55 research outputs found
Yerel seçimler ulusal düşmanlar
Bu makalede, 30 Mart 2014 yerel seçimleri özelinde iktidar partisi ile Gülen Cemaati dahil muhalefet arasındaki siyasal ilişkinin, korku siyaseti dolayımıyla bir tür düşmanlaştırma stratejisine dönüşümü üzerine odaklanılmıştır. Bir yandan iktidarın gücünü tahkim eden, diğer yandan toplumu yönetilebilir itaatkâr bir kitleye dönüştüren korku siyasetinin, yerel seçim sürecinde siyaseti ve siyasal mücadeleyi kavrama biçimini nasıl etkilediği irdelenmiştir. Bu maksatla AKP lideri Erdoğan‟ın tüm miting konuşmaları ile seçim beyannamesi tanıtım toplantısı ve balkon konuşması metinleri üzerinden söylemsel bir okuma yapılmış; muhalefeti ahlaken ve siyaseten mahkûm eden korku siyasetinin, siyasal mücadeleyi iktidar-muhalefet ilişkisinden çıkartıp dost-düşman ilişkisine dönüştüren niteliği sorgulanmaya çalışılmıştır.
....
In this article, the focus is on the transformation of political relationship, in particular of 30 March 2014 local elections, between the ruling party and the opposition, including the Gulen movement, into a kind of enemization strategy through politics of fear. It was investigated how the politics of fear; solidifying the power of ruling party on the one hand, and transforming the society into an obedient mass on the other, affects the way of understanding politics and political struggle during the local election process. For the purpose of the study, a discursive reading has been made on all election rally speeches, and the texts of introductory meeting for election declaration and balcony speech of JDP (Justice and Development Party) leader Erdogan; the politics of fear condemning the opposition morally and politically and its nature, which expels political struggle from power-opposition relationship and transforms into friend-enemy relationship, have been tried to be questioned
Bir i̇ktidar pratiği olarak militarizm
Modern çağın “ideolojisi” olarak militarizm, askeri değer, norm, kural, ba-kış açısı, pratik, yaklaşım ya da düşünme biçimlerinin ‘yüceltilerek’ gün-delik yaşamın pek çok alanına sirayet etmesini ve bu yolla toplumsal ve politik yapının biçimlendirilmesini hedefleyen bir “zihniyettir” (Belge, 2012: 125, 147-150; Altınay, 2009: 144; Altınay, 2005: 352). Bu nedenle yalnızca savaş, şiddet ve askeri yapıların yüceltilmesi anlamlarını içer-mekle kalmaz, cinsiyetçilikten milliyetçi ideolojik söyleme kadar pek çok ayrımcılık biçimiyle iç içe geçmiştir. Militarist zihniyet, şekillendirdiği sivil yaşamı “ikincil bir konuma” gerilettiği gibi, yurttaşlar arasında da “hiye-rarşik bir ilişki” (Altınay, 2003) geliştirir. Hiyerarşik ilişkide ast konu-munda yer alan birey, emir-komuta zincirinde hareket eden, “can veren, kan döken”, öldürmeyi meşru, ölmeyi “kutsal” addeden, kendisini gerekti-ğinde “feda eden” (Altınay, 2009: 144, 160), yurttaşlık görevlerini bireysel haklarının önüne yerleştiren, sorgulama yetisini büyük ölçüde terk etmiş bir varlıktır. Bu birey “kolektif şiddeti ve şiddet araçlarına başvurmayı ka-tegorik olarak reddetmeyen her türlü düşünce geleneğine ve eyleme ek-lemlenebilir” (Öztan, 2014: 7). Böylesi bireylerden oluşan bir toplumsal yapıda türlü “değerlerin bütün insanlığı kapsayan tartışılmaz değerler olarak sunulması” ve yurttaşlardan bu değerler manzumesine “uygun davranmalarının talep edilmesi” kuvvetle muhtemel olacaktır. Doğru ve/ya yanlışa dair