18 research outputs found
TURKISH AND LIBYAN REFUGEE DEALS: A CRITICAL ANALYSIS OF THE EUROPEAN UNION’S SECURITARIAN IRREGULAR MIGRATION POLICY
This article critically analyzed the Turkish and Libyan refugee deals. We argued that these deals proved to be unsustainable policy frameworks by focusing on their practical outcomes regarding humanitarian objectives. We utilized the 'Fortress Europe' concept to demonstrate how the European Union’s security concerns shaped the framework of these deals. Our study elaborated on two main arguments: First, these deals have undermined both Turkey and Libya’s migration management capacities. Second, these deals failed to provide adequate mechanisms supervising the enforcement of humanitarian objectives. We focus on two dynamics leading to the failure of these deals. First, the EU’s prioritization of security concerns has resulted in overlooking the irregular migration’s humanitarian and societal costs to the third countries. Second, the EU’s securitarian strategy contributed to further politicization and securitization of cooperation on migration. In conclusion, we argue that the EU should revise its securitarian strategy on irregular migration to include a more effective multi-lateral and multi-dimensional framework that focuses more on humanitarian issues while ensuring that the responsibilities will be fairly shared between the EU and third countries based on their capacities
Güvenlik anlayışının derinleşmesi ve insan güvenliğinin meydan okuyucuları olarak şiddet kullanan devlet-dışı aktörler
Traditional security approach focuses on the state and the
problem of national security. However, it is argued that
individuals should be privileged as the referent object of security.
Human security concept consists of actors and agendas that are
not evaluated by traditional security approach. Human security
holds that the security of the state does not necessarily ensure
the security of its citizens. The nation-state is experiencing an
erosion of power and sovereignty, and non-state actors are part
of the cause. One aspect of them is violent non-state actor
(VNSA) that contests the monopoly on violence of the state and
pose a pressing challenge to human security. This paper aims to
identify factors, trends, and developments that have contributed
to the emergence of VNSAs and their implications upon human
security.Geleneksel güvenlik yaklaşımı, devlet ve ulusal güvenlik sorunsalı
üzerine odaklanır. Bununla birlikte, bireylerin güvenliğin referans
nesnesi olarak ayrıcalıklı kılınması gerektiği ileri sürülmektedir.
İnsan güvenliği kavramı, geleneksel güvenlik yaklaşımı
tarafından değerlendirmeye alınmayan aktörleri ve gündemleri
içerir. İnsan güvenliği, devletin güvenliğinin zorunlu olarak
insanların güvenliği anlamına gelmediği anlayışına sahiptir.
Ulus-devlet, egemenlik ve güç anlamında bir erozyon
yaşamaktadır ve devlet-dışı aktörler, bu sürecin bir nedenidir.
Devlet-dışı aktörlerin bir yönünü, devletin kuvvet kullanma
tekelini sorgulayan ve insan güvenliğine yönelik bir meydan
okuma oluşturan şiddet içeren devlet dışı aktörler oluşturur. Bu
çalışma, şiddet içeren devlet-dışı aktörlerin ortaya çıkışına
katkıda bulunan faktörleri, eğilimleri ve gelişmeleri insan
güvenliğine olan yansımaları çerçevesinde ortaya koymayı
amaçlamaktadır
The Concept of Ethnic Cleansing: A Cautious Quest for Justice
There are numerous moral and legal drawbacks in using the term of ethnic cleansing instead of the term genocide. However, one may observe that the mass media, legal community, politicians, diplomats, NGOs and medical community persistently use the term ethnic cleansing. Moreover the crimes against humanity which were committed in 1990s’ could be discussed and prosecuted by courtesy of that term. In addition the foregoing discussion about ethnic cleansing was essential in the establishment of International Criminal Court. Therefore, in this paper it is argued that, after the establishment of International Criminal Court, the term ethnic cleansing has lost its positive function. Keywords: International Criminal Court, genocide, ethnic cleansing, Holocaust, humanitarian law
Eurosteoporosis: A Novel Proposal for a Discussion on the Acting Level of the European Union in the International Politics: Eurosteoporose: Uma nova proposta para uma discussão sobre o nível de atuação da União Europeia na política internacional
This study claims that the state of "Eurosclerosis" experienced in the European Union countries has been transformed into to "Eurosteoporosis" as a result of developments resulting from several causes. As the European Union´s ability to solve the problems today it faces decreases, the prominence of its functional disability in institutional meaning and the ineffectiveness of steps taken to overcome problems incresase the concerns about the future of the European Union. It is not possible to claim that the European Union has undergone such a transformation that it can overcome the robust problems of the millenninum through the reforms after the Lisbon Treaty. The developments in international politics in the 2000s and the effects of the global financial crisis that the emerged after 2008 triggered the state of "Eurosteoporosis".
