345 research outputs found
An Object Detection and Identification System for a Mobile Robot Control
The one of the features of mobile robot control is to detect and to identify objects in workspace. Especially, autonomous systems must detect obstacles and then revise actual trajectories according to new conditions. Hence, many solutions and approaches can be found in literature. Different sensors and cameras are used to solve problem by many researchers. Different type sensors usage can affect not only system performance but also operational cost. In this study, single camera based obstacle detection and identification algorithm was developed to control omni-drive mobile robot systems. Objects and obstacles, which are in robot view, are detected and identified their coordinates by using developed algorithms dynamically. Developed algorithm was tested on Festo Robotino mobile robot. Proposed approach offers not only cost efficiency but also short process time
Faunistik ve biyoçeşitlilik çalışmaları arasındaki fark nedir?
While faunistic studies give information about the distribution of animals in a region, the diversity (number and variety of species) studies give information about diversity of plant and animal life within a region of which they are part. In other words; faunistic studies prove the existence of animals in that habitat or region with systematically or by random sampling. The number of individuals of the sampled species is not that important. Faunistic studies are essential scientific studies, especially for the detection of new species and their introduction to the inventory. There is no doubt as to the great desirability of faunistic studies on the geographical distribution of animals. Biological diversity is the variability among living organisms from all sources (including terrestrial, marine, and other aquatic ecosystems) and the ecological complexes. This includes diversity within species (alpha), between species (beta), and of ecosystems (gamma). The importance of this description is that it draws attention to the many dimensions of biodiversity (Genetic, species, habitat, and ecosystem). Studies of biological diversity and its measurement necessarily require systematic and homogenous sampling methods. Especially when comparing two or more habitats in terms of species richness, diversity, evenness, similarity, etc. Such biodiversity indices are often used to measure the diversity in habitats destroyed by human. Four pasture ecosystems, two of which are natural and two of which are grazed by sheep and goats, were chosen as the study area in Atabey district of Isparta province. Pitfall trap and sweep net sampling methods were used in selected habitats. While the pitfall trap sampling method was applied homogeneously in the habitats, the sweep net sampling method was not applied homogeneously. The data obtained from these two sampling methods, homogeneous and non-homogeneous, were used in the calculation of biodiversity parameters.We desire to call attention in this manuscript to the differences between faunistic and biodiversity studies (specially its measurement) with reference to the previous studies.Faunistik çalışmalar, hayvanların bir bölgedeki dağılımı hakkında bilgi verirken, çeşitlilik (tür sayısı ve çeşitliliği) çalışmaları, parçası oldukları bir bölgedeki bitki ve hayvan yaşamının çeşitliliği hakkında bilgi verir. Diğer bir deyişle; Faunistik çalışmalar, sistematik veya rastgele örnekleme ile o habitatta veya bölgede hayvanların varlığını kanıtlamaktadır. Örneklenen türün birey sayısı o kadar önemli değildir. Faunistik çalışmalar, özellikle yeni türlerin tespiti ve envantere girişi için gerekli bilimsel çalışmalardır. Hayvanların coğrafi dağılımına ilişkin faunistik çalışmaların büyük arzu edildiği konusunda hiçbir şüphe yoktur. Biyolojik çeşitlilik, tüm kaynaklardan (karasal, deniz ve diğer su ekosistemleri dahil) ve ekolojik komplekslerden gelen canlı organizmalar arasındaki değişkenliktir. Bu, türler içindeki (alfa), türler arasındaki (beta) ve ekosistemlerdeki (gama) çeşitliliği içerir. Bu tanımlamanın önemi, biyolojik çeşitliliğin birçok boyutuna (Genetik, türler, habitat ve ekosistem) dikkat çekmesidir. Biyolojik çeşitlilik çalışmaları ve ölçümü, mutlaka sistematik ve homojen örnekleme yöntemleri gerektirir. Özellikle iki veya daha fazla habitatı tür zenginliği, çeşitlilik, eşitlik, benzerlik vb. açısından karşılaştırırken. Bu tür biyolojik çeşitlilik indeksleri genellikle insanlar tarafından yok edilen habitatlardaki çeşitliliği ölçmek için kullanılır. Çalışma alanı olarak Isparta ili Atabey ilçesinde ikisi doğal, ikisi koyun ve keçilerin otladığı dört mera ekosistemi seçilmiştir. Seçilen habitatlarda tuzak ve süpürme ağı örnekleme yöntemleri kullanılmıştır. Habitatlarda tuzak tuzak örnekleme yöntemi homojen olarak uygulanırken, taramalı ağ örnekleme yöntemi homojen olarak uygulanmamıştır. Biyoçeşitlilik parametrelerinin hesaplanmasında homojen ve homojen olmayan bu iki örnekleme yönteminden elde edilen veriler kullanılmıştır. Bu yazıda, daha önceki çalışmalara atıfta bulunarak, faunistik ve biyoçeşitlilik çalışmaları (özellikle ölçümü) arasındaki farklılıklara dikkat çekmek istiyoruz
