22 research outputs found

    Retrospective evaluation of patients with pityriasis rosea within last 5 years

    Get PDF
    Amaç: Pitiriyazis rozea tanısı alan hastalardaki olası etiopatogenik ve çevresel faktörler yanısıra klinik özelliklerin değerlendirilmesi. Yöntem: 1996-2001 yılları arasında Celal Bayar Üniversitesi Dermatoloji polikliniğine başvuran ve pitiriyazis rozea tanısı alan 112 hasta çalışmaya alındı. Bulgular: Hastaların yaşları 1 ile 65 arasında değişmekte olup yaş ortalaması 46.7 14.7 idi. Hastaların 76'sı (%67.9) kadın, 36'sı (%32.1) erkekti. Hastalık süresi 1-90 gün arasında değişmekte olup, ortalama süre 18.4 19.1 gündü. Hastaların 89'unda (%79.5) öncesinde infeksiyon öyküsü yoktu. Seksenaltı olguda (%76.8) kaşıntı yakınması mevcuttu. Beş hasta (%4.5) öncesinde stres öyküsü tanımlıyordu. Mevsimsel dağılıma baktığımızda hastaların 43'üne (%38.4) kış mevsiminde, 22'sine (%19.6) yaz, 28'ine (%25.0) sonbaharda, 19'una (%17.0) ilkbaharda tanı konmuştu. Hastaların 97'sinde (%86.6) madalyon plağı gözlendi. Lezyonların dağılımına bakıldığında; 77 hastada (%68.8) gövde yerleşimli, 34'ünde (%30.3) generalize, 1'inde (% 0.9) alt ekstremite yerleşimliydi. Sonuç: Polikliniğimizde tanı alan pitiriyazis rozealı hastaların büyük çoğunluğunun kış mevsiminde ortaya çıktığı, kaşıntılı seyrettiği ve daha çok gövde yerleşimli olduğu sonucuna varılmıştır.Objective: Theaimofthe study was to assess thepossible aetiopathogenic and environmental factors along with the clinical findings in patients with pityriasis rosea. Material and Method: We performed a retrospective study of 112 patients with pityriasis rosea who attended our outpatient clinic (Celal Bayar University Dermatology Department) from 1996 to 2001. Results: The mean age of patients was 46.7+14.7, range between 1 to 65 years. Seventy-six of the patients were female (67.9%) and 36 of them were male (32.1%). Duration pityriasis rosea period was ranging between 1 and 90 days (mean value: 18.4+19.1 days). Eighty-nine (79.5%) of the patients did not have a history of infection. Itching was present in 86 cases (76.8%). Five patients (4.5%) had previous history of stress. When seasonal distrubition was evaluated, the number of patients who were diagnosed in winter, summer, autumn and spring was 43 (38.4%), 22 (19.6%), 28 (25.0%), and 19 (17.0%) successively. Amedallion plaque was observed in 97 patients (86.6 %). Of 112 patients, 77 had lesions localized to trunk (68.8%), 34 had generalized lesions (30.3%) andone showedlesions inlowerextremities (0.9%). Conclusion: Our results confirm that pityriasis rosea, in our population, is more prevalent in winter, has a predilectin for the trunk and is pruritic

