433 research outputs found

    Hanefî Mezhebinde Nikâh-ı Tenezzühî ve Osmanlı Uygulaması

    Get PDF
    Ganimet mallarının şer‘î usule uygun bir şekilde paylaşılmaması, köle tüccarları tarafından satılan cariyelerin elde ediliş biçimlerinin şeriata uygunluğu gibi tartışmalar, özellikle 15. yüzyıldan itibaren cariyelerle cinsel ilişkinin cevâzının sorgulanmasına sebep olmuştur. Normal şartlarda istifrâş edilmesi bakımından efendisine helal olan cariyenin hür olma ihtimali söz konusu olduğunda, bu şüphenin varlığı sebebiyle cariyeye nikâh kıyılması ihtiyaten gerekli görülmüştür. Milkin sahih olmama ihtimalinin kuvvetli olması durumunda ihtiyat gerekçe gösterilerek zina endişesinden kurtulmak amacıyla kişinin kendi cariyesine kıymış olduğu nikâha, nikâh-ı tenezzühî adı verilmiştir. Klasik anlamda kölelik-cariyelik müessesesi ortadan kalktığı için nikâh-ı tenezzühînin günümüzde herhangi bir ehemmiyeti bulunmamaktadır. Bununla birlikte özellikle Osmanlı döneminde uygulamaya konu olması ve tarihî bazı bilgilerin hukukî açıdan değerlendirilmesi bakımından nikâh-ı tenezzühî uygulaması kanaatimizce üzerinde durulması gereken bir konudur. Bu bağlamda öncelikle konunun genel çerçevesi içerisinde cariye ve nikâh meselesi ele alınacaktır. Akabinde nikâh-ı tenezzühî uygulamasının teorik arka planı, sebepleri ve ortaya çıkışı araştırılacak, normal nikâhtan farkları ile hukukî sonuçları irdelenecek ve Osmanlı uygulamasında nikâh-ı tenezzühî örnekleri incelenecektir. Bu çalışmayla ayrıca Hanefî mezhebi içerisinde nikâh-ı tenezzühîye benzer hüküm ve fetvâların varlığı ile aralarındaki ilişkinin incelenmesi hedeflenmektedir. Bu çerçevede yapılan araştırmada, Hanefî kaynaklarda ilk olarak 8/14. asırdan itibaren nikâh-ı tenezzühînin yer aldığı görülmüştür. Normal şartlarda efendinin cariyesine nikâh kıyması mümkün değildir. Çünkü efendisinin mülkiyeti altında olması cihetiyle cariyenin memlûk olması, onun nikâh cihetinden mâlik olmasına engel teşkil eder. Diğer taraftan efendi, cariyesini başka biriyle evlendirmediği sürece onunla istifrâş hakkına sahiptir. Ancak yukarıda da değinildiği üzere köle olarak satılmasına rağmen aslen hür olduğuna dair şüphe bulunan cariyeler de mevcuttur. Özellikle Osmanlı dönemi kadı sicilleri incelendiğinde bu durumun mahkemeye konu olacak kadar yaygınlık kazandığı görülmektedir. Elbette aslen hür olduğu ispat edilen cariyeler mahkeme yoluyla hürriyetine kavuşabilmektedir. Bu sebeple cariye statüsünde bulunup da aslen hür olanlar için nikâh-ı tenezzühî uygulanamaz. Diğer taraftan cariye olduğu kesin olarak bilinenler de nikâh-ı tenezzühînin kapsamına dâhil olmaz. Dolayısıyla nikâh-ı tenezzühî, sadece aslen hür olup olmadığı konusunda şüphe bulunan cariyeler için uygulanmaktadır. Cariyelerle istifrâşın caiz olup olmadığı hususunda gündeme gelen tartışmalardan biri de yukarıda değinildiği üzere ganimet mallarının usulüne uygun bir şekilde paylaşılmaması meselesidir. Ganimetten elde edilen cariyeler hakkındaki bu tartışma ise, her ne kadar istifrâşla ilgili olsa da nikâh-ı tenezzühînin kapsamına girmemektedir. Çünkü ganimetten elde edilen cariyelerin köle statüsünde olduğu konusunda herhangi bir şüphe söz konusu değildir. Ganimet malı olan cariyenin istifrâşının caiz olmaması, ganimetten pay sahibi olan diğer kimselerin bu cariyeler üzerindeki mülkiyet hakkı şüphesinden kaynaklanmaktadır. Osmanlı kadı sicilleri ve dönemin fetvâ kitapları incelendiğinde nikâh-ı tenezzühînin yapılış şekli bakımından normal nikâh akdinden bir farkı olmadığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifadeyle nikâh-ı tenezzühî, normal nikâh akdinde olduğu gibi şahitler huzurunda, mehir tesmiyesiyle ve tarafların icap ve kabulüyle yapılmaktadır. Ancak nikâh-ı tenezzühî ile nikâh akdinin sonuçları ortaya çıkmamaktadır. Çünkü kendisine nikâh kıyılan cariyenin, cariyelik statüsü devam etmektedir. Bu açıdan bakıldığında nikâh-ı tenezzühînin göstermelik bir nikâh olduğu düşüncesi akla gelebilir. Ancak tıpkı zuhr-i âhir namazında olduğu gibi nikâh-ı tenezzühî de ihtiyat gerekçesiyle diyânî açıdan söz konusu şüpheyi giderme amacına matuftur. Dolayısıyla nikâh-ı tenezzühînin kazâen değil diyâneten gerekli görüldüğü söylenebilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde nikâh-ı tenezzühînin, sonradan ortaya çıkan bir problemin mezhep içi ictihad yoluyla çözüme kavuşturulması için ortaya konan bir fetvâ olduğu anlaşılmaktadır

