23 research outputs found

    The Effect of Gonadotropin-releasing Hormone Analog Treatment on Body Mass Index and Height in Female Patients with Central Precocious Puberty

    Get PDF
    Aim:Gonadotropin-releasing hormone agonists (GnRHa) are widely used in the treatment of central precocious puberty (CPP). There is concern that GnRHa treatment, whose positive effects on the adult height are known, may cause weight gain and body mass index (BMI) increase. The aim of this study was to assess the effect of the GnRHa treatment on BMI and height in female patients with CPP.Materials and Methods:Ninety-two patients diagnosed with idiopathic CPP and 22 patients diagnosed with organic CPP, who received GnRHa treatment were included in the study. Data taken on the treatment start date, 6th month, 1st and 2nd year for height, weight, BMI and bone age were obtained retrospectively from the file records.Results:BMI standard deviation score (SDS) increased during the treatment period in all the patients. In the second year of GnRHa treatment, BMI SDS was higher in the organic CPP, compared to the idiopathic CPP (0.66±0.84 and 1.35±0.72, p=0.007). In both groups, at the beginning of GnRHa treatment, the BMI SDS increase was higher in those patients with normal weight compared to those who were overweight/obese. In both groups, the prevalence of obesity was higher than the reference population at the beginning of treatment. An increase was determined in the height SDS and predicted adult height in both groups according to bone age.Conclusion:In patients with CPP, the prevalence of obesity was higher in the first application compared to the reference population. In CPP, BMI SDS increased with GnRHa treatment. The weight of the patients at the beginning of the treatment affected the weight and BMI change with GnRHa treatment. Those patients with organic CPP were more prone to weight gain and BMI increase

    Sağlıklı ve riskli yenidoğanlarda koagulan ve antikoagulan sistemlerin değerlendirilmesi

    No full text
    Yenidoğanda hemostatik sistem, koagulan ve antikoagulan faktörlerin erişkinlere göre daha düşük düzeyleri ile bir denge halinin sağlandığı, gestasyonel yaşa bağlı ve yaşla birlikte sürekli değişen dinamik bir özellik gösterir. Bu prospektif çalışmada amaç, sağlıklı ve riskli yenidoğanların koagulan ve antikoagulan sistemlerinin, doğum anındaki düzeylerinin ve ilk 6 ay içerisindeki değişimlerinin değerlendirilmesidir. Çalışmaya 10 sağlıklı matür, 11 prematür, 10 diyabetik anne bebeği, 10 respiratuar distres sendromlu prematür, 10 septik, 10 asfiktik toplam 61 bebek alındı. Tüm olgulardan doğum sonrası ilk 48 saat içinde, 30. günde ve 180. günde olmak üzere kan örnekleri alındı. Septik bebeklerden ise tanıda ve tedavi sonrası ortalama 30. günde kan örnekleri alındı. PZ, APTZ, protein C, serbest protein S, antitrombin, fibrinojen, D-dimer, TAT, PF 1+2, TFPI, LA ve APC rezistansı çalışıldı. Prematür RDS' li grup dışındaki diğer gruplarda doğum anında yüksek olan PZ, APTZ değerleri 1. ayda normal değerlere indi. RDS'li grupta ise PZ, APTZ değerleri 6. ayda normal değerlerde saptandı. Sağlıklı prematürelerde matür bebeklere göre 0. gün protein C, serbest proten S, antitrombin aktiviteleri daha düşüktü. Sağlıklı matür ve prematür bebeklerde doğum anından itibaren 6. aya kadar protein C, antitrombin, serbest protein S aktivitelerinde artış izlendi. Altıncı ay sonunda matür bebeklerde protein C aktivitesi hastaların yarısında, antitrombin aktivitesi bir hastada halâ düşüktü, serbest protein S aktivitesi ise hastaların tamamında normal değerlere ulaşmıştı. Prematür grupta ise protein C aktivitesi hastaların tamamında, serbest protein S aktivitesi 1 hastada, antitrombin aktivitesi ise 3 hastada halâ düşüktü. RDS' li bebeklerde protein C, serbest protein S, antitrombin aktivitelerinin 6. ayda da normal değerlerde olmaması bu hastalarda düşük düzeyde bir tüketim koagulopatisinin sürdüğünü düşündürdü. Septik bebeklerde tedavi öncesi protein C, serbest protein S, antitrombin 71aktiviteleri düşük bulundu. Asfiktik ve diyabetik anne bebeklerinde, antikoagulan faktörlerin artış hızında, sağlıklı bebeklerden farklılık bulunmadı. Tüm gruplarda APC rezistans sıklığının normal populasyona göre yüksek olduğu saptandı. 6. ayın sonunda matür bebeklerde APC rezistansı gösteren bebeklerin oranı normale dönerken prematür bebeklerde bu oran hala anlamlı olarak yükseklik göstermekteydi. Bu durum, bebeklerde tromboz riskinin 6. ay sonundada devam ettiğini düşündürdü. Sağlıklı matür bebeklerde bakılan TAT, PF 1+2 ve D-dimer değerleri vajinal yolla doğan bebeklerde yüksek bulunurken, elektif sezaryen ile doğanlarda normal sınırlardaydı. Birinci ayın sonunda bu fark kayboldu. Bu durum vajinal yolla doğumun koagulasyon sistemini aktive edici özelliği olabileceğini düşündürdü. LA(+)' ligi 3 olguda saptanmakla birlikte 6. ayda tümünde kayboldu. Yenidoğan dönemindeki bebeklerin risk gruplarının tanımlanması ve riskli olgularda koagulan-antikoagulan sistemde ortaya çıkabilecek sorunların belirlenmesi tedavinin yönlendirilmesinde, bebeklerin yaşamda tutulmasında çok büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle bu konudaki çalışmaların sürdürülmesi ve hatta çok merkezli çalışmalarla elde edilecek sonuçların değerlendirilmesinin yararlı olacağı düşünüld

