116 research outputs found
Yaşamın kutsallığı ve yaşama hakkından vazgeçme
Yaşama hakkından vazgeçme, ölme hakkı ve ötanazi yüzyıllardan beri tartışılan bir konudur. Ötanazinin,ölme hakkı olarak kabul edilip edilemeyeceği sorununun yanı sıra, ötanaziye ilişkin olarak yapılan ayırımlar da tartışma konusu olmuşlardırYaşama hakkından vazgeçme, ölme hakkı ve ötanazi yüzyıllardan beri tartışılan bir konudur. Ötanazinin,ölme hakkı olarak kabul edilip edilemeyeceği sorununun yanı sıra, ötanaziye ilişkin olarak yapılan ayırımlar da tartışma konusu olmuşlardı
Carbohydrate metabolism after one year of using a gestodene containing monophasic oral contraceptive
Aim: To prospectively evaluate the effects of an oral contraceptive containing the progestin gestodene on carbohydrate metabolism in ordinary Turkish women Material / Method: Carbohydrate metabolism was prospectively evaluated in 53 normal women prior to and during their use of monophasic oral contraceptive containing the progestin gestodene plus ethinyl estradiol for one year. The women had a two hour oral glucose tolerance test using 75 gram glucose load, measuring serum glucose and insulin level, performed at the beginning of the contraceptive therapy and after one year. Results: The results demonstrate no significant changes in either of carbohydrate metabolic indices between the two tests. Conclusion: The progestin containing contraceptive pill can be safely used in consideration of the carbohydrate metabolism
Detecting chlamydial infection in women
Chlamydia trachomatis infections are the most common bacterial cause of sexually transmitted disease in the world. In women, these infections often result in such serious reproductive tract complications as pelvic inflamatory disease, infertility, and ectopic pregnancy and an infected woman can pass the infection to her newborn during delivery. The diagnosis of C Trachomatis infections has historically been difficult, but newer chlamydia diagnostic tests have become clinically available in the past decade.Chlamydia trachomatis infections are the most common bacterial cause of sexually transmitted disease in the world. In women, these infections often result in such serious reproductive tract complications as pelvic inflamatory disease, infertility, and ectopic pregnancy and an infected woman can pass the infection to her newborn during delivery. The diagnosis of C Trachomatis infections has historically been difficult, but newer chlamydia diagnostic tests have become clinically available in the past decade
Cerrahi kliniklerinde tedavi edilen barsak tıkanması olgularının retrospektif değerlendirilmesi
Bu çalışmada, 1995-1998 yılları arasında Haydarpaşa Numune Hastanesinde Cerrahi Kliniklerinde barsak tıkanıklığı tanısı almış, yaşları 9 ile 100 arasında değişen, 117 erkek 48 kadın olmak üzere toplam 165 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların sosyoekonomik farklılıkları göz önüne alınmadan yaş, cinsiyet ,özgeçmiş, hastaneye başvuruş süreleri, semptomları, fizik muayane bulguları, hastanede yatış süreleri, aldıkları tanı, biyokimyasal parametreleri, tedavi yaklaşımları ve prognoz ayrıntılı olarak arşiv kayıtlarından incelenmiştir. Çalışmanın sonucunda, son yıllarda barsak tıkanması etyolojisinde hem gelişmiş ülkeler, hem de özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde önemli değişiklikler olduğu yolundaki bulgularla uyumlu sonuçlar elde edilmiştir. Barsak tıkanması nedenleri arasında, önceden geçirilmiş olan cerrahi operasyonlar nedeniyle ortaya çıkan adezyonların ilk sırada geldiği gösterilmiştir. Apandektomi sonucu adezyon oluşumu, en sık görülen nedendir. Bu