Türkiye ‘de İlköğretim Okulu Yöneticileri ile Rehber Öğretmenler Arasındaki Çatışma Kaynakları
In order to achieve schools’ organizational goals, coordination between school principals and school counsellors and efficient conflict management strategies must be considered as important factors. The present study is a survey model descriptive study which examines the views of school principals and school counsellors in terms of sources of conflict. Data have been collected from 260 school counsellors and 175 school principals at public primary schools in central districts of Ankara. According to the findings of the study, school counsellors state that school principals do not know the scope of the tasks assigned to them and they demand tasks which are not within this scope. However, school principals indicate that school counsellors do not have sufficient professional knowledge and they should work in some other administrative task at school.Okul örgütünün amaçlarını gerçekleştirebilmesi için okul yöneticilerinin ve rehber öğretmenlerin işbirliği içinde olması ve okulda çatışmaların etkili biçimde yönetilebilmesi önemli faktörlerdir. Bu araştırma, okul yöneticileri ile rehber öğretmenler arasındaki çatışma kaynaklarına ilişkin görüşlerin incelendiği tarama modelinde betimsel bir çalışmadır. Veriler, Ankara İli merkez ilçelerindeki kamu ilköğretim okullarında görev yapan 260 rehber öğretmen ve 175 okul yöneticisinden toplanmıştır. Bulgulara göre,rehber öğretmenler, okul yöneticilerinin, rehber öğretmenlere ait görev kapsamını bilmediğini ve kendilerine görev alanı dışındaki işleri yaptırmak istemelerinden dolayı çatışma yaşadıklarını belirtmişlerdir. Okul yöneticileri ise rehber öğretmenlerin alan bilgisinin yetersiz olduğu ve yönetimsel işler gibi rehberlik servisi dışındaki işlerle de uğraşmaları gerektiği konularında çatışma yaşadıklarını ifade etmişlerdir
The effects of dietary hot pepper capsicum annuum waste powder supplementation on egg production traits of Japanese quail layers
This study was conducted to evaluate the effects of different levels of dietary hot pepper (Capsicum annuum L.) waste supplementation on egg production performance and quality in Japanese quail hens (Coturnix coturnix japonica). A total of 192, seven-weekold Japanese quail layers were divided into 4 treatment groups of similar mean weight (304±0.5 g), each comprising 12 subgroups (including 1 male and 3 females). Treatment birds were fed on experimental basal layer diet supplemented with 1, 2 or 4 g hot pepper waste powder (HPWP) per kg diet. The laying performance was determined by recording feed intake, egg weight, daily egg production, and biweekly egg quality. Results showed that HPWP supplementation to layer diet did not have any significant (P>0.05) effects on body weight and feed conversion ratio, while it had significant effects on feed intake (P<0.01), and laying egg weight, average egg weight, total egg yield (P<0.05). A 2 g HPWP supplementation resulted in the highest total egg yield (P<0.05) with quadratic effects on egg shape index (P<0.05) and albumen pH (P<0.01). According to the values in the study, the egg shape index of 2 g HPWP group was circular and; therefore, attractive to consumers. We highly recommend the non-economic value of 2 g/kg supplementation of hot pepper waste powder, especially for egg production. To conclude, HPWP can be used for quail layer diets due to its beneficial effects on egg quality since it is an economic and easy agricultural by-product obtained from red pepper paste industry waste. © 2020, Universidade Federal de Santa Maria. All rights reserved
An evaluation of some physical properties arised from soil compaction in two common soil serýes in greater meandros basin
Büyük Menderes Havzasında yaygın iki toprak serisinin toprak sıkışması kaynaklı bazı fiziksel, kimyasal ve
hidrolojik özellikleri saptanmıştır.