    Çocukluk Çağı Obezite ve Metabolik Sendromda Serum Heat Şok Protein 70, S100A12 ve Matriks Gla Protein

    No full text
    Amaç: Metabolik Sendromun primer nedeni erişkin ve çocuk popülasyonunda insülin rezistansı ile sonuçlanan düşük dereceli inflamasyon ile ilgili obezitedir. Heat şok protein 70,S100A12 ve matriks Gla protein kronik inflamatuar hastalık ile ilgilidir. Çocuk çağı obezitesi ve metabolik sendromun da bu markırları değerlendirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma 10-15 yaş aralığında 45 obez çocuk ve 47 metabolik sendrom'lu çocukta yapıldı. Heat şok protein 70, S100A12 ve matriks Gla protein ELISA metodu kullanılarak ölçüldü.Bulgular: Obez çocuklarda serum matriks Gla protein ve S100A12 seviyeleri metabolik sendrom'lu gruptan anlamlı olarak yüksekti (p0.05). İlaveten, metabolik sendrom ve obez bireyler arasında serum hsCRP (p0.288) ve heat şok protein 70 (p0.960) fark yoktu. Her iki grupta S100A12, matriks Gla protein ve heat şok protein 70 seviyeleri arasında anlamlı pozitif korelasyon vardı. Sonuç: Bulgularımız S100A12, matriks Gla protein ve heat şok protein 70 biyomarkırları metabolik sendrom ve obezite ile anlamlı olarak ilgili olduğunu gösterdi. Obezite metabolik sendrom gelişiminde önemli bir risk faktörüdür. Obezitede bu proteinlerin artışı, metabolik sendrom ve diabet gibi metabolik bozuklukların gelişiminin önlenmesinde ilgi çekici olabilir.Objectives: The primary cause of the metabolic syndrome appears to be obesity that is associated with a low-grade inflammatory state resulting from insulin resistance in both adult and pediatric populations. Heat shock protein 70, S100A12 and matrix Gla protein are involved in chronic inflammatory diseases. We aimed to evaluate the association between these markers and childhood obesity and metabolic syndrome. Materials and Methods: This study was performed with 45 obese children aged 10-15 years and 47 children with metabolic syndrome aged 10-15 years. Serum heat shock protein 70, S100A12 and matrix Gla protein levels were measured by using ELISA method. Results: Serum matrix Gla protein and S100A12 levels in obese subjects were significantly higher than metabolic syndrome groups (p>0.05). However no significant differences were observed in serum high sensitivity Creactive protein (p0.288) and heat shock protein 70 (p0.960) levels between metabolic syndrome and obese subjects. There was a significant positive correlation between serum S100A12, matrix Gla protein and heat shock protein 70 levels in both groups. Conclusions: Our findings showed a significant association between heat shock protein 70, S100A12, matrix Gla protein, and obesity and metabolic syndrome. Obesity may be involved in increased risk of developing metabolic syndrome. It might be useful to focus on the roles of these proteins in obesity in accordance with the prevention of the development of metabolic syndrome and other metabolic disorders like diabetes

