42 research outputs found

    Arkeolojik Kültür Varlıkları Turizmi Arkeoturizm Planlamasında Arkeolog Etkisi

    Get PDF
    Dünya genelinde son yıllarda ortaya çıkan sosyal ve teknolojik gelişmeler, turizmi hem daha kolay satın alınabilir hem de daha kolay erişilebilir hale getirmiştir. Turizm böylece insanların gündelik çevresinde mevcut olmayan hoş vakit geçirilebilecekleri, verimli bir eğlenme–dinlenme faaliyeti alternatifine ve aynı zamanda hem fiziki hem de entelektüel kişiliklerini keşfettikleri bir gelişim formuna dönüşmüştür. Bu dönüşüm geleneksel doğa turizmi, deniz, kum ve plaj turizminden gastronomi, inanç, eğitim ve folklor gibi kültürel cazibe boyutlarına yönelerek kültürel miras turizmi kapsamında dünya turizm endüstrisinin en hızlı gelişen pazarı halini almıştır. Kültürel miras turizminin bileşenleri oldukça geniş bir yelpaze oluştururken, önemli bir bileşeni de arkeolojik kültür varlıklarıdır. Bu varlıklar, eskinin kültür mirasına dönük doğru ve tarafsız bir kanıt belge oluşturmaktadırlar. Geçmişin kültür mirası somut buluntuları, o kültürün sosyal mozaiğini, geleneklerini, sanat anlayışını, inançlarını, tabularını, sevinçlerini, kederlerini ve dolayısıyla o kültürün çeşitliliğini ve karakterini yansıtır. Arkeologlar elde edilen bu belgelerin güzelliği ya da ne kadar ekonomik değeri olduğu ile değil, o varlıkları üreten kültür ile ilgilenirler ve böylece bu mirası bilimsel yöntemlerle çalışarak yukarıda bahsi geçen boyutlarda insanlığın ortak kültürüne yönelik ilgi ve bilgi üretirler. Kültürel miras turizminin önemli bir bileşeni olan arkeolojik kültür varlığı turizmi arkeoturizm hem dünyada hem de Türkiye’de bilimsel temelde yeni çalışılan bir alt disiplindir. Özellikle Anadolu Asia Minor arkeolojik kültür varlıkları açısından oldukça zengin bir coğrafyadır. Bu varlıklar Türkiye’nin dünya kültür mirası turizmi endüstrisinden daha yüksek bir pay alabilmesinde yüksek önemde değer taşımaktadır. Ancak mevcut durumda bu zenginlikler, potansiyeline oranla oldukça düşük seviyelerde değer üretmekte ve ülke ekonomisine yeterince katkı yapamamaktadır. Görülmektedir ki, Türkiye’de arkeolojik kültür varlıkları son zamanlara kadar süregeldiği şekliyle sadece turizm profesyonellerine bırakılamayacak kadar önemli bir turizm destinasyon kaynağı iken sadece arkeologlara da bırakılamayacak değerde bir hazinedir. Arkeolojik çalışmaların sonunda bir turizm ürünü ortaya çıkmasına rağmen, yapılan arkeolojik çalışmaların ayrıca bir arkeoturizm planlaması içermediği açıktır. Arkeologların turizmin dinamiklerinden uzak olduğu, turizmcilerin de arkeoloji gibi özellikli bir alana hakim olmadıkları beklenen bir sonuçtur. Bu bakımdan, her iki meslek alanının da tüm ilgili aktörlerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir arkeoturizm planlamasını oluşturacak multidisiplinli bir çalışma ekibinin parçası olması bir zorunluluktur. Arkeologların böylesi bir topluluk içinde sağlayacağı katkıların kapsamı ve içeriği üzerine yapılan çalışmalar son derece önemlidir

    Mikrokalsifikasyonların Tanısında Vakum Destekli Stereotaktik Meme Biyopsisi:Üç Yıllık Deneyimlerimiz