    Post-adolescent acne in the spectrum of acne

    Get PDF
    Polikliniğimizde akne vulgaris tanısı alan hastalarda postadolesan akne sıklığını belirlemek ve bu hastalarda lezyon tipi, lokalizasyonu, eşlik eden hirsutismus, menstruel düzensizlikler ve hormonal bozuklukları değerlendirmektir. 1996- 2001 yılları arasında Celal Bayar Üniversitesi Dermatoloji polikliniğine başvuran 25 yaş üstündeki akneli hastalar retrospektif olarak incelendi. Toplam 1853 akneli hastadan 175'i (%9.4) postadolesan akne olarak değerlendirildi. 175 postadolesan akneli hastanın 143'ünde (%81.7) aknenin 25 yaşından sonra başladığı, 32'sinde (%18.3) ise persistan olduğu saptandı. Postadolesan akne tanısı alan hastaların yaşları 25 ile 48 arasında değişmekte olup, yaş ortalaması 29.71 5.08 idi. Hastalık süresi 1 ile 240 ay arasında değişmekteydi; ortalama süre 34.37 53.72 ay olarak belirlendi. Hastaların 144'ü (%82.3) kadın, 31'i (%17.2) erkekti. Lezyon dağılımına baktığımızda 125'i (%71.4) yüz yerleşimli, 11'i (% 6.3) gövde yerleşimli, 39'u (%22.2) yüz ve gövde yerleşimliydi. Hastaların 159'u (%90.9) papülopüstüler, 16'sı (%9,1) nodülokistik akne olarak değerlendirildi. Hirsutismus hastaların 20'sinde (%11.4) gözlendi. Menstruasyon düzensizliği tanımlayan ve/veya hirsutismus saptanan 28 hastadan istenen hormon tetkikleri, 11 (%39.3) hastada anormal bulunurken; pelvik ultrasonografi tetkikini yaptıran 23 hastadan 7'sinde (%30.4) polikistik over saptandı. Hiperandrojenizm ile ilişkisi nedeniyle postadolesan akne tanısı alan hastaların hormonal bozukluklar açısından araştırılması gerektiği sonucuna varıldı.Our aim was to determine the frequency of post-adolescent acne among acne patients, together with the type and localization of their lesions, concurrent hirsutismus, menstrual irregularities and hormonal abnormalities. We performed a retrospective study of patients with acne over 25-year-old, who attended our outpatient clinic from 1996 to 2001. Of 1853 acne patients, 175 (9.4%) were diagnosed as post-adolescent acne. Among these 175 postadolescent acne patients, 143 (81.7%) had history of acne after 25-years of age, while 32 (18.3%) had persistent acne. The ages of patients with post-adolescent acne were ranging between 25 and 48 (mean value: 29.71 5.08). The duration period of disease was ranging between 1 and 240 months (mean value: 34.37 53.72). 144 of the postadolescent patients (82.3%) were female and 31 (17.2%) were male. When distribution of the lesions were evaluated, there were facial lesions in 125 patients (71.4%), trunk lesions in 11 patients (6.35%), and both face and trunk lesions in 39 patients (22.25%). Of 175 patients, 159 (90.9%) had papulopustular and 16 (9.1%) had nodulocystic acne. Hirsutism was observed in 20 cases (11.4%). When hormones were evaluated in 28 patients with hirsutism and/or irregular menstruation, abnormal levels were determined in 11 (39.3%) of them; while pelvic ultrasonographic evaluations revealed polycystic ovary syndrome in 7 (30.4%) of 23 patients, who had completed their ultrasonographic examinations. Because of the close association with hyperandrogenetism, postadolescent acne patients have to be investigated thoroughly in the aspect of hormonal irregularities

    Psychiatric disorders detected among dermatology inpatients who are in need of psychiatric consultation

