyspepsia were the most well-known conditions related to celiac disease in our study, while gynecological problems and genetic syndromes were the least known. It was determined that typical celiac disease is known more, and atypical celiac disease is less known. At the end of the training, it was observed that the awareness rate increased in all findings. The results of the study support that reminding of celiac disease with in-service training given both in residency training and in primary care can increase the diagnosis rates.&lt;/p&gt;&lt;p&gt;&lt;strong&gt;Çölyak Hastalığı Konusunda Hekimlerin Farkındalığı ve Eğitimin Etkisi&lt;/strong&gt;&lt;/p&gt

Frequency of nasal helicobacter pylori carriage among cooks

Conclusion: Nasal Helicobacter pylori colonisation ratio in cooks in Turkey was found to be very low. Presumably hand hygiene compliance lowered the frequency

Crimean-Congo hemorrhagic fever in Turkey: current status and future challenges.

Crimean-Congo hemorrhagic fever (CCHF) is a tick-borne viral disease of humans that affects a wide geographic area of Africa and Eurasia, including Turkey, Iran, Pakistan, Afghanistan and Russia. Since the first detection of CCHF cases in Turkey in 2002, more than 9700 patients have been reported, with an overall mortality rate just under 5%. This article assesses the present epidemiological situation of CCHF in Turkey, with an updated literature review, describes national practices and summarizes lessons learned in preparation for future outbreaks. (C) 2015 Elsevier B.V. All rights reserved