404 research outputs found

    Liyofilize Bıldırcın Yumurtası, Yumurta Beyazı ve Yumurta Sarısının Köpük Oluşturma ve Emülsifikasyon Özelliklerinin Belirlenmesi

    Get PDF
    The aim of the study was to investigate the foaming and emulsifying properties of lyophilized whole quailegg, egg yolk and egg white. The microstructural properties of oil-in-water emulsions of egg powders weredetermined and rheological properties of mayonnaise-like product produced using egg yolk powder wereinvestigated. The highest foaming capacity was recorded for egg white powder at all pH levels. Egg yolkpowder at 1% dispersion level had the highest emulsion activity index value (PG”) with shearthinning behavior. Quail egg yolk powder wassuccessfully used in production of a product having acceptablerheological properties. Consequently, it was shown that lyophilized quail egg powders had potential to beused as alternative foaming and/or emulsifying agents in food productsBu çalışmanın amacı liyofilize edilmiş bıldırcın yumurtası, yumurta beyazı ve yumurta sarısının köpük oluşturma ve emülsifikasyon özelliklerini araştırmaktır. Liyofilize bıldırcın yumurtası tozlarının suda yağ emülsiyonlarının mikroyapısal özellikleri belirlenmiş, yumurta beyazı tozu kullanılarak üretilen mayonez benzeri ürüne ait reolojik özellikler araştırılmıştır. En yüksek köpük oluşturma kapasitesi, tüm pH değerlerinde yumurta beyazı ile elde edilmiştir. En yüksek emülsiyon aktivite endeksi değeri, %1 dispersiyon düzeyinde yumurta sarısı tozu ile elde edilmiştir (PG”) oluşturduğu belirlenmiştir. Liyofilize bıldırcın yumurtası sarısı, kabul edilebilir reolojik özelliklere sahip mayonez benzeri ürün üretiminde başarılı bir şekilde kullanılmıştır. Sonuç olarak, liyofilize bıldırcın yumurtası tozlarının, gıda ürünlerinde köpük oluşturucu ve/veya emülsiyon oluşturucu alternatif bileşen olarak kullanılabilme potansiyelinin mevcut olduğu gösterilmiştir

    A research on the usage habits of food supplements in Thrace Region, Turkey

    Get PDF
    Aim: In this study, a thousand and ten people in the Thrace region in Turkey were examined to determine the usage patterns of food supplements and the factors that affect the preferences of them. Method: The respondents were selected by random sampling method and they were asked to answer questions about the issue either through social networks or face to face. The data obtained from the research were evaluated according to the general demographic groups and the results were expressed with graphs, percentages and statistical data. Findings: According to the research results; The majority of people have the habit of using food supplements, although not regularly. People prefer to consult medical officials with the intention of getting information about their food supplements preferences. It was understood that the product was paid attention to naturalness and quality. Conclusion: Increasing people's awareness about food supplements to prevent the use of unnecessary and incorrect food supplements is very important for public health. For this purpose, awareness raising activities should be carried out by authorized persons and organizations

    A multifaceted relationship between congestion and accidents on highways: evidence from D-100 highway in Istanbul

    Get PDF
    Using a comprehensive traffic flow data for D-100 Highway in Istanbul, this thesis empirically analyzes the effects of congestion on highway accident frequency. Prior studies looked at this relationship in the context of injury and fatal accidents and found accident likelihood to be decreasing with congestion. We concentrate on property damage accidents and found that their likelihood increases with congestion. Moreover, in our data, the relationship is nonlinear: congestion increases accident likelihood under hypercongested traffic conditions but it has no significant effect under (normally) congested traffic conditions

    Investigation Of Sorption Induced Plasticization In Polymeric Co2 Separation Membranes