kesin hükümleri nedeniyle militarizm, Çayır’ın (2005: 139) belirttiği üzere, aslında bir tür “akıl tutulmasıdır”. Egemen olanın ge-liştirdiği çözüm dışında farklı yollar aranması anlamsız ve gereksiz görü-leceğinden, aslında politik alana/olana da çok fazla yer bırakılmaz. Sözü edilen bu olumsuzlukların somutlaşması adına militarist zihniyetin, nor-malleşerek sorgulanmaz (Altınay, 2005: 359) kılınması, diğer bir deyişle ideolojik aygıtlar dolayımıyla yeniden üretilerek hegemonik bir düşünmebiçimine dönüştürülmesi gerekir. Tam da bu hususta Alfred Vagts’ın1 “mi-litarizmin savaş zamanından çok barış zamanında geliştiği”, “yurttaşların “barış zamanında militer bir ruhla doldurulmaları” gerektiği tespiti önem-lidir (Altınay, 2013: 221; 2005: 352). Milliyetçilikle hemhal olmuş milita-rist düşünce hegemonik hale geldiğinde, örneğin terör ya da savaşta ço-cuğunu kaybetmiş bir anne/baba üzülmek bir yana -varsa- diğer çocukla-rının da şehit olmasını arzu edecektir (Belge, 2012: 261). Çünkü milita-rizmin “şiddete dayalı imgeler, düşünceler, duygular, kavrayış ve tahayyül şekilleri” yurttaşları etkisi altına aldığında, “herhangi bir çatışmanın silah zoruna başvurmaksızın çözüme kavuşturulması” düşünülemeyecektir. Şiddetin hâkim olduğu toplumsal ve politik bir düzende düşünme ve ifade biçimlerini ‘savaş, mücadele, zafer, dövüş, kan, şehitlik, mağlubiyet, kah-raman, hain, ihanet, düşman’ türü kavram seti belirleyecek, medya başta olmak üzere sivil kurumlar askeri terminolojiyi (harekât planı, hedef, im-ha, operasyon vb.) içselleştirecek, fakat bu ilişki biçiminin beraberinde ge-tirdiği ‘zararlar, acılar, trajik sonuçlar, yıkımlar, nefret söylemi’ görünmez kılınacaktır. Bilhassa toplumların en fazla kaybeden kesimini oluşturan alt sınıflardan gelen bireyler, militarizmin ürettiği zihniyetle en fazla özdeş-leşen, militarist kavram seti ve düşünme biçimi aracılığıyla kendilerini ge-reğinden güçlü hisseden aktörlere dönüşürler (Saigol, 2013: 231-241). Türkiye toplumunda sıklıkla karşılaşılan, bayramlarda çocuklara asker üniforması giydirilmesi, askere gidecek gençlere davullu zurnalı uğurla-malar yapılması, resmi törenlerde zırhlı araçları görme telaşı, askeri disip-linin ahlaki bir değer olarak kavranması, erkek çocukların birer paşa ada-yı olarak yetiştirilmesi, sünnet merasimlerinin erkeklik ve paşalığa adım atma ritüeli olarak anlamlandırılması militarizmin varlığını ve yeniden-üretim kanallarını örneklemesi adına anlamlıdır. Bireyin çocukluktan iti-baren askeri değer ve normlarla donatılması askerliği, “askerliğin dışına” çıkarmakta ve hatta onu “genel bir ‘yaşama üslubu’ haline” (Belge, 2012: 150) getirmektedir
Zaman gazetesi köşe yazarlarının bir rol değişim göstergesi olarak Bourdieucü bağlamda söylemsel dönüşümleri (2011’den 2014’e)
Discursive Transformation of Zaman Newspaper Columnists
as an Indication of Role Shift within the Context of Bourdieu
Media contents shaped by the dominant power, present important
material for the analysis of political and social relations. In this study,
Zaman Newspaper columnists’ point of view about the journalists’ arrests
that took place in March 2011 and in December 2014 is examined by the
help of Bourdieu’s terminology (symbolic capital, field, habitus, doxa) that
is used to analyse the impact of media and politics on each other. In this
regard, discursive transformation in the articles is also questioned.
