Relationship between Functional Status and Type D Personality and Psychiatric Symptoms of Patients with Chronic Obstructive Pulmonary Disease (COPD)

Emotional difficulties, adjustment difficulties, anxiety disorder, paranoid reactions and depression are among the common psychiatric disorders in patients with Chronic Obstructive Pulmonary Disease (COPD). Type D personality is characterized by social inhibition and negative affectivity. Individuals with Type D personality have difficulty in coping with chronic diseases. The aim of our study was to determine type D personality and psychiatric symptoms in patients with COPD. A patient group was formed with 44 people hospitalized with COPD in the Chest Diseases service and a control group was formed with 44 healthy people. A sociodemographic data form, the Beck Depression Inventory, State and Trait Anxiety Inventory, Somatosensory Amplification Scale, Type D Personality Scale, and BODE (Body mass index, Obstruction, Dyspnea, Exercise capacity) index, were used to. According to the results of our study, state and trait anxiety, depression and D-type personality, exaggeration of bodily sensations scale scores were statistically significantly higher in the patient group compared to the control group. Moreover, a high score on the somatosensory amplification scale and having a type D personality were correlated with the BODE index score. These results suggest that it is important for patients with COPD to be examined by a psychiatrist.

Genç ve Yaşlı Dişi Köpeklerde Foliküler Morfolojinin Farklılıklarıve Anti Müllerien Hormon ile İlişkisi

Sunulan çalışmada genç ve yaşlı dişi köpeklerde, foliküler gelişimin farklı aşamalarında, foliküllerin yapısal morfolojik ve hücresel farklılıklarının ortaya konması, ovaryum follikül popülasyonunun Anti Müllerien Hormon (AMH) ile ilişkilerinin araştırılması ve bu hormonun genç ve yaşlı köpeklerdeki düzeylerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışma, materyalini 8 adet, 2 yaşında, genç (grup A) ve 8 adet, 8-10 yaş aralığında yaşlı olmak üzere (grup B) toplam 16 dişi köpek oluşturmuştur. Primordial, primer ve preantral folikül çapları grup B de grup A'ya göre daha yüksek ölçülürken sekunder folikül çapları yönünden gruplar arası fark istatistiki olarak önemsiz bulunmuştur. Grup A'da Sekunder foliküllerdeki granuloza hücreleri ortalama 91.65±2.23 adet preantral foliküllerde ise 301.31±4.16 adet sayılmıştır. Grup B'de ise bu değerler sırasıyla 89.46±2.68 ve 270.25±3.54 adet olarak kaydedilmiştir. Çalışmada serum AMH sonuçlarına bakıldığında Grup A' da bu değer ortalama 0.233±0.046 ng/mL tespit edilmiştir. Grup B'de ise bu ortalamanın 0.099±0.008 ng/mL'ye düştüğü gözlemlendi (P<0.05). Sonuç olarak köpeklerde artan yaş ile primordial ve primer folikül sayılarının ve özellikle sekunder ve preantral foliküllerdeki granuloza hücre sayılarının azalması ve AMH hormonunun da buna paralellik göstermesi, insanlarda fertilite parametresi olarak kullanılan AMH hormonunun köpeklerde de kullanılabileceğini göstermektedir.This study aimed to investigate the structural, morphological and cellular differences of follicles at different stages of follicular development as well as to determine the correlation of the ovarian follicle population with serum Anti-M&uuml;llerian Hormone (AMH) levels in young and aged bithches. Sixteen bitches were divided into two groups according to their ages. Group A included young bitches aged 2 years (n=8) while Group B constituted of those aged 8 to 10 years (n=8). Diameters of the primordial, primary and preantral follicles were found to be significantly larger in Group B, in comparison to Group A. In Group A, the mean number of granulosa cells was 91.65&plusmn;2.23 in the secondary follicles and 301.31&plusmn;4.16 in the preantral follicles. In Group B, the same values were found to be 89.46&plusmn;2.68 and 270.25&plusmn;3.54, respectively. The mean serum AMH levels in Group A and Group B were 0.233&plusmn;0.046 ng/mL and 0.099&plusmn;0.008 ng/mL, respectively (P&lt;0.05). In conclusion, the results indicated that the number of primordial and primary follicles as well as the numbers of granulosa cells in secondary and preantral follicles decreased with advanced age which resulted in lower serum AMH levels in aged bitches. The results suggested that the AMH, which is used as a fertility parameter in humans, could also be used for the same purpose in dogs