    Get PDF
    Amaç: Vakum destekli stereotaktik meme biyopsisi VDSB , günümüzde giderek artan sıklıkla kullanılan, gereksiz eksizyonel biyopsileri önleyebilecek, basit, güvenli, minimal invaziv bir perkütan biyopsi yöntemidir. Bu geriye dönük çalışmanın amacı, mikrokalsifikasyonların tanısında kullandığımız VDSB ile ilgili deneyimlerimizi sunmaktır. Gereç ve Yöntem: Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde, 2010-2013 yılları arasında mamografisinde mikrokalsifikasyon saptanmış ve VDSB uygulanmış 46 olgunun dosya bilgileri geriye dönük olarak incelenmiştir. Mikrokalsifikasyonların özellikleri, VDSB uygulamaları sırasında ve sonrasında karşılaşılan erken ve geç dönem komplikasyonlar, histopatolojik sonuçlar, takip sonuçları değerlendirilmiş ve sonuçlar hasta sayısı, yüzde ve ortalama ± standart sapma olarak sunulmuştur. Bulgular: VDSB yapılan 46 olguya ait mamogramlarda en çok küme oluşturan pleomorfik %32,6 mikrokalsifikasyonlar görülmüştür.VDSB’ye bağlı erken dönem komplikasyonlar %15,2 olguda ağrı, %2,2 olguda hematom, % 2,2 olguda ise ekimozdur. Olguların hiç birisinde geç dönemde komplikasyon ile karşılaşılmamıştır. 29 olguda % 63 histopatoloji benign, 17 olguda %37.0 ise malign olarak sonuçlanmıştır. 11 %23,9 olguda saptanan duktal karsinoma insitu, bir olguda %2,2 saptanan lobüler karsinoma insitu, dört %8,7 olguda saptanan atipik duktal hiperplazi göz önüne alındığında, toplam 16 olguda %34,7 tümör henüz prekürsor iken veya hücre içi aşamada yakalanmıştır. Sonuç: VDSB, özellikle mamografik mikrokalsifikasyonların tanısında cerrahi biyopsilere göre öncelikle tercih edilebilecek minimal invaziv bir yöntemdir. Benign olgularda hasta için anksiyete ve morbidite kaynağı olabilecek gereksiz cerrahi girişimleri önlemekte malign olgularda ise klinisyene tedavi planında yol gösterici olmaktadı

    Evaluation of nutritional status in pediatric intensive care unit patients: the results of a multicenter, prospective study in Turkey

    Get PDF
    IntroductionMalnutrition is defined as a pathological condition arising from deficient or imbalanced intake of nutritional elements. Factors such as increasing metabolic demands during the disease course in the hospitalized patients and inadequate calorie intake increase the risk of malnutrition. The aim of the present study is to evaluate nutritional status of patients admitted to pediatric intensive care units (PICU) in Turkey, examine the effect of nutrition on the treatment process and draw attention to the need for regulating nutritional support of patients while continuing existing therapies.Material and MethodIn this prospective multicenter study, the data was collected over a period of one month from PICUs participating in the PICU Nutrition Study Group in Turkey. Anthropometric data of the patients, calorie intake, 90-day mortality, need for mechanical ventilation, length of hospital stay and length of stay in intensive care unit were recorded and the relationship between these parameters was examined.ResultsOf the 614 patients included in the study, malnutrition was detected in 45.4% of the patients. Enteral feeding was initiated in 40.6% (n = 249) of the patients at day one upon admission to the intensive care unit. In the first 48 h, 86.82% (n = 533) of the patients achieved the target calorie intake, and 81.65% (n = 307) of the 376 patients remaining in the intensive care unit achieved the target calorie intake at the end of one week. The risk of mortality decreased with increasing upper mid-arm circumference and triceps skin fold thickness Z-score (OR = 0.871/0.894; p = 0.027/0.024). The risk of mortality was 2.723 times higher in patients who did not achieve the target calorie intake at first 48 h (p = 0.006) and the risk was 3.829 times higher in patients who did not achieve the target calorie intake at the end of one week (p = 0.001). The risk of mortality decreased with increasing triceps skin fold thickness Z-score (OR = 0.894; p = 0.024).ConclusionTimely and appropriate nutritional support in critically ill patients favorably affects the clinical course. The results of the present study suggest that mortality rate is higher in patients who fail to achieve the target calorie intake at first 48 h and day seven of admission to the intensive care unit. The risk of mortality decreases with increasing triceps skin fold thickness Z-score

