10 research outputs found

    Evaluation of the effects of emotional intelligence status on the communication skills of the faculty of medicine students

    No full text
    Objective: In this study, we aimed to evaluate the emotional intelligence levels of the faculty of medicine students and to determine the effects of emotional intelligence levels on communication skills, and the effect of sociodemographic factors on emotional intelligence and communication skills. Materials and Methods: The faculty of medicine students constituted the sample of this descriptive study. The research was completed with a total of 225 students selected by the haphazard sampling method from each year of a six - year medical school. The data were collected using a questionnaire consisting of sociodemographic characteristics, the Emotional Intelligence Assessment Scale (ETAS), and the Communication Skills Evaluation Scale (CSES). Results: In our study, 44.4% (n = 100) of the participants were male , 55.6% (n = 125) were female. Approximately, 46.7% (n = 105) had low, 44.4% (100) had normal and 8.9% (n = 20) had high emotional intelligence. The communication skills mean score was found to be statistically significantly higher in female than in male. There was a moderate level of a positive correlation between emotional intelligence and communication skills. Conclusion: In conclusion, participants with a high level of emotional intelligence have better communication skills. In training programs, more emphasis can be given to emotion management, emotional intelligence, and communication skills

    Modifiye tandem traksiyon yüz arkı apareyinin hava yolu boyutuna etkisi

    No full text
    Amaç: Sınıf III maloklüzyon tedavisinde kullanılan modifiye tandem traksiyon yüz arkı (MTTYA) apareyinin faringeal hava yolu boyutları üzerine olan etkisini incelemekti. Gereç ve Yöntem: Çalışmanın materyalini, iskeletsel ve dişsel Sınıf III maloklüzyona sahip, MTTYA apareyi ile tedavi edilmiş olan 20 bireyin (8 kadın ve 12 erkek; yaş ortalaması 10 yıl 1 ay) tedavi öncesi (T1) ve sonrası (T2) lateral sefalometrik radyografileri oluşturdu. MTTYA apareyinin üst plağından yüz arkına oklüzal düzlemle 35-40° açı yapacak şekilde 400-500 g. kuvvet uygulayan elastikler asıldı. Ortalama 12 aylık tedavi uygulandı. Faringeal havayolu boyut ve alan ölçümleri yapıldı. İstatistiksel analizde, Kolmogorov-Smirnov ve eşleştirilmiş t testleri kullanıldı ve p<0.05 değeri anlamlı olarak kabul edildi. Bulgular: Tedavi ile maksillada ileri yönde harekette (p<0.001) ve efektif maksilla ve mandibula boyutlarında anlamlı artışlar ortaya çıktı (p<0.001). Mandibular düzlem eğiminin artışı (p<0.001) ile mandibulada posterior rotasyon saptandı. Orofaringeal alanda (OA) anlamlı düzeyde (p<0.05) ve nazofaringeal alanda (NA) anlamlı olmayan düzeyde artışlar gözlendi. Hyoid kemik, anlamlı olmayan düzeyde öne ve aşağıya yer değiştirdi. Sonuç: Sınıf III malokluzyon tedavisinde kullanılan MTTYA apareyi uygulaması ile orofaringeal havayolu alanında olumlu yönde değişiklik gözlendi

    Covid-19 pandemisinde aşı tereddütü bulunan bireylerin covid-19 aşıları ile ilgili görüşlerine yönelik niteliksel bir çalışma

