45 research outputs found

    Sick euthyroid syndrome is associated with poor prognosis in patients with ST segment elevation myocardial infarction undergoing primary percutaneous intervention

    Get PDF
    Background: Concomitant thyroid and heart disease are frequently encountered in clinical practice. There are many studies evaluating thyroid function in acute and critical conditions. Information on thyroid dysfunction in ST-segment elevation myocardial infarction (STEMI) is limited; its correlation with short and long-term outcome is not fully known.Methods: Four hundred and fifty seven patients diagnosed with STEMI in our emergency department were included in the study. Patients were divided into two groups: patients with normal thyroid function (euthyroid) and patients with thyroid dysfunction. STEMI was diagnosed with 12 derivation surface electrocardiogram. Thyroid hormone levels (TSH, free T3 and free T4) were measured. Patients with other acute coronary syndromes and endocrine pathologies except diabetes mellitus were excluded. Two patient groups were compared in terms of in-hospital and long-term outcome.Results: Out of 457, 72 (15%) patients with thyroid dysfunction were detected. The other patients were euthyroid and constituted the control group. In-hospital cardiogenic shock (15% vs. 3% in the control group; p < 0.01) and death (7% vs. 1% in the control group; p < 0.01) were more frequently observed in the thyroid dysfunction group. In the subgroup analysis, it was observed that patients with sick euthyroid syndrome have the poorest outcome. Other markers for poor outcome were anemia and renal failure.Conclusions: Thyroid dysfunction, particularly sick euthyroid syndrome, was found to be related to in-hospital and long term mortality in patients with STEMI undergoing primary percutaneous intervention

    Üniversite Öğrencilerinin Yaşam Anlamı Düzeylerinin Spor ve Farklı Değişkenlere Göre İncelenmesi (Bayburt Üniversitesi Örneği)

    No full text
    Bu araştırmanın amacı, üniversite öğrencilerinin yaşam anlamı düzeylerinin spor ve diğer değişkenlere göre incelemektir.Mateyal ve Method:Araştırma Bayburt Üniversitesinde ön lisans/lisans eğitimi alan 248 kadın ve 312 erkek olmak üzere toplam 560 öğrenci üzerinde gerçekleştirildi. Öğrencilerin demografik özelliklerine ilişkin ‘Kişisel Bilgi Formu’ ile Steger, Frazier, Oishi ve Kaler (2006) tarafından geliştirilip, Demirdağ ve Kalafat (2015) tarafından Türkçeye uyarlanan ‘Yaşamın Anlamı Ölçeği’ kullanıldı. SPSS 25.0 paket programı ile incelenen veriler normal dağılım gösterdiğinden dolayı ikili grup karşılaştırmalarında ‘Bağımsız Örneklem T Testi’, çoklu grup karşılaştırmalarında ise ‘Tek Yönlü Varyans Analizi’ ile birlikte Posthoc testlerinden LSD testi kullanıldı.Bulgular:Bulgular .05 anlamlılık düzeyine göre yorumlandı. Araştırmada var olan anlam faktörü değerlerinde erkeklerin kadınlardan, spor yapanlarınyapmayanlardan, 7 yıl ve üzeri süre spor yapanların 4-6 yıldır spor yapanlardan, 2. sınıfların 1. sınıflardan, 3. sınıfların 1. sınıflardan,4. sınıfların 1. sınıflardan, anlamlı derecede daha yüksek oldukları tespit edildi. Ayrıca bulunmaya çalışılan anlam faktörü değerlerinde 18-22 yaşındakilerin 28 ve üzeri yaştan,yine 23-27 yaş grubundakilerin 28 ve üzeri yaştan, 2.324 TL ve altı geliri olanların 6.975TL ve üzeri geliri olanlardan, 2.325-6.974 TL geliri olanların 6.975TL ve üzeri geliri olanlardan,toplam yaşam anlamı değerlerinde erkeklerin kadınlardan, 2. sınıfların 1. sınıflardan, 3. sınıfların 1. sınıflardan, 2.324 TL ve altı geliri olanların 6.975TL ve üzeri geliri olanlardananlamlı derecede daha yüksek oldukları tespit edildi.Sonuç:Üniversite öğrencilerinde cinsiyet, spor durumu, yaş değişkeni, spor yapma süresi, sınıf düzeyi ve ailenin maddi gelir değişkenleri yaşamın anlamında genel olarak etkili olduğu, spor türü değişkeninde ise öğrencilerin yaşam anlamlarında herhangi bir anlam ifade etmediği sonuçlarına ulaşıldı. Araştırmamız spor alanında ilk defa uygulandığından dolayı literatüre büyük katkıda bulunacağına inanılıyo