    UAV tracking module proposal based on a regulative comparison between manned and unmanned aviation

    Get PDF
    Purpose: The aim of this study is twofold. First is to compare manned and unmanned aviation regulations in the context of ICAO Annexes to identify potential deficiencies in the international UAV legislations. Second is to propose a UAV monitoring module work flow as a solution to identified deficiencies in the international UAV regulations. Design/methodology: In the present study, firstly the regulations used in manned aviation were summarized in the context of ICAO Annexes. Then along with an overview of the use of UAVs, international UAV regulations have been reviewed with a general perspective. In addition, a comparison was made on whether contents of ICAO Annexes find a place in common international UAV regulations in order to understand areas to be developed in the international UAV regulations, and to better understand the different principles between manned and unmanned air transport. In the last section, we present a UAV tracking module (UAVTram) in line with the above-mentioned comparison between manned and unmanned aviation and the identified deficiencies in the international UAV regulations. Findings: The international UAV regulations should be developed on the basis of airport airspace use, detection, liabilities, sanctions of violations, and updating of regulation. Proposed UAVTram has potential to offer real-time tracking and detection of UAVs as a solution to malicious use of UAVs. Research limitations/implications: Our study is not exempt from limitations. Firstly, we didn’t review all UAV regulations because it needs a considerable amount of efforts to check out all the UAV regulations pertinent to different areas of the world. It is the same case for manned aviation as we used only ICAO Annexes to contextually compare with UAV regulations. Practical implications: From the practical perspective, studies introducing new technologies such as systems that help detection of remote pilots causing trouble and agile defense systems will give valuable insights to remove individual UAV threats. Originality/value: We didn’t find any study aiming to compare manned and unmanned aviation rules in search of finding potential deficiencies in the UAV regulations. Our study adopts such an approach. Moreover, our solution proposal here uses Bluetooth 5.0 technology mounted on stationary transmitters which provides more effective range with higher data transfer. Another advantage is that this work is projected to be supported by Turkish civil aviation authority, DGCA. This may accelerate efforts to make required real-time tests.Peer Reviewe