    No full text
    Giriş-Amaç: Dünya Sağlık Örgütü’nün tanımına göre ‘aşı tereddütü’; aşıya ulaşılabilirlik mümkün olduğu halde, bazı aşıların uyg ulanmasını kabul etmede gecikme ya da bazı aşıların uygulanmasına izin vermeme anlamına gelir. ‘Aşı reddi’ ise tüm aşıları reddetme iradesiyle aşılatmama durumudur. COVID-19’u kesin olarak tedavi ettiği bilinen bir ilaç olmamakla birlikte şu an için en etkili yöntem aşıdır. İçinde bulunduğumuz pandemi sürecinde toplumun hızlıca bağışıklanması; aşı tereddütü bulunan bireylerin bu konudaki görüşlerin derinlemesine öğrenilerek bu yönde eğitici/bilgilendirici faaliyetlerin oluşturulması kritik önem taşımaktadır. Bu araştırmanın amacı içinde bulunduğumuz COVID-19 pandemisinde aşı tereddütü bulunan bireylerin COVID-19 aşıları ile ilgili görüşlerini derinlemesine öğrenmek ve aşılamayı hızlandırmak için oluşturulacak faaliyetlere ışık tutmaktır. Gereç-Yöntem: Niteliksel tipte tasarlanan araştırma Eylül-Ekim 2021 tarihleri arasında toplumda aşı tereddütü bulunan ve kartopu örnekleme yöntemi ile gönüllülük esasına dayalı olarak seçilen 11 kişi ile yapılmıştır. Katılmayı kabul eden bireylere e-posta aracılığı ile gönüllü olur formu ve onay formu gönderilmiştir. Görüşmelerin çevrimiçi olarak yapılmıştır. Görüşme süresi 45-60 dakika arasında olmuştur. Veriler literatür taraması sonucu oluşturulmuş aşı tereddütü olan kişilerin aşı hakkındaki görüşlerini sorgulayan açık uçlu soruları içeren yarı-yapılandırılmış soru formu aracılığıyla katılımcılarla yapılan derinlemesine görüşmelerle toplanmıştır. Görüşmeler katılımcıların izni ile kayıt altına alınmıştır ve veriler anonim olarak sunulmuştur. Veriler Atlas.ti uygulaması ile tematik analiz yöntemi ile analiz edilmiştir. Yapılan görüşmelerin yazıya dökülmesinin ardından her bir transkript; görüşmeleri yapan araştırmacılar tarafından ayrı ayrı değerlendirilip kodlanmıştır. Tüm kodlamalar tamamlandıktan sonra araştırmadan elde edilen kodlara göre temalar ve alt temalar oluşturulmuştur. Çalışma işin ilgili kurumun etik kurul onayı ve bakanlık onayı alınmıştır. Bulgular: Yaşları 23 ile 41 arasında değişen katılımcıların sekizi kadın, üçü erkek olmak üzere yedisi lisans, ikisi ön lisans, ikisi ise lise mezunudur. Katılımcılardan ikisi öğrenci, ikisi ev hanımı, ikisi acil tıp teknisyeni, biri öğretmen, biri müdür, biri paramedik, biri mali müşavir ve biri de serbest meslek sahibidir. Verilerin içerik analizi sonucunda pandemi yönetimi, aşı etkinliği, aşının sağlık dışı amaçları, bilgi kaynaklarına bağlı tereddüt ve COVID-19 aşısına güvensizlik temalarına ulaşılmıştır. Katılımcıların bir kısmı aşı takvimindeki aşılara güvenip COVID-19 aşısına güvenmezken bir kısmı ise aşı takvimindeki aşılar hakkında da tereddütlere sahip olduğunu ifade etmiştir. Bazı katılımcılar aşı oldukları halde hastalığa yakalanacaklarını düşündükleri için aşıyı başarısız bulduklarını belirtmişlerdir. Katılımcıların çoğu aşının ticari amaçlar doğrultusunda çıkarıldığına inanmaktadır. Katılımcılardan bazıları politik sebeplerden ötürü aşı tereddütüne sahip olduklarını ifade etmiştir. Katılımcıların aşı tereddütleri, aşının üretildiği ülkeye duydukları güven ile ilişkili bulunmuştur. Katılımcılardan birkaçı COVID-19 pandemisinin çeşitli amaçlar doğrultusunda planlı olarak ortaya çıkartıldığını düşündüklerini ifade etmişlerdir. Katılımcıların çoğu sosyal medyada bulunan aşı karşıtı haberlerden etkilendiklerini ifade etmiştir. Bazı katılımcılar aşı olmak yerine virüse karşı doğal bağışıklık kazanmayı istemektedir. Katılımcılardan bazıları COVID-19 aşılarının hızlı üretildiğini düşündüklerinden dolayı bazıları ise aşının içeriğini bilmedikleri için COVID-19 aşısına güvensizlik duymaktadırlar. Katılımcılardan birkaçı aşının bazı yan etkilerinden korktukları için COVID-19 aşısına güvensizlik duymaktadır. Katılımcılardan bazıları ise özellikle mRNA teknolojisiyle üretien COVID-19 aşılarına güvenmediklerini ifade etmişlerdi Sonuç: Çalışmamızdaki aşı reddinin önde gelen sebepleri aşılar konusunda yanlış veya yetersiz bilgi, aşı içeriği konusundaki kaygılar, toplumsal mitler, yan etkiler, aşı üreten firmalara ve sağlık sistemine olan güvensizlik olarak görülmüştür. Güven eksikliği ise aşı tereddütü ve aşı reddinin en yaygın nedeni olarak bulunmuştur. Çalışmamıza katılan katılımcıların aşı konusundaki bilgilerini yetkin bilgi kaynaklarından edinmiş olmamalarının onları aşı reddine yakınlaştırdığı görülmektedir. İnsanların yetkin ve güncel bilgiler edinmesi toplumda giderek yükselen aşı reddinin önüne geçebilmek açısından son derece kıymetlidir. Toplumda halka yönelik aşı tereddüdü/reddi konusunda eğitim düzenlenmesi gerekmektedir. Eğitimler planlanırken, aşıların içeriği, olası yan etkileri, aşılamada yanlış bilinen olası yan etkiler, doğru bilgi kaynağına nasıl ulaşılır gibi konulara öncelik verilebili

