ISTANBUL’S THIRD AIRPORT IN TERMS OF TRANSPORTATION GEOGRAPHY: GEOPOLITICS, REGIONAL AND ECONOMIC EFFECTS

More passengers have come to use airplanes in parallel with the developing aircraft technology. The remarkable and rapid development of commercial airlines after the World War II positively affected the costs to turn airborne transportation into a global activity taken up by masses. Doubtlessly, immense is the effect of developing airborne transportation on the emergence and dissemination of “globalization” herein.As one of the major components of airborne transportation, airports serve as spaces allowing for direct and connecting flights in a short time and make considerable contributions to the economy of the country they are located in. A region’s airborne accessibility enables the transportation of any goods and services to that particular region in a short while. Thus, accessibility is indispensable to the growth of a region’s economy. Taking the abovementioned as a premise, some airports have acquired new functions not only to regulate ordinary flight services and airborne transportation but also to turn into hubs to orchestrate interregional transportation. Such airports also function as tourism embassies.  Among the hubs are the airports in Dubai, Bangkok, Frankfurt, London, Paris, and New York. In recent years, Istanbul has set out to be listed among the above hubs thanks to its geographical location and developing economy. Istanbul’s Third Airport, which has reached almost 70% of its construction and will come into service soon, has been designed to be the largest airport of the world.  Istanbul is distinguished from the metropolitans listed above for the historical role it played and the diversity of its historical and cultural landmarks. Throughout its history of around 8000 years, Istanbul has served as a capital to the Roman, Byzantine, and Ottoman Empires, which exerted substantial influences on the world history, and is teemed with cultural heritage of these civilizations. Every year, the city hosts some 12 million tourists. The present study discusses the probable global effects of Istanbul’s Third Airport under construction in terms of transportation geography and its geopolitical, regional, and economic effects in consideration of its projected mission

ODUN ESASLI KOMPOZİT MALZEME ÜRETİMİNDE BAZI YILLIK BİTKİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Ülkemizde her yıl hasadı yapılan yıllık bitkiler ve dolayısıyla tarımsal atıkların potansiyeli toplam 37 milyon tonu aşmaktadır. Yıllık bitki sapları kompozit malzeme üretiminde kullanılabilirliğinin araştırılması alternatif hammadde kaynaklarını genişletecektir. Bu çalışmada ülkemizde üretimi yapılan yıllık bitkiler hakkında genel bilgiler verilmiş olup, pamuk sapı (Cotton stalk), ayçiçeği sapı (Sunflower stalk), mısır sapı (Corn stalks), fındık zürufu (Hazelnut Husk), yer fıstığı kabukları (Peanut Husk) kullanılarak üretilmiş kompozit levhaların genel özellikleri araştırılmıştır.Kompozit levhalar, 20 mm kalınlıkta, hedeflenen 0.6 ve 0.70 g/cm3 yoğunluklar aralığında üretilmiştir. Her gruptan ikişer adet üretilen levhalardan ilgili standartlara göre örnekler alındıktan sonra fiziksel özelliklerinden su alma ve kalınlık artımı, mekanik özelliklerden; eğilme direnci, eğilmede elastikiyet modülü ve yüzeye dik yönde çekme direnci tespit edilmiştir. Sonuçta elde edilen levhaların standartlara göre uygunluğu araştırılmış ve genel amaçlar için kullanılabileceği belirlenmiştir.