    Get PDF
    Tez (Doktora) -- İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015Thesis (PhD) -- İstanbul Technical University, Institute of Science and Technology, 2015Membranların ayırma özelliklerine etki eden faktörlerin belirlenmesi membran endüstrisi için çok önemlidir. Ticari gaz ayırma membranlarının çoğu camsı polimerlerden üretilmektedir ve bu polimerler yüksek miktarlarda adsorbe olabilen gazlarla etkileşime girerek membran özelliklerinin değişmesine sebep olan plastizasyona maruz kalmaktadır.   Plastizasyon basınca bağlı bir olaydır ve CO2, H2S ve propan, propilen gibi hidrokarbonların konsantrasyonlarının poliimid gibi camsı polimerlerde yeterince yüksek olduğu durumlarda polimer matrisinin şişmesi nedeniyle oluşmaktadır. Böylece polimerin serbest hacmi ve segmentel hareketliliği artarak polimer zincirindeki birbirine yakın segmentler arasındaki etkileşim azalmaktadır. Bunun sonucunda membranın boyut ayırım yetisini kaybetmesinden dolayı membran geçirgenliği artmakta ve seçiciliği düşmektedir. Plastizasyon yüksek basınçlarda, yüksek gaz akış hızlarında gaz karışımları için daha düşük seçicilik değerlerinin elde edilmesine neden olmaktadır. Bu yüzden her zaman saf gazlar yerine gaz karışımları için testler yapmak daha doğru sonuçlar verecektir. Polimerlerin yapılarına bağlı olarak plastizasyon basınçları ve geçirgenliklerdeki artış miktarları değişmektedir. Yeni malzemeler geliştirildikçe, gaz ayırma performansını etkilediğinden dolayı plastizasyon basıncının belirlenmesi giderek önem kazanmaktadır. Plastizasyonun etkisini azaltarak sürdürülebilir membran performansı elde etmek için bazı özel önlem veya stratejiler gereklidir. Moleküler modellemedeki ilerlemeler CO2’in polimerler üzerindeki plastizasyon etkisinin incelenmesinde ve altındaki fiziğin anlaşılmasında kullanılabilir.  Bu çalışmada, 4,4-(heksafloroizopropiliden) difitalik dianhidrit bazlı poliimidler, kopoliimidler ve polibenzoksazol olarak bilinen ısıl işlemle kimyasal yapısı düzenlenebilen poliimidlerde CO2 plastizasyonu probleminin moleküler simülasyon yöntemleri ile incelenmesi ve moleküler yapı ile plastizasyon arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Elde edilen poliimid yapıları için dönüş yarıçapı, x-ışını spektrumu, kohesiv enerji yoğunluğu, kısmi serbest hacim (FFV) ve camsı geçiş sıcaklığı polimerik membran malzemelerinin dinamiğini anlamak için hesaplanmış ve deneysel verilerle karşılaştırılmıştır. Grand Kanonik Monte Carlo simülasyonları yardımıyla adsorpsiyon simülasyonu gerçekleştirilmiştir. CO2’in adsorpsiyonundan kaynaklanan plastizasyon etkisini görebilmek için adsorpsiyon-dengeleme adımları (SRCs), bir önceki yapı ile en son yapı arasındaki şişme oranı değişmeyinceye kadar uygulanmıştır. FFV değerindeki artış, plastizasyon etkisinin bir göstergesi olarak kullanılmıştır.  Moleküler yapı ile plastizasyon arasındaki ilişkinin ortaya çıkarılması için öncellikle üç farklı poliimid yapısı çalışılmıştır. 35C ve 10 bar’da yapılan CO2 adsorpsiyon ölçümlerinde, CO2 adsorpsiyon kapasitesi ile şişen polimerin FFV değeri orantılıdır. Diğer bir deyişle, aynı FFV değerine sahip olan poliimidler aynı CO2 konsantrasyonuna sahiptirler. Polimer zincirindeki bazı adsorpsiyon birimleriyle CO2 betkileşimlere girerek polimerin konfigürasyonunu değiştirmekte ve FFV değerinde artışa sebep olarak poliimidin plastize olmasını sağlamaktadır. Ayrıca bu sonuç, serbest hacim dağılımından da elde edilebilmektedir. Poliimidlerin başlangıçtaki hacim dağılımları farklılık gösterirken CO2 adsorpsiyonundan sonra hacim dağılımları aynı olmuştur. RDF’ler de poliimidlerin plastizasyona karşı olan dayanıklılıklarının, CO2’in polimer zincirindeki dianhidrit ile diamin arasındaki bağa ulaşılabilirliği ile ilişkili olduğunu göstermektedir.  Aynı poliimidler de 25C ve 1.13 bar’da propan ve propilen adsorpsiyon ölçümleri yapıldığında CO2 gibi bir ilişki görülmemiştir. Propan ve propilenin farklı adsoprsiyon bölgelerini tercih ettiği görülmüştür. Bu yüzden plastizasyonda FFV değerlerinin yanında adsorplanan gaz molekülleri ile polimer yapısında moleküllerin birbirleri ile olan etkileşimlerinin de adsorpsiyonda etkin rol oynadığı görülmüştür.  Son yıllarda yapılan çalışmalarda, polimerik membran film dökümü sırasında kullanılan çözücünün membran performansında etkili olduğu kanıtlanmıştır. Farklı çözücüler kullanılarak farklı gaz geçirgenlik ve seçicilik değerleri elde edilmiştir. Bunun nedenin ise çözücülerin farklı kaynama noktasına sahip olmalarından dolayı polimerin istenilen konsigürasyonuna alabilmesi için yeterli süreye izin verip vermemesinden kaynaklandığı iddia edilmektedir. Ayrıca polimer matrisi içerisinde kalan çözücülerinde plastizasyona sebep olarak membranın farklı performans sergilemesine sebep olduğu gözlenmiştir. Yapılan çalışmalarda, üstün kurutma çalışmalarına rağmen belli oranda çözücünün polimerin içine hapsolduğu bulunmuştur. Ayrıca az miktarda polimer içine hapsolan çözücünün antiplastizasyon özelliği gösterdiği görülmüştür. Bu tez kapsamında 6FDA-DAM ve 6FDA-ODA polimerlerine ağırlıkça % 1, 2 ve 4 NMP ve THF çözücülerinin etkisi incelenmiştir. Yüksek çözücü içeriğinde CO2 ve çözücü sayesinde FFV değerlerinde çok daha fazla artış görülmüştür. Çok az çözücünün bile ayırma performansında değişikliklere sebep olduğu doğrulanmıştır. Ayrıca her iki polimerde de NMP çözücüsünün CO2 ile farklı etkilerden (plastize ve anti-plastize) dolayı yarış halinde olduğu, % FFV artış değerlerindeki minimumdan gözlenebilmektedir. Yapı-geçirgenlik ilişkilerinin deneysel olarak belirlenmesi oldukça zahmetli, masraflı ve zaman alan bir süreç olduğundan bu ilişkinin teorik olarak belirlenebilmesi potansiyel membran malzemelerinin ortaya çıkarılmasına olanak vermektedir. Daha önce Park ve Paul tarafından bazı polimerlere uygulanmış olan grup katkısı yöntemi ile Alentiev v.d. tarafından poliimidlere uygulanmış olan grup katkısı yöntemi kopoliimidlere uygulanarak, geçirgenlik ve seçiciliklerinin hesaplanması amaçlanmıştır. Bunun için literatürde sentezlenmiş olan kopoliimidlere ait deneysel geçirgenlik değerleri belirlenmiş ve bu kopoliimidlerin geçirgenlikleri ve ideal seçicilikleri söz konusu grup katkısı yöntemleri ile hesaplanmıştır. Her iki yöntem de kopoliimidlere uygulanabilmiş ancak Alentiev v.d. tarafından önerilmiş olan grup katkısı yönteminin deneysel değerlere daha yakın sonuçlar verdiği görülmüştür. Daha sonra farklı monomer kombinasyonları yapılarak yeni 2200 tane kopoliimid için Alentiev v.d. yönteminin grup katkısı yöntemiyle H2, O2, He, CO2, N2, ve CH4 geçirgenlikleri ve O2/N2, CO2/CH4, H2/CO2, H2/N2, ve CO2/N2 seçicilikleri hesaplanmıştır. Özellikle CO2 gaz ayrımı için üstün performans gösteren kopoliimidler belirlenmiştir. Bu kısımda, bir önceki bölümde seçilmiş olan 6FDA/BTDA-pBAPS, 6FDA-pBAPS/mPDA ve 6FDA-pBAPS/DABA kopolimidlerinin plastizasyon davranımı incelenmiştir. Bilindiği gibi membranların endüstriyel alanda kullanılabilmesi için üstün performanslarının yanında plastizasyona karşı dirençli olması da istenmektedir. Üç kopoliimid arasında 6FDA/BTDA-pBAPS en yüksek CO2 ve CH4 adsorpsiyon katsayısına sahiptir, bu da 6FDA/BTDA-pBAPS kopoliimidinin plastizasyon davranımı modellendikten sonra elde edilen kısmi serbest hacmin en yüksek olduğunu göstermektedir. Kopoliimid matrislerinin FFV değerleri dengeleme sonrası aynıyken, plastizasyon davranımı modellendikten sonra değişmiştir. 6FDA-pBAPS/DABA kopoliimidi en düşük FFV’a sahiptir. Bunun nedeni yüksek Tg’ye sahip olmasından da anlaşıldığı gibi sert bir iskelete sahip olmasıdır. RDF’ler incelendiğinde, bütün kopoliimidlerde pBAPS diaminindeki sülfon grubu CO2 tarafından en çok tercih edilen sorpsiyon bölgesidir. CO2’in bu bölgeye tercihi en çok 6FDA/BTDA-pBAPS kopoliimidinde gözükürken, en az 6FDA-pBAPS/DABA kopoliimidinde görülmüştür. Diğer tercih edilen bölgeler ise dianhidritlerdeki azot ve oksijen gruplarıdır. 6FDA-pBAPS/DABA kopoliimidinde diğer kopoliimidlere nazaran DABA diaminindeki oksijen grubu da CO2 için önemli bir sorpsiyon bölgesidir ve bu grup polimer zincirinin sertliğini arttırmaktadır. En son kısımda ise ısıl işemle yapısı değiştirilmiş polimerlerin plastizasyon davranımı incelenmiştir. Temelde bu polimerler polibenzoksazollerdir, fakat bir çok çözücüde çözünememelerinden dolayı membran alanında uzun yıllar boyunca kullanılmamışlardır. Ancak bazı poliimidlerin ısıl işelmle reaksiyona girip bu polimerlere dönüştüğü keşfedilmiş ve ilk önce poliimid sentezleyip, film oluşturup daha sonra termal işleme tabi tutarak bu polimerler elde edilmiştir. Yüksek gaz ayırma performanslarından dolayı ilgi görmüşlerdir. Bu polimerlerde, diamin ile dianhidrit arasında yer alan bağdaki azot atomu poliimidlerdeki gibi ana zincirde değil, beşli halkanın içerisinde yer almaktadır. Simülasyon çalışmalarında CO2’in azot atomuna olan afinitesi bu polimerde poliimidlere göre daha azdır. Hem CO2 affinitesisn daha az olması hem de bu polimerlerin zincir iskeletinin sert olmasından dolayı plastizasyona karşı daha dayanıklı olduğu ve 40 atm’de bile poliimidlere kıyasla çok az FFV değerinde artış olduğu yapılan simülasyon çalışmasında görