42 research outputs found

    İşveren Markası ve İşveren Markasının Duygusal Bağlılık Üzerindeki Etkisi: Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama

    Get PDF
    Amaç – İnsan kaynağının büyük öneme sahip olduğu konaklama işletmelerinde, çalışanların işveren markası algılamalarının ve örgütsel bağlılıklarının, hangi demografik özelliklere göre değişiklik gösterdiği ve işveren markası algılamalarının duygusal bağlılık üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla bu çalışma yapılmıştır. Yöntem – Çalışmada, önde gelen zincir marka otellerin toplamda 387 çalışanına anket tekniği ile sorular yöneltilmiştir. Elde edilen veriler SPSS programında frekans dağılımı, faktör analizi, t-testi, varyans analizi, korelasyon ve regresyon analizi yapılarak değerlendirilmiştir. Bulgular – Yapılan faktör analizi sonucunda çalışanların işveren markası algılarının beş boyuttan oluştuğu (uygulama, sosyal, ekonomik, ilgi, gelişim) belirlenmiştir. Çalışanların işveren markası algılamalarının ve örgütsel bağlılıklarının demografik özelliklerden turizm eğitimi alma, yaş, çalışma süresi değişkenlerine göre anlamlı bir farklılık gösterdiği tespit edilmiştir. Turizm eğitimi alan çalışanların işletme tercihinde sosyal, ilgi ve gelişim değerini daha fazla önemsedikleri belirlenmiştir. Çalışanların işveren markası algısının tüm boyutlarının duygusal bağlılıkları üzerinde pozitif yönlü bir ilişkinin olduğu ve işletmenin sunduğu uygulama değerinin çalışanın işletmeye olan duygusal bağlılığını en çok etkileyen faktör olduğu tespit edilmiştir. Tartışma – Kuruluşların yetenekli çalışanları bünyelerine dahil etmek adına birbirleri ile girdikleri savaşta, niteliği yüksek adaylar ve çalışanlar; ‘çalışılabilecek en iyi yer’, ‘en popüler şirket’ gibi markalaşmış firmalar arasından kendilerine cazip gelenleri tercih etmektedirler. Bu aday çalışanları kendilerine çekebilmek ve var olan çalışanlarını da elde tutabilmek adına kuruluşların, insan kaynakları alanında belirli bir imaja sahip olmaları gerekmektedir. Bu noktada son yıllarda gittikçe popüler olmaya başlayan ‘işveren markası’ kavramı, doğru insan kaynağını örgüte kazandırmayı ve örgütsel bağlılık yaratarak elde tutmayı sağlamaktadır

    İşveren Markası ve İşveren Markasının Duygusal Bağlılık Üzerindeki Etkisi: Konaklama İşletmelerinde Bir Uygulama

    Get PDF
    Amaç – İnsan kaynağının büyük öneme sahip olduğu konaklama işletmelerinde, çalışanların işveren markası algılamalarının ve örgütsel bağlılıklarının, hangi demografik özelliklere göre değişiklik gösterdiği ve işveren markası algılamalarının duygusal bağlılık üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla bu çalışma yapılmıştır. Yöntem – Çalışmada, önde gelen zincir marka otellerin toplamda 387 çalışanına anket tekniği ile sorular yöneltilmiştir. Elde edilen veriler SPSS programında frekans dağılımı, faktör analizi, t-testi, varyans analizi, korelasyon ve regresyon analizi yapılarak değerlendirilmiştir. Bulgular – Yapılan faktör analizi sonucunda çalışanların işveren markası algılarının beş boyuttan oluştuğu (uygulama, sosyal, ekonomik, ilgi, gelişim) belirlenmiştir. Çalışanların işveren markası algılamalarının ve örgütsel bağlılıklarının demografik özelliklerden turizm eğitimi alma, yaş, çalışma süresi değişkenlerine göre anlamlı bir farklılık gösterdiği tespit edilmiştir. Turizm eğitimi alan çalışanların işletme tercihinde sosyal, ilgi ve gelişim değerini daha fazla önemsedikleri belirlenmiştir. Çalışanların işveren markası algısının tüm boyutlarının duygusal bağlılıkları üzerinde pozitif yönlü bir ilişkinin olduğu ve işletmenin sunduğu uygulama değerinin çalışanın işletmeye olan duygusal bağlılığını en çok etkileyen faktör olduğu tespit edilmiştir. Tartışma – Kuruluşların yetenekli çalışanları bünyelerine dahil etmek adına birbirleri ile girdikleri savaşta, niteliği yüksek adaylar ve çalışanlar; ‘çalışılabilecek en iyi yer’, ‘en popüler şirket’ gibi markalaşmış firmalar arasından kendilerine cazip gelenleri tercih etmektedirler. Bu aday çalışanları kendilerine çekebilmek ve var olan çalışanlarını da elde tutabilmek adına kuruluşların, insan kaynakları alanında belirli bir imaja sahip olmaları gerekmektedir. Bu noktada son yıllarda gittikçe popüler olmaya başlayan ‘işveren markası’ kavramı, doğru insan kaynağını örgüte kazandırmayı ve örgütsel bağlılık yaratarak elde tutmayı sağlamaktadır