    Tourism in Turkey with priority of planning and policy

    No full text
    Turizmde planlama ve politika geliştirmek gün geçtikçe önemini artırmaktadır. Turizm endüstrisi iç içe geçmiş çoklu unsurların zaman içindeki dinamik reaksiyonunu yakalama yeteneğine sahiptir. Bu yüzden müşteri memnuniyeti ve tercihine bağlılığı ile kırılgan oluşu ve sektörleri arasındaki sayısız etkileşimlerden dolayı turizm yönetimi çok boyutlu ve karmaşık olan bir sistemin ürünüdür. Turizm planlaması, politikası ve yönetimi konuları hem dünyada hem de Türkiye’de artan boyutta turizm araştırmacılarının da dikkatini çekmektedir. Ülkelerin makro ve mikro düzeydeki ekonomi politikaları ile direkt olarak ilgi olan turizm endüstrisi Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerinde dengeli kalkınma araçları olarak değerlendirilmektedir. Dünyada son zamanlarda kültür turizmi ve kültür temelli endüstriler turizm endüstrisinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Ancak, Türkiye mevcut kültürel zenginliğini özellikle yabancı turist çekiciliği haline dönüştürebilmiş değildir. Bu çalışmanın amacı, Türk turizm endüstrisinin planlanması ve geliştirilmesinde son yarım yüzyıldır Türkiye’nin turizm önceliklerinin belirlenmesinde nelerin öne çıktığını değerlendirmek ve yeni formların neler olabileceği üzerine önerilerde bulunmaktır. Bu amaçla sistematik bir literatür taraması yapılmış, çalışmalar analiz edilerek, öncelik oluşturulması konusunda Türkiye’nin rekabetçi çekiciliklerinden arkeolojik kültürel miras zenginliği ile arkeoturizm potansiyeline odaklanılmıştır. Bu turizm formunun ulusal ya da bölgesel kalkınma planlarında pek yer bulamadığı görülmüştür. Türk ve dünya turizm literatüründe nispeten yeni olan bu alanın Türkiye turizmi için planlama önceliğinin olması gerektiği öngörülmektedir. Bu yüzden, çalışma turizm karar vericilerine ve düzenleyicilerine farklı düzeyde stratejik ve operasyonel politika geliştirme araçları sağlamak için Türkiye’nin önemli kültürel miras zenginliğine ışık tutmayı amaçlamaktadır. Türk turizm endüstrisinin destinasyon algısını bütüncül bir şekilde anlaşılmasını teşvik etmek ve daha etkili politikaların geliştirilmesine yardımcı olmak için önceliklerin belirlenmesi konusunda tavsiyelerde bulunulmuştur.Planning and policy development in tourism is increasing with its significance day by day. The tourism industry is capable of capturing the dynamic reaction of multiple intertwined elements over time. Therefore, tourism management is the product of a multidimensional and complex system due to its commitment to customer satisfaction and preference, its vulnerability, and the numerous interactions between its sectors. Issues of tourism planning, policy, and management attract the attention of tourism researchers to an increasing extent both in the world and in Turkey. The tourism industry, which is directly related to the macro and micro economic policies of the countries, is considered as a balanced development tool in developing countries such as Turkey. Recently, cultural tourism and culture-based industries constitute an important part of the tourism industry in the world. However, Turkey has not been able to transform its existing cultural treasure into a good to attract foreign tourists. The aim of this study is to evaluate what has come to the fore in determining Turkey’s tourism priorities for the last half-century in the planning and development of the Turkish tourism industry and to make suggestions on what new forms can be prioritized. For this purpose, a systematic literature review was made, the studies were analyzed, and the archeological cultural heritage wealth and archaeotourism potential of Turkey, which are among the competitive attractions in the “Atlas Cultural Tourism,” were focused on. It has been observed that this form of tourism has not found any place in national or regional development plans in Turkey’s tourism development policies. It is foreseen that this area, which is relatively new in Turkish and the world tourism literature, should be a planning priority for Turkish tourism. Therefore, the study aims to shed light on Turkey’s significant cultural heritage values to provide different levels of strategic and operational policy development tools to tourism decision-makers and regulators. Recommendations were made on setting priorities to promote a holistic understanding of the Turkish tourism industry’s perception of destinations and to assist in the development of more effective policies