durum, apandektomilerin en sık yapılan operasyon olmasından kaynaklanır. Apandektomilerin kaçının perfore apandisit olduğunu bilmek önem taşır. Perfore apandisitlerde eğer oran yüksek ise, akut apandisitin erken teşhisi göreceli olarak brit ileus oranını da azaltır. Erken teşhis, Aile Hekimliği uzmanın ilk basamakta önemli bir sorumluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ön sıralarda yer alan malignite sonucu ortaya çıkan barsak tıkanmalarına ülkemizde daha az sıklıkla rastlanmaktadır. Buna neden olarak, ülkemizdeki diyet alışkanlığının gelişmiş ülkelerden farklılık göstermesi ve Türk halkının ortalama yaşam süresinin daha kısa olması düşünülebilir. Volvulus nedenli barsak tıkanmalarının da çalışmamızda daha az görülmesi, diyet alışkanlığı ve yaş ortalaması ile açıklanabilir. Bu verilerin ışığında, barsak tıkanması olgularının teşhisi, muayenesi ve tedavisinin prognoz açısından önem taşıdığı saptanmıştır. Hasta ne kadar erken hekime başvurursa o kadar yüz güldürücü sonuçlar alınabilir, komplikasyonlar azaltılabilir. Aile Hekimliği uzmanının da barsak tıkanıklığı nedeniyle kendisine başvuran hastayı değerlendirmesi ve ilgili acil cerrahi birimle işbirliği önem arz etmektedir.Bu çalışmada, 1995-1998 yılları arasında Haydarpaşa Numune Hastanesinde Cerrahi Kliniklerinde barsak tıkanıklığı tanısı almış, yaşları 9 ile 100 arasında değişen, 117 erkek 48 kadın olmak üzere toplam 165 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların sosyoekonomik farklılıkları göz önüne alınmadan yaş, cinsiyet ,özgeçmiş, hastaneye başvuruş süreleri, semptomları, fizik muayane bulguları, hastanede yatış süreleri, aldıkları tanı, biyokimyasal parametreleri, tedavi yaklaşımları ve prognoz ayrıntılı olarak arşiv kayıtlarından incelenmiştir. Çalışmanın sonucunda, son yıllarda barsak tıkanması etyolojisinde hem gelişmiş ülkeler, hem de özellikle ülkemiz gibi gelişmekte olan ülkelerde önemli değişiklikler olduğu yolundaki bulgularla uyumlu sonuçlar elde edilmiştir. Barsak tıkanması nedenleri arasında, önceden geçirilmiş olan cerrahi operasyonlar nedeniyle ortaya çıkan adezyonların ilk sırada geldiği gösterilmiştir. Apandektomi sonucu adezyon oluşumu, en sık görülen nedendir. Bu durum, apandektomilerin en sık yapılan operasyon olmasından kaynaklanır. Apandektomilerin kaçının perfore apandisit olduğunu bilmek önem taşır. Perfore apandisitlerde eğer oran yüksek ise, akut apandisitin erken teşhisi göreceli olarak brit ileus oranını da azaltır. Erken teşhis, Aile Hekimliği uzmanın ilk basamakta önemli bir sorumluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelişmiş ülkelerde ön sıralarda yer alan malignite sonucu ortaya çıkan barsak tıkanmalarına ülkemizde daha az sıklıkla rastlanmaktadır. Buna neden olarak, ülkemizdeki diyet alışkanlığının gelişmiş ülkelerden farklılık göstermesi ve Türk halkının ortalama yaşam süresinin daha kısa olması düşünülebilir. Volvulus nedenli barsak tıkanmalarının da çalışmamızda daha az görülmesi, diyet alışkanlığı ve yaş ortalaması ile açıklanabilir. Bu verilerin ışığında, barsak tıkanması olgularının teşhisi, muayenesi ve tedavisinin prognoz açısından önem taşıdığı saptanmıştır. Hasta ne kadar erken hekime başvurursa o kadar yüz güldürücü sonuçlar alınabilir, komplikasyonlar azaltılabilir. Aile Hekimliği uzmanının da barsak tıkanıklığı nedeniyle kendisine başvuran hastayı değerlendirmesi ve ilgili acil cerrahi birimle işbirliği önem arz etmektedir
Investigation of the blastocystis hominis frequency in patients with irritable bowel syndrome
AimIn this study, it was aimed to investigate the relationship between Blastocystis hominis infection and inflammatory bowel syndrome (IBS).