    Düzce Orman Ürünleri Sanayi İşletmelerinin Yeşil Pazarlama Konusunda Tutum ve Davranışlarının İncelenmesi

    Get PDF
    Gelişen teknoloji ile birlikte çevrenin korunmasına verilen önem giderek artmaktadır. Hem bireysel hem de sivil toplum örgütlerinin çevreye karşı duyarlılığının günden güne artması sonucunda üretici konumunda bulunan işletmeler rakiplerinin önüne geçmek için çevreye daha fazla önem verdiklerini faaliyetlerinde tüketicilere yansıtmak istemektedirler. Bu bağlamda işletmelerin yeşil pazarlama kavramına olan ilgileri de günden güne artış göstermektedir. Yapılan bu çalışma Düzce orman ürünleri sanayi işletmelerinin yeşil pazarlama konusunda tutum ve davranışlarını belirlemeye yönelik bir araştırma niteliğindedir. Bu amaç doğrultusunda Ocak-Nisan 2014 döneminde Düzce ilinde Düzce Ticaret ve Sanayi Odasına Kayıtlı 66 orman endüstri işletmesinin anket yardımıyla incelenmesi hedeflenmiştir. İnceleme sonucunda yapılan istatitiksel analizlerle yeşil pazarlama konusunda Düzce orman ürünleri sanayi işletmelerinin yeşil pazarlama kapsamında yaptıkları faaliyetlerle daha yüksek bir tatmine ve müşteri memnuniyetine ulaştıkları belirlenmiştir. Yeşil pazarlama kapsamında işletmelerin daha fazla sorumluluk almaları gerektiği ve bunun sonucunda da daha yüksek finansmana gereksinim duydukları belirtilirken, işletmelerin yeşil pazarlamaya verecekleri önemle güvenilirliklerini arttıracağı görülmüştür

    The value of adjacent vessel sign in malignant breast tumors

    Get PDF
    PURPOSEThe aim of this study was to evaluate the prognostic quality of adjacent vessel sign (AVS) in malignant breast tumors by comparing it with classical prognostic pathological biomarkers and magnetic resonance imaging (MRI) findings.METHODSA total of 124 patients with 133 malignant lesions were included. All the imaging was performed on a 1.5T Avanto scanner and the images were interpreted according to BI-RADS-MR® (fifth ed.) atlas. Maximum intensity projection (MIP) images were constructed from subtracted post-contrast images and were used to investigate AVS. Histopathological results and MRI findings were compared with AVS.RESULTSInterobserver agreement about AVS status was substantial (κ=0.64). AVS positive lesions were significantly bigger in size (P < .001, AVS negative: median 12 mm, AVS positive: median 31 mm). AVS was significantly associated with increased Ki-67 index and axillary lymph node metastasis (P=.009 and P=.019, respectively). Between AVS and lymphovascular invasion (LVI), there was a trend toward positive relationship (P=.076). MRI findings of T2 hypointensity, peritumoral edema, irregular shape, non-homogeneous contrast enhancement, rapid early contrast enhancement, and skin infiltration showed significant positive relation with AVS (P < .001, P < .001, P < .001, P=.02, P=.021, and P=.021, respectively). AVS is found to be associated with increased Ki-67 index, axillary lymph node metastasis, and some MRI findings that point to malignancy or poor prognosis.CONCLUSIONAVS indicates poor prognosis since it is related to axillary lymph node metastasis, increased Ki-67 index, LVI, peritumoral edema, rapid early contrast enhancement, increased background enhancement, skin extension, T2 hypointensity, non-homogeneous contrast enhancement, irregular lesion shape, and larger tumor size. AVS is an easy to use sign that shows substantial interobserver agreement