    Sıkı Glisemik Kontrolü olan Tip 1 Diabetes Mellituslu Çocuklarda Yüksek Sıralı Korneal Aberrasyonların Değerlendirilmesi

    No full text
    Purpose: To compare the higher-order corneal aberrations of Type 1 Diabetes Mellitus (DM) children who have well controlled glucose level with healthy children of similar age and gender. Methods: After performing a complete ophthalmological examination of children with Type 1 DM (DM group) and similar age-matched healthy controls (Control group), higher order corneal aberration values [coma, trefoil, spherical aberration, higher order root mean square (RMS), total RMS] were measured by Pentacam HR (Oculus Optikgeräte GmbH, Wetzlar, Germany). Results: There were 52 patients (29 males, 23 females) in the DM group and 39 (20 males, 19 females) volunteers in the control group. In the DM group, the mean preprandial blood glucose level was 86.4 ± 8.2 mg/dl and the mean HbA1c value was 5.2 ± 0.75%. The mean age of the DM group was 12,64 ± 3,75 years while it was 11,94 ± 4,09 years in the control group. There was no statistically significant difference in age and gender between the two groups (p = 0.745, p = 0.364 respectively). No statistically significant differences were found between the groups according to higher order corneal aberrations [coma, trefoil, spherical aberration, high order root mean square (RMS), total RMS] (p=0,415, p=0,690, p=0,642,p=0,0840, p=0,647, for each one). Conclusion: Higher order aberrations of the cornea do not change in children whose blood glucose levels are well controlled

    Global variation in postoperative mortality and complications after cancer surgery: a multicentre, prospective cohort study in 82 countries

    No full text
    © 2021 The Author(s). Published by Elsevier Ltd. This is an Open Access article under the CC BY-NC-ND 4.0 licenseBackground: 80% of individuals with cancer will require a surgical procedure, yet little comparative data exist on early outcomes in low-income and middle-income countries (LMICs). We compared postoperative outcomes in breast, colorectal, and gastric cancer surgery in hospitals worldwide, focusing on the effect of disease stage and complications on postoperative mortality. Methods: This was a multicentre, international prospective cohort study of consecutive adult patients undergoing surgery for primary breast, colorectal, or gastric cancer requiring a skin incision done under general or neuraxial anaesthesia. The primary outcome was death or major complication within 30 days of surgery. Multilevel logistic regression determined relationships within three-level nested models of patients within hospitals and countries. Hospital-level infrastructure effects were explored with three-way mediation analyses. This study was registered with ClinicalTrials.gov, NCT03471494. Findings: Between April 1, 2018, and Jan 31, 2019, we enrolled 15 958 patients from 428 hospitals in 82 countries (high income 9106 patients, 31 countries; upper-middle income 2721 patients, 23 countries; or lower-middle income 4131 patients, 28 countries). Patients in LMICs presented with more advanced disease compared with patients in high-income countries. 30-day mortality was higher for gastric cancer in low-income or lower-middle-income countries (adjusted odds ratio 3·72, 95% CI 1·70–8·16) and for colorectal cancer in low-income or lower-middle-income countries (4·59, 2·39–8·80) and upper-middle-income countries (2·06, 1·11–3·83). No difference in 30-day mortality was seen in breast cancer. The proportion of patients who died after a major complication was greatest in low-income or lower-middle-income countries (6·15, 3·26–11·59) and upper-middle-income countries (3·89, 2·08–7·29). Postoperative death after complications was partly explained by patient factors (60%) and partly by hospital or country (40%). The absence of consistently available postoperative care facilities was associated with seven to 10 more deaths per 100 major complications in LMICs. Cancer stage alone explained little of the early variation in mortality or postoperative complications. Interpretation: Higher levels of mortality after cancer surgery in LMICs was not fully explained by later presentation of disease. The capacity to rescue patients from surgical complications is a tangible opportunity for meaningful intervention. Early death after cancer surgery might be reduced by policies focusing on strengthening perioperative care systems to detect and intervene in common complications. Funding: National Institute for Health Research Global Health Research Unit

