25 research outputs found
Does severity of being small for gestational age in very low birth weight infants affect mortality?
Amaç: Gestasyon yaşına göre küçük (SGA) olmanın klasik tanımı, pretermlerde değişik derecelerde büyüme kısıtlılığının olması durumunda yetersiz değerlendirmeye sebep olabilir. Bu çalışmada çok düşük doğum ağırlıklı bebeklerde (ÇDDA) ılımlı ya da ciddi düzeyde SGA olmanın mortalite üzerine etkinliğinin araştırılması amaçlandı. Yöntem: Bu retrospektif çalışmaya 2013-2017 tarihlerinde hastanemizde doğan doğum ağırlığı 20 persentil olanlar AGA olarak gruplandırıldı. Persentil belirlemede Fenton büyüme eğrisi kullanıldı. Bulgular: Çalışmada SGA, M-SGA ve AGA grubuna sırası ile 34, 46 ve 631 bebek dahil edildi. Çalışmaya dahil edilen bebeklerden SGA olan grupta medyan doğum ağırlığı 660 g (560-720), M-SGA grubunda 800 g (720-870), AGA grubunda 1,080 g (920-1245) (p20 percentile were grouped as AGA. Fenton growth curve was used to determine percentile. Results: In the study, 34, 46 and 631 babies were included in the SGA, M-SGA and AGA groups, respectively. The median birth weight was 660 g (560-720) in the SGA group, 800 g (720-870) in the M-SGA group and 1080 g (920-1245) in the AGA group (p<0.001). Mortality rates were higher in SGA (44.1%) and M-SGA (15.2%) groups than in AGA (11.9%) groups (p<0.001). In logistic regression analysis, early neonatal sepsis [Odds ratio (OR): 2.5, 95% confidence interval (CI): 1.5-4.3], severe intraventricular bleeding (OR: 3.8, 95% CI: 2.08-6.77) and being SGA (OR: 7.08, 95% CI: 2.5-14.7) are found as independent risk factors for mortality. The presence of moderate SGA was not detected as an independent risk factor for mortality. Conclusion: SGA with accompanying prematurity involves more risk for morbidity and mortality. The presence of moderate SGA in very low birth weight infants may also increase mortality. Further studies are needed with new classifications prepared considering the severity of SGA
Perinatal Otopsilerde Üriner Sistem Anomalileri ve Eşlik Eden Böbrek Dışı Anomaliler
Pediatric developmental and genetic renal anomalies are a known cause of
mortality in the perinatal/neonatal period. These anomalies are associated with a wide range
of extrarenal congenital malformations that influence the outcome of patients.
For this purpose, we reviewed the perinatal autopsies performed at Hacettepe
University Faculty of Medicine Pediatric and Perinatal Pathology Unit, from January 2000 to
December 2012. We analyzed the incidence of congenital urinary system anomalies,
correlation between prenatal ultrasound findings and postmortem autopsy findings,
chromosomal test results, the spectrum of developmental and genetic renal lesions and
associated congenital malformations. A total of 1412 perinatal autopsies were evaluated and
113 cases (8,0%) with urinary system anomalies were found. These 113 cases were grouped
as developmental (89 cases) and genetic renal anomalies (24 cases). There was a male
predominance and the age range was from 13 weeks of gestation to 1 month of life. Renal
agenesis was the commonest developmental renal anomaly. It was followed by renal
dysplasia, congenital hydronephrosis, renal hypoplasia, renal ectopia and horseshoe kidney
anomaly. Autosomal recessive polycystic kidney disease was the commonest genetic lesion.
Others were Meckel-Gruber syndrome, Joubert syndrome, Fryns syndrome, Zellweger
syndrome and trisomy 13 and 18. Ductal plate malformation seen in liver was found in
autosomal recessive polycystic kidney disease, as well as in other syndromic cases such as
Meckel-Gruber syndrome, Joubert syndrome, renal-hepatic-pancreatic dysplasia and glutaric
aciduria type II. We found a good correlation between the prenatal ultrasound and autopsy
results in 51,3% of the cases. Chromosomal abnormality (trisomy 13, trisomy 18, unbalanced
translocation, Turner syndrome) was detected in 9 of the cases (8%). They were associated
with renal agenesis, renal dysplasia and horseshoe kidney.