    Outcomes of high-risk breast lesions diagnosed using image-guided core needle biopsy: results from a multicenter retrospective study

    Get PDF
    PURPOSEThe clinical management of high-risk lesions using image-guided biopsy is challenging. This study aimed to evaluate the rates at which such lesions were upgraded to malignancy and identify possible predictive factors for upgrading high-risk lesions.METHODSThis retrospective multicenter analysis included 1.343 patients diagnosed with high-risk lesions using an image-guided core needle or vacuum-assisted biopsy (VAB). Only patients managed using an excisional biopsy or with at least one year of documented radiological follow-up were included. For each, the Breast Imaging Reporting and Data System (BI-RADS) category, number of samples, needle thickness, and lesion size were correlated with malignancy upgrade rates in different histologic subtypes. Pearson’s chi-squared test, the Fisher–Freeman–Halton test, and Fisher’s exact test were used for the statistical analyses.RESULTSThe overall upgrade rate was 20.6%, with the highest rates in the subtypes of intraductal papilloma (IP) with atypia (44.7%; 55/123), followed by atypical ductal hyperplasia (ADH) (38.4%; 144/375), lobular neoplasia (LN) (12.7%; 7/55), papilloma without atypia (9.4%; 58/611), flat epithelial atypia (FEA) (8.7%; 10/114), and radial scars (RSs) (4.6%; 3/65). There was a significant relationship between the upgrade rate and BI-RADS category, number of samples, and lesion size Lesion size was the most predictive factor for an upgrade in all subtypes.CONCLUSIONADH and atypical IP showed considerable upgrade rates to malignancy, requiring surgical excision. The LN, IP without atypia, pure FEA, and RS subtypes showed lower malignancy rates when the BI-RADS category was lower and in smaller lesions that had been adequately sampled using VAB. After being discussed in a multidisciplinary meeting, these cases could be managed with follow-up instead of excision

    Türkçede "ne... ne (de)..." Bağlacının Gelişimi

    No full text
    Conjunctios are types of words that conjunct the words, word groups and the sentences. They complete the components in terms of structure, morphes and meaning; and add reason, result, condition, negativity etc. to the sentence they are used. ne… ne (de)… [neither… nor…] which adds the negativity to the sentence, used to conjunct the words and sentences, also used with an affirmative predicate and maintain its usage until Turkey Turkish is the main subject of this thesis. This thesis consists of three main parts. In “First Chapter”, the debates on conjunctions are given chronologically based on the previos studies of philologists, and made a wide classification trial on conjunction. In “The Second Chapter”, the studies on the conjunctions, controversial issues and their contributions are explained. In “The Third Part”, the historical process of “ne…ne (de)…” [neither… nor…] is examined based on studying the first written texts of Turkish and using samples taken from these texts, the structure and contribution of “ne… ne (de)…” [neither… nor…] is classifed widely. In “Conclusion” chapter, the datum reached are submitted as tables.Bağlaçlar kelime, kelime grubu ve cümleleri bağlayan sözcük türleridir. Bağladıkları ögeleri yapı, şekil ve anlam yönünden tamamlar ve kullanıldıkları cümleye sebep, sonuç, şart, olumsuzluk gibi anlamlar katarlar. Bu bağlaçlardan kullanıldığı cümleye olumsuzluk anlamı yükleyen, sözcük, sözcük grubu ve tümceleri bağlamakta kullanılan, genellikle olumlu yüklemle kullanılan ve Türkiye Türkçesine kadar işlekliğini koruyan ne… ne (de)… bağlacı bu tez çalışmasının asıl konusudur. Bu tez çalışması üç ana bölümden oluşmaktadır. “Birinci Bölüm”de bağlaçlar hakkında yapılan tartışmalar, dil bilimcilerin daha önceki çalışmalarından hareketle kronolojik olarak verilmiş ve bağlaçlar için geniş bir tasnif denemesi yapılmıştır. “İkinci Bölüm”de ne… ne (de)… bağlacı üzerinde yapılan çalışmalar, bağlaç üzerindeki tartışmalı konular ve bağlaçların görevleri açıklanmıştır. “Üçüncü Bölüm”de Türkçenin ilk yazılı metinlerinden itibaren incelenen eserlerden hareketle ne… ne (de)… bağlacının tarihî süreç içindeki durumu incelenmiş ve yine bu metinlerden alınan örneklerle ne… ne (de)… bağlacının yapı ve görev bakımından geniş bir tasnifi verilmiştir. “Sonuç” kısmında ise ulaşılan veriler tablolar hâlinde sunulmuştur