Sıkışmış ve sıkışmamış horizonlarda toplam gözeneklilik, gözenek irilik dağılımı, hacim ağırlığı ve doymuş
hidrolik iletkenlik değerleri belirlenmiş ve bu değerlerin sıkışma ile ilişkileri istatistiksel olarak
değerlendirilmiştir.
Profillerde özellikle 40-50 cm derinlikerde sıkışmanın varlığı belirlenmiş, bu derinliklerdeki horizonlarda makro
gözenek miktarlarında azalma, hacim ağırlığı değerlerinde artış bulunmuştur.
Elde edilen değerler arasında istatistiksel olarak önemli ilişkiler bulunmuştur.Some physical, chemical and hydraulical properties arised from soil compaction in two common soil series in
greater Meandros Basin are analyzed.
Total porosity, porosity largeness distribution, soil bulk density, saturated hydraulic conductivity values in
compacted and noncompacted horizons are determined and relationship between these values and compaction
are evaluated.
The existence of compaction in profiles especially in the depth of 40-50 cm are determined and it is found that
there is a decrease in the amount of macro porosity, while increase in soil bulk density.
Some statistically significant correlations are found between the values obtained
ÜNIVERSİTE ÖĞRENCİLERİNİN KURUMSAL İMAJ ALGILARI: ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ ÖRNEĞİ
Küreselleşme, bilgi teknolojilerinin gelişmesi, hizmetlerin çeşitliliği ve hızlı büyümesi ile günümüzde kurumlar rekabet ortamında önde olmak ve sürdürülebilirlik için kurumsal imaj araştırmalarına önem vermeye başlamışlardır. Kurumsal bir yapı olan üniversitelerin kurumsal imajını belirleyen birçok farklı kriter mevcuttur. Öğrencilerin üniversiteleri ile ilgili olarak kurumsal imajını algılama düzeyi, üniversitenin potansiyel adaylar için tercih oranını da etkilediği gibi üniversitenin prestiji açısından da önemlidir. Bu çalışmanın amacı, Atatürk Üniversitesi’ne bağlı fakültelerde eğitim görmekte olan öğrencilerin üniversiteye dair kurumsal imaj algılarını belirlemektir. Üniversite imaj algısının belirlenmesi amacıyla 2019-2020 eğitim öğretim yılında öğrenim gören altı yüz öğrenciye anket uygulanmıştır. Nicel bir araştırma yöntemi kullanılmış olup, elde edilen veriler SPSS 26 programı yardımıyla aritmetik ortalama, standart sapma, t-testi ve tek yönlü varyans (ANOVA) analizlerine tabi tutulmuştur. Araştırma bulguları katılımcıların aylık harcama ve bölüm hakkındaki ön bilgi değişkenleri ile kurumsal imaj algıları arasında anlamlı farklılık olduğunu ancak fakülte, cinsiyet ve yaşadıkları bölge değişkenlerine göre anlamlı bir farklılığın olmadığını göstermiştir. Katılımcıların Atatürk Üniversitesi’ne yönelik genel kurumsal imaj algılarının “orta düzeyde” olduğu belirlenmiştir. Araştırma sonuçlarının üniversite yönetimi için önemli olan veri kalitesine sahip olduğu söylenebilir
Iron overload and hemochromatosis
Giriş ve Amaç: Uzun süreli (on yıl) takip ettiğimiz aşırı demir yüklenmesi ve hemokromatozis olgularımız ışığında ortaya çıkan bulguları, tanı ve tedavideki zorlukları ve eksik yanlarımızı değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: 2012-2022 yılları arasında takip ettiğimiz, aşırı demir birikimi olan hastalar bilgisayar kayıtlarından retrospektif olarak değerlendirildi. Transferrin satürasyonu %45’ten yüksek ve serum ferritin düzeyleri erkeklerde 300 ng/dl, kadınlarda 200 ng/dl’den yüksek olan toplam 28 hasta saptandı. Hastalarda hemokromatozis için genetik testler yapıldı. Genetik testlerin pozitif veya negatif oluşuna göre hastalar analiz edildi. Bulgular: Toplam 28 hastadan 17’si H63D heterozigot, bir hasta H63D homozigot olarak bulundu. C282Y ve non-HFE hemokromatozise ait gen mutasyonu saptanmadı. On hastada herhangi bir mutasyon saptanmadı. Yirmi sekiz hastanın tümünde transferrin satürasyonu %45’ten büyük ve ferritin düzeyi 300 ng/dl’den yüksekti. H63D heterozigot bulunanların 10’unda (%58.8), mutasyon saptanmayanların 5’inde (%50) hepatosteatoz saptandı. Heterozigot pozitif olan grupta mutasyon saptanmayanlara göre demir birikimi biraz daha yüksekti (ortalama ferritin düzeyi 1478 ng/dl’ye 827ng/dl). Hastaların hepsinde hepatit B yüzey antijeni negatifti. Bir hastada anti-hepatit C virüsü pozitifti. Magnetik rezonans çekilen 16 hastada demir yüklenmesi düşündüren sinyal kaybı bulgusu bildirilmedi. Still hastalığına ilişkin ateş, artralji gibi bir bulgu saptanmadı. Sonuçlar: Aşırı demir yüklenmesi sık karşılaşılan bir durum olmamakla birlikte saptandığında ayırıcı tanısı zordur. Herediter hemokromatozis ve non-HFE hemokromatozis bunların çok az bir kısmını oluşturur. Bulgularımız aşırı demir birikmesinin en sık sebeplerinden birinin non-alkolik yağlı karaciğer hastalığına bağlı olduğunu göstermektedir