Associated congenital malformations were seen in 95,5% of the cases. So a thorough
search for them is mandatory. The role of fetal autopsy remains very important in order to
clearly identify some other associated anomalies in terminated fetuses due to urinary system
malformations.Çocuklarda gelişimsel ve genetik renal anomaliler perinatal/neonatal
dönemde bilinen bir mortalite nedenidir. Bu anomalilere hastanın prognozunu etkileyen bir
çok böbrek dışı konjenital anomali de eşlik etmektedir.
Bu amaçla, Ocak 2000 ile Aralık 2012 arasındaki dönemde Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi Pediatrik ve Perinatal Patoloji Ünitesi’nde yapılan otopsi kayıtları gözden geçirildi.
Konjenital üriner sistem anomalilerinin sıklığı, prenatal dönemde yapılan ultrasonografi
bulgularıyla otopsi bulgularının arasındaki korelasyon, üriner sistem anomalisi olan vakaların
kromozomal test sonuçları, gelişimsel ve genetik üriner sistem anomalilerinin tipleri ve eşlik
eden konjenital malformasyonlar değerlendirildi. Toplam 1412 perinatal dönem otopsisi
arasından 113 tane (%8,0) gelişimsel (89 vaka) ve genetik (24 vaka) üriner sistem anomalisi
olan vaka bulundu. Hem gelişimsel hem de genetik anomaliler arasında erkek hakimiyeti
vardı. Yaş aralığı 13 gebelik haftası ile 1 ay arasındaydı. Renal agenezi en çok görülen
gelişimsel renal patolojiydi. Bunu renal displazi, konjenital hidronefroz, renal hipoplazi,
ektopik böbrek ve atnalı böbrek anomalileri izlemekteydi. Genetik üriner sistem patolojileri
grubunda en sık otozomal resesif polikistik böbrek hastalığı saptandı. Diğerleri Meckel-
Gruber sendromu, Joubert sendromu, Fryns sendromu, Zellweger sendromu ve trizomi 13 ve
18’di. Karaciğerde görülen duktal plate malformasyonu otozomal resesif polikistik böbrek
hastalığında, ayrıca Meckel-Gruber sendromu, Joubert sendromu, renal-hepatik-pankreatik
displazi sendromu ve glutarik asidüri tip II gibi diğer sendromik vakalarda da saptandı.
Vakaların %51,3’ünde prenatal ultrasonografi sonuçlarının otopsi bulgularıyla uyumlu olduğu
gözlendi. Kromozomal anormallik (trizomi 13, trizomi 18, dengesiz translokasyon, Turner
sendromu) 9 vakada (%8) tespit edildi. Bunlar renal agenezi, renal displazi ve atnalı böbrek
ile ilişkiliydi.
Bu çalışmada genel olarak tüm vakaların %95,5’inde eşlik eden konjenital
malformasyonlar saptanmıştır. Bu nedenle renal anomalisi olan vakalara ayrıntılı inceleme
yapılmalıdır. Prenatal dönemde üriner sistem anomalisi saptanan ve gebelik terminasyonu
yapılan vakalarda, diğer anomalilerin de tespit edilebilmesi için otopsinin önemi
unutulmamalıdır
Dormancy, germination and seedling growth in bay laurel ( Laurus nobilis
WOS: 000448028600009The present study was conducted to assess the effects of polystimulins, gibberellic acid and duration of cold stratification on germination of bay laurel seeds and seedling growth. Seeds were treated with cold stratification at 4 degrees C for 30, 70 and 90 days; soaking in 500, 750, 1000 mg L-1 polystimulins (PS-A6 + PS-K) for 24 hours and then cold stratified for 70 days, or soaking in 500, 750, 1000 mg L-1 gibberellic acid (GA(3)) for 24 hours and then cold stratified for 70 days. the best results (94%) were recorded when seeds were pre-treated with 1000 mg L-1 PS-A6 + PS-K and then cold stratified for 70 days. This study also examined the effects of pre treatment on seedling growth. the greatest seedling height (223 mm) and root length (532 mm) were seen in seedlings produced from PS-treated seeds. Pre-sowing treatment changed the root/shoot ratio of seedlings positively and increased seedling survival. Polystimulin hormone application with cold stratification to seeds is recommended in nursery production of bay laurel seedlings