    Fen Bilimleri dersinde probleme dayalı öğretim yaklaşımının öğrencilerin problem çözme becerilerine akademik başarılarına etkisinin incelenmesi

    No full text
    06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile 18.06.2018 tarihli “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” gereğince tam metin erişime açılmıştır.Bu çalışmanın amacı probleme dayalı öğretim yaklaşımının, üst düzey düşünme becerileri arasında yer alan problem çözme becerilerine ve akademik başarıya olan etkisini araştırmaktır. Araştırmada karma yöntem desenlerinden eşzamanlı dönüşümsel desen kullanılmıştır. Araştırmanın nicel kısmında ön test- son test yarı deneysel desen kullanılmıştır. Deney grubuna probleme dayalı öğretim yaklaşımı ile öğretim yapılırken, kontrol gurubuna müfredat programına uygun öğretim yapılmıştır. Nitel veriler ise nicel ölçme aracında ölçülmek istenen maddelere paralel sorulan açık uçlu sorulardan elde edilmiştir. Araştırma beşinci sınıf öğrencileri ile Fen Bilimleri Dersi "Işığın Yayılması" ünitesi kapsamında gerçekleştirilmiştir. Deney grubunda 15, kontrol grubunda 15 olmak üzere toplam 30 öğrenci bulunmaktadır. Araştırmada veri toplama aracı olarak, akademik başarı testi ve problem çözme envanteri kullanılmıştır. Elde edilen nicel veriler, bağımsız örneklemler t-testi ve Wilcoxon işaretli sıralar testi ile analiz edilmiştir. Deney ve kontrol gruplarının akademik başarı ve problem çözme becerilerine ilişkin yapılan analiz sonuçlarına göre iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Öğrencilerin akademik başarı ve problem çözme becerilerine ilişkin elde edilen bulgular ayrı ayrı değerlendirilmiş ve tartışılmıştır. Araştırmanın nitel verileri ise, akademik başarı testinin ikinci aşamasından elde edilmiş ve bu veriler kullanılarak yapılan analiz sonucunda PDÖ yaklaşımıyla öğrenim gören öğrencilerin konuyu deney grubuna göre daha iyi kavradıkları, öğrendikleri bilgiler arasında daha anlamlı ilişkiler kurabildikleri sonucuna ulaşılmıştır. Anahtar Kelimeler: Probleme Dayalı Öğrenme, Problem Çözme Becerileri, Akademik Başarı, Fen Bilimleri, Işığın Yayılması.The purpose of this study is to investigate the effect of problem-based teaching approach on academic achievement and problem solving skills which is one of the higher order thinking skills. A concurrent transformative design which is one of the mixed method designs was used in the study. In the quantitative part of the study, pretest-posttest quasi-experimental design was used. The experimental group was taught with problem-based teaching approach, while the control group was taught by following the National Curriculum. Qualitative data were obtained from open-ended questions asked in parallel with the items to be measured in the quantitative measurement instrument. The study was carried out within the scope of the 5th Grade students' Science Course "Spread of Light" subject. A total of 30 5th grade students, 15 in the experimental group and 15 in the control group, participated in the study. Academic achievement test and problem solving inventory were used as data collection tool. The collected data were analysed by independent samples t-test and Wilcoxon rank sum test. There were no statistically significant differences between the two groups according to the results of the analysis on the academic achievement and problem solving skills of the experimental and control groups. The results of the students' academic achievement and problem solving skills were evaluated and discussed separately. The qualitative data of the study were obtained from the second stage of the academic achievement test and it was concluded that the students who are studying with PBL approach have a better understanding of the subject and found more meaningful relationships between the information they have learned. Key Words: Problem Based Learning, Problem Solving Skills, Academic Achievement, Science, Spread of Light

    Hematopoetik Kök Hücre Nakli Yapılan Hastalarda Metabolik Sendrom Gelişimi, Risk Faktörleri Ve Kan Basıncı Değişkenliği İle İlişkisi