Complete blood cell count-derived inflammation biomarkers and the need for laser capsulotomy due to posterior capsule opacification following cataract surgery
Background: Inflammation plays a significant role in the proliferation, migration, and differentiation of lens epithelial cells after cataract surgery, clinically manifested as posterior capsule opacification (PCO). This condition is typically treated with neodymium: yttrium-aluminum-garnet (Nd:YAG) laser capsulotomy. Our objective is to evaluate the association between blood-derived inflammatory markers and the development of clinically significant PCO necessitating treatment with laser capsulotomy. Materials and Methods: We conducted a retrospective review of charts for all patients who underwent Nd:YAG laser capsulotomy in our department between January 2021 and December 2022. The study included 70 patients who diagnosed with clinically significant PCO requiring treatment with Nd:YAG laser capsulotomy following cataract surgery, as well as 70 pseudophakic controls with no signs of PCO. Complete blood cell count parameters were obtained from medical records and the neutrophil-to-lymphocyte ratio (NLR), platelet-to-lymphocyte ratio (PLR), and monocyte-to-lymphocyte ratio (MLR) were calculated. Results: The mean age of the Nd:YAG laser capsulotomy and control group was 71.83 +/- 8.46 and 72.27 +/- 9.98 years, respectively. The preoperative NLR scores for the Nd:YAG laser capsulotomy group (mean rank = 34.43) were statistically significantly higher than those of the control group (mean rank = 25.41) (p = 0.044). However, after adjusting for preoperative measurements, no statistically significant differences were observed between the groups for the other parameters. Conclusion: Preoperative NLR scores were higher in patients who developed clinically significant PCO requiring treatment with Nd: YAG laser capsulotomy. This finding suggests that patients with elevated systemic inflammation may be at an increased risk of developing PCO following cataract surgery. Further research is needed to evaluate the role of systemic inflammation in the pathogenesis of PCO
Bioremediation of Synthetic Prepared Domestic Wastewater with P. chrysosporium
In this study, the removal efficiencies were evaluated based on key environmental parameters such as chemical oxygen demand (COD), Total Organic Carbon (TOC), Total Nitrogen (TN), and Total Phosphorus (TP), using P. chrysosporium white rot fungus to treat synthetically prepared domestic wastewater. The research aimed to assess the suitability of bioremediation results with respect to the Urban Wastewater Treatment Regulation. The experiment was carried out over a span of 11th days, employing static 1%252F1 and 1%252F5, as well as dynamic 1%252F1 and 1%252F5 dilution ratios. The outcomes revealed varying removal efficiencies, with the highest rates observed at dynamic conditions and a 1%252F5 dilution ratio%253A 84%25 for COD, 81%25 for TOC, 73%25 for TN, and 56%25 for TP. Conversely, the lowest removal efficiencies were determined under static 1%252F1 conditions, reaching 48%25 for COD, 33%25 for TOC, 31%25 for TN, and 45%25 for TP. Based on the results, it is evident that P. chrysosporium exhibited effective bioremediation capabilities on synthetic domestic wastewater within a reasonable 11th day period. Furthermore, the results aligned with the specified limit values outlined in the Urban Wastewater Treatment Regulation. Consequently, the study highlights the efficacy of P. chrysosporium as a valuable species for biological treatment stages in urban wastewater management
COVID-19 pandemi döneminde acil servise yapılan tekrarlayan başvuruların değerlendirilmesi
Objective: Coronavirus disease-2019 has resulted in changes in healthcare and management services. One of these changes is
related to in patient presentation to emergency departments (ED). This study aimed to investigate the rate of recurrent presentations
to an ED during the pandemic period compared to the pre-pandemic period.