    Get PDF
    Kliniığimizde çeşitli dermatolojik şikayetlerle yatan hastalardan psikiyatrik konsültasyon gerektirenlerdeki ruhsal bozuklukları saptamak. Ocak 1996 - Aralık 2001 tarihleri arasında Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji kliniığinde çeşitli tanılarla yatarak tetkik ve tedavi edilen 394 hasta retrospektif olarak deığerlendirildi. Psikiyatri kliniıği tarafından deığerlendirilen 66 hasta çalışma grubuna dahil edildi. Çalışma grubuna alınan 66 yatan hastanın 42'si (% 63.6) kadın, 24'ü (% 36.4) erkekti.Yaşları 15 ile 79 arasında deığişen hastaların yaş ortalaması 43.74 14.34 idi. Hastaların servisimizde yatış süreleri 3 ile 150 gün arasında deığişmekte olup, ortalama yatış süresi 22.57 26.71 gündü. Psikiyatri kliniığince deığerlendirilen hastaların 10'unda (%15.2) herhangi bir patoloji saptanmadı. 27'si (%40.9) depresyon, 6'sı (%9.1) BTA (başka türlü adlandırılamayan) anksiyete bozukluığu, 6'sı (%9.1) obsesif kompulsif bozukluk, 5'i (%7.6) karışık anksiyete-depresif bozukluk, 3'ü (%4.5) distimik bozukluk, 2'si (%3.0) major depresyon, 1'i (%1.5) konversiyon bozukluığu, 1'i (%1.5) obsesif kompulsif bozukluk ve depresyon, 1'i (%1.5) mikst anksiyete-depresyon ve obsesif kompulsif bozukluk, 1'i (%1.5) konversiyon bozukluığu ve reaktif depresyon, 1'i (%1.5) atipik depresyon, 1'i (%1.5) konversiyon bozukluığu ve distimik bozukluk, 1'i (%1.5) mental retardasyon tanısı aldı. Dermatolojik hastalıklarla çeşitli psikiyatrik bozuklukların birlikteliığinin oldukça yüksek olduığu ve bu konunun gözardı edilmemesi gerektiıği sonucuna varıldı.We aimed to determine psychiatric disorders detected among dermatology inpatients who are in need of psychiatric consultation. 394 dermatology inpatients, who were treated between January 1996 and December 2001 in Celal Bayar University Hospital, were evaluated retrospectively. 66 patients, examined by psychiatrists were included in the study. Of 66 patients 42 (63.6%) were female and 24 (36.4%) were male. Mean age of the patients was 43.74 14.34. Mean hospitalization period was 22.57 26.71 days, ranging from 3 to 150 days. According to the psychiatric evaluations, no psychiatric abnormality was found in 10 (15.2%) patients. On the other hand, there was depression in 27 patients (40.9%), anxiete disorder, that can not be named otherwise, in 6 (9.1%), obsessivecompulsive disorder in 6 (9.1%), mixed anxiete and depressive disorder in 5 (7.6%), distimic disorder in 3 (4.5%), major depression in 2 (3.0%), conversion disorder in 1 (1.5%), obsessive-compulsive disorder and depression in 1 (1.5%), mixed anxiete-depression and obsessive-compulsive disorder in 1 (1.5%), conversion disorder and reactive depression in 1 (1.5%), atypic depression in 1 (1.5%), conversion disorder and distimic disorder in 1 (1.5%), and mental retardation in 1 (1.5%) successively. As dermatological diseases are associated with psychiatric disorders quite often, one should keep this in mind while approaching to patients with dermatologic diseases

    Comparison of dermoscopic and histopathologic diagnoses of naevus naevocellularis

    Get PDF
    Melanositik pigmente deri lezyonlarının birbirinden ayırımı, planlanacak tedavi yaklaşımı açısından önemlidir. Bu amaçla yapılacak histopatolojik incelemeye alternatif olarak son zamanlarda preoperatif tanısal doğruluğu belirgin arttıran dermoskopi yöntemi olarak ön plana çıkmıştır. Bu çalışmada, sıkça karşılaştığımız melanositik pigmente lezyonlardan olan nevus nevosellularislerde dermoskopinin histopatolojik incelemenin yerine geçip, geçemeyeceği araştırılmıştır. Çalışmamızda, Eylül 1998- Haziran 1999 tarihleri arasında Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Dermatoloji Anabilim Dalı Ben Takip Polikliniği' ne başvuran 22 hastadaki toplam 25 nevus nevosellularis dermoskopik olarak incelendikten sonra alınan biyopsi materyallerinin histopatolojik tetkiki yapılmış ve her iki yöntemle konulan tanılar karşılaştırılmıştır. Dermoskopik muayenede el dermatoskopu, slayt çekimlerinde Dermaphot kullanılmıştır. Dermatoskopi ve histopatoloji yöntemlerinin tutarlılığını ölçmek için Kappa analizi yapılmıştır. Dermoskopik olarak 7 jonksiyonel nevus naevocellularis (NNC), 15 bileşik NNC, 3 intradermalNNC tanısı konulurken, histopatolojik olarak 7 jonksiyonel NNC, 10 bileşik NNC, 8 intradermal NNC tanısı konulmuştur. Dermoskopik olarak 25 lezyonun 20'si (%80), histopatolojik tanıyla aynı tanıyı almıştır. Kappa istatistiğinde iki yöntemle konulan tanıların iyi derecede tutarlı olduğu bulunmuştur (K= 0.69). Noninvaziv tanı yöntemi olarak son yıllarda ön plana çıkan dermoskopinin melanositik pigmente deri lezyonlarından nevus nevosellularislerin tanısında ve ayrımında histopatolojik incelemenin yerine geçemeyeceği sonucuna varılmıştır.Differential diagnosis in melanocytic skin lesions is important in determining the treatment modality. In the past, histopathologic examination was mostly used for this aim. Recently, dermoscopy is widely used as an alternative noninvasive diagnostic method, so that it increases preoperative diagnostic accuracy. In this study our aim was to determine whether dermoscopy can substitute for histopathologic examination in the diagnosis of naevus naevocellularis. 25 naevus naevocellularis of 22 patients, who had admitted to our nevus follow-up clinic between September 1998-June 1999, were enrolled in this study. After dermoscopic and histopathologic examinations of all the lesions were completed, the concordance between dermoscopic and histopathologic diagnoses were evaluated. Manual dermoscope was used for routine dermoscopic examinations. Finally, dermoscopic photographs of the lesions were taken by Dermaphot. Kappa value was interpreted to assesss the agreement between dermoscopic and histopathologic methods. Dermoscopic examination revealed 7 jonksiyonel nevus naevocellularis (NNC), 15 bileþik NNC, 3 intradermal NNC, where as histopathologic examination revealed 7 jonksiyonel NNC, 10 bileþik NNC, 8 intradermal NNC. Of the 25 lesions dermoscopically examined, the diagnoses of 20 (80%) were concordant with the histopathologic diagnoses. The agreement between dermoscopic and histopathologic methods was good (K value= 0.69). Although dermoscopy is widely used as an alternative noninvasive diagnostic method in the differential diagnosis of melanocytic skin lesions recently, our results have led us to conclude that this popular method can not substitute for histopathologic examination in the diagnosis of naevus naevocellulari

    Retrospective evaluation of patients with pityriasis rosea within last 5 years

    No full text
    Amaç: Pitiriyazis rozea tanısı alan hastalardaki olası etiopatogenik ve çevresel faktörler yanısıra klinik özelliklerin değerlendirilmesi. Yöntem: 1996-2001 yılları arasında Celal Bayar Üniversitesi Dermatoloji polikliniğine başvuran ve pitiriyazis rozea tanısı alan 112 hasta çalışmaya alındı, Bulgular: Hastaların yaşlan l ile 65 arasında değişmekte olup yaş ortalaması 46.7±14.7 idi. Hastaların 76'sı (%67.9) kadın, 36'sı (%32. l ) erkekti. Hastalık süresi l -90 gün arasında değişmekte olup, ortalama süre 18.4±19. l gündü. Hastaların 89'unda (%79.5) öncesinde infeksiyon öyküsü yoktu. Seksenaltı olguda (%76.8) kaşıntı yakınması mevcuttu. Beş hasta (%4.5) öncesinde stres öyküsü tanımlıyordu. Mevsimsel dağılıma baktığımızda hastaların 43'üne (%38.4) kış mevsiminde, 22'sine (%19.6) yaz, 28'ine (%25.0) sonbaharda, 19'una (%17.0) ilkbaharda tanı konmuştu. Hastaların 97'sinde (%86.6) madalyon plağı gözlendi. Lezyonların dağılımına bakıldığında; 77 hastada (%68.8) gövde yerleşimli, 34'ünde (%30.3) generalize, l'inde (% 0.9) alt ekstremite yerleşimliydi. Sonuç: Polikliniğimizde tanı alan pitiriyazis rozealı hastaların büyük çoğunluğunun kış mevsiminde ortaya çıktığı, kaşıntılı seyrettiği ve daha çok gövde yerleşimli olduğu sonucuna varılmıştır.Objective: The aim of the study was to assess the possible aetiopathogenic and environmental factors along with the clinical findings in patients with pityriasis rosea. Material and Method: We performed a retrospective study of 112 patients with pityriasis rosea who attended our outpatient clinic (Celal Bayar University Dermatology Department) from 1996 to 2001. Results: The mean age of patients was 46.7+14.7, range between 1 to 65 years. Seventy-six of the patients were female (67.9%) and 36 of them were male (32.1%). Duration pityriasis rosea period was ranging between 1 and 90 days (mean value: 18.4±19.1 days). Eighty-nine (79.5%) of the patients did not have a history of infection. Itching was present in 86 cases (76.8%). Five patients (4.5%) had previous history of stress. When seasonal distrubition was evaluated, the number of patients who were diagnosed in winter, summer, autumn and spring was 43 (38.4%), 22 (19.6%), 28 (25.0%), and 19 (17.0%) successively. A medallion plaque was observed in 97 patients (86.6 %). Of 112 patients, 77 had lesions localized to trunk (68.8%), 34 had generalized lesions (30.3%) and one showed lesions in lower extremities (0.9%). Conclusion: Our results confirm that pityriasis rosea, in our population, is more prevalent in winter, has a predilectin for the trunk and is pruritic

    A case of pachyonychia congenita with coloboma of the iris, arachnodactyly and joint hyperlaxity

    No full text
    Pakionikia kongenita (PK), el ve ayak tırnaklarının kalınlaşmasıyla karakterize, palmoplantar hiperkeratoz ve hiperhidroz, diz ve dirseklerde folliküler keratoz, mukoz membranlarda lökokeratoz ve dental bozuklukların görüldüğü, otozomal dominant geçiflli nadir bir ektodermal displazidir. Genellikle erken çocukluk çağında ortaya çıkar. Ayak tırnaklarında kalınlaşma ve ellerinde aşırı terleme yakınmasıyla ailesi tarafından polikliniğimize getirilen 11 yaşındaki kız olgunun gözünde doğuştan iris kolobomu mevcuttu. Olgudaki sporadik pakionikia kongenitanın geç yaşta ortaya çıkması, anne-babanın akraba evliliği yapmış olmaları, ve yakınlarında benzer hastalık öyküsü bulunmaması nedeniyle genetik geçişin otozomal resesif olduğu sonucuna varıldı. İris kolobumu, araknodaktili ve eklem hiperelastisitesi ile birliktelik gösteren olgu, pakionikia kongenitada son zamanlarda bildirilen otozomal resesif geçişi ve geç ortaya çıkışı da vurgulamak amacıyla sunulmuştur.Pachyonychia congenita is a rare ectodermal dysplasia with dominant inheritance. It is characterized by hyperkeratosis and hyperhidrosis of palms and soles, follicular hyperkeratosis of knees and elbows, thickening of nails, leucoplakia of the oral mucous membranes, and natal teeth. The disease usually becomes evident in early childhood. An 11-year-old girl with hyperhidrosis of palms and soles, nail thickening, and coloboma of the iris is presented. The patient was diagnosed as recessively inherited pachyonychia congenita, we aimed to draw attention to the late onset and recessive inheritance pattern of pachyonychia congenita with concomitant coloboma of iris, arachnodactyly and joint hyperlaxity