Corneal melanosis successfully treated using topical mitomycin-C and alcohol corneal epitheliectomy: a 3-year follow-up case report

ABSTRACTWe report a case of primary acquired corneal melanosis without atypia associated with corneal haze in a patient with a history of limbal malignant melanoma and the effect of mitomycin-C. A 75-year-old woman with a history of limbal malignant melanoma presented with loss of vision in right eye. Corneal examination showed a patchy melanotic pigmentation with a central haze. Topical mitomycin-C improved visual acuity and corneal haze. However, the pigmented lesions persisted, and they were removed with alcohol corneal epitheliectomy. Histopathological examination demonstrated primary acquired melanosis without atypia. The lesions were successfully removed, and there were no recurrences during the follow-up period of 36 months. The association of conjunctival and corneal melanosis without atypia is a rare condition. In addition, co-existence of central corneal haze and melanosis may decrease visual acuity. Topical mitomycin-C and alcohol corneal epitheliectomy can be useful treatments in this condition

Nonkardiyak Göğüs Ağrısı Şikayeti Olan Bireylerde D Tipi Kişilik, Psikiyatrik Belirtiler ve Ağrı Şiddeti Arasındaki İlişki

Amaç: Göğüs ağrısı şikâyeti toplumda yaygın olarak görülür. Göğüs ağrısının etiyolojisinde en sık olarak kardiyak nedenler olmakla psikiyatrik bozukluklarda sık görülen nedenler arasındadır. Bu şikayet kalp rahatsızlığı ile ilgili sürekli endişeye ve sağlık hizmetlerinin tekrarlayan kullanımına neden olması açısından önemli bir sağlık sorunudur. Nonkardiyak göğüs ağrısı (NKGA) şikâyeti olan hastalarda psikiyatrik belirtiler araştırılmış olmakla birlikte D Tipi kişilik araştırılmamıştır. Bu nedenle göğüs ağrısı şikâyeti olan bireylerde psikiyatrik belirtiler ile bu belirtilerle hissedilen ağrı şiddeti arasındaki ilişkiyi incelemek için bu çalışma planlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: NKGA tanısı konulan 100 kişi ile hasta grubu, sağlıklı 100 kişi ile kontrol grubu oluşturuldu. Olgulara Sosyodemografik Veri Formu, Beck Depresyon ölçeği, Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği, D Tipi Kişilik Ölçeği, bedensel duyumları abartma ölçeği, Toronto Aleksitimi ölçeği uygulandı. Bulgular: Sosyodemografik verilere bakıldığında hasta grubu ile kontrol grubu arasında yaş, cinsiyet, medeni hal, çalışma durumu ve eğitim düzeyleri bakımından anlamlı fark bulunmadı. Hasta grubundaki bireylerde kontrol grubuna göre depresyon, aleksitimi, bedensel duyumları abartma, D Tipi Kişilik ve çocukluk çağı travmatik yaşantılar ölçek puanlarının anlamlı olarak daha yüksek olduğu ayrıca D Tipi kişilik özelliklerinin ağrı şiddeti ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Sonuç: NKGA şikâyeti olan hastalarda psikiyatrik belirtiler sık olarak görülmektedir. Psikiyatrik bozuklukların tespit edilmesi ve tedavi edilmeleri ile birlikte tekrarlayan hastane başvurularının azaltılabileceğini düşünüyoruz

Correlation of Adenosine Deaminase Activity and Somatic Cell Count in Dairy Cows with Subclinical Mastitis