Methods: In this study, the frequency of B. hominis in the stool samples of 52 patients applied to Microbiology laboratory and pre-diagnosed with irritable bowel syndrome in January 2013-June 2013 was investigated, retrospectively. Microscopic investigations were evaluated after macroscopic examination. For this purpose, the stool samples of the diarrheal cases were investigated by trichrome staining after they were prepared by native-lugol and formol ethyl acetate concentration method. The results were compared with the examination of 2160 stool samples sent to our laboratory during the same period.
Results: Stool samples of 52 patients pre-diagnosed with IBS were accepted to our laboratory in January 2013-June 2013. 13 of the patients were found as B. hominis positive. Weight loss and anorexia was identified only in one patient while abdominal pain, diarrhea and gas complaints were identified in all of the IBH and B. hominis positive patients. During the same period, parasites were detected in 96 (4.4%) of 2160 stool samples sent to our laboratory and the most common was B. hominis 48 (2.2%). 452 of these patients applied with diarrhea symptoms and B. hominis was detected in 36 samples (7.96%).
Conclusion: The limited studies investigating the presence of B. hominis in patients with irritable bowel syndrome are far from illuminating the role of this agent in disease pathogenesis. We believe that further investigations should be performed. In this study, 25% of the patients were found as positive. J Clin Exp Invest 2014; 5 (2): 242-24
Influences of Toothbrushing and Different Toothpastes on the Surface Roughness and Color Stability of Interim Prosthodontic Materials.
The surface properties and color stability of interim crown materials may vary depending on the toothbrushing procedure. This study aimed to investigate the effects of toothbrushing and different toothpastes on the surface roughness (Ra) and color stability of different interim crown materials. Disc-shaped specimens were prepared from four interim crown materials (Tab 2000 (ChPM), Imident (LaPM), Protemp 4 (ChDM), and Telio-CAD (CadPM)). Specimens were divided into four subgroups for the control group (Cnt) and for simulated toothbrushing with distilled water (Dw) or with two different toothpastes (whitening toothpaste (WTp), activated charcoal toothpaste (ACTp)). The specimens' Ra values were measured before and after 10,000 cycles of toothbrushing. The color parameters were measured and the color differences (ΔE00) were calculated. Data were statistically analyzed by two-way analysis of variance (ANOVA) and Tukey's HSD tests. A significant increase in the Ra values was observed after toothbrushing, except for the LaPM_Dw, ChDM_Dw, and all the CadPM specimens (p < 0.05). Toothbrushing with toothpastes increased the ΔE00 values of all ChPM and ChDM interim materials (p < 0.05). Before and after all toothbrushing procedures, the CadPM specimens had smoother and ChPM specimens had rougher surfaces than the other interim materials. The two tested toothpastes had similar effects on the Ra of all interim materials. Non-perceivable color changes were seen only with the CadPM_Dw group
Immunohistochemical expression of E-Cadherin and ?-catenin in prostate adenocarcinoma and benign prostate hyperplasia
Disruption of the E cadherin mediated complex due to loss or depletion of E cadherin results in epithelial abnormalities and serious developmental impairment in varioustissues and organs. The present study aims to determine E cadherin and ? catenin expression in patients diagnosed with benign prostatic hyperplasia (BPH) and prostatecarcinoma (PCa) based on Gleason scores and investigate the association of these proteins with PSA levels and Gleason scoring. Immunohistochemical staining for Ecadherin and ? catenin was performed in 59 patients diagnosed with PCa and 30 patients with BPH. Mean E cadherin expression was 3.00 in patients diagnosed with BPHand 2.38±0.5 in patients with PCa, with a statistically significant difference between these values (p<0.001). Comparison of PCa cases with PSA <10 versus those withPSA ?10 revealed significantly reduced ? catenin expression in the group with PSA levels ?10 (p<0.001). Loss of E cadherin and ? catenin is known to contribute to thepathogenesis of PCa. We believe that future molecular studies on this subject may further elucidate the association between carcinoma development and the expression ofthese molecules, leading to new therapeutic targets in the treatment of PCa