    Rola krążącego sTWEAK w patogenezie choroby Hashimoto — badanie pilotażowe

    Get PDF
      Introduction: We aimed to investigate the role of sTWEAK in the pathogenesis of Hashimoto’s thyroiditis, which is a chronic inflammatory autoimmune disease. Material and methods: A total of 80 patients were included in the study, 60 of whom were newly diagnosed with Hashimoto’s thyroiditis (20 patients in each of the euthyroid, subclinical hypothyroid, and overt hypothyroid subgroups), and 20 of whom were healthy volunteers. Thyroid function tests and autoantibodies were measured using the electro-chemiluminescence immunoassay method, and sTWEAK, IL-17A, IL-12, and TGF-beta1 were measured using enzyme-linked immunosorbent assay method. Results: The Hashimoto’s Thyroiditis group had lower levels of sTWEAK and TGF-beta1, but had higher levels of IL-12 and IL-17A as compared to the control group. Of these, only the difference between IL-17A levels reached statistical significance (2.1 pg/mL vs. 1.8 pg/mL, respectively; p < 0.001). While the levels of sTWEAK were similar in the control, euthyroid, and subclinical groups, the overt hypothyroidism group had lower level of sTWEAK than that of subclinical hypothyroidism (687.6 ± 153.3 pg/mL vs. 888.2 ± 374.4 pg/mL, respectively; p = 0.03). A negative correlation was determined between sTWEAK level and anti-TPO (r = –0.533, p = 0.028) and IL-17A (r = –0.600, p = 0.005) levels in the overt hypothyroidism group. Conclusions: The reduced levels of sTWEAK with progression of Hashimoto’s Thyroiditis and the significant correlation between the sTWEAK levels and anti-TPO found in this study suggest that sTWEAK plays an active role in chronic inflammation in the pathogenesis of Hashimoto’s Thyroiditis and in the progression of autoimmunity. (Endokrynol Pol 2016; 67 (6): 562–566)    Wstęp: Badanie przeprowadzono w celu ustalenia roli sTWEAK w patogenezie zapalenia tarczycy Hashimoto, przewlekłej zapalnej choroby autoimmunologicznej. Materiał i metody: Do badania włączono łącznie 80 chorych, w tym 60 osób z nowo rozpoznaną chorobą Hashimoto (po 20 chorych w podgrupach z eutyreozą, subkliniczną niedoczynnością tarczycy i jawną niedoczynnością tarczycy) i 20 zdrowych ochotników. Badania czynności tarczycy oraz oznaczenia stężenia autoprzeciwciał przeprowadzono przy użyciu metod elektrochemiluminescencji, a stężenia sTWEAK, IL-17A, IL-12 i TGF-beta1 oznaczono za pomocą testów enzymatycznych. Wyniki: W grupie osób z chorobą Hashimoto stężenia sTWEAK i TGF-beta1 były niższe, a stężenia IL-12 i IL-17A wyższe niż w grupie kontrolnej. Jednak tylko różnice między stężeniami IL-17A osiągnęły poziom istotności statystycznej (odpowiednio 2,1 pg/ml vs. 1,8 pg/ml; p < 0,001). Podczas gdy stężenia sTWEAK były podobne w grupach kontrolnej, z eutyreozą i z subkliniczną niedoczynnością tarczycy, stężenia sTWEAK w grupie z jawną niedoczynnością tarczycy były niższe niż u osób z subkliniczną niedoczynnością tarczycy (odpowiednio 687,6 ± 153,3 pg/ml vs. 888,2 ± 374,4 pg/ml; p = 0,03). Stwierdzono ujemną korelację między stężeniem sTWEAK a stężeniami przeciwciał przeciw TPO (r = –0,533; p = 0,028) oraz IL-17A (r = –0,600; p = 0.005) w grupie z jawną niedoczynnością tarczycy. Wnioski: Obniżanie się stężenia sTWEAK z progresją choroby Hashimoto oraz istotna korelacja między stężeniem sTWEAK a stężeniem przeciwciał przeciw TPO stwierdzone w tym badaniu wskazują, że sTWEAK odgrywa aktywną rolę w przewlekłym zapaleniu w patogenezie choroby Hashimoto, a także w progresji autoagresji. (Endokrynol Pol 2016; 67 (6): 562–566)

    Primary localized amyloidosis of urinary bladder: Case report

    Get PDF
    Primary amyloidosis of the bladder is a rare pathologicalcondition which the etiology is unknown. The signsand symptoms suggests bladder tumor. In some patients,lower urinary tract symptoms such as lower abdominalpain, frequent urination, dysuria and complaints of grosspainless hematuria occur. In this study a case of primarylocalized amyloidosis of the bladder in a 66 years oldfemale who had gross painless hematuria as the initialsymptom is described.Key words: Amyloidosis, bladder, hematuria