    No full text
    Amaç: Hematopoetik Kök Hücre Nakli (HKHN), malign ve malign olmayan hematolojik, hematolojik olmayan hastalıklarda (solid organ tm, otoimmün hastalıklar vb) küratif tedavi seçeneği olarak genel kabul gören bir tedavi şeklidir. Erken (ilk 3 ay) ve geç (3 ay sonrası) dönemde komplikasyonlar gelişebilmektedir. Bu komplikasyonlardan birisi de metabolik sendromdur (MetS). Kan basıncı gün içerisinde salınan farklı nörohumoral sistemler arasındaki etkileşim nedeniyle dalgalanmalar gösterir. Endotel disfonksiyonu ve ateroskleroz gelişiminde yüksek kan basıncı değişkenliği (KBD) primer suçlu etken olarak gösterilmiştir. Ambulatuar kan basıncı monitörizasyonu (ABPM) ile KBD’nin derecesi hesaplandığında, KBD’nin uzun dönem prognozda hedef organ hasarı, KVH riski ile ilişkili olduğu görülmüştür. Ayrıca KBD gösterenlerde karotis intima media kalınlığının (IMK) daha fazla olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada HKHN sonrası MetS gelişimi ve etki eden faktörlerin gözden geçirilmesi, nakil yapılan hastalarda KBD ve KBD’nin MetS, GvHH ile ilişkisinin gösterilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmada HKHN üzerinden en az 12 ay geçmiş, remisyonda izlenen 33 allojeneik KHN (AKHN), 15 otolog KHN toplamda 48 HKHN olgusu ve 20 sağlıklı kontrol grubu olgusu rutin poliklinik başvuruları sırasında kesitsel olarak değerlendirildi. MetS tanısı NCEP ATP-III (2005) kriterleri kullanılarak belirlendi. Bütün hastalara ABPM cihazı yerleştirildi. 24 saatlik süre boyunca gündüz 20 dakika, gece 30 dakikalık aralıklarla kan basıncı ölçümleri yapıldı. KBD avarage real variability (ARV) index yöntemi kullanılarak 75 hesaplandı. Karotis IMK ölçümleri radyoloji bölümünce aynı uzman tarafından ultrasonografik olarak değerlendirildi. Bulgular: HKHN yapılanların (n=48) 26’sı erkek (%54.2), 22’si (%45.8) kadın hastalardan oluşmaktaydı. Ortanca yaş değeri 51, kontrol grubunun ise 49 idi. Ortanca primer hastalık tanı ve nakil yaşı 47 idi. Transplantasyon üzerinden geçen süre ortalama 48 ay idi. Hastaların %33.3’ü (n=16) Akut Myeloid Lösemi (AML), %27.1’i (n=13) Multiple Myelom (MM), %22.9’u (n=11) Akut Lenfositik Lösemi (ALL) tanısına sahipti. AKHN yapılan hastaların 24’ünde (%72.7) GvHH gelişmişti. HKHN yapılan hastaların %37.5’inde MetS geliştiği saptandı. Hastaların %55.5’i erkek iken, %44.5’i kadın hastalardan oluşmaktaydı. 18 hastanın 10’u (%55.5) allojeneik, 8’i (%44.5) otolog nakil yapılan hasta idi. MetS’lu hastalarda bel çevresi yüksekliği %88.8 oranla ilk sırada, hiperglisemi %77.8 oranla 2.sırada, ardından trigliserid yüksekliği %72.2 ile 3.sırada yer aldı. MetS’lu hastalar ile kontrol grubu karşılaştırmasında hastaların 24 saat sistolik ARV (p=0.003), diyastolik ARV (p=0.003), nabız ARV (p=0.043), gündüz sistolik ARV (p=0.030), gece sistolik ARV (p=0.022), CRP (p=0.021) ve ferritin (p<0.001) ortalama değerleri kontrol grubundan belirgin olarak yüksek saptandı. GvHH’li hastalar ile kontrol grubu kıyaslamasında 24 saat sistolik ARV (p=0.016), diyastolik ARV (p=0.011), nabız ARV (p=0.005), ortalama nabız (p=0.012), ferritin (p=0.001) ve trigliserid (p=0.037) ortalama değerleri kontrol grubundan belirgin olarak yüksek saptandı. HKHN yapılan hasta grubu 24 saat sistolik ARV değerlerine göre <8.4 ve ≥8.4, diyastolik ARV‘ye göre <7 ve ≥7, nabız ARV’ye göre <6.3 ve ≥6.3 olmak üzere 2’li gruplara ayrıldı. Bu gruplar kendi içerisinde proteinüri, kreatinin, GFH, karotis IMK değerleri kullanılarak 76 hedef organ hasarı açısından değerlendirildi. ARV değerleriyle ilişkili anlamlı farklılık izlenmedi. HKHN yapılan hastalarla kontrol grubu hastaları karotis IMK değerleri açısından kıyaslandı ve anlamlı farklılık izlenmedi (p=0.087). Sonuç: Bu çalışmada HKHN’nin önemli bir geç dönem komplikasyonu olan MetS oranları değerlendirilmiştir. Genel