KIRMIZI ÇINAR YAPRAKLI AKÇAAĞACIN (Acer platanoides 'Crimson King') ÜRETİMİNE VE PEYZAJ TASARIMLARINDA KULLANIMINA YÖNELİK BAZI ÖNERİLER
Yangın Türkiye ormanları için en büyük tehdit durumundadır. Türkiye, iklimi, bitki örtüsü ve coğrafi konumu nedeniyle yangına hassas bir bölgededir. Özellikle Akdeniz ve Ege bölgeleri yangın yönünden riskli bölgelerdir. Türkiye’de yıllık yangın istatistikleri diğer Akdeniz ülkelerindeki gibi yüksektir. Orman yangınları yanan alandaki florayı, faunayı ve tüm orman ekosistemini etkiler. Bu etki kimi zaman olumsuz iken kimi zaman olumlu olabilmektedir. Bu durum hayvan türü, yangının şekli ve şiddeti ile bitki örtüsüne göre değişiklik gösterebilmektedir. Türkiye fauna biyoçeşitliliği açısından son derece zengin bir bölgedir. Ülkemiz bünyesinde 166 memeli, 466 kuş ve 129 sürüngen türü barındırmaktadır. Tüm bu türlerin yangınla ilişkisi ülkemiz faunası yönünden büyük önem taşımaktadı
Predictors of early or late treatment seeking in patients with social anxiety disorder
BACKGROUND: Social anxiety disorder (SAD) is common in the general population and usually begins at an early age. It is well established that patients with SAD rarely seek treatment, and their first treatment contact usually takes many years after onset. The aim of this study was to determine the predictors of early and late treatment seeking in patients with SAD
Boy kısalığı olan çocukların serum ürotensin 2 düzeylerinin igf-1 ile ilişkisi
Amaç: Çalışmamızda boy kısalığı olan çocuklardaki Ürotensin 2’nin serum düzeylerini araştırarak İGF-1 ve İGFBP-3 gibi büyümeden sorumlu olan endojen maddeler arasındaki korelasyonu değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmamızda 150 hasta ve 30 sağlıklı çocuk değerlendirmeye alındı. Bunlar kontrol, ailevi boy kısalığı, yapısal boy kısalığı, malnütrisyon ve çölyak olacak şekilde 5 gruba ayrıldı. Bunlarda kendi içinde İGF-1 ve İGFBP-3 düzeyleri düşük yada normal olacak şekilde gruplandırıldı. Bulgular: İGF-1 düzeyi normal olan ailevi boy kısalığı olan çocukların, düşük İGF-1 düzeyi olan yapısal boy kısalığı, malnütrisyonlu ve çölyak grubundaki çocukların serum Ürotensin 2 düzeyleri kontrol grubuna göre yüksek bulunmuştur. İGFBP-3 düzeylerine göre ise tüm gruplarda Ürotensin 2 düzeyi kontrole göre yüksek bulunmuştur. Sonuç: Çalışmamızda Ürotensin 2’nin çocuklarda büyüme gelişme geriliği ve boy kısalığı fizyopatolojisinderol alabileceği düşünülmektedi
Comparison of different growth curves in the assessment of extrauterine growth restriction in very low birth weight preterm infants
Background: Preterm infants are at risk of extrauterine growth restriction (EUGR) and associated complications in the long term. Growth curves are important in assessing postnatal growth in these infants. The aim of this study was to determine the prevalence of EUGR in preterm infants and the factors associated with EUGR using two different growth curves. Methods: We retrospectively evaluated 596 preterm infants with birth weight ≤1500 g. Small for gestational age (SGA) was defined as birth weight 16 days to full enteral feeding (OR: 1.8, 95% CI: 1.22–2.68). Similarly, independent risk factors for EUGR according to the IG-21 curve were SGA (OR: 16.3, 95% CI: 7.23–36.9), RDS (OR: 1.81, 95% CI: 1.16–2.83), LNS (OR: 2.29, 95% CI: 1.43–3.68), and >16 days to full enteral feeding (OR: 2.11, 95% CI: 1.38–3.23). Conclusion: The growth curves used for diagnosis may lead to differences in EUGR rates in intensive care units and the factors identified as associated with EUGR. At-risk infants should be evaluated for EUGR and their weight and nutritional support should be monitored carefully. Comparisons of long-term outcomes are needed to assess the suitability of growth curves used for EUGR follow-up