    An evaluation of the oral reading fluency of 4th graders with respect to prosodic characteristic

    Get PDF
    This study examined the oral reading fluency of 4th graders with respect to prosodic characteristics. Seventy 4th graders participated in the study. They were initially asked to read a grade-level passage and their reading was video recorded. Their reading errors were identified and their word correct per minute (WCPM) was determined. Their oral reading skills were also evaluated with respect to prosodic characteristics by using the Multidimensional Fluency Scale criteria. The results showed that their WCPM was close to the norms of the 4th grade. However, a significant part of students (40%) were noted to have problems with prosodic reading skills. Further, a positive and meaningful relationship was observed between WCPM and prosodic reading skills. It was concluded that activities and studies promoting prosodic reading skills should be given more emphasis in primary schools

    PL-GAN: Path loss prediction using generative adversarial networks

    Get PDF
    Accurate prediction of path loss is essential for the design and optimization of wireless communication networks. Existing path loss prediction methods typically suffer from the trade-off between accuracy and computational efficiency. In this paper, we present a deep learning based approach with clear advantages over the existing ones. The proposed method is based on the Generative Adversarial Network (GAN) technique to predict path loss map of a target area from the satellite image or the height map of the area. The proposed method produces the path loss map of the entire target area in a single inference, with accuracy close to the one produced by ray tracing simulations. The method is tested at 900MHz transmission frequency; the trained model and source codes are publicly available on a Github page