It has been revealed that Zaman Newspaper which acted as
a “technician of opinion” with the aim of carrying and legitimizing the
discourse of the political power during the 2011 arrests has changed its
position. This is mainly due to the transformation occurred in the symbolic
capital of the newspaper following the changes in its relationship with the
government. Furthermore, it has been demonstrated that the newspaper
deprived of its doxasophus identity has started to question the doxa
which it undisputedly accepted until then and to hold the opposition side.
Les transformations discursives des chroniqueurs du quotidien
« Zaman » en tant qu’indicateurs de changement de rôle sous une approche
bourdieusienne
Les contenus médiatiques modelés par le pouvoir dominant, représentent
un matériel important pour l’analyse des relations politiques et sociales. Dans ce
travail, nous examinons comment sont traitées les arrestations des journalistes
qui ont eu lieu en mars 2011 et en décembre 2014 par les chroniqueurs du
quotidien Zaman et les transformations discursives observées dans ce contexte,
selon la terminologie bourdieusienne utilisée pour l’analyse des impacts
médiatiques sur la politique et vice versa (le capital symbolique, le champ,
habitus, doxa).
Selon les analyses réalisées, il est possible d’indiquer que le journal,
qui avait agit comme s’il jouait un rôle de “technicien d’opinon” au cours des
arrestations de 2011 et qui visait la diffusion et la légitimation des discours du
pouvoir, se trouve désormais du côté de l’opposition en raison des nouvelles
stratégies issues des transformations de ses relations avec le pouvoir et en
raison de la résistance de son habitus; il est également possible d’observer que
le journal commence à questionner la plupart des doxa acceptés jusque sans
discussion.
Özet
Egemen olanın güdümünde şekillenen medya içerikleri, siyasal ve toplumsal
ilişkilerin analizine önemli bir materyal sunar. Bu çalışmada, Bourdieu’nün
medya ve siyaset alanlarının birbirleri üzerindeki etkisini analiz etmede kullandığı
terminolojiden (simgesel sermaye, alan, habitus, doxa) yararlanarak, Mart 2011
ve Aralık 2014’te gerçekleşen gazeteci tutuklamalarının Zaman Gazetesi köşe
yazıları özelinde nasıl değerlendirildiği ve bu bağlamda gerçekleşen söylemsel
dönüşüm irdelenmiştir.
2011 tutuklamaları evresinde bir tür ‘kanaat teknisyenliği’ rolüyle hareket
eden ve iktidarın söylemlerinin taşıyıcılığını ve meşrulaştırılmasını hedefleyen
gazetenin, iktidarla olan ilişkileri dolayımıyla sembolik sermayesinde meydana
gelen dönüşüm ve habitusundaki direnme ile ortaya çıkan yeni stratejiler
nedeniyle muhalif alana savrulduğu; doxasophus kimliğinden yoksun kalan
gazetenin, o güne kadar tartışmasız kabul ettiği pek çok doxa’yı sorgular hale
geldiği ortaya konulmuştur
Mağdur/mazlumdan mağrur/muktedire 30 Mart seçimleri