Ortaçağ islam dünyasında bir korku müzesi Hizânetü’r-Ru’ûs

Sözlükte “bir tehlike veya tehlike düşüncesi karşısında uyanan kaygı” olarak tanımlanan korku, insan doğasında bulunan ortak ve temel bir duygudur. En güçlü ve en eski insani duygulardan biridir korku. İnsanoğlu, korku karşısında farklı davranışlar sergiler. Klasik olarak nitelenebilecek korku davranışlarını Pierre Mannoni üç gruba ayırmıştır. Mannoni’ye göre insan korktuğunda kaçmaya, saklanmaya veya boyun eğmeye yönelir. Halis Çetin ise korkuyu tehlike ve sığınma kavramları üzerinden inceler. Korkunun her insan için ortak bir anlam taşıdığını ve bunun da tehlike olduğunu belirtir. Yine korkunun her insan için bir ihtiyaç doğurduğunu ve bunun da sığınma olduğunu ifade eder. Lars Svendsen ise korku karşısındaki davranışın kaçmak olduğunu ifade eder. Ona göre insan korku karşısında, korkulan nesneden olabildiğince uzaklaşmak ve menzilin dışına çıkmaktadır. Burada kaçış mekânsal olarak algılanmamalıdır. Asıl önemli olan zarar görülmeyecek bir konumda bulunmaktır. Korku hakkında yapılan tanımlardan anlaşılacağı üzere bu kavramın merkezinde gerçek veya hayali bir tehdidin olduğu görülür. Korkunun insan üzerindeki bu etkilerinin bilinmesi, doğal olarak bu duygunun insanlar tarafından iktidar yapısının güçlendirilmesinde bir araç olarak kullanılmasını kaçınılmaz kılmıştır. Çünkü insanoğlunun en ilkel ve etkili duygularından biri olan korku; tehlike, sığınma, dehşet, kaçma, güven kavramlarıyla yakın ilişki içerisindedir. Bundan dolayı korkunun bir tehdit ve ikna etme aracı olma özelliği bulunmaktadır. Yani iktidar ve korkuyu yaratan psikolojik neden ortaktır: Gerçek ve hayali tehdit algısı

Pros and Cons of Myomectomy during Cesarean Section

Additional surgical interventions apart from emergencies during cesarean section are not recommended in the textbooks; thus, surgical procedures like myomectomy as an adjunct to cesarean section remains a hot topic of discussion. There are many publications supporting serosal myomectomy during cesarean section, but studies published so far are poor in quality of evidence. To clarify the efficacy and safety of cesarean myomectomy, large-scale randomized controlled studies and studies explaining the mid-term and long-term outcomes of the cesarean myomectomy are required. Traditionally, cesarean myomectomy is performed from the uterine serosa as in the usual abdominal myomectomy. Although the surgical technique is the same as intracapsular myomectomy, a novel cesarean myomectomy technique, endometrial myomectomy, introduced into the obstetrics practice for minimizing the risk of adhesion formation and diminishing the blood loss during surgery. Further, strong studies are needed to overcome the controversy on cesarean myomectomy

KÖPÜKLÜ KOMPOZİT (SANDVİÇ) LEVHALARIN BAZI TEKNOLOJİK ÖZELLİKLERİ

Ahşap levha ürünlerinde ürün çeşitliliği gün geçtikçe artmaktadır. Köpük yapılı kompozit (sandviç) malzemelerin daha hafif, esnek ve kullanım yerine uygun direnç özellikleri göstermesi açısından dikkat çekicidir. Bu çalışmada köpüklü kompozit (Sandviç) panellerin üretimi, avantajları ve dezavantajları hakkında bilgiler verilmiş olup, köpüklü kompozit levhaların bazı teknolojik özellikleri incelenerek diğer levha ürünleri ile karşılaştırılmıştır. Köpüklü kompozitlerin diğer kompozit levhalara göre % 40-70 oranında daha hafif olmaları, rutubete karşı dirençli, kolay taşınabilir, geri dönüşümlü ve ekolojik olmalarının yanında yeterli mekanik özellikler taşımaktadır. Elde edilen köpüklü kompozit malzemenin teknolojik özellikleri, kullanılan köpük kalınlığına göre değişmekte olup orta kısımda kullanılan köpük kalınlığı oranı arttıkça eğilme direnci azalmakta ancak daha hafif bir malzeme üretimi elde edilmiştir. Su alma ve kalınlık artımı gibi özellikleri ise iyileşmiştir. Anahtar kelimeler: Kompozit panel, Köpük, Sandviç panel, Teknolojik özellikle

YONGALEVHALARDA ALKİL KETEN DİMER’İN ALTERNATİF HİDROFOBİK MADDE OLARAK KULLANIMI VE ETKİSİ

Bu çalışmada; Alkil Keten Dimer (AKD) kimyasalının kullanılması ile üretilen yongalevhalarda boyutsal stabilte özellikleri incelenmiştir. Hidrofobik madde olarak parafin ve AKD’ nin sırasıyla % 0,3- 0,5- 0,8 oranlarda kullanıldığı yongalevhalarda bazı teknolojik özellikleri araştırılarak, levhalarda su alma miktarı, kalınlık artışı, çekme direnci ve formaldehit emisyon özellikleri incelenmiştir. Elde edilen testler sonucunda; AKD kimyasalı kullanılarak üretilen levhaların boyutsal stabilitesi iyileşmiştir.