    Candida glabrata pneumonia in a patient with chronic obstructive pulmonary disease

    Get PDF
    WOS: 000388039000001Pneumonia remains an important cause of morbidity and mortality among infectious diseases. Streptococcus pneumoniae and viruses are the most common cause of pneumonia. Candidiasis in such patients has been associated with haemodialysis, fungal colonization, exposure to broad-spectrum antibiotics, intensive care unit (ICU) hospitalization, and immunocompromised patients. The most common cause of infection is C. albicans. The case presented here is of a 66-year-old male patient diagnosed with C. glabrata. The patient suffered from chronic obstructive pulmonary disease

    Clinoptilolite application in left and right Abomasal displacement

    No full text
    Adnan Menderes Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Büyük Hayvan Kliniğine 2013-2017 tarihlerinde getirilen ya da saha koşullarındaki (araştırmacıların gözetiminde, sahadaki veteriner hekimler tarafından sunulan) sol abomazum deplasmanlı (LDA) 5 ve sağ abomazum deplasmanlı (RDA) 2 inekte 1 g/kg dozda oral klinoptilolit (%93) ile sağaltım gerçekleştirildi. Uygulanma öncesinde klinoptilolit kullanılabilirliğinin uygun olduğu belirlenen ineklerde inspeksiyon, adspeksiyon, kan gazı analizlerini içeren klinik ve laboratuvar muayene gerçekleştirildi. Çalışma sonunda tüm olgularda iyileşme sağlandı ve sürüden uzaklaştırılması gereken hayvan olmadı. Hasta sahiplerinden alınan bilgilere göre klinoptilolit uygulamasından 8 hafta sonrasında 7 inekten 6’ sının gebe kaldığı öğrenildi.Five Holstein cows with left displacement of the abomasum (LDA) and 2 other with right displacement of the abomasum (RDA) were submitted to the hospital facility at Adnan Menderes University, Faculty of Veterinary, Large Animal Unit or were detected at field conditions (by the referring veterinarians under the supervision of the study researchers) from 2013 to 2017 were treated with 1 gr/kg peroral clinoptilolite (93%). Prior to clinoptilolite administration and deciding the probabilityof its usage in cows, inspection, adspection, through clinical and laboratory evaluation (involving blood-gas analysis) were deemed available. There was no culling at the end of trial, with complete survival rate accompanied by all returned to good production post-treatment. As informed by the owners 6 out of 7 were pregnant six to 8 months after clinoptilolite administration

