190 research outputs found

    Lipid Peroxidation and Paraoxonase Activity in Nocturnal Cyclic and Sustained Intermittent Hypoxia

    Get PDF
    Purpose Obstructive sleep apnea (OSA) and chronic obstructive pulmonary disease (COPD) have been known to be associated with atherosclerosis and hypoxia which was suggested to have an important role in this process by the way of increased oxidative stress. In the present study, we aimed to evaluate the effects of nocturnal hypoxia pattern (intermittent versus sustained) on serum lipid peroxidation and paraoxonase (PON) activity. Methods Blood collections were performed in 44 OSA, 11 non-apneic, nocturnal desaturated COPD, and 14 simple snorer patients after full-night polysomnographic recordings. Nocturnal sleep and respiratory parameters, oxygen desaturation indexes, serum malondialdehyde (MDA) levels by measuring with the help of the formation of thiobarbituric acid reactive substances (TBARS), and PON activity were assessed in all subjects. Results OSA and COPD patients showed nocturnal hypoxemia, with a minimum oxygen saturation (SaO2) in ranges of 53–92 % and 50–87 %, respectively. The mean levels of TBARS was 15.7±3.6 nmol and 15.3±3.4 nmol malondialdehyde (MDA)/ml in OSA and COPD patients, respectively, while the mean level of the control group was 4.1±1.2 nmol MDA/ml. The mean PON activity was found to be 124.2± 35.5 U/l in OSA patients and 124.6±28.4 U/l in COPD patients. The mean PON activity of the control group was 269.0±135.8 U/l. The increase in TBARS levels and the decrease in PON1 levels were statistically significant in both OSA and COPD patients according to controls (p<0.001 for TBARS as well as PON1). Conclusion The results of this study revealed that both OSA and non-apneic, nocturnal desaturated COPD patients showed increased levels of lipid peroxidation and decreased PON activity despite the differences in nocturnal hypoxia pattern

    Bir kararsızlığın analizi: Hemşire miyim yoksa tıbbi laboratuvar teknikeri mi?

    Get PDF
    Sağlık Meslek Liselerinden (SML) mezun olan öğrencilere sınavsız geçiş hakkı tanınması ile 2006-2009 yılları arasında, M.Ü Sağlık hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Tıbbi Laboratuvar Teknikleri (TLT) programına kayıt yaptıran öğrencilerin çoğunluğunu Hemşirelik bölümü mezunları oluşturmuştur. Tıbbi Laboratuvar Bölümü (TBL) dışındaki bölümlerden gelen öğrencilerde, mesleki eğitim alt yapısının ciddi bir fark yaratmayacağı düşünülse de önemli sorunlarla karşılaşılmıştır. Sorunların en başında, kamu hastanelerine hemşire olarak atanmış, yoğun tempoda çalışan öğrencilerimizin durumu gelmiştir. Özellikle tıbbi laboratuvar teknikerinin temel becerileri için belirgin yetersizlikleri olan hemşirelik çıkışlı öğrencilerimizin, eksiklerini tamamlama gayretleri olsa da, bunun için enerjileri ve zamanları kalmamıştır. Çalışmamızda, TLT programına kayıt yaptıran Hemşirelik bölümü öğrencileri ile ilgili görünür sorunları irdelemek ve göremediklerimizi ortaya çıkarmak amacıyla anket çalışması yapılmıştır. Diğer bir amacımız da öğrencilerimizin “karasızlık analizlerini” yaparak, mesleki kariyerleri için kendilerine faydalı bir yönlendirmede bulunabilmektir. 2007–2009 eğitim öğretim yıllarında TLT programımıza kayıtlı, 71’i SML Hemşirelik bölümü mezunu, toplam 87 öğrenciye uygulanan anket sonucunda, öğrencilerin %40,2’sinin hemşire olarak çalıştığı ve % 57,5’nin KPSS sınavı ile “Hemşire” olarak atanmak istediği belirlenmiştir. Ortaya çıkan çelişkili durum ise öğrencilerin üniversite mezuniyetleri sonrasında, “Tıbbi Laboratuvar Teknikeri” olarak çalışmayı tercih edeceklerini bildirmeleri (%82,8) ve meslek tanımı olarak “Tıbbi Laboratuvar Teknikerliğini “seçmeleri (%59,8) olmuştur. Sonuç olarak, Hemşirelik Bölümünden mezun öğrencilerin, bilinçli olmayan bir tercihle TLT programına devam ettikleri; mesleki tercihlerindeki karasızlığın sürdüğü belirlenmiştir

    Bir kararsızlığın analizi: Hemşire miyim yoksa tıbbi laboratuvar teknikeri mi?