    Periferal globulleri olan displastik melanositik nevusların dermoskopik özellikleri ile histopatolojik displazi dereceleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi

    No full text
    Periferal globulleri olan displastik melanositik nevusların dermoskopik özellikleri ile histopatolojikdisplazi dereceleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesiCeylan Avcı, Gülfem Akın, Banu Lebe, Mustafa Turhan Şahin, Emel FetilGiriş: Dermoskopik olarak melanositik nevus çevresinde globuller izlenmesi o nevusun büyüme aşamasındaolduğunun bir göstergesidir. Periferal globullerin kaybolması ile nevus stabil hale gelir ve bu aşamadadermoskopik olarak sıklıkla retiküler ya da homojen patern izlenir. Periferal globulleri olan nevuslara (PGN)yaklaşımın hastanın yaşına göre yapılması gerektiği belirtilmiş olup 30 yaş üstü hastalarda melanom spesifikkriterlerin olmadığı durumlarda yakın dermoskopik izlem; 50 yaş üstünde ise eksizyon yapılması önerilmiştir.Bu çalışmada amaç kliniğimizde 18 yaş üstü hastalarda eksizyon yapılarak displastik nevus tanısı almış periferalglobulleri olan nevusların dermoskopik özellikleri ile histopatolojik displazi dereceleri arasındaki ilişkininretrospektif olarak değerlendirilmesidir.Gereçler ve Yöntem: Bu çalışmada, Ocak 2014-Ocak 2022 yılları arasında, Dokuz Eylül Üniversitesi TıpFakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar ABD Dermoskopi ünitesinde değerlendirilip malignite şüphesi ilehistopatolojik olarak incelenmiş ve displastik nevus tanısı almış olan periferal globular paterndeki nevuslerretrospektif olarak değerlendirilmiştir. Çalışmaya alınacak dermoskopik görüntüler polarize dijital dermoskop(Mole Max HD, Derma Instruments, Vienna, Austria) kullanılarak 30 ya da 40 kat büyütme yapılarak eldeedilmiştir. 18 yaş ve üstü hastalardaki periferal globuler paterndeki nevuslara ait dermoskopik görüntülerhistopatolojik tanılara kör 3 bağımsız araştırmacı tarafından önceden belirlenmiş olan dermoskopik kriterlerinvarlığı ya da yokluğu açısından değerlendirilip veri kayıt formuna kayıt edilmiştir. Yaş, cinsiyet, lezyonlokalizasyonu, en geniş lezyon çapını içeren klinik bilgiler ve kişisel melanoma öyküsü de kayıt edilmiştir.Çalışma örneklemi histopatolojik tanılara göre düşük dereceli displazi ve yüksek dereceli displazi olarak ikigruba ayrılmıştır. Araştırma sonunda elde edilen verilerin değerlendirilmesi için “Statistical Package for SocialSciences for Windows 22.0” programı kullanılmıştır. Verilerin analizi tanımlayıcı istatistik ile, farklı gruplardakifrekansların karşılaştırılması ki kare testi yöntemi ile, bağımsız gruplardaki sayısal veriler ise normal dağılımınbelirlenmesinden sonra uygun olan istatistiksel yöntem (Student’s t test, Mann Whitney U testi) ile yapılmıştır.Elde edilen verilerde p&amp;lt;0.05 değerleri anlamlı olarak kabul edilecektirSonuçlar: Çalışmada, 2018 Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) deri tumorları sınıflama kriterlerine göre, yaş aralığı18-78 olan (ort: 3211.3) 49 hastada, 33’ü düşük dereceli displazi ve 26’sı yüksek dereceli displazi gösterentoplam 59 adet PGN değerlendirilmiştir. Yüksek dereceli displazi içeren PGN’li hastaların yaş ortalaması, düşükdereceli displazi içeren hastaların yaş ortalamasından istatistiksel olarak yüksekti (p:0.04). Displastik PGN’lerinhiçbirinde atipik damar yapıları, skar benzeri depigmentasyon yoktu. Düşük ve yüksek displazi gösteren PGN’lerarasında lezyon çapı, atipik ağ, ışınsal uzantılar, atipik globuller, periferal açık kahverengi yapısız alanlar, eksenasimetrisi, periferal globullerin nevusu çevrelediği alan bulguları açısından anlamlı fark yoktu. İstatistikselolarak yüksek derece displazi gösteren PGN’lerin, daha fazla sayıda renk içerdiği ve daha fazla oranda düzensizglobulleri olduğu belirlendi (p:0.02, p:0.011). Kırmızı renk de daha çok yüksek derecede displazi gösterenPGN’lerde görülme eğilimindeydi. PGN’lerin dermoskopik özellikleri Tablo 1’de verilmiştir.Tartışma: Displastik nevusların klinik, histopatolojik ve biyolojik olarak benign melanositik nevusler vemelanom arasında olduğu kabul edilmektedir. 2018 DSÖ tarafından yayınlanan mavi kitapta nükleer bulgularagöre yüksek dereceli displastik nevuslere cerrahi eksizyon yapılması önerilmiştir. Çalışmamızda yüksek derecelidisplazi içeren PGN’lerde daha fazla renk içerdiği ve periferal globullerin ise daha düzensiz şekilli olduğuizlenmiş olup, 30 yaş üstü hastalarda bu bulguları içeren nevuslerin eksizyon açısından değerlendirilmesinin bunevuslara yaklaşımda faydalı olabileceği düşünülmüştür.</p

    Periferal globulleri olan displastik melanositik nevusların dermoskopik özellikleri ile histopatolojikdisplazi dereceleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi

    No full text
    Periferal globulleri olan displastik melanositik nevuslarındermoskopik özellikleri ile histopatolojik displazi dereceleriarasındaki ilişkinin değerlendirilmesiCeylan Avcı1, Gülfem Akın1, Banu Lebe2, Mustafa Turhan Şahin3, Emel Fetil11Dokuz Eylül Üniversitesi, Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı, İzmir2Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıbbi Patoloji Ana Bilim Dalı, İzmir3Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı, ManisaGİRİŞ: Dermoskopik olarak melanositik nevus çevresinde globuller izlenmesi o nevusun büyümeaşamasında olduğunun bir göstergesidir. Periferal globullerin kaybolması ile nevus stabil hale gelirve bu aşamada dermoskopik olarak sıklıkla retiküler ya da homojen patern izlenir. Periferalglobulleri olan nevuslara (PGN) yaklaşımın hastanın yaşına göre yapılması gerektiği belirtilmiş olup30 yaş üstü hastalarda melanom spesifik kriterlerin olmadığı durumlarda yakın dermoskopik izlem;50 yaş üstünde ise eksizyon yapılması önerilmiştir. Bu çalışmada amaç kliniğimizde 18 yaş ve üstühastalarda eksizyon yapılarak displastik nevus tanısı almış periferal globulleri olan nevuslarındermoskopik özellikleri ile histopatolojik displazi dereceleri arasındaki ilişkinin retrospektif olarakdeğerlendirilmesidir.GEREÇLER VE YÖNTEM: Bu çalışmada Ocak 2014-Ocak 2022 yılları arasında, Dokuz EylülÜniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar ABD Dermoskopi ünitesinde değerlendirilipmalignite şüphesi ile histopatolojik olarak incelenmiş ve displastik melanositik nevus tanısı almışolan PGN'ler retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Çalışmaya alınacak dermoskopik görüntülerpolarize dijital dermoskop (Mole Max HD, Derma Instruments, Vienna, Austria) kullanılarak 30 yada 40 kat büyütme yapılarak elde edilmiştir. 18 yaş ve üstü hastalardaki PGN'lere ait dermoskopikgörüntüler histopatolojik tanılara kör 3 bağımsız araştırmacı tarafından önceden belirlenmiş olandermoskopik kriterlerin varlığı ya da yokluğu açısından değerlendirilip veri kayıt formuna kayıtedilmiştir. Yaş, cinsiyet, lezyon lokalizasyonu, en geniş lezyon çapını içeren klinik bilgiler ve kişiselmelanoma öyküsü de kayıt edilmiştir. Çalışma örneklemi histopatolojik tanılara göre düşük derecelidisplazi ve yüksek dereceli displazi olarak iki gruba ayrılmıştır. Araştırma sonunda elde