Resumo
Este estudo afirma que o estado de "Eurosclerosis" experienciado nos países da União Europeia foi transformado em "Eurosteoporose", como resultado de desenvolvimentos resultantes de várias causas. Como a capacidade da União Europeia para resolver os problemas atuais enfrenta decréscimos, a proeminência da sua deficiência funcional em termos institucionais e a ineficácia das medidas tomadas para superar os problemas aumentam as preocupações com o futuro da União Europeia. Não é possível afirmar que a União Europeia sofreu uma transformação que possa ultrapassar os problemas robustos do milénio através das reformas após o Tratado de Lisboa. Os desenvolvimentos na política internacional nos anos 2000 e os efeitos da crise financeira global que surgiram depois de 2008 desencadearam o estado de "Eurosteoporose"
Türkiye'de islami sağ partilerin dış politikaya yönelimleri
Çalışmanın birinci bölümünde uluslararası ilişkiler disiplininde son dönemde sıkça tartışılan teoriler içerisinde “constructivist” teorinin temel argümanları üzerinden, kimlik ve dış politika arasındaki bağlantı noktaları aranmıştır. Bu teoriye göre devletler arasındaki ilişkinin niteliği çoğunlukla devletlerin birbirlerine yükledikleri kimlik anlamlarıyla ortaya çıkmaktadır. Bu anlam ise devletler arasında ortaya çıkan sosyal ilişkiye bağlı olarak tanımlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devletiʼnin resmî kimlik algısını anlayabilmek için modernleşme kavramı irdelenmiştir. Tezin ikinci bölümünde Türk modernleşme projesinde siyasal islâm faktörü incelenmiştir. Bu projenin XIX. yüzyılın başlarında uygulanmaya koyulduğu tezini bir veri olarak kabul edip; bu tarihten itibaren kendini devletin edinmeye çalıştığı yeni kimlik karşısında islâmî kimliğin nasıl ʻötekiʼleştiği anlatılmıştır. Akabinde; Cumhuriyet ile modernleşme projesinde gelinen yeni aşamada, önceleri parçalanmış bir yapıda, 1950ʼlerden itibaren organize olmaya başlayan, 1960ʼlarda ise kurumsallaşan islâmî sağ partilerin mevcut ulusal kimlik anlayışına ve bu anlayış neticesinde şekillenen dış politika kurgusuna karşı dillendirdikleri muhalefet tanımlanmaya çalışılmıştır. Son bölümde, Türk siyasal yaşamında bir politik aktör olan islâmî sağ partilerin Türk dış politikasının formülasyonunda ne ölçüde etkili olabildiği sorusunun yanıtı aranmaktadır. Öncelikle Türk siyasal yaşamında islâmî sağ partilerin etkisi incelenerek islâmî sağ çizginin iktidar arayışları ve hükümet ortaklıkları anlatılmıştır. Bir alt başlıkta bu çizgiyi temsil eden partilerin, Türk dış politikasının temel ilkeleri olarak sayılan “Batıcılık” ve “statükoculuk”a hangi noktalarda itirazlar getirdikleri ve geliştirdikleri alternatif politikalar incelenmiştir. Bu bağlamda, örnek olaylarla islâmî sağ çizginin temel dış politika yönelimleri anlaşılmaya çalışılmıştır
NATIONALISM, MILITARISM AND ANTI-WARISM IN THE POST-COLONIAL FEMINIST THEORY
Postkolonyal Feminizm 1980'lerden sonra doğmuş, uluslararası ilişkiler disiplinindördüncü kuşak tartışmasına dahil bir teoridir. Bu teori hem klasik feminizmin Batılı, ortasınıf kadın yaklaşımını eleştirmiş; hem de Batılı liberal siyaset bilimine ilişkin kavramlarıyapı sökümüne uğratmıştır. Milliyetçilik ve militarizme karşı açık bir karşı duruş geliştirenteori, liberal yaklaşımların şiddetin her türüne karşı tutumunu benimsememektedir. Batılıgözünde Batı dışı toplumların pozisyonunu anlamaya çalışan teori, melezleşme gayretlerinianlamsız bulmaktadır. Postcolonial Feminism, which was born after 1980's, included in the fourth debateof the international relations theory. This theory criticized both the Western, middle-classwomen approach of classic feminism, moreover deconstructed the Western liberal conceptsof political science. The theory developed a clear stance against nationalism andmilitarism; hence do not accept the liberal stance against all forms of violence. The theoryefforts to understand the position of the non-Western societies in the eyes of Westernpeoples, in addition it finds the hybridization efforts meaningless