    Sultan II. Abdülhamid'in Eşleri ve Nikâh Meselesi

    Get PDF
    Padişahların aile hayatı kurduğu cariyeleri Harem'de belli bir hiyerarşiye göre rütbe almışlardır. Padişahın ilk eşleri ve ona çocuk doğuranlara Kadınefendi; kadınefendilerden bir alt statüde bulunan padişah hanımlarına ise İkbal Hanımefendi denilmiştir. İslam hukukuna göre cariye ile evlilik hür kadın ile evlilik gibi değildir. Çünkü cariyeye nikâh kıyılmaz, şayet nikâh kıyılmak istenirse cariyenin azat edilmesi gerekir. Padişahların cariyelerine nikâh kıyması, 19. yüzyıla kadar bir iki istisna dışında vâki olmamıştır. 19. yüzyılda ise Osmanlı Devleti'nde cariyelerin hukukî statüsü tartışmalı hale gelmiştir. Osmanlı Devleti savaşlar yoluyla artık toprak kazanmak şöyle dursun elindeki toprakları bile muhafaza edemez duruma gelince saraya gelen cariyelerin ana kaynağı da değişmiştir. Artık savaş esirlerinden köleleştirme şeklindeki usul kaybolmuş; daha çok Rus saldırıları dolayısıyla memleketini terk etmek zorunda kalan Kafkas muhacirlerinin kızlarının saraya alınması uygulaması başlamıştır. Kafkas muhacirleri, sefalet çekmesin ve ileride önemli mevkilere gelebilsin diye kızlarını Osmanlı sarayına veriyorlardı. Bu kızların içerisinde fakir ailelerden gelen öksüz/yetimler olduğu gibi soylu Kafkas hanedanlarından gelenler de vardı. Sarayda bulunan kızlara cariye deniliyordu ama bunların en azından bir kısmı hür/Müslüman kişilerdi. Yani İslam hukukuna göre köleleştirilemezlerdi. Bunlardan saray içi hizmet görenler için bir sıkıntı bulunmuyorsa da padişaha eş olacaklar açısından dikkat çekici bir durum ortaya çıkmıştı. Hür ve Müslüman bir aileden gelen bir kız yahut en azından böyle bir şüphe terettüp edenler nikâh bağı olmadan padişahın hanımı olabilir miydi? Sultan Abdülaziz döneminden itibaren kadınefendilerin sayısının dörtle sınırlanması, şer‘î olarak bir erkeğin nikâhla en fazla dört eş alabileceğinden hareketle mi getirilmişti? Kadınefendilere nikâh kıyılmış mıydı? İkballerin durumu neydi? Bu sorulara henüz yeterli/tatmin edici cevaplar verilebilmiş değildir. Ancak son dönemde padişahların, elimizde resmî kayıtları olmasa da hukukî statüleri müsait olmaması sebebiyle (hür ve Müslüman olduklarından) özellikle Abhaz soylu cariyelerine nikâh kıyıp bu şekilde onları eşleri arasına kattığı iddia edilmektedir. Bu minvalde Sultan II. Abdülhamid'in (öl. 1336/1918) eşlerinin, cariye mi yoksa nikâhlı zevce mi olduğu hususu da günümüzde bazı araştırmalara konu olmuştur. Hatıratlardan yola çıkılarak Sultan Abdülhamid'in eşlerinin neredeyse tamamının hür ve Müslüman asıllı olduğu iddia edilmiştir. Buna göre Sultan Abdülhamid'in zevcelerinin cariye statüsünde olamayacağı ve birlikteliklerinin nikâhla olabileceği söylenmiştir. Öte yandan İslam hukukuna göre en fazla dört kadınla nikâh kıyılabileceği dikkate alındığında on üç eşi olan Sultan'ın evlilikleri hukukî açıdan soru işaretleri oluşturmuştur. Bu problem en bariz şekilde Sultan Abdülhamid'in vefatından sonra vârislerin açtığı veraset davasında görülmüştür. Sultan Abdülhamid'in dokuz hanımla birden nikâhlı olduğu öne sürülen bu davada, söz konusu iddiaya herhangi bir itiraz yapılmamıştır. Bu çalışmada, Sultan Abdülhamid'in eşleriyle ilgili bilgiler ve devlet nezdindeki hukukî statüleri, 2. Meşrutiyet döneminde kendilerine verilen maaşlara ilişkin belgeler üzerinden tespit edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca Sultan Abdülhamid'in mirasıyla ilgili veraset ilamı davasında ortaya çıkan nikâhlı dokuz hanım meselesi fıkhî açıdan değerlendirilmiştir. Sultan Abdülhamid, saltanatı döneminde ve sonrasında muhalifleri tarafından hiçbir şekilde şeriata aykırı nikâh yahut evlilikle suçlanmamıştır. Buradan hareketle o dönemde Sultan'ın haremiyle ilgili İslam hukukuna aykırı bir durumun öne çıkmadığı söylenebilir. Diğer taraftan mahkemeye konu olan dokuz hanımla nikâhı meselesi İslam hukuku açısından üç ihtimali öne çıkarmaktadır. Bunlardan birincisi mahkemede bazı hanımların hakikati gizlemiş olmalarıdır ki elde edilen verilere göre bu en zayıf ihtimaldir. İkincisi Sultan Abdülhamid tarafından talakın gizlenmesi ve hanımlarının da bundan haberdar olmamasıdır. Bu ihtimal ise Hanefî fıkhı açısından değerlendirildiğinde problemli görülmüştür. Üçüncü ihtimal de nikâh-ı tenezzühî uygulamasıdır. 2. Meşrutiyet'le başlayıp Cumhuriyet'e kadar olan dönemde devlet daireleri arasındaki yazışmalar dikkate alındığında kadınefendilerin nikâhlı zevce -ki bunların sayısı dörtle sınırlandırılmıştır-, ikballerin ise cariye statüsünde değerlendirildiği açıktır. Buradan hareketle nikâh meselesiyle ilgili olarak zikri geçen ihtimallerden en makulünün, ikballerin cariye statüsünde görülüp onlara nikâh-ı tenezzühî kapsamında nikâh kıyılmış olduğu düşünülmektedir

    Sınıf öğretmenlerinin sınıf tahtasına yazdıkları yazıların okunaklılık bakımından öğrencilere model olmadaki uygunluğu