Postmenopozal kadınlarda el kavrama gücünün kemik mineral yoğunluğu ve D vitamini ile ilişkisi
Amaç: Bu çalışmanın amacı postmenopozal kadınlarda el kavrama gücünün (EKG) kemik mineral yoğunluğu (KMY) ve D vitamin seviyeleri ile ilişkisini değerlendirmektir.Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 131 postmenopozal kadın alındı. EKG Jamar el dinamometresi ile ölçüldü. KMY dual enerji X-ray absorbsiyometri ile lomber omurga ve femur boyun bölgelerinden ölçüldü. Serum 25-hidroksivitamin D (25OHD) seviyeleri tespit edildi.Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 61,2±9,2 yıl idi. Ortalama EKG 22,9 kg idi ve 32 hasta (%24,4) düşük EKG'ye sahipti. Otuz yedi hasta (%28,2) osteoporotik, 62 hasta (%47,3) osteopenikti. Ortalama 25OHD düzeyi 17 ng/mL idi ve 101 hasta (%77,1) D vitamin yetersizliğine sahipti. Osteoporoz, osteopeni ve normal KMY'ye sahip gruplar arasında EKG bakımından anlamlı farklılık vardı (p=0,016). EKG değerleri lomber omurga ve femur boyun kısımlarındaki T skorları ve KMY değerleri ile pozitif korelasyon (p<0,001, r=0,340; p<0,001, r=0,300; p<0,001, r=0,320; p=0,001, r=0,298 sırasıyla), yaş ve menopoz süresi ile negatif korelasyon (p<0,001, r=-0,344; p<0,001, r=-0,318 sırasıyla) gösterdi. Ancak, EKG ve 25OHD seviyeleri arasında herhangi bir ilişki bulunmadı (p=0,860; r=0,016).Sonuç: Osteoporoz tanısı olan postmenopozal kadınlar, normal KMY'ye sahip postmenopozal kadınlardan daha düşük EKG'ye sahiptir ve EKG bu toplumda KMY ile ilişkili iken, D vitamin ile ilişkili değildir. Postmenopozal kadınlardaki osteoporoz risk yönetiminde hastalar kas gücünün artırılması yönünde teşvik edilmelidirlerObjective: The aim of the present study was to evaluate the relationship of hand grip strength (HGS) with bone mineral density (BMD) and vitamin D levels in postmenopausal women.Materials and Methods: One hundred thirty one postmenopausal women were included in this study. HGS was measured by Jamar hand dynamometer. BMD was measured by dual energy X-ray absorptiometry at lumbar spine and femoral neck sites. Serum 25-hydroxyvitamin D (25OHD) levels were measured.Results: The mean age of patients was 61.2±9.2 years. The mean HGS was 22.9 kg and 32 patients (24.4%) had low HGS. Thirty seven patients (28.2%) were osteoporotic and 62 (47.3%) were osteopenic. The mean 25OHD level was 17 ng/mL and 101 (77.1%) patients having vitamin D insufficiency. There was a significant difference in HGS values among groups with osteoporosis, osteopenia, and normal BMD (p=0.016). HGS values demonstrated a positive correlation with T-scores and BMD values at lumbar spine and femoral neck sites (p<0.001, r=0.340; p<0.001, r=0.300; p<0.001, r=0.320; p=0.001, r=0.298, respectively) and negative correlation with age and duration of menopause (p<0.001, r=-0.344; p<0.001, r=-0.318; respectively). However, no significant association was observed between 25OHD levels and HGS (p=0.860, r=0.016).Conclusion: Postmenopausal women with osteoporosis had lower HGS than postmenopausal women with normal BMD, and HGS was significantly correlated with BMD, but not with vitamin D in this population. The patients should be encouraged to increase muscle strength for the risk management of osteoporosis in postmenopausal wome
Effect of thymoquinone on NRF2/NF-kB/MAPK pathway in methotrexate-induced rat testis injury
Objective(s): In this study, we aimed to investigate the protective effect of Thymoquinone (THQ) against testicular damage caused by Methotrexate (MTX).