Kapitalizm ile geç ve eksik eklemlenme ve sonrasında başlayan modern-leşme süreci, Osmanlı-Türk siyasal yaşamında mücadelenin katı bir biz-öteki ilişkisi üzerinden akışını gerektirmiştir. Bu süreçte kapitalist ilişkile-rin maddi güçleriyle ve modernleşmenin yarattığı kültürel yaşam daire-siyle kısa vadede eklemlenme zorluğu yaşayan, bu nedenle siyasal siste-min muhalifi olarak öteki kategorisine çekilen/çekilmek zorunda kalan si-yasal ve toplumsal katmanlar, kendilerini mağduriyet ve mazlumluk reto-riği üzerinden kimliklendirmişler, siyasal mücadeleyi de kültürel temelde okudukları mağduriyet söylemi üzerinden vermişlerdir. Tanzimat dev-rinde olduğu gibi Kemalist modernleşme sürecinde de, çok partili siyasal yaşama geçildikten sonra da siyasal ve toplumsal kimliklerini, kesintisiz biçimde mazlumluk ideolojisi temelinde üreten ve mücadelelerini siste-min bir tür anti-tezi oldukları iddiası üzerinden anlamlandırmaya gayret eden bu siyasal birikim, 90’lı yıllardan sonra ve özellikle AKP iktidarları döneminde siyasal yaşamın adeta olağan bir dili ve söylemine dönüşmüş-tür. 28 Şubat sonrası dönem, mağduriyet söyleminin adeta siyasal olan ve siyasal alan’ın ana omurgasını oluşturduğu bir evre olarak okunabilir. AKP iktidarları dönemine denk düşen Genelkurmay’ın 27 Nisan 2007 ta-rihli e-muhtırası, Ergenekon başta olmak üzere darbe iddiası üzerine baş-latılan yargılamalar, Gezi direnişi ve 17/25 Aralık soruşturmaları ise yeni Türkiye rejiminin inşasını kolaylaştırıcı bir mağduriyet söylemini berabe-rinde taşımıştır. Kurgulanan yeni Türkiye rejimi ise, mağduriyet söylemi-nin doğal sonucu olarak bir kopuş değil en az eskisi kadar kapitalist mo-dernleşme ülküsüne bağlıdır.
30 Mart 2014 yerel seçimleri, hemen öncesinde yaşanan Gezi ve 17/25 Aralık soruşturmaları bağlamında son derece kritik bir öneme haizdir. Buönem, seçimlerin nasıl sonuçlanacağından ziyade; iktidar partisi AKP’nin, karşı kaşıya kaldığı krizleri aşmak adına seçim kampanyasını komplo te-melli bir mağduriyet söylemi dolayımıyla kurgulamasından kaynaklan-maktadır. AKP liderliğinin yeni bir İstiklal Savaşı olarak formüle ettiği se-çimler, adeta mazlumun zalime karşı ölüm kalım mücadelesi temelinde anlamlandırılmıştır. Böylece AKP, kendi iktidarı karşısındaki tüm muhalif unsurları İslami kolektif hafızadaki mağdurluk ve mazlumluk retoriğine atıfla zalimliğe hapsederek, toplum dışına atmayı hedeflemiştir. Mağduri-yet söyleminin yerel seçimler ölçeğinde pratiğe nasıl yansıdığını incele-yen, bu maksatla iktidar partisinin kendisini mazlum/mağdur bir özne olarak kurarken, hangi siyasal aktörleri hangi bağlam/anlam temelinde zalimliğe nasıl hapsettiğini irdelemeyi hedefleyen bu makale, AKP lideri Erdoğan’ın seçim konuşmaları ile sınırlandırılmıştır. Bu doğrultuda Erdo-ğan’ın 19.02.2014’te partisinin seçim beyannamesinin tanıtım toplantı-sında yaptığı konuşma, 30 Mart akşamı gerçekleştirdiği balkon konuşması ile altmışaltı farklı miting konuşması1, tematik olarak analiz edilmiştir. Ça-lışmada, öncelikle, mağduriyet söylemi ile AKP arasındaki ilişkinin genel bir çerçevesi çizilerek, bu söylemin nasıl kurgulandığına dair teorik bir arka plan oluşturulmuştur. Bir sonraki bölümde bu söylemin anahtar zih-niyeti olan düşman ve komplo teorilerinin seçim stratejisine hangi söylem-lerle yansıdığı incelenmiş, son iki bölümde ise adları konulmuş ve geçmiş-ten günümüze devamlılık gösteren ‘zalim’ öznelerin ilgili seçim konuşma-larında nasıl yer aldığı irdelenmiştir. Bu maksatla mazinin mazlumluğunu yaratan zalim özne olarak Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ‘Menderes’, ‘Said-i Nursi’, ‘askeri müdahaleler’ ve ‘kişisel acılar’ ekseninde; bugünün ve geleceğin mağduriyet kaynağı ise ‘paralel yapı’ olarak adlandırılan Gü-len Cemaat’i çerçevesinde ele alınmıştır