Materials and Methods: Patients that presented to the ED of a tertiary hospital again within 72 hours of their first visit were
screened from the hospital information management system for the pre pandemic (June 1-November 30, 2019) and pandemic (June
1-November 30, 2020) periods. So, hospitalization rates were compared between the two periods.
Results: In the pre-pandemic period, the number of ED registrations was 67,414, of which 3,463 belonged to recurrent presentations,
while in the pandemic period, these numbers were determined as 43,636 and 2,238, respectively. The rate of admission to any
hospital ward (n=521, 16.4%) or the intensive care unit (n=56, 1.8%) nearly doubled during the pandemic. Six of these patients died
in the ED in the pandemic period, while no death was observed in the pre-pandemic period.
Conclusion: Although there was a decrease in the number of both hospital and ED presentations during the pandemic, an increase
was observed in the number of patients with recurrent presentations to the ED. As a result of this patient group postponing visits
to the hospital for their acute problems due to the fear of being infected, their need for hospitalization and intensive care follow-up
increased.Amaç: Koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19) sağlık bakım ve yönetim hizmetlerinde değişikliklere neden oldu. Bu değişikliklerden
biri de acil servis hasta başvurularında yaşandı. Bu çalışmada pandemi döneminde acil servislerde tekrarlayan başvuru oranlarının
araştırılması amaçlanmıştır.
Gereç ve Yöntemler: Pandemi öncesi dönem (1 Haziran-30 Kasım 2019) ile pandemi döneminde (1 Haziran -30 Kasım 2020) 3.
basamak bir hastanenin acil servisine ilk başvuru sonrası 72 saat içerisinde tekrar başvuruda bulunan hastalar hastane bilgi
yönetimi sistemi üzerinden taranmıştır. Hastane ve acil servis başvuru sayıları, demografik özellikleri ve hastaneye yatış oranları
her iki dönem açısından karşılaştırılmıştır.
Bulgular: Pandemi öncesi dönemde acil servis kayıt sayısı 67.414 olup bu hastalar içerisinde 3.463’ü tekrarlayan başvuruyken,
pandemi döneminde kayıt sayısı 43.636 olup bunların 2.238’i tekrarlayan başvuruda bulunmuştur. Dönemler arasında istatistiksel
olarak yaş ve cinsiyet açısından farklılık tespit edilmemiştir (p=0,143). Ancak tekrar başvuruda bulunan hastalar arasında yatarak
takip ve tedavi edilmesi gereken hasta grubunun yaşı pandemi döneminde daha yüksekti. Pandemi döneminde herhangi bir kliniğe
(n=521, %16,4) veya yoğun bakım ünitesine yatış (n=56, %1,8) oranlarında yaklaşık iki kat artış oldu. Bu hastalardan 6’sı pandemi
döneminde acil serviste ölümle sonlanıma sahipken normal dönemde ölümle sonlanım görülmemiştir.
Sonuç: Pandemi döneminde hem genel hastane hem de acil servis başvuru sayılarında azalma olmasına rağmen acil servise
tekrarlayan başvuruda bulunan hasta sayısında artış olduğu tespit edildi. Bu hasta grubunun enfekte olma korkusu nedeniyle akut
gelişen problemlerini ertelemesi karşısında herhangi bir kliniğe yatış ve yoğun bakım ünitesinde takip edilme ihtiyaçlarının artığı
görüldü
- …