    The Phenomenon of “Lahn” in the Recitation of Quran: the Example of al-M?d?i? f? al-Tajw?d

    No full text
    dinbilKur’ân telaffuzunda mahirane bir yol tutturmak, doğru telaffuzların bilinmesi kadar yanlış telaffuzların da bilinmesini gerektirir. Lahn diye karşılık bulan hatalı okumalar, Kur’ân tilavetinde sakınılması gereken; ses, harf ve kelimede meydana gelen kusurlardır. Kur’ân okuyucularının, pratik noktasında fem-i muhsin kişilerden ders almalarının yanı sıra bu konuda kaleme alınmış eserlerden yararlanmaları da icra edecekleri tilavetin sıhhati için önem arz etmektedir. Bu meyanda çalışmamızda tecvîd ilminin bilimsel hüviyete erişmesinde ve sistematize edilmesinde behre sahibi olan Abdulvehhâb b. Muhammed el-Kurtubî’nin (461/1068) el-Mûdih fi’t-Tecvîd adlı eserin, hatalı okumalara karşı ortaya koymuş olduğu değerlendirmeleri ele alınmıştır. Çalıştığımız bu eserde, tecvîd dediğimiz olguyu zımnen de lahn kavramını, sadece naklî boyutta değil künhüne vakıf olma perspektifiyle akıl-nakil ikilisini bir potada eriterek bir sunum gerçekleştirdiği görülmektedir. Eserde lahne dair yapılması ya da yapılmaması gerekenler, arka planında yatan özel durumlarla beraber ele alınmaktadır. Böylelikle bu eser, dolaylı olarak bize tecvîdin dilin sosyal ortamından kopuk ve rivayetçi kurallar manzumesi olmayıp ilgili dil ortamının birikiminin müşahhaslaşmış, sınırları belirlenmiş ve tarifi yapılmış bir disiplin olduğu gerçeğini göstermektedir. Bu çıkarım dolaylı olarak da lahn konusunun katı kurallar bütünü olmayıp dilde var olan fakat hoş görülmeyen bir mefhum olduğu gerçeğini göstermektedir.Making a skillful way of pronouncing the Qur'an requires knowing the wrong pronunciations as well as knowing the correct pronunciations. Incorrect readings, which correspond to Lahn, should be avoided in the recitation of the Qur'an are the defects that occur in sound, letter and word. It is important for the readers of the Qur'an to get help from competent people, whom we call “fam al-muhsin”, both in terms of practice, and to get help from the sources written on this subject, in determining the authenticity of the recitation they will perform. In this context, in our study, the evaluations of ‘Abd al-Wahh?b al-Qurtub? (d. 461/1068), who contributed to the scientific identity and systematization of the science of tajwid, against the erroneous readings of the Qur'an in his work al-Mudih fi't-Tajwid are discussed. In this work we have studied, it has been concluded that he made a presentation by addressing the phenomenon we call tajwid, implicitly, and the concept of lahn, not only in the narration/transmission (naql) dimension, but also in the dimension of the reason/mind/aql /naql relation with the perspective of understanding its essence. In addition, in the work, the situations that should or should not be done about the phenomenon of lahn are discussed together with the special situations in the background. Thus, this work indirectly shows us the fact that tajwîd is not a set of narrative rules detached from the social environment of the language, but a discipline that has been embodied, scientificly bounded and defined by the accumulation of the relevant language environment. This inference indirectly shows the fact that the subject of lahn is not a set of strict rules, but a concept that exists in the language but is not tolerated.102387

    Loküle perikart efüzyonunun sağ parasternal perikardiyosentez ile başarılı tedavisi