Farklı dikim aralıklarında yetişen dar yapraklı dişbudak (Fraxinus angustifolia) odunlarının bazı anatomik ve morfolojik özellikleri

Bu çalışma ile Adapazarı-Süleymaniye subasar ormanlarında dört farklı dikim aralığında (3x2, 3x2.5, 3.75x3.75, 4x4 m) yetişen Dar Yapraklı Dişbudak odunlarının bazı anatomik ve morfolojik özelliklerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda lif uzunluğu, lif genişliği, çeper kalınlığı, lümen genişliği, trahe hücre uzunluğu tespit edilmiştir. Bu değerler kullanılarak, lif-boyut ilişkileri (Elastikiyet katsayısı, Keçeleşme oranı, Rijidite Katsayısı, Runkel sınıflaması, F faktörü, Mühlstep sınıflaması) belirlenmiştir. Elde edilen verilerle bu türün selüloz ve kâğıt endüstrisi açısından uygunluğu araştırılmış ve tüm plantasyonlara ait sonuçlar, Dar Yapraklı Dişbudak’ın kâğıt hamuru üretimine uygun bir hammadde olduğunu göstermiştir. Diğer bölgelerle karşılaştırıldığında en uygun dikim aralığının II. bölge (3x2,5 m) olduğu tespit edilmiştir

Plasminogen activator inhibitor-1 and susceptibility to lung cancer: a population genetics perspective

Aim: The aim of this study was to investigate the polymorphism frequency of plasminogen activator inhibitor-1 (PAI-1) (rs1799889) 4G/5G in patients with lung cancer. Methods: In this study, 286 genomic DNAs (154 lung cancer patients + 132 subjects without lung cancer) were analyzed. Polymorphisms were determined by using the polymerase chain reaction (PCR) method, with 4G and 5G allele-specific primers. PCR products were assessed by a charge-coupled device camera and exposed to 2% agarose gel electrophoresis. Results: The frequencies of the PAI-1 gene 4G/5G genotypes were found to be 21% 4G/4G, 16% 4G/5G, and 62% 5G/5G in the control group and 31.4% 4G/4G, 30.8% 4G/5G, and 37.8% 5G/5G in the patient group. It was determined that the 5G/5G genotype frequency was high in patients in comparison with other genotypes. Conclusions: This study found a statistically significant difference between the groups with respect to genotype distribution. Consequently, we can say that the PAI-1 gene 4G/5G polymorphism is associated with lung cancer in Turkey.Artvin Coruh University: 2011.M80.02.0

DR-70: A promising biomarker for the detection of lung cancer

Objective: Lung cancer (LC) is characterized by an aggressive phenotype with a high mortality rate, early metastasis, and proliferation rate. Treatment options and prognosis differ significantly at each stage. Despite the availability of multiple imaging studies and invasive procedures, the disorder is diagnosed at an advanced stage. Therefore, it is essential to find biomarkers for the early detection of LC. Patients and Methods: Between 2018 and 2020, 73 LC and 71 control with the same demographic characteristics were included in our study. DR-70 level was measured by a photometric method in serum samples taken from all subjects. Results: A total of 144 subjects (110 male, 34 female) was included in the study. DR-70 levels in the LC group (2.53 +/- 2.64 mu g/mL) were found to be statistically significantly higher than the control group (0.56 +/- 1.23 mu g/mL). Clinical sensitivity and specificity of DR-70 for LC were found to be 87.67% and 88.73%. Conclusions: The high sensitivity and specificity of DR-70 can be used as a biomarker for rapid diagnosis in patients with LC. Compared with other tumor biomarkers, DR-70 seems to have a better sensitivity and specificity in the diagnosis of LC