22 research outputs found
Öğretmen Adaylarının Teknolojik Terim Farkındalıklarının Belirlenmesi
The purpose of this research is to develop a valid and reliable measurement tool that can be used in determining the pre-service teachers’ awareness and knowledge levels of technological terms and to determine the pre-service teachers’ awareness of technological terms. In this research carried out by the survey method, data collected by questionnaire developed by the researchers and obtained 1106 pre-service teachers. The data were analyzed through the SPSS 15.0 package program. The results show that the technological term awareness of the male pre-service teachers are more versatile than the female pre-service teachers’. Finally, it can be clearly seen that as the grade level and income level increase, the awareness also increases and as the income level decreases, the awareness decreases correspondingly.Bu araştırmanın amacı, öğretmen adaylarının teknolojik terim farkındalıklarının ve bilgi düzeylerinin belirlenmesinde kullanılabilecek geçerli ve güvenilir bir ölçme aracının geliştirilmesi ve geliştirilen ölçme aracı ile öğretmen adaylarının teknolojik terim farkındalıklarının belirlenmesidir. Tarama metodu ile yürütülen araştırmada veriler, araştırmacılar tarafından geliştirilen ve 1106 öğretmen adayına uygulanan anket ile elde edilmiştir. SPSS 15.0 paket programı aracılığıyla analiz edilen veriler doğrultusunda, erkek adayların teknolojik terim farkındalıklarının kız adaylara göre daha “çok yönlü” olduğu, sınıf düzeyi ve gelir düzeyi yükseldikçe adayların teknolojik terim farkındalığının arttığı, gelir düzeyi düşük olan adayların farkındalıklarının da düşük olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır
Clinical outcomes and treatment patterns of primary central nervous system lymphoma: Multicenter retrospective analysis
Objectives: Primary central nervous system lymphoma (PCNSL) is a rare malignant disease with poor prognosis. Its low incidence leads to challenges in decision-making for treatment. As a matter of fact, there is still no consensus on the appropriate treatment modalities. In this context, the objective of this study is to investigate and comparatively assess the efficacies of several treatment modalities in the treatment of PCNSL. Methods: Thirty-four patients diagnosed with PCNSL at 5 different hematology centers between 2007 and 2021 were included in the study. Patients’ data from all five centers were collected retrospectively. Since ibrutinib is not approved for this indication in Turkey, consent for off-label use of ibrutinib is obtained from each patient. Ethics committee ap-proval was obtained on June 9, 2021 with decision number 2021/18-05. Results: The median age of the patients was 59 (min.: 22, max.: 78) years. The male-to-female ratio was 1.26/1. Nineteen (55.9%) patients had Eastern Cooperative Oncology Group (ECOG) performance score of ≥2. Fifteen (44.1%) patients had normal lactate dehydrogenase (LDH) levels and only 14.7% of the patients had B symptoms at the time of diagnosis. Magnetic resonance imaging (MRI) revealed a single mass lesion in 14 (41.2%) patients. As an induction therapy, meth-otrexate-based regimen was administered in 29 (85.3%) patients. Only 14 of the 34 patients received 4 or more cycles of high-dose methotrexate (MTX). About 32.4% of the patients received radiation therapy (RT) during follow-up as a part of induction therapy. Five patients received only RT due to poor performance status. Ibrutinib was administered in 5 patients for refractory disease. It was determined that four or more cycles of MTX treatment increased progression-free survival (PFS) (p=0.031) and overall survival (OS) (p=0.012). Moreover, RT improved PFS (p=0.023). Considering that the complete response achieved by induction therapy influences long-term survival, achievement of the best response to the treatment regimens administered in combination with new agents may prolong survival (PFS: p=0.01, OS: p=0.023). Conclusion: The findings of this study indicate that the initial response to treatment is crucial. Additionally, it was found that high-dose MTX treatment should be administered for 4 cycles or more in order to achieve the best results. Furthermore, it was determined that ibrutinib monotherapy was well-tolerated in our patients with relapsed/refractory disease, with excellent clinical benefits. In conclusion, a combination therapy consisting of high-dose MTX, ibrutinib, and rituximab appears to be a promising initial treatment approach in appropriate patients
Antimicrobial and Antioxidant evaluation of fruit extract from Cornus mas L.
In this present study, water and methanol extracts of Cornelian cherry fruits (Cornus mas L.)
were studied for evaluating of antioxidant and antimicrobial properties. The antioxidant
properties were evaluated by determination of 2,2-Diphenyl-1-picrylhydrazyl (DPPH) radical
scavenging ability and lipid peroxidation inhibition activity. Also total phenolic contents of the
extracts were detected by Folin method. The extracts of the fruits have antioxidant potential.