    Get PDF
    A 46-year-old woman with a previous diagnosis of inoperable stage IV small cell lung cancer presented to the emergency department with shortness of breath. Physical examination showed apale woman who appeared malnourished. Her vital signs were as follows: pulse rate 115 beats/min,respiration rate 22 breaths/min, body temperature 37.5°C, and blood pressure 95/65 mm Hg. Breathsounds were diminished on the left base and widespread coarse crackles were heard over the leftlung. Other system examination fi ndings were within normal limits. A 12-lead electrocardiogramshowed sinus tachycardia and lower voltage without marked ST changes. A chest X-ray showedinfi ltrates on the left upper zones, and a large left-sided pleural effusion (Figure 1A). Transthoracicechocardiograpy (TTE) showed a large loculated pericardial effusion measuring 3.2 cm inmaximal width on the right side of the heart with cardiac tamponade, which was also confi rmedby multislice computed tomography (Figure 1B). Due to the increased risk of general anesthesia

    THE DILEMMA WITHIN THE NATIONAL UNITY COMMITTEE AND THE-RELATIONSHIP-BETWEEN-GENERAL-CEMAL-MADANOGLU- COLONEL-ALPARSLAN-TURKES

    No full text
    Bu çalışmanın esas konusu, 27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan hükümet darbesinin liderliğini üstlenen Cemal Madanoğlu’nun 27 Mayıs süreci ve bu süreçte yaşadıklarıdır. Kurulmuş olan komitenin darbeye komuta edecek bir lider arayışı üzerine Cemal Madanoğlu Tümgeneral rütbesiyle liderliği üstlenmiş, emir komuta zinciri dikkate alınmaksızın darbe gerçekleştirilmiştir. Hükümetin düşürülmesinden sonra bir Milli Birlik Komitesi kurulmuş, komiteye başkan seçilen Cemal Madanoğlu’nun inisiyatifi ile hukuk profesörlerinden oluşan bir Anayasa Komisyonu kurulmuştur. Milli Birlik Komitesi ilk iş olarak sivilleşme çabasına girmiştir. Cemal Madanoğlu bu süreçte en erken vakitte seçimlere gitmek ve hükümeti sivilleştirmek için uğraşmıştır. Fakat çabaları sonuç vermemiştir. Komite içindeki anlaşmazlıklar artmış, komitede gruplaşmalar başlamıştır. Ana hatlarıyla Cemal Madanoğlu’nun ve Alparslan Türkeş’in başını çektiği iki grup oluşmuştur. Türkeş ve grubunun sivilleşmeye müsaade etmemesi, askerî yönetim kurma çabası Türkeş’in Başbakanlık Müsteşarlığı görevinden alınmasına sebep olmuştur. Fakat anlaşmazlık devam etmiş ve sivilleşmeye karşı olan 14 üye komiteden tasfiye edilmiştir. Tasfiyenin uygulama evresinde ise Cemal Madanoğlu bulunmuştur

    The Relationshıp Between Strength, Speed, Flexibility, Agility, and Anaerobic Power in Elite Athletes

    Get PDF
    The aim of this study was to determine whether there is a relationship between strength, speed, flexibility, agility, and anaerobic power in elite athletes. In various sport branches 29 active male athletes participated in this study with an average age of 21.14±1.98 years who without any health problems. Back and leg strength were measured by dynamometer (Takei), speed was measured by 20 meters test, agility was measured by T test, flexibility was measured by sit and reach test, vertical jump sit-reach test by Jumpmeter (Takei) anaerobic power was calculated by the Lewis formula. The data were analyzed in SPSS 22.0 for Windows package program. Bivariate - Pearson Correlation test was used to determine the relationship between strength, speed, flexibility, agility, and anaerobic power. The results were interpreted as .05 significance level. We were found positive and significant relationships between the back and leg force, between anaerobic power and vertical jumping, between anaerobic power and back force, between anaerobic power and leg strength, and between flexibility and vertical jumping. And also, there was a negative and significant relationship between flexibility and agility, between speed and vertical jump, and between agility and vertical jump. In this study, it was concluded that strength, vertical jump and anaerobic power was related both each other and the other. For this reason, we recommend that the trainings cover all motoric characteristics