    Kriptosporodiazisli buzağılarda D-Dimer seviyelerinin belirlenmesi

    Get PDF
    The aim of the present study was emphasized to estimation of D-dimer levels among calves withcryptosporodiosis. The study was conducted on 1-3 weeks old, 11 Holstein calves with Cryptosporidiosis (studygroup) and on 1-3 weeks old ten healthy Holstein calves (control group). Diagnosis of Cryptosporidiosis made byrapid test kits. Blood samples were taken from each animal, by puncture of the jugular vein and were collectedinto plain tubes without anticoagulant. D-dimer concentrations were detected by fluorescent immunoassaytechniques in both study and control group calves. As a result, D-dimer values were significantly increased ininfected calves when compared with the control group animals.Bu araştırmada kriptosporodiyazisli buzağılarda kan D-dimer seviyelerinin belirlenmesi amaçlanmış olup, çalışmanın materyalini 1-3 haftalık, hızlı test kitleri ile Kriptosporidiyazis belirlenen 11 Holstein buzağı (çalışma grubu) ve 1-3 haftalık on sağlıklı Holstein buzağı (kontrol grubu) oluşturmuştur. Her buzağının, v. jugularis'lerinden alınan kan örnekleri antikoagülansız tüplere toplanmış, D-dimer konsantrasyonları, hem çalışma hem de kontrol grubu buzağılarda floresan immunoassey tekniği ile belirlenmiştir. Sonuç olarak, D-dimer seviyeleri, kontrol grubu hayvanlara kıyasla enfekte buzağılarda önemli ölçüde yüksek saptanmıştır

    The performance of the quadratic kinematic deformation analysis model

    No full text
    Kinematic Deformation Analysis (KDA) models are preferred to estimate displacement, velocity andacceleration parameters. The quadratic models are often used in KDA. To estimate the reliability of themodel, Linear Motion Systems (LMS) integrated with GPS were established at four object points locatedproperly in University Campus. Moreover, five continuously operating GPS sites (off-campus) were pre-defined as reference points. The object points were displaced along three different planes: 1st Verticaldirection (Up), 2nd Horizontal plane (Northeast) and 3rd Horizontal plane and vertical direction forintended scenarios as considering the different magnitudes for velocity and acceleration. Each deforma-tion scenario contains four epochs of GPS observations with eight hours of session duration. According tothe obtained results, the displacements estimated by the Bernese v5.2 scientific software are close totheir real values. However, the quadratic KDA model spreads the effects of the displaced points to othernondisplaced points.Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu: TUBITAK-CAYDAG 117Y26

    Deneysel periton diyaliz modelinde mikofenolat mofetil ve rapamisinin periton fibrozisine etkileri

    No full text
    AMAÇ: Çalışmanın amacı deneysel bir sıçan periton diyaliz modelinde mikofenolat mofetil ve rapamisinin periton fonksiyonu ve morfolojisi üzerine etkisini araştırmaktır. GEREÇ ve YÖNTEMLER: Wistar-Albino 60 sıçan 4 eşit gruba ayrıldı: Mikofenolat mofetil grubu (MMFG), rapamisin grubu (RAPG) ve tedavi almayan grubu (NTG) %3,86 glikozlu solüsyonundan 15 mL ve kontrol grubu (CG) normal izotonik sıvıdan 15 mL günde tek doz intraperitoneal enjeksiyonla aldı. MMFG ve RAPG günlük gastrik gavajla sırasıyla mikofenolat mofetil ve rapamisin aldılar. Sekiz hafta sonunda 1 saatlik bir periton eşitleme testi yapıldı. Ultrafltrasyon, serum ve diyalizatta büyüme faktörleri ve sitokinler ölçüldü. Periton membran morfolojisi ışık mikroskopisi ile değerlendirildi. BULGULAR: Serum ve diyalizat vasküler endotelyal büyüme faktör düzeyleri CG ile karşılaştırıl- dığında NTG da anlamlı oranda daha yüksek saptandı (p0,05). Net ultrafltrasyon NTG’la karşılaştırıldığında MMFG’da anlamlı oranda daha yüksekti (p0.05). Net ultrafltration was signifcantly higher in MMFG than in NTG (<0.05). A signifcant decline was detected in the number of mesothelial, infammatory and fbroblast cells and peritoneal membrane thickness in MMFG, as compared with NTG. cONcLUSION: We conclude that peritoneal functions such as ultrafltration capacity can be protected by treatment with MMF and RAP, as they produce a membrane-protective effect in peritoneal dialysis
    corecore