edilenverilerin değerlendirilmesi için “Statistical Package for Social Sciences for Windows 22.0” programıkullanılmıştır. Verilerin analizi tanımlayıcı istatistik ile, farklı gruplardaki frekanslarınkarşılaştırılması ki kare testi yöntemi ile, bağımsız gruplardaki sayısal veriler ise normal dağılımınbelirlenmesinden sonra uygun olan istatistiksel yöntem (Student’s t test, Mann Whitney U testi) ileyapılmıştır. Elde edilen verilerde p&lt;0.05 değerleri anlamlı olarak kabul edilecektirSONUÇLAR: Çalışmada, 2018 Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) deri tumorları sınıflama kriterlerinegöre, yaş aralığı 18-78 olan (ort: 32±11.3) 49 hastada, 33’ü düşük dereceli displazi ve 26’sı yüksekdereceli displazi gösteren toplam 59 adet PGN değerlendirilmiştir. Yüksek dereceli displazi içerenPGN’li hastaların yaş ortalaması, düşük dereceli displazi içeren hastaların yaş ortalamasındanistatistiksel olarak yüksekti (p:0.04). Displastik PGN’lerin hiçbirinde atipik damar yapıları, skarbenzeri depigmentasyon yoktu. Düşük ve yüksek dereceli displazi gösteren PGN’ler arasında lezyonçapı, atipik ağ, ışınsal uzantılar, atipik globuller, periferal açık kahverengi yapısız alanlar, eksenasimetrisi, periferal globullerin nevusu çevrelediği alan bulguları açısından anlamlı fark yoktu.İstatistiksel olarak yüksek derece displazi gösteren PGN’lerin, daha fazla sayıda renk içerdiği vedaha fazla oranda düzensiz globulleri olduğu belirlendi (p:0.02, p:0.011). Kırmızı renk de daha çokyüksek derecede displazi gösteren PGN’lerde görülme eğilimindeydi. Çalışmaya alınan hastalarındemografik özellikleri ve PGN’lerin dermoskopik özellikleri Tablo 1’de verilmiştir.TARTIŞMA: Displastik nevusların klinik, histopatolojik ve biyolojik olarak benign melanositiknevusler ve melanom arasında olduğu kabul edilmektedir. 2018 DSÖ tarafından yayınlanan mavikitapta nükleer bulgulara göre yüksek dereceli displastik nevuslere cerrahi eksizyon yapılmasıönerilmiştir. Literatürde PGN'lere yaklaşımın yaşa ve melanom spesifik bulguların varlığına göreyapılması önerilmesine rağmen displazi derecesine göre bir algoritma bulunmamaktadır.Çalışmamızda yüksek dereceli displazi içeren PGN’lerde daha fazla renk içerdiği ve periferalglobullerin ise daha düzensiz şekilli olduğu izlenmiş olup, 30 yaş üstü hastalarda bu bulguları içerennevuslerin eksizyon açısından değerlendirilmesinin bu nevuslara yaklaşımda faydalı olabileceğidüşünülmüştür.Anahtar Kelimeler: periferal globuller, displastik melanositik nevus, yüksek dereceli displazi,dermoskopi</p
    corecore