Bu çalışmada yangısal süreçte önemli görevleri olan adenozin deaminazın, subklinik mastitisli ineklerde serum ve süt adenozin ademinaz(ADA) düzeylerinin belirlenmesi ve bu enzimin somatik hücre sayısı ile ilişkisinin ortaya konması amaçlandı. Çalışma grubunu oluşturanHolstein inekler; subklinik mastitisli (n40) ve sağlıklı inekler (n15) olarak iki gruba ayrıldı. Kaliforniya mastitis testi (CMT) sonucundaşüpheli sonuç veren ve herhangi bir klinik mastitis bulgusu bulunmayan inekler subklinik mastitis grubunu, CMT negatif olan inekler isekontrol grubunu oluşturdu. Süt örneklerindeki somatik hücre sayıları flow sitometri ile belirlendi. Subklinik mastitis grubunda serum vesüt ADA değerleri sırasıyla 8,11 ve 3,38 IU/L ölçüldü. Somatik hücre sayıları subklinik mastitis ve kontrol grubunda sırasıyla 248x103 ve132x103 bulundu (p0.01). Süt ADA ile somatik hücre sayısı arasında da pozitif korelasyon bulundu (p0.01, r0.611). Sonuç olarak,adenozin deaminazın ineklerde subklinik mastitis olgularının tanısında bir belirteç olarak kullanılabileceği kanısına varıldı.In this study, we aimed to determine the levels of adenosine deaminase (ADA), which plays important role in inflammatory process insera and milk in cows with subclinical mastitis and state the relationship between this enzyme with somatic cell count. Holstein cowswhich was consisted the study group allocated into two groups subclinical mastitis (n 40) and healthy cows (n 15). After performingthe California Mastitis Test (CMT), the cows resulted suspicious; included the study group, the cows which showed CMT as negativeconstitute the control group. Somatic cell counts were determined with flow cytometry assay. In subclinical mastitis group, serum andmilk ADA values were 8.11 and 3.38 IU / L, respectively. Somatic cell counts were 248x103 and 132x103 in subclinical mastitis andcontrol groups, respectively (p 0.01). There was a positive correlation between milk ADA and somatic cell count (p 0.01, r 0.611). Asa result, adenosine deaminase can be used as a marker in the diagnosis of subclinical mastitis in cows

Evcil Kedilerde Yaş İlişkili Anti-Müllerian Hormon Değişimlerinin Değerlendirilmesi

Anti-Müllerian hormon (AMH) Transforming Growth Factor Beta ailesinin bir üyesidir ve dişilerde sadece ovaryumlardaki büyümekte olan granüloza hücrelerinden üretilir. Bu nedenle, ovaryumların varlığını ya da yokluğunu belirlemede AMH ölçümleri önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmanın amacı evcil kedilerde ovariohisterektomi (OHE) öncesi ve sonrası bireysel AMH düzeylerinin değerlendirilmesi, OHE sonrası farklı günlerde alınan kan örneklerinde ortalama AMH değişimlerinin gösterilmesi, yaşa bağlı AMH düzeylerindeki değişimlerin belirlenmesi ve AMH düzeylerinin fonksiyonel ovaryum dokusunun belirlenmesinde bir tanı aracı olarak kullanılabilirliğinin araştırılmasıdır. Bu çalışmada toplam 30 evcil kedi kullanıldı. Hayvanlar yaşlarına göre iki gruba ayrıldı; 1 yaş (Grup 2, n=17). Tüm kedilerin serum AMH konsantrasyonları 0 ve 3. günlerde sırasıyla 3.15±2.25 ng/mL ve 0.38±0.21 ng/mL olarak belirlendi. Operasyondan 10 gün sonra tüm kısırlaştırılmış kedilerin AMH düzeyleri ELISA kitinin ölçebildiği minimum değerden daha düşüktü (<0.08 ng/mL). Yaş sınıflandırmasına göre ise kedilerin yaşları ile AMH düzeyleri arasında 0. gün (rs=0.293, P<0.05) ve 3. günde(rs=0.410, P<0.01) korelasyon belirlendi. Sonuç olarak kedilerde fonksiyonel ovaryum dokusunun değerlendirilmesinde serum AMH konsantrasyonlarının ölçümü yeterli olacağı düşünüldü.Anti-M&uuml;llerian hormone (AMH) belongs to the Transforming Growth Factor-&szlig; (TGF-&szlig;) family and produces only in ovaries by the granulosa cells of growing follicles in females. Therefore the measurement of AMH levels plays an important role for the detection of the presence or absence of the ovaries. The aim of this study was to evaluate the individual AMH levels before and after ovariohysterectomy (OHE), to demonstrate mean AMH alterations in the absence of ovaries with blood sampling in different days after OHE, to demonstrate the age-related changes in serum AMH levels and investigate the usability of serum AMH levels as a diagnostic tool for detecting the presence of functional ovarian tissue in domestic cats. Totally 30 domestic cats were used for this study. The animals were allocated into 2 groups according to their ages; &lt;1 year old (Group 1, n=13) and &gt;1 year old (Group 2, n=17). Mean serum AMH concentrations of all cats at day 0 and day 3rd were found 3.15&plusmn;2.25 ng/mL and 0.38&plusmn;0.21 ng/mL respectively. Ten days after surgery, AMH levels of all spayed cats were below the minimum detectable concentration of the ELISA kit (&lt;0.08 ng/mL). According to the age classification, the age of cats were correlated with AMH levels at day 0 (rs=0.293, P&lt;0.05) and at day 3 (rs=0.410, P&lt;0.01). It can be concluded that measurement of serum AMH concentrations is adequate for assessing the functional ovarian tissue in cats