    Get PDF
    The main aim of this study was to examine the pupil modeling of the legibility of class teachers’ writing on the classroom board. A stylistic quality of writing, legibility is evaluated by criteria such as letter slope, spacing, size, shape and line straightness. The study group included 70 class teachers from 13 primary schools at the city center of Kırşehir. The study was a descriptive situation analysis and data were gathered by the document analysis method. Writing samples were gathered by photographing classroom boards, and then analyzed and evaluated by using legibility criteria. The results showed that while the majority of teachers used cursive and many used manuscript, some teachers used the two types of writing together. Among those who wrote cursive handwriting, almost half had inadequate slope but moderately adequate spacing, size, shape and line straightness. It was also found that writing on a blackboard produced better legible writing than that on a white board.Bu araştırmanın temel amacı, sınıf öğretmenlerinin sınıf tahtasına yazdıkları yazıların okunaklılık bakımından öğrencilere model olma durumunu incelemektir. Yazının biçimsel bir niteliği olan okunaklılık eğim, boşluk, ebat, biçim ve satır takibi gibi ölçütler bakımından değerlendirilmiştir. Araştırmanın çalışma grubunu Kırşehir ili merkezinde bulunan 13 ilköğretim okulunda görevli 70 sınıf öğretmeni oluşturmaktadır. Betimsel bir durum saptaması olan araştırma için gerekli verilerin toplanmasında doküman analizi yöntemi kullanılmıştır. Sınıf tahtalarının fotoğraflarının çekilmesiyle elde edilen yazı örnekleri okunaklılıkla ilgili ölçütler açısından analiz edilip değerlendirilmiştir. Sonuç olarak, öğretmenlerinin çoğunluğunun bitişik eğik yazı kullandığı, dik yazı kullanan öğretmenlerin sayısının da oldukça fazla olduğu ve bazı öğretmenlerin her iki yazı türünü birlikte kullandığı görülmüştür. Bitişik eğik yazı kullanan öğretmenlerin yarıya yakınının yazılarındaki eğimin yetersiz olduğu, yazıların genelinde boşluk, ebat, biçim ve satır takibi bakımından orta düzeyde yeterli olduğu görülmüştür. Ayrıca kara tahtaya yazılan yazıların okunaklılık bakımından beyaz tahtaya yazılanlardan daha yeterli olduğu anlaşılmıştır

    Effect of material and antagonist type on the wear of occlusal devices with different compositions fabricated by using conventional, additive, and subtractive manufacturing.

    Get PDF
    STATEMENT OF PROBLEM Additive (AM) and subtractive (SM) manufacturing have become popular for fabricating occlusal devices with materials of different chemical compositions. However, knowledge on the effect of material and antagonist type on the wear characteristics of occlusal devices fabricated by using different methods is limited. PURPOSE The purpose of this in vitro study was to evaluate the effect of material and antagonist type on the wear of occlusal devices fabricated by using conventional manufacturing, AM, and SM. MATERIAL AND METHODS Two-hundred and forty Ø10×2-mm disk-shaped specimens were fabricated by using heat-polymerized polymethylmethacrylate (control, CM), AM clear device resin fabricated in 3 different orientations (horizontal [AMH], diagonal [AMD], and vertical [AMV]), SM polymethylmethacrylate (SMP), and SM ceramic-reinforced polyetheretherketone (SMB) (n=40). Specimens were then divided into 4 groups based on the antagonists: steatite ceramic (SC); multilayered zirconia (ZR); lithium disilicate (EX); and zirconia-reinforced lithium silicate (ZLS) used for thermomechanical aging (n=10). After aging, the volume loss (mm3) and maximum wear depth (μm) were digitally evaluated. Data were analyzed with 2-way analysis of variance and Tukey honestly significant difference tests (α=.05). RESULTS The interaction between the device material and the antagonist affected volume loss and maximum depth of wear (P<.001). AMH had volume loss and depth of wear that was either similar to or higher than those of other materials (P≤.044). When SC was used, CM had higher volume loss and depth of wear than AMV, and, when EX was used, AMD had higher volume loss and depth of wear than SMP (P≤.013). SC and ZR led to higher volume loss of CM and AMH than EX and led to the highest depth of wear for these materials, while ZR also led to the highest volume loss and depth of wear of AMD and AMV (P≤.019). EX led to the lowest volume loss and depth of wear of AMV and SMP and to the lowest depth of wear of AMH (P≤.021). Regardless of the antagonist, SMB had the lowest volume loss and depth of wear (P≤.005). CONCLUSIONS AMH mostly had higher volume loss and depth of wear, while SMB had the lowest volume loss, and its depth of wear was not affected by the tested antagonists. ZR mostly led to higher volume loss and maximum depth of wear, while EX mostly led to lower volume loss and maximum depth of wear of the tested occlusal device materials
    corecore