    The Relation Between Nationalism And Racism In The Foundation Era Of The United States Of America

    No full text
    Irkçılık Amerikan toplumu koloniler döneminde üzerinde etkin olmaya başlamakla beraber bugüne kadar etkilerini sürdürmektedir. Buna karşın ABD aynı zamanda insanların eşit doğduklarını ve doğal haklarını savunan bir milliyetçiliğe ve bu milliyetçiliğin oluşturduğu ulus kimliğe sahiptir. Kuruluş döneminde Amerikan milliyetçiliğinin bu söylemlerine karşın ırkçılığın da Amerikan toplumuna etki edebilmiş olması milliyetçiliğinin bu söylemlerden ibaret olmadığını göstermekte ve ABD'de ırkçılık ile milliyetçilik arasındaki ilişkinin analiz edilmesini gerekli kılmaktadır. Irkçılığın ve milliyetçiliğin ABD'nin kuruluşu sırasındaki durumunu kavrayabilmek ırkçılığın ABD'de bugüne kadar tutunmuş olmasını anlamada yardımcı olacaktır. Bu çalışmada ABD'nin kuruluşu döneminde öncelikle milliyetçiliğinin yapısı incelenmiş, ardından aynı dönem içerisinde bu ülkedeki ırkçılığın formasyonu ele alınmıştır. Bu incelemelerin sonucunda kuruluş döneminde ABD'deki ırkçılık ile milliyetçilik arasındaki ilişkinin analizi yapılarak çalışma sonuçlandırılmıştır.Whereas racism has affected the American society since the colonial period its effects continue today. However American nationalism promotes the equality of humans at birth and defends their natural rights which reflects onto the American national identity. The fact that racism was also influential in the American society while American nationalism emphasized such values show that American nationalism had more to it than its claims and makes it necessary to analyze the relation between racism and American nationalism. Understanding the formations of racism and nationalism in the foundation era of the US could provide insight to the persistence of racism in that country. This study examines the formation of the American nationalism and racism in the foundation era of the US. After this examination, the relation between racism and American nationalism in the same period has been analyzed

    Tanrı’nın Gönülleri Nurlandıran 99 Adı

    No full text

    Zakkum zehirlenmesine bağlı olarak gelişen mobitz tip II atriyoventriküler bloklu olgunun digoksin-spesifik fab antikoru ile başarılı tedavisi

    Get PDF
    Nerium oleander is a popular ornamental plant grown in many tropical and subtropical countries and in the Mediterranean region. It is dangerous because it has been shown to contain several types of cardiac glycosides, and hence can cause cardiac arrhythmias resembling digoxin in their toxicologic manifestations. We report a patient present- ing to our hospital with Mobitz type II atrioventricular block after drinking herbal tea prepared from oleander leaves. Three hours after admission, a 200-mg empiric dose of digoxin-specific Fab antibody fragments was administered intravenously over 30 minutes. A 12-lead electrocardiogram (ECG) revealed sinus rhythm at the end of infusion. After 72 hours, the patient was discharged without any symptoms.Zakkum (Nerium oleander) tropikal, subtropikal ve Akdeniz bölgesinde yetişen popüler bir süs bitkisidir. Çe- şitli kalp glikozidleri içerdiği gösterilmiştir ve tehlikeli ola- bilmektedir. Bu yüzden zakkum zehirlenmesi, digoksinin toksik bulgularını taklit eden aritmilere neden olabilmekte- dir. Yazımızda zakkum yapraklarından yaptığı çayı içtikten sonra Mobitz tip II atriyoventriküler blok ile başvuran bir hasta sunuldu. Başvurusundan üç saat sonra, 200 mg’lık ampirik dozda digoksin-spesifik antikoru 30 dakikalık in- füzyon şeklinde uygulandı. İnfüzyonun bitiminde, 12 deri- vasyonlu elektrokardiyogramda (EKG) sinüs ritmi izlendi. Hasta, 72 saat sonra herhangi bir semptomu olmadan ta- burcu edildi
    corecore