Materials and Methods: This study consists of 5 groups: Control, Olive oil, THQ, MTX, and MTX+THQ. At the end of the experiment, spermiogram analysis was performed on the rats. In addition, testicular tissues were taken and histopathology, immunohistochemistry, and biochemistry analysis were performed. Biochemical analyses were performed on the serums.
Results: According to the results obtained, spermiogram values, Johnson’s testicular biopsy score, SOD, CAT, GPx, FSH, LH, and testosterone values were statistically significantly decreased in the MTX group compared to the control group. In the MTX+THQ group, spermiogram values, Johnson’s testicular biopsy score, SOD, CAT, GPx, FSH, LH, and testosterone values increased statistically significantly compared to the MTX group. NRF2 and HO-1 immunoreactivity were statistically significantly decreased in the MTX group compared to the control group. In the MTX+THQ group, NRF2 and HO-1 immunoreactivity were statistically significantly increased compared to the MTX group. The level of MDA, which is important in lipid damage, and the level of biochemistry results of TNF-α, IL1-β, and IL-6, which are important markers, and the results of p-NF-kB and P38 immunoreactivity were statistically significantly increased in the MTX group compared to the control group. In the MTX+THQ group, these parameters showed a significant decrease compared to the MTX group.
Conclusion: According to these results, it is thought that THQ will play a protective role against infertility caused by chemotherapy-induced testicular damage
Timokinon metotreksatın neden olduğu kalp hasarını azaltır: sıçanlarda histopatolojik bir çalışma
Purpose: The study aimed to evaluate the effect of thymoquinone on cardiac tissue in MTX-induced cardiac toxicity in rats with various parameters.
Materials and Methods: Group I (n=8) was administered intraperitoneal saline for 10 days. Intraperitoneal olive oil was applied to Group II (n=8) for 10 days. Group III (n=8) received 10 mg/kg Thymoquinone (THQ) intraperitoneally for 10 days. Group IV (n=8) was administered a single dose of 20 mg/kg Methotrexate (MTX), 500 mg/20 ml, intraperitoneally on the 1st day of the experiment. Group V (n=8) MTX: 20 mg/kg single dose intraperitoneally on the 1st day; THQ: 10mg/kg i.p. administered for 10 days. Since Methotrexate was in liquid form, no solvent was used. At the end of the experimental period, the rats were sacrificed for analysis of heart tissue. The structure of heart tissue was evaluated by hematoxylin eosin staining. Immunohistochemically, Connexin-43, HSP90, and HIF 1α antibodies were stained.
Results: Group IV was found to have histopathological deterioration, which was ameliorated by THQ. In addition to this; Connexin-43 immunoreactivity was the lowest in Group IV compared to other groups: 108.5±7.4. Compared to other groups, HSP90 immunoreactivity was highest in Group IV: 103.6±10.4. Compared to other groups, HIF-1α immunoreactivity was highest in Group IV: 95.2 ±9.1.
Conclusion: Thymoquinone has a positive effect on Connexin-43, one of the proteins providing conduction in intercalary discs, HSP90, one of the chaperones in the cell and HIF-1α expression against MTX toxicity. At the same time, THQ provides a significant improvement in cardiac tissue histopathologically by showing a cardioprotective effect
- …