    Konjenital hipotirodi'li olguların retrospektif olarak değerlendirilmesi

    No full text
    Neonatal screening programs have enabled the world to detect congenital hypothyroidsm (CH) in the neonatal period. We retrospectively evaluated the children diagnosed as CH in the Eagean region where screening programs are not done effectively. One hundred forty six children (82 girls, 64 boys) diagnosed as CH during the years of 1991-2001 were evaluated. Mean age at diagnosis was 354 + 544 days (3 days-6.9 years) The etiologic factors included, thyroid dyshormonogenesis in 72%, thyroid dysgenesis in 27.2% and transient hypothyroidism in 0.8%. History of consanguinity and maternal thyroid disease were 16.9% and 10.9%. Ten of the patients were diagnosed coincidentally and 3 in the newborn screening program. Rest of the patients were symptomatic at the time of the diagnosis. The symptoms were constipation in 30.1%, macroglossia in 23.3%, hyperbilurubinemia in 21.9% and growth retardation in 21.5%. Twenty four percent of the patients had nonthyroidal congenital abnormalities. Diagnosis and treatment of CH as early as possible will constitute a normal neurodevelopmental status in children. Diagnosis date being 354;plusmn; 544 days in our region shows that CH is an important health issue demanding urgent solutions and stressing the importance of neonatal screening program,Konjenital hipotiroidi (KH) tanısında tarama testleri yenidoğan döneminde tanı olanağı sağlamaktadır. Bu çalışmada tarama programlarının düzenli olarak yapılamadığı ülkemizde konjenital hipotiroidi tanısı alan olgular retrospektif olarak değerlendirildi. 1991-2001 yılları arasında konjenital hipotiroidi tanısı alan 82 (%56.2) kız, 64 (%43.8) erkek toplam 146 hastanın verileri incelendi. Ortalama tanı yaşı 354 ± 544 gün (3 günlük-6.9 yaş) bulundu. Konjenital hipotiroidi nedeni; hastaların %72'sinde tiroid dishormonogenezisi, %27.2'sinde tiroid disgenezisi, %0.8'de geçici hipotiroidi idi. Anne baba arasında akraba evliliği öyküsü %16.9, annede tiroid hastalığı öyküsü %10.9 hastada alındı. Hastaların 3'ü yenidoğan taraması sırasında, 10'u rastlantısal olarak poliklinik başvurusu sırasında tanı aldı. 133 olgu klinik bulgular nedeni ile başvurdu. En sık başvuru nedenlerini; konstipasyon (%30.1), makro-glossi (%23.3), sarılık (%21.9) ve boy kısalığı (%21.5) oluşturmaktaydı. Yirmi üç hastada (%24) konjenital hipotiroidiye değişik sistemleri etkileyen anomali varlığı eklendiği saptandı. Zamanında tanı ve doğru tedavi ile gelişimi normal bireylerin olacağını bildiğimiz KH'de bölgemizde ortalama tanı yaşının 354 ± 544 gün olması KH'nın önde gelen sağlık sorunlarından biri olduğunu göstermekte ve tarama programının önemini bir kez daha vurgulamaktadır

    Left and right ventricular function by echocardiography, tissue doppler imaging, carotid intima media thickness, and asymmetric dimethylarginine levels in female adolescents with vitamin D deficiency

    No full text
    PMID: 37226488WOS:001005936500001Background: The aim of our study was to assess left and right ventricle systolic and diastolic functions in female adolescents with vitamin D deficiency using conventional echocardiography and pulsed-wave tissue Doppler imaging and to investigate carotid intima media thickness and asymmetric dimethylarginine levels. Methods: Sixty-six female adolescents were enrolled in this study. The female adolescents were divided into a vitamin D deficiency group (n: 34) and a control group (n: 32). All subjects underwent laboratory blood tests, including asymmetric dimethyl arginine, complete two-dimensional, pulse, and tissue Doppler echocardiography, and measurement of the carotid intima-media thickness. Results: The vitamin D-deficient female adolescent group had normal left and right ventricle systolic and diastolic functions and normal global systolic and diastolic myocardial performance. In the patients with vitamin D deficiency, the carotid intima-media thickness was higher than that in the controls. In the patients within the vitamin D deficiency group, vitamin D was found to be positively correlated with magnesium and negatively correlated with phosphorus and left atrial dimension. Conclusions: The results of this study demonstrate that vitamin D deficiency in female adolescence is associated with normal myocardial geometry and function. Although it has been associated with normal levels of asymmetric dimethyl arginine concentration, high measured carotid intima-media thickness may reflect endothelial dysfunction
    corecore