    Effects of hospital facilities on patient outcomes after cancer surgery: an international, prospective, observational study

    No full text
    © 2022 The Author(s). Published by Elsevier Ltd. This is an Open Access article under the CC BY 4.0 licenseBackground: Early death after cancer surgery is higher in low-income and middle-income countries (LMICs) compared with in high-income countries, yet the impact of facility characteristics on early postoperative outcomes is unknown. The aim of this study was to examine the association between hospital infrastructure, resource availability, and processes on early outcomes after cancer surgery worldwide. Methods: A multimethods analysis was performed as part of the GlobalSurg 3 study—a multicentre, international, prospective cohort study of patients who had surgery for breast, colorectal, or gastric cancer. The primary outcomes were 30-day mortality and 30-day major complication rates. Potentially beneficial hospital facilities were identified by variable selection to select those associated with 30-day mortality. Adjusted outcomes were determined using generalised estimating equations to account for patient characteristics and country-income group, with population stratification by hospital. Findings: Between April 1, 2018, and April 23, 2019, facility-level data were collected for 9685 patients across 238 hospitals in 66 countries (91 hospitals in 20 high-income countries; 57 hospitals in 19 upper-middle-income countries; and 90 hospitals in 27 low-income to lower-middle-income countries). The availability of five hospital facilities was inversely associated with mortality: ultrasound, CT scanner, critical care unit, opioid analgesia, and oncologist. After adjustment for case-mix and country income group, hospitals with three or fewer of these facilities (62 hospitals, 1294 patients) had higher mortality compared with those with four or five (adjusted odds ratio [OR] 3·85 [95% CI 2·58–5·75]; p<0·0001), with excess mortality predominantly explained by a limited capacity to rescue following the development of major complications (63·0% vs 82·7%; OR 0·35 [0·23–0·53]; p<0·0001). Across LMICs, improvements in hospital facilities would prevent one to three deaths for every 100 patients undergoing surgery for cancer. Interpretation: Hospitals with higher levels of infrastructure and resources have better outcomes after cancer surgery, independent of country income. Without urgent strengthening of hospital infrastructure and resources, the reductions in cancer-associated mortality associated with improved access will not be realised. Funding: National Institute for Health and Care Research

    Evaluation of a quality improvement intervention to reduce anastomotic leak following right colectomy (EAGLE): pragmatic, batched stepped-wedge, cluster-randomized trial in 64 countries

    Get PDF
    Background Anastomotic leak affects 8 per cent of patients after right colectomy with a 10-fold increased risk of postoperative death. The EAGLE study aimed to develop and test whether an international, standardized quality improvement intervention could reduce anastomotic leaks. Methods The internationally intended protocol, iteratively co-developed by a multistage Delphi process, comprised an online educational module introducing risk stratification, an intraoperative checklist, and harmonized surgical techniques. Clusters (hospital teams) were randomized to one of three arms with varied sequences of intervention/data collection by a derived stepped-wedge batch design (at least 18 hospital teams per batch). Patients were blinded to the study allocation. Low- and middle-income country enrolment was encouraged. The primary outcome (assessed by intention to treat) was anastomotic leak rate, and subgroup analyses by module completion (at least 80 per cent of surgeons, high engagement; less than 50 per cent, low engagement) were preplanned. Results A total 355 hospital teams registered, with 332 from 64 countries (39.2 per cent low and middle income) included in the final analysis. The online modules were completed by half of the surgeons (2143 of 4411). The primary analysis included 3039 of the 3268 patients recruited (206 patients had no anastomosis and 23 were lost to follow-up), with anastomotic leaks arising before and after the intervention in 10.1 and 9.6 per cent respectively (adjusted OR 0.87, 95 per cent c.i. 0.59 to 1.30; P = 0.498). The proportion of surgeons completing the educational modules was an influence: the leak rate decreased from 12.2 per cent (61 of 500) before intervention to 5.1 per cent (24 of 473) after intervention in high-engagement centres (adjusted OR 0.36, 0.20 to 0.64; P &lt; 0.001), but this was not observed in low-engagement hospitals (8.3 per cent (59 of 714) and 13.8 per cent (61 of 443) respectively; adjusted OR 2.09, 1.31 to 3.31). Conclusion Completion of globally available digital training by engaged teams can alter anastomotic leak rates. Registration number: NCT04270721 (http://www.clinicaltrials.gov)
    corecore