Bozyaka Eğitim ve Araştırma Hastanesi sağlık çalışanlarına hasta ve hasta yakınları tarafından uygulanan şiddetin değerlendirilmesi
Amaç: Hastanemiz sağlık çalışanlarının hasta ve hasta yakınları tarafından şiddete maruz kalma durumlarını incelemeyi amaçladık. Gereç ve yöntem: Hastanemizde çalışan 300 sağlık çalışanına, kişisel bilgileri içeren 5 soru ve işyerinde şiddet bilgilerine ait 16 sorudan oluşan anket formu çalışanların çalışma ortam ve saatlerinde ziyaret edilerek, gönüllülük esasına göre doldurtulmuştur. Bulgular: Araştırmaya katılan sağlık çalışanlarının %74’ü çalıştıkları bölümde daha önce şiddete maruz kaldığı, son 1 yılda şiddete maruz kalma oranının ise %73 olduğu, acil servis çalışanlarının %94.4’ünün son 1 yılda şiddete uğradığı, şiddetin %69.7’sinin sözel şiddet şeklinde olduğu ve acil servislerde daha çok gerçekleştiği, şiddetin %53.2 oranında 16:00-24:00 saatleri arasında gerçekleştiği, şiddet esnasında %95.6 oranında herhangi bir cisim kullanılmadığı, şiddet sonrası sağlık çalışanların %95.9’unun yara almadığı, %41.0’ının güvenlik görevlisi çağırma şeklinde tepki verdiği, %68’inin mesleki performans kaybı yaşadığı, %85.6’sının şiddeti adli birimlere bildirmediği ve %67.9’unun gerekçe olarak adli yargılama sürecinin uzun olmasını gösterdiği belirlendi. Sonuç: Toplumda giderek yaygınlaşan şiddet sağlık sektörünü de ciddi şekilde etkilemiştir. Sağlık işyerinde şiddeti engellemek için gerekli yasal, idari, toplumsal önlemlerin alınması ve toplumsal farkındalık yaratılması gerekmektedi
Popülizm-mİlliyetçilik ekseninde ‘değer’siz kimlik siyaseti: Erdoğan’ın seçim konuşmalarında öteki
Popülizm-mİlliyetçilik ekseninde ‘değer’siz kimlik siyaseti: Erdoğan’ın seçim konuşmalarında öteki, Doğu Batı Dergisi, Sayı: 109, 2024, ss: 187-21
Anti-komünist strateji dolayımıyla AKP’nin 30 Mart seçimlerindeki cemaat söylemi
Bu makalede AKP liderliğinin yakın dönem cemaat algısı tartışmaya açılmıştır. 30 Mart 2014 yerel seçimleri özelinde AKP lideri Erdoğan’ın miting konuşmaları üzerinden söylemsel bir okuma yapan çalışmada ileri sürülen ana argümana göre, cemaate yönelik ötekileştirici üslup anti-komünist propaganda tekniklerini hatırlatır niteliktedir. Cemaati ahlaken ve siyaseten mahkûm eden bu söylem, cemaate destek veren kişileri vatan haini ve ahlaksız olmakla itham eder. İktidar nazarında cemaat, ulusal bütünlüğü bozan bir iç düşmandır. AKP’nin yerel seçimler sürecince takip ettiği bu strateji, aynı zamanda bir tür korku siyaseti de üretmiştir.
......
This article analyses the perception of the 'Congregation' (a key-word for Fethullah Gülen's religious community), by the leader cadre of AKP. The study rests upon Erdoğan's public speeches during the campaign for elections in March 2014 and argues that the style that alienates the 'Congregation' reminds the anti-communist propaganda techniques. This discourse which condemns Congregation morally and ethically, accuses the supporters of Congregation as being immoral traitors. This strategy followed by AKP during these elections also led to the raise of a specific king of 'fear politics'
Herkesin demokrasisinden bizim demokrasiye: 16 Nisan referandumunun birinci yılında bir değerlendirme
Abstract Not Availabl
- …