Naczyniakowłókniakomięsak skóry błędnie rozpoznany jako guz ślinianki przyusznej – opis przypadku

Introduction: Angiomyolipoma is a benign tumor consisting of vascular structures, smooth muscle and adipose tissue. It is most commonly found in the kidneys and more rarely in the liver, lung, heart, intestines, nasal cavity, oral cavity and ear. Cutaneous angiomyolipomas are very rare and show some differences with non-cutaneous angiomyolipomas; these are mostly located in the distal extremities and are a result of traumas and HMB-45 antibody negativity and appear more frequently in men. Neither of the cases, except for one presented until today, had cellular atypia; thus, cutaneous angiomyolipomas are considered not to lead to malignant transformation. It is thought that total excision of the mass is indicated in the treatment of cutaneous angiomyolipoma. Case report: Our case presented to our clinic with a left preauricular mass which was thought to be a parotid mass after an initial physical examination. The MRI revealed that the mass did not originate from the parotid gland. The fine-needle aspiration biopsy (FNAB) was non-diagnostic and the mass was excised. The pathological examination revealed „angiomyolipoma”.Wprowadzenie: Naczyniakomięśniakotłuszczak jest łagodnym nowotworem, składającym się ze struktur naczyniowych, mięśni gładkich i tkanki tłuszczowej. Najczęściej pojawia się w nerkach, rzadziej w: wątrobie, płucach, sercu, jelitach, jamie nosowej, jamie ustnej i uchu. Naczyniakomięśniakotłuszczak skóry występuje bardzo rzadko i wykazuje pewne różnice w stosunku do postaci pozaskórnych, w tym: zazwyczaj lokalizuje się w dystalnych częściach kończyn w miejscu urazu, daje ujemny wynik w badaniu immunohistochemicznym z przeciwciałami HMB-45 i dotyczy częściej mężczyzn niż kobiet. We wszystkich przypadkach opisanych do tej pory, z jednym wyjątkiem, nie stwierdzano atypii komórkowej. W związku z tym uważa się, że naczyniakomięśniakotłuszczak skóry nie ulega transformacji złośliwej. Uważa się, że całkowite wycięcie masy jest właściwym leczeniem w postaci skórnej. Opis przypadku: W opisywanym przez nas przypadku pacjentka zgłosiła się do naszej kliniki ze zmianą guzowatą lewej okolicy przedusznej, którą po badaniu przedmiotowym uznano za wywodzącą się ze śliniaki przyusznej. Po przeprowadzeniu badania MRI stwierdzono, że masa nie pochodzi ze ślinianki przyusznej. Po niediagnostycznym wyniku FNAB zdecydowano o resekcji zmiany. Badanie histopatologiczne wskazało rozpoznanie „angiomyolipoma”