    Get PDF
    Sağlık Meslek Liselerinden (SML) mezun olan öğrencilere sınavsız geçiş hakkı tanınması ile 2006-2009 yılları arasında, M.Ü Sağlık hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Tıbbi Laboratuvar Teknikleri (TLT) programına kayıt yaptıran öğrencilerin çoğunluğunu Hemşirelik bölümü mezunları oluşturmuştur. Tıbbi Laboratuvar Bölümü (TBL) dışındaki bölümlerden gelen öğrencilerde, mesleki eğitim alt yapısının ciddi bir fark yaratmayacağı düşünülse de önemli sorunlarla karşılaşılmıştır. Sorunların en başında, kamu hastanelerine hemşire olarak atanmış, yoğun tempoda çalışan öğrencilerimizin durumu gelmiştir. Özellikle tıbbi laboratuvar teknikerinin temel becerileri için belirgin yetersizlikleri olan hemşirelik çıkışlı öğrencilerimizin, eksiklerini tamamlama gayretleri olsa da, bunun için enerjileri ve zamanları kalmamıştır. Çalışmamızda, TLT programına kayıt yaptıran Hemşirelik bölümü öğrencileri ile ilgili görünür sorunları irdelemek ve göremediklerimizi ortaya çıkarmak amacıyla anket çalışması yapılmıştır. Diğer bir amacımız da öğrencilerimizin “karasızlık analizlerini” yaparak, mesleki kariyerleri için kendilerine faydalı bir yönlendirmede bulunabilmektir. 2007–2009 eğitim öğretim yıllarında TLT programımıza kayıtlı, 71’i SML Hemşirelik bölümü mezunu, toplam 87 öğrenciye uygulanan anket sonucunda, öğrencilerin %40,2’sinin hemşire olarak çalıştığı ve % 57,5’nin KPSS sınavı ile “Hemşire” olarak atanmak istediği belirlenmiştir. Ortaya çıkan çelişkili durum ise öğrencilerin üniversite mezuniyetleri sonrasında, “Tıbbi Laboratuvar Teknikeri” olarak çalışmayı tercih edeceklerini bildirmeleri (%82,8) ve meslek tanımı olarak “Tıbbi Laboratuvar Teknikerliğini “seçmeleri (%59,8) olmuştur. Sonuç olarak, Hemşirelik Bölümünden mezun öğrencilerin, bilinçli olmayan bir tercihle TLT programına devam ettikleri; mesleki tercihlerindeki karasızlığın sürdüğü belirlenmiştir

    Tufted Hair Folliculitis: A Case Report

    Get PDF
    Tufted hair folliculitis (THF) is a recurrent and progressive folliculitis of the scalp that resolves with irregular areas of scarring alopecia within which numerous hair tufts emerge from dilated follicular openings. A 14-year-old female presented with pruritic, inflammatory and exudating wounds on the scalp which appeared ten years ago. Dermatological examination revealed tufts of 10 to 15 apparently normal hair shafts in a sclerotic plaque measuring 15x25 cm on the parieto-occipital region of the scalp that emerge through dilated follicular openings. The patient was diagnosed by histopathological examination as having THF. Oral rifampicin 600 mg/day, cephalexin 1500 mg/day and vitamin C 1000 mg/day for 3 weeks were not effective, then, he was treated with isotretinoin 0.6 mg/kg/day for six months. The inflammation and exudation decreased by this treatment while hair tufting was persisting. We report this case since THF is rarely encountered disease and is difficult to be treated

    Agents ısolated at the mycology laboratory of Selcuk University, from patients with an ınitial diagnosis of dermatophytosis between 1994 and 2000

