19 research outputs found

    Polimeraz Zincir Reaksiyonu (PCR)'nun Plasmodium ve Leishmania modellerinde uygulanması üzerine deneysel araştırmalar

    No full text
    Genetic molecular technologies has been widely accepted and developed, because of their high sensitivity. This study aimed to establish the necessary conditions for Polymerase Chain Reaction (PCR), the widely used. Nucleic acid-based diagnostic procedure, in Ege University Medical Faculty Parasitology Department laboratories. PL vivax. PI. yoelii and L. infantum parasites were used to determine the DNA extraction, optimal amplification conditions and visualization procedures. The sensitivity of 100 parasites per specimen was obtained for PI. yoelii and L. infantum. It's concluded that, DNA purifiaction and amplification procedures must be considered individually for each parasite to determine the most sensitive method.Genetik moleküler yöntemlerin yüksek duyarlılıklarından kaynaklanan güçleri, bu yöntemlerin yaygın olarak kullanılmasına ve sürekli geliştirilmesine neden olmuştur. Nükleik aside dayalı tanı metodlanndan yaygın olarak kullanılan Polimeraz Zincir Reaksiyonunun (PCR) Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalında uygulanması amaçlanmıştır. PL vivax, PL yoelii ve L. infantum parazitleri kullanılarak PCR için uygun saflaştırma yöntemlerinin, optimum amplifikasyon şartlarının ve görüntüleme yöntemlerinin laboratuvanmız koşullarına uyarlanmasına çalışılmış, farklı yöntemlerin birbirlerine olan üstünlükleri değerlendirilmiştir. PL yoelii ve L. infantum kullanılarak yapılan çalışmalarda örnek basma 100 paraziti saptayabilecek duyarlılığa erişilmiş, her bir parazit için, örneğin alınış şekline uygun saflaştırma yönteminin, amplifikasyon için en uygun koşulların ayrı ayrı belirlenmesiyle daha duyarlı sonuçlara ulaşabileceği değerlendirilmişti

    Evaluation of the intestinal parasitic infections in children patients with cancer

    Get PDF
    Amaç: Bu çalışmada sağlıklı, kanserli ve kanser tedavisi sonrası hayatta kalan çocuklardaki bağırsak parazitlerinin prevalansını ve cinsini tespit edilmesi, ayrıca nötropenik dönemde parazitlerin insidansı ve cinsinde değişikliğin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntemler: Çalışmada üç farklı hasta grubu oluşturulmuştur. Birinci grup hematolojik maligniteli veya solid tümörlü yoğun kemoterapi alan ve mutlak nötrofil sayısı 1000/mm3’ün altında olan immün yetmezlikli seksen hastadan oluşurken, ikinci grup hematolojik maligniteli veya solid tümörlü mutlak nötrofil sayısı normal ve ayaktan idame kemoterapi alan seksen beş hastadan, üçüncü grup ise çeşitli sebepler nedeni ile pediatri hematoloji polikliniğine başvurmuş immün yetmezliği olmayan ve kronik immün baskılayıcı tedavi almamış yüz yetmiş iki hastadan oluşmuştur. Hastalardan üç gün üst üste dışkıda parazit incelemesi yapılmıştır. Bulgular: Birinci gruba dahil edilen hastalarda parazit prevalansı diğer gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulunmuştur. Çalışmaya alınan bütün gruplarda en sık rastlanan parazit Giardia intestinalis olmuştur. Mutlak nötrofil sayısı 1000/mm3’ün altında olan hastalarda parazit varlığı, mutlak nötrofil sayısı 1000/mm3’ün üzerinde olan hastalara göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek tespit edilmiştir. Sonuç: İmmün yetmezlikli hastalarda bağırsak paraziti prevalansının diğer gruplara göre yüksek bulunmuştur. Bu tür hastalarda enfeksiyon bulguları olduğunda, parazitik enfeksiyon olasılığının gözardı edilmemesi gerektiği kanaatine varılmıştır.Objective: We aimed to determine the prevalence and type of the intestinal parasites in healthy, cancer and survivor children after cancer therapy, and to evaluate whether there are any differences in incidence and types of parasites during their neutropenic period. Methods: Three different patient groups were formed. Group I and Group II were immune deficient patients with hematologic malignancy or solid tumors, and Group I were receiving intensive chemotherapy and had absolute neutrophil count less than 1000/mm3. Group II were receiving maintenance chemotherapy and had normal absolute neutrophil counts. One hundred and seventy two patients, who did not receive chronic immune suppressant treatment and who did not have immune deficiency were chosen among the patients admitted to pediatric hematology outpatient clinic. Parasitic evaluation of stools was performed on three consequtive days. Results: Prevalence of parasite in Group I patients was significantly higher than other groups. The most commonly detected parasite in all groups was Giardia intestinalis. The presence of parasite in patients with absolute neutrophil counts below 1000/mm3 was found to be significantly higher than in patients with absolute neutrophil counts above 1000/mm3. Conclusion: Parasitic infections should not be ignored when these types of patients present with infection finding

    Toxoplasma gondii - obsessive -compulsive disorder relationship: is it different in children?