popülasyona göre artmış olarak saptanmış ve literatür verileriyle uyumlu olarak bulunmuştur. Nakil öncesi yoğun kemoterapi, total vücut ışınlaması (TBI), kortikosteroidlerin insülin direnci, hipertansiyon, hipertrigliseridemi, obezite ile ilişkisi göz önüne alındığında HKHN sonrası MetS gelişmesinde etkili olduğu düşünülmektedir. Benzer şekilde, kalsinörin inhibitörleri ve mTor inhibitörleri gibi immünsupresifler; hiperlipidemi, hipertansiyon ve insülin direncine neden olabilir. Bu hastalarda proinflamatuar sitokinler ayrıca akut ve kronik GvHH'nin aracıları olarak işlev görür ve hiperlipidemi ile de ilişkilendirilmiştir. Hiperlipidemi ve hipergliseminin sonucu olan ateroskleroz kardiyovasküler komplikasyon olarak karşımıza çıkmaktadır. Transplantasyon sırasında yüksek doz ve farklı kemoterapi rejimleri veya nakil nedeniyle immun sistemdeki değişimler inflamasyonu tetikleyerek ateroskleroz gelişimini kolaylaştırmaktadır. Bu çalışmada ilk kez HKHN yapılan olgularda KBD gösterilmiş ve 24 saat ARV değerlerinde kontrol grubu ile kıyaslandığında anlamlı farklı bulunmuştur. KBD yüksek olan bu hasta grubunun subklinik organ hasarı, kardiyovasküler hastalıklar ve nakil sonrası uzun dönemde ateroskleroz gelişimi açısından yakın takip edilmesi gerekmektedir. KBD’nin hem MetS hem GvHH gelişen hastalarda yüksek saptanmış olması, inflamasyonun önemini bir kez daha ortaya koymuştur. HKHN yapılan hastalar primer hastalıklarından bağımsız olarak uygulanan işlem, kullanılan ilaçlar ve karşılaşılan komplikasyon 77 bağlamında kardiyovasküler olay gelişimine yatkınlık oluşturabilecek hastalardır. Bu nedenle bu hastalarda uzun dönemde kardiyovasküler korumaya yönelik takiplerinin iyi yapılması ve MetS açısından iyi değerlendirilmesi, takip ve tedavi edilmeleri gereklidir.Aim: Hematopoietic Stem Cell Transplantation (HSCT) is common accepted as a curative treatment option for malignant and non-malignant hematologic and non-hematologic diseases (solid organ tm, autoimmune diseases, etc.). Complications may occur in the early (first 3 months) and late (3 months later) periods. One of these complications is metabolic syndrome (MetS). Blood pressure shows fluctuations due to interaction between different neurohumoral systems released during the day. It has been shown that the high blood pressure variability (BPV) to be the primary criminal in the development of endothelial dysfunction and atherosclerosis. When the degree of BPV was calculated with ambulatory blood pressure monitoring (ABPM), it was found that BPV was associated with target organ damage and BPV risk in long-term prognosis. Furthermore, carotid intima media thickness (CIMT) was found to be higher in patients with high BPV. In this study, we aimed to demonstrate the relationship between BPV and BPV with MetS and GvHD in transplanted patients and review the development of MetS after HSCT and to determine the risk factors contribute to this. Material and Method: In this study, total 48 HSCT patients who were followed at remission for at least 12 months after HSCT: 33 allogeneic HSCT (AKHN), 15 autologous HSCT, and 20 healthy cases for control group were evaluated cross-sectionally during their routine outpatient visits. The diagnosis of MetS was determined using the NCEP ATP-III (2005) criteria. ABPM device was placed in all patients. Blood pressure measurements were performed for 24 hour at intervals of 20 minutes during the day, 30 minutes during night. BPV was calculated with 79 avarage real variability (ARV) index method. Carotid intima media thickness (CIMT) measurements were evaluated ultrasonographically by the same specialist in radiology department. Results: 26 (54.2%) were male and 22 (45.8%) were female, of 48 patients who undergo HSCT (n = 48). The median age was 51 years while control group median age was 49 years. Primary diagnosis and transplant median age was 47 years. Mean time after transplantation was 48 months. 