    Get PDF
    Amaç:Konya bölgesinde dermatofit dağılımının araştırılması Yöntem: Bu çalışmada 1994-2000 yılları arasında dermatoloji kliniğinde dermatofitoz ön tanısı almış olan 1143 hastanın mantar kültürlerine ait kayıtları Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikoloji Laboratuvarı'nda retrospektif olarak incelenmiştir. Bulgular: Bu hastalardan alınan örneklerin 250'sinde (%21.9) kültürde üreme saptanmıştır. Üreyen mantarların yerleştikleri vücut bölgelerine göre dağılımları incelendiğinde en sık rastlanan tinea türü Tinea pedis (%38.4) olarak saptanmıştır. Bunu sırası ile T.unguium (%32.4), T.corporis (%10.4), T.manum (%8), T.inguinalis (%7.2), T.capitis (%3.6) izlemiştir. Olgulardan izole edilen mantar türleri ise sıklık sırasına göre şöyledir; Trichophyton rubrum (%65.2), T.mentagrophytes (%18.8), Epidermophyton floccosum (%6.4), Microsporum canis (%3.6), T.tonsurans (%2.4), T.verrucosum (%2), M.audouini (%0.8), T.schoenleinii (%0.4), T.violaceum (%0.4). Sonuç: Konya bölgesinde en sık rastlanan tinea türü T.pedis, en sık izole edilen etken ise olarak saptanmıştır.Objective: To investigate the distribution of dermatophytes in Konya region. Methods: In this study the mycological culture results of 1143 patients at Mycology Laboratory of University of Selcuk, Faculty of Medicine with a prediagnosis of dermatomycosis from the clinic of dermatology between 1994 and 2000 were investigated. Results: Cultures of250 (21.9%) patients werepositive. Distribution of dermatophytes accordingto localization was as follows: Tinea pedis (38.4%), T.unguium (32.4%), T.corporis (10.4%), T.manum (8%), T.inguinalis (7.2%), and T.capitis (3.6%). The species of dermatophytes isolated from the cultures were Trichophyton rubrum (65.2%), T.mentagrophytes (18.8%), Epidermophyton floccosum (6.4%), Microsporum canis (3.6%), T tonsurans (2.4%), T verrucosum (2%), M.audouini (0.8%), T schoenleinii (0.4%) and T violaceum (0.4%). Conclusion: T.pedis was the most frequently diagnosed form of tinea and T rubrum was the most frequently cultured etiologic agent in our region

    Effect of the Toll-Like Receptor 4 Antagonist Eritoran on Retinochoroidal Inflammatory Damage in a Rat Model of Endotoxin-Induced Inflammation

    Get PDF
    Purpose. We investigated the effect of eritoran, a Toll-like receptor 4 antagonist, on retinochoroidal inflammatory damage in an endotoxin-induced inflammatory rat model. Methods. Endotoxin-induced inflammatory model was obtained by intraperitoneal injection of 1.5 mg/kg lipopolysaccharide (LPS). Group 1 had control rats; in groups 2-3 LPS and 0.5 mg/kg sterile saline were injected; and in groups 4-5 LPS and 0.5 mg/kg eritoran were injected. Blood samples were taken and eyes were enucleated after 12 hours (h) (groups 2 and 4) or 24 hours (Groups 3 and 5). Tumor necrosis factor-α (TNF-α) and malondialdehyde (MDA) levels in the serum and retinochoroidal tissue and nuclear factor kappa-B (NFκB) levels in retinochoroidal tissue were determined. Histopathological examination was performed and retinochoroidal changes were scored. Results. Eritoran treatment resulted in lower levels of TNF-α, MDA, and NFκB after 12 h which became significant after 24 h. Serum TNF-α and retinochoroidal tissue NFκB levels were similar to control animals at the 24th h of the study. Eritoran significantly reversed histopathological damage after 24 h. Conclusions. Eritoran treatment resulted in less inflammatory damage in terms of serum and retinochoroidal tissue parameters

    Psikiyatri kliniğinde çalışan hemşirelerin psikiyatri hemşiresinin rollerine ilişkin görüşleri

    Get PDF
    Psikiyatri kliniğinde çalışan hemşirelerin psikiyatri hemşiresinin rollerine ilişkin görüşleri Amaç: Bu çalışma, psikiyatri kliniklerinde çalışan hemşirelerin psikiyatri hemşiresinin rollerine ilişkin görüşlerinin belirlenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu çalışma, Ocak 2011 ile Mayıs 2011 tarihleri arasında yapılmıştır. Çalışmada örneklem seçimine gidilmemiş, çalışmayı kabul eden 195 hemşire örneklemi oluşturmuştur. Veriler araştırmacılar tarafından oluşturulan 4 açık uçlu, toplam 27 sorudan oluşan anket formu ile toplanmıştır. Çalışma verileri tanımlayıcı istatistiksel analizlerle değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan hemşirelerin %80.4’ü kadındır ve yaş ortalaması 34.27±1.19’dur. Psikiyatri kliniklerinde çalışan hemşireler, klinikte yaptıkları temel girişimlerin, %76.8’inin psikofarmakolojik tedavi, %52.6’sının gözlem, %41.8’inin hastaların öz bakımını sağlamak olduğunu belirtmişler ve terapötik iletişim, atölye/uğraş terapisi ve bireysel/grup terapileri gibi girişimleri daha az yaptıklarını çoğunlukla evrak işleri ile uğraştıklarını ifade etmişlerdir. Sonuç: Çalışma kapsamındaki hemşirelerin tamamına yakını (%96.4) rol ve sorumluluklarının net olmadığını, yasalarda da yer almadığını düşündüklerini ifade etmişlerdir. Çalışma bulguları sonucunda psikiyatri hemşirelerinin rollerinin ve yetkilerinin net olarak tanımlanması gerektiği söylenebilir
    corecore