    No full text
    Background and aim: Obsessive-compulsive disorder (OCD) is a common neuropsychiatric illness. Although the etiology of OCD is still unknown, recent investigations have associated development of OCD with infectious illness. Toxoplasma gondii (T. gondii) is a neurotropic protozoan parasite that causes infection of the central nervous system. In the last decade, a lot of researches have focused on the possible relationship between exposure to T. gondii and neuropsychiatric disorders such as schizophrenia. Therefore, in this study, it was aimed to investigate a possible association between Toxoplasma infection and OCD in children and adolescents.Methods: We selected 55 patients with OCD (aged between 7 and 16 years) and 59 healthy children and adolescents (aged between 7 and 16 years), and investigated the seropositivity rate for anti-Toxoplasma IgG antibodies by enzyme-linked immunosorbent assay.Results: The seropositivity rate for anti-T. gondii IgG antibodies among OCD patients (21.82%) was found to be higher than the rate in control group (15.25%). However, the difference between the OCD group and the control group was not statistically significant (p>.05).Conclusion: In contrast to studies in adult patients, the results of this study do not support the relationship between T. gondii and OCD children and adolescents

    Prevalence of demodex folliculorum and demodex brevisin the eyelash follicles of healthy subjects

    Get PDF
    Demodex folliculorum ve Demodex brevis sadece insanlarda parazitlenen akarlardır. Genellikle hastaların yüzünde yaygın olup, kaşlarda, kirpiklerde, meibomian bezlerde, hatta vücudun diğer bölgelerinde rastlanabilmektedir. Fazla sayıda Demodex ile oluşan göz tutulumu sonrası blefarit görülebilmektedir. Çalışmada sağlıklı kişilerin kirpiklerinde Demodex türlerinin yaygınlığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Herhangi bir kirpik enfeksiyonu geçirmemiş ve şikayeti olmayan 131 kişiden kirpik epilasyonu ile örnek alınmıştır. 17 (%12.97) kişide D. folliculorum saptanırken 4 (%3.05) kişide D. brevis görülmüştür. Fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Parazit varlığının cinsiyete göre değişmediği gözlenmiştir. Sağlıklı kişlerin kirpiklerinde D. brevis'e az rastlanması nedeniyle blefarit olgularına D. brevis'in D. folliculorum ile birlikte bulunmasının neden olabileceği düşünülmüştürDemodex folliculorum and Demodex brevis mites are parasites of humans only. These mites are usually found on face, eyebrows, eyelashes and meibomian glands. When they appear in large numbers in eyelashe follicules, they may cause Demodex blepharitis. The aim of this study was to determine the prevalence of Demodex species on eyelashes of healthy individuals. Eyelashes were collected from 131 healty individuals who did not have a history of blepharitis. While D. folliculorum was detected in 17 (13.0%) people, D. brevis was only seen in four individuals (3.1%), the differences being statistically significant. It was observed that D. folliculorum occurs more commonly in older people and male/female rates were not different. Since the D. brevis was rarely found in eyelashes, cases of blepharitis are believed to be the result of the co-existance of D. brevis and D. folliculoru

    Dysentery caused by Balantidium coli

    No full text

    Dysentery caused by Balantidium coli in a patient with non-Hodgkin's lymphoma from Turkey

    No full text
    Balantidium coli is the only parasitic ciliate of man. It is a flattened oval organism covered with cilia, and a gullet at the anterior end. It is infrequently pathogenic for man, although epidemic buds in tropical zones have been described. The infection fundamentally affects the colon and causes variable clinic pictures, from asymptomatic to serious dysenteric forms. We present a case of parasitologically diagnosed as causes of diarrhea in a patient with non-Hodgkin's lymphoma from Turkey. In order to find out the causative etiologic agent of diarrhea, stool samples were examined by native, lugol and flotation methods and we detected moving trophozoites, which were approximately 60 m m long and 35 m m wide. These bodies were diagnosed as Balantidium coli. This case underlines that Balantidium coli should also be considered as a possible pathogen in immunocompromised patients with diarrhea

    İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PARAZİTOLOJİ ANABİLİM DALI SEROLOJİ LABORATUVARI'NA KİSTİK EKİNOKOKKOZİS ŞÜPHESİYLE BAŞVURAN HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMES

    No full text
    Amaç: Kistik ekinokokkozis (KE),Echinococcus granulosus'un metasestodformunun neden olduğu zoonotik birenfeksiyon olup dünyada ve yurdumuzdaönemli bir halk sağlığı sorunu olarak karşımızaçıkmaktadır. Bu çalışmada 2008-2012 tarihleriarasında İnönü Üniversitesi Tıp FakültesiParazitoloji Anabilim Dalı SerolojiLaboratuvarı'na KE şüphesiyle başvuranhastalarda bu hastalığın yaygınlığını araştırmakamaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: KE' in tanısında serolojiktestlerin önemli bir yeri vardır. Bu çalışmada,İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi ParazitolojiAnabilim Dalı Seroloji Laboratuvarı'na Ocak2008- Temmuz 2012 tarihleri arasında KEşüphesiyle başvuran 1433 hastadeğerlendirildi. Hasta serum örneklerinde,Enzyme-Linked-Immunosorbent-Assay(ELISA) IgG testi ve İndirektHemaglütinasyon (IHA) tekniği ile spesifikanti-E.granulosus antikorları araştırıldı.Bulgular: Toplam 1433 hastanın 649(%45.04)’unda pozitiflik saptanmıştır. Pozitifolguların cinsiyete göre dağılımıincelendiğinde 383’ünün kadın (%59),254’ünün ise erkek (%41) olduğu görülmüştür.Ocak 2008-Şubat 2012 tarihleri arasında IHAtekniği ile çalışılan 1243 serum örneğinin515’inde (%41.43), Mart 2012-Haziran 2012tarihleri arasında ELISA yöntemi ile çalışılan189 serum örneğinin ise 123’ünde (%65.07)seropozitiflik saptanmıştır.Sonuç: Çalışmada elde edilen %45.04 gibiyüksek seropozitiflik oranı bölgemizde KE’inönemli bir halk sağlığı sorunu olduğunugöstermektedir.Anahtar kelimeler; Kistik Ekinokokkozis,IHA, ELIS

    Gebelerde toksoplazma enfeksiyonunun seropozitiflik ve serokonversiyon oranları

    No full text
    oxoplasma gondii sağlıklı erişkinlerde sıklıkla asemptomatik seyrederken, gebelikte ve immünyetmezliği olan kişilerde ciddi enfeksiyonlara neden olabilir. Bu çalışmada, gebeler ile yenidoğan kordon kanında T.gondii seropozitiflik ve serokonversiyon oranlarının araştırılması ve elde edilen bulguların, yaşam tarzı ve beslenme ile ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gözlemsel-kesitsel olarak planlanan çalışmaya, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalına başvuran 312 gebe kadın (ortalama yaş: 28.1 ± 5.2 yıl) dahil edilmiş; gebe ve yenidoğanların serum örneklerinde T.gondii IgG ve IgM antikorları ticari ELISA ve indirekt immünfloresans (BioTek; ABD) yöntemleriyle araştırılmıştır. Her üç trimestırda 153, iki ve üçüncü trimestırda 58 ve üçüncü trimestırda 101 gebe çalışmaya katılmış ve doğumlarından hemen sonra kordon kanı örnekleri alınarak 312 yenidoğan taranmıştır. Çalışmada gebelerde antitoksoplazma IgG pozitiflik oranı %37.5 (117/312) olarak bulunmuş, takipli gebelerde serokonver-siyon tespit edilmemiş ve antitoksoplazma IgM tüm gebelerde negatif olarak saptanmıştır. Ayrıca, tüm yenidoğanların kord kanında da antitoksoplazma IgM negatif bulunmuş, IgG pozitifliği ise %33.3 (104/312) oranında tespit edilmiştir. Gebelere olası bulaşma yollarıyla ilgili uygulanan anket sonuçlarına göre, antitoksoplazma IgG seropozitifliği ile çiğ et tüketimi (p< 0.001) ve toprak ile uğraşma (p< 0.005) parametreleri arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişkili bulunmuştur. Sonuç olarak, gebelerde rutin toksoplazma antikor testlerinin yapılarak seronegatif olgulara parazitten korunma yollarıyla ilgili eğitimlerin verilmesi; maliyetin düşürülmesi için ise gebelerin daha önce yapılmış testlerinin düzenli kayıt altına alınması ve periyodik olarak tekrarlanacak testlerde sadece IgM sınıfı antikorların aranması önerileri sunul- muştur
    corecore