33.3% (n = 16) of the patients had acute myeloid leukemia (AML), 27.1% (n = 13) had multiple myeloma (MM), 22.9% (n = 11) had acute lymphocytic leukemia (ALL) diagnosis. GvHD developed in 24 (72.7%) patients who underwent AKHN. It was founded that MetS developed in 37.5% of patients who underwent HSCT. 10 (55.5%) were allogeneic and 8 (44.5%) were autologous transplant patients of these 18 patient. In patients with MetS, increased waist circumference was seen in first place with 88.8%, hyperglycemia was seen in second place with 77.8% and then triglyceride height was seen in third place with 72.2%. In comparison of patients with MetS and control group, it was found that 24-hour systolic ARV (p = 0.003), diastolic ARV (p = 0.003), heart rate ARV (p = 0.043), daytime systolic ARV (p = 0.030), night systolic ARV (p = 0.022), CRP (p = 0.021) and ferritin (p <0.001) mean values were significantly higher than the control group. In comparison with GvHD patients and control group, it was found that, 24-hour systolic ARV (p = 0.016), diastolic ARV (p = 0.011), pulse ARV (p = 0.005), mean pulse (p = 0.012), ferritin (p = 0.001) and triglyceride (p = 0.037) mean values were significantly higher than the control group. The patients who 80 underwent HSCT were divided into two groups: <8.4 and ≥8.4 according to 24-hour systolic ARV, <7 and ≥7 according to diastolic ARV, <6.3 and ≥6.3 according to pulse ARV. These groups were evaluated within themselves for target organ damage by using proteinuria, creatinine, GFR, CIMT values. There was no significant difference between ARV values. HSCT and control group patients were compared in terms of CIMT values and no significant difference was observed (p = 0.087). Discussion: In this study, MetS rates, an important late-stage complication of HSCT, were evaluated. It was found to be increased compared to the general population and was consistent with the literature data. Intensive chemotherapy before transplantation, total body irradiation (TBI), insulin resistance of corticosteroids, hypertension, hypertriglyceridemia and obesity are considered to be effective in the development of MetS after HSCT. Similarly, immunosuppressants such as calcineurin inhibitors and mTor inhibitors may contribute to hyperlipidemia, hypertension and insulin resistance. In these patients, proinflammatory cytokines also act as mediators of acute and chronic GvHD and have been associated with hyperlipidemia. Atherosclerosis which is a result of hyperlipidemia and hyperglycemia is encountered as a cardiovascular complication. During transplantation high dose and different chemotherapy regimens or changes in the immune system trigger inflammation and facilitate the development of atherosclerosis. In this study BPV was shown in HSCT cases and 24-hour ARV values were found to be significantly different compared to the control group fort he first time. This group of patients with high BPV should be closely monitored for subclinical organ damage, cardiovascular disease and long- 81 term development of atherosclerosis after transplantation. Increased level of BPV in patient with GvHD and MetS revealed that the importance of inflammation once again. Patients who undergo HSCT independently of primary diseases may be predisposed to the development of cardiovascular events in the context of the procedure applied, drugs used and complications encountered. Therefore, long-term follow-up of cardiovascular protection should be performed in these patients. Therefore, long-term follow-up for cardiovascular protection, good evaluation, follow-up and treatment for MetS should be performed in these patients

    Status of Moslim Turkish minority in Romania before accession to European Union

    No full text
    YÖK Tez ID: 205992Bu çalışmada Avrupa Birliğinin Ulusal ve Etnik Azınlıkların korunmasıkonusunda Romanya üzerindeki etkisi analiz edilerek, tarihi gelişim sürecinde etkili birsese sahip olmaya çalışan Türk topluluklarının Romanya'daki etnik, kültürel, sosyal vehukuki yapıları incelenmiştir. Diğer taraftan Avrupa Birliğine üyelik sürecindeRomanya'da yapılan Anayasal değişikler, devlet teşkilatındaki yeni düzenlemeler veulusal azınlıklara tanınan haklar çerçevesinde Türk azınlığın kazanımları ortayakonulmuştur.ki dünya savaşı arasındaki dönem, Romanya'da yaşayan azınlıklar bakımındançok modern ve çağdaştı. Marksist ve Leninist politikanın uygulandığı 1948-1989 yıllarıarasında en büyük darbeyi öncelikle azınlıklar almıştır. Ancak Romanya, demokratik vehukuk devletini oluşturduktan sonra ve Avrupa Birliğine giriş sürecinde MüslümanTürk azınlığına sosyal hayatın bütün alanlarında kendi öz benliklerini yaşatmak içinbirçok imkânlar vermiştir. Romanya'da Avrupa topluluğuna girme ve reformlarkonuşulmakta iken Dobruca bölgesinin, azınlıkların problemlerinin çözülmesinde iyi birmodel olduğu belirtilmiştir. Romanya'daki devlet enstitüleri ile sivil toplum örgütleri,insan hakları ve azınlık haklarıyla ilgili programlar geliştirmek için Dobruca'dakiKöstence, Mecidiye Costineşti, Tulcea ve Galati şehirlerini pilot bölge olarakseçmişlerdir. Bu seçim, tesadüfû olarak yapılmamıştır. Bölgede diğer etnik ve diniazınlıkların yanı sıra Türk ve Tatar azınlıklarının da yoğun olarak barış içinde yaşamasınedeniyle tercih edilmiştir.Bölgede 90'lı yıllardan itibaren birçok program geliştirilmiştir. Uygulanan buprogramlar, Romanya Hükümeti'nin desteği ile Türk ve Tatar'ların kurduklarıteşkilatların faaliyetlerinde uygulama alanı bulmuştur. Romanya Devleti azınlıklarınkendilerini ifade edebilmelerine, anadili eğitimine, dinû inanış ve ibadet edebilmelerineimkân tanıyan yasal düzenlemeler yapmıştır. Bu uygulama, Romen siyasetçileri ilepolitikacılarının Türk azınlığına karşı sorumluluğunu yerine getirirken ortayakoydukları samimiyeti göstermiştir.In this study, effects of European Union on the issue of the protection of nationaland ethnic minorities are analyzed and ethnic, cultural, social and legal structure ofTurkish community being influential in the historical development are handled. On theother hand, constitutional amendments in the accession process of Romania to EuropeanUnion reflected the gains of the Turkish minority within the framework of the newarrangements in the organization of the state and the rights granted to the nationalminorities.The period between two world wars was relatively modern and contemporary forthe minorities living in Romania. The strongest impacts of the period between 1948 and1989 when Marxist and Leninist policies implemented were mainly felt on theminorities. However, Romania, following its completion of the formation of democraticand law of state and during the accession period to European Union enabled the Turkishminority to enjoy their self-being in all aspects of the social life. While the accession toEU and reforms were on the agenda of Romania, it was implied that Dobruca regionwould be a good model to settle the problems of the minorities. Provinces of Köstence,Mecidiye Costineşti, Tulcea and Galati in the region of Dobruca were selected as pilotareas by the state institutes and NGOs in Romania for the development of the programsrelated to human rights and rights of minorities. These provinces were not selectedcoincidentally. They were accepted due to the fact that Turkish and Tatar minorities livein the region together with other ethnic and religious minorities in peace.Several programs have been developed in the region since 1990s. Theseprograms have been implemented with the activities conducted under the organizationsestablished by the Turkish and Tatar minorities by the support of the Government ofRomania. The state of Romania laid legal grounds to enable the minorities to havefreedom expression, education in mother tongue and religious habits. It has furtherindicated the sincerity of Romanian politicians and policy makers in fulfillment of theirobligations for the Turkish minority

    Avrupa Birliği Eşiğindeki Romanya’da Müslüman-Türk azınlık

    No full text
    Tez (Yüksek Lisans) -- Kırıkkale Üniversitesi79104
    corecore