The DPPH radical scavenging activity was higher in water extract (36.6 %) than the methanol
extract (30.6 %). Unlike, methanol extract of fruits have more activity (18.9 %) than water
extract (16.7 %), also with higher phenolic compound contents. Antimicrobial activities of
above extracts were also tested against 93 clinical isolates of human pathogenic strains
belonging to 5 bacteria (Entorobacter aerogenes, Escherichia coli, Proteus mirabilis,
Pseudomonas aeroginosa, Staphylococcus aureus) and 5 yeast species (Candida albicans,
Candida glabrata, Candida krusei, Candida parapisilosis, Candida tropicalis) by diskdiffusion method. The results showed cornelian cherries are potentially rich source of
antimicrobial agents. The most effective antibacterial activity was expressed by methanol and
water extract of cornelian cherry fruit against S. aureus with 25 mm inhibition zone and 0.156
mg/ml Minimum Inhibitory Concentration (MIC) value. Only methanol extracts of the fruit
have antifungal activity against tested human pathogen clinic isolates...
Role of insulin resistance in the development of atrial fibrillation
Amaç: Çalışmamızın amacı aşikar diyabeti olmayan hastalarda insülin direncinin (IR) atriyal fibrilasyon (AF) ile ilişkisini araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 18 yaş ve üzeri hipertansiyon dışında kronik hastalığı olmayan hastalar dahil edildi. Hastaların tıbbi öyküleri alındı, fizik muayeneleri ve kan tahlilleri yapıldı ve elektrokardiyografileri çekildi. Tetkiklerinde aşikar diyabet saptanan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Hastalar normal sinüs ritminde (NSR) olan grup ve AF’si olan grup olmak üzere ikiye ayrıldı ve IR analiz edildi. Bulgular: Çalışmaya 132’si (%66) NSR’de ve 68’i (%34) AF ritminde olan toplam 200 hasta (108 kadın, yaş ortalaması 67,33±8,37 yıl) dahil edildi. NSR’de ve AF ritminde olan hastalar arasında açlık plazma glikoz seviyeleri açısından fark bulunmazken (sırası ile 102,65±7,49 mg/dL ve 99,68±9,46 mg/dL; p=0,09), açlık insülin düzeyi açısından anlamlı bir fark tespit edildi (sırasıyla 11,06±2,71 mg/dL ve 8,48±2,64 mg/dL; p2,4) hastaların oranı AF grubunda NSR grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu (sırasıyla %76,47 ve %28,78; p2.4) was significantly higher in the AF group than in the NSR group (76.47% and 28.78%, respectively; p<0.0001). Regression analyses were performed. Multivariate regression analysis showed that each unit increase in HOMA-IR increased the risk of AF for 2.56-fold. Conclusion: The main factor for the frequent coexistence of diabetes mellitus and AF was considered to be IR rather than hyperglycemia. Early detection and treatment of IR can reduce AF development and associated morbidity and mortality
MİLLİ ATLETLERDE D VİTAMİNİ DÜZEYLERİ, ANTROPOMETRİKÖZELLİKLER VE BAZI BİYOKİMYASAL PARAMETRELERİNDEĞERLENDİRİLMESİ
Bu çalışmanın amacı, atletizm ulusal takımının çeşitli branşlarında yarışan sporcularda plazma 25-hidroksi D [25(OH)D] du?zeyleri, antropometrik ve biyokimyasal parametreleri arasında bir ilişki olup olmadıg?ını deg?erlendirmektir. Çalışmaya 19 kadın (18,63±3,06 yıl) ve 29 erkek (18,90±2,69 yıl) olmak u?zere toplam 48 sporcu katılmıştır. Vu?cut yag?? oranının tayini için kaliper yardımıyla deri kıvrım kalınlıg?ı o?lçu?lmu?ş ve JacksonPollock 7 yo?ntemi ile hesaplanmıştır. Biyokimyasal deg?erlendirme için plazma 25(OH)D, testosteron, insu?lin, kortizol, TSH, tiroksin, glukoz, total kolesterol, HDL, LDL ve trigliserid du?zeyleri o?lçu?lmu?ştu?r. Tu?m veriler SPSS18.0. programı ile analiz edilmiş ve p deg?eri <0,05 olarak kabul edilmiştir. Araştırmamızın sonuçlarına go?re ortalama 25(OH)D du?zeyi erkek sporcularda 28,37±9,39 ng/ml, kadın sporcularda ise 22,58±8,03 ng/ml olup her iki cinsiyet için de yetersizlik saptanmıştır. Erkek sporcuların vu?cut yag? oranı %4,42±1,00, kadın sporcuların vu?cut yag? oranı ise %13,73±3,17 olup 25(OH)D du?zeyi ile vu?cut yag? oranı ve yag?sız vu?cut ag?ırlıg?ı arasında anlamlı bir ilişkiye rastlanmamıştır. Plazma 25(OH)D du?zeyinin kan lipidleriyle ilişkisine bakıldıg?ında, kadın sporcularda total kolesterol du?zeyi (p=0,012) ve LDL du?zeyi (p=0,013) ile negatif korelasyon go?stermiştir. Erkeklerde plazma 25(OH)D du?zeyi ile TSH du?zeyi ile pozitif korelasyon tespit edilmiştir (p=0,049). Çalışmamızın sonuçları, ulusal takım du?zeyinde yarışan sporcularda D vitamini yetersizlig?i oldug?unu ortaya koymuştur. Ayrıca, 25(OH)D du?zeyleri ile plazma lipidleri ve bazı hormonlar arasında ilişkinin go?zlenmesi D vitamininin enerji metabolizması u?zerinde o?nemli etkilerinin olabileceg?i go?ru?şu?nu? desteklemektedir
Study skills of teacher candidates
Bu çalışmada, öğretmen adaylarının öğrenim gördükleri programlar, bu programların üniversite yerleştirme sınavlarında dahil oldukları alanlar (fen-matematik alanlar ve sosyal alanlar) ve akademik başarıları ile ders çalışma alışkanlıkları arasındaki ilişki incelenmiştir. Tarama modellerinden ilişkisel tarama modeli ile yürütülen çalışmanın örneklemini Fatih Eğitim Fakültesi'nin öğretmen yetiştiren tüm programlarında öğrenim gören adaylar arasından seçilen 972 öğretmen adayı oluşturmaktadır. Ders çalışma alışkanlıklarını ortaya çıkarmak için Çalışma Alışkanlıkları ve Tutumları Envanteri'nden yararlanılmış ve veriler SPSS paket programı aracılığıyla tek yönlü ve iki yönlü çok değişkenli varyans analizi (manova) testleri kullanılarak analiz edilmiştir. Elde edilen bulgular doğrultusunda, öğretmen adaylarının ders çalışma alışkanlıklarının öğrenim gördükleri programlara göre farklılık gösterdiği ve ders çalışma alışkanlıkları ile akademik başarıları arasında anlamlı bir ilişki olduğu sonuçlarına ulaşılmıştır. Ayrıca, öğretmen adaylarının düşük ve orta düzeyde ders çalışma alışkanlıklarına sahip oldukları da tespit edilmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda, öğrencilerin ders çalışmalarını engelleyen sorunların ve bu sorunlar için ürettikleri çözüm yollarının araştırılması önerilmiştir.In this study, the relationship between the students' study skills, their teaching programs, fields at the university placement exam and academic achievements were analyzed. The study was carried out by one of the survey models called the relational survey model. The sampling of the study was made up 972 teacher candidates who were chosen among all candidates studying in the teacher education programs of an Education Faculty. Survey of Study Habits and Attitudes was used to bring out their study skills and the data was analysed using one way and two way Manova tests in SPSS program. With the data obtained, it was found that the study skills of the teacher candidates revealed the differences according to their program of study and there was a meaningful difference between their study skills and academic achievements. Moreover, it was determined that the teacher candidates had lower and moderate level study skills. Problems that prevent students from studying were also identified. In the light of these results, solutions to overcome these problems are presente
Frontal Lacunar Infarct in the Development of Non-Convulsive Status Epilepticus: Case Report
Nonconvulsive status epilepticus is characterized by altered mental status without convulsive motor activity and symptoms lasting more than 10 minutes or recorded with electroencephalogram (EEG). This clinical presentation is expected to be seen mostly in chronic epilepsy patients and is recognized especially in critically ill patients, recently. Underlying metabolic anomalies, stroke and infections, may precipitate the nonconvulsive status epilepticus. It is demonstrated in 16% of the patients over 60 years old with altered mental status in the emergency department (ED) and the mortality rates increase by 50% among adults. Ischemic stroke has been shown to be associated with an increased risk of nonconvulsive status epilepticus. In ischemic stroke, not only cortical and great vessel infarcts but also lacunar infarcts have the possibility of developing nonconvulsive status epilepticus. In this case report, we aimed to present with literature information that especially frontal region infarcts may be a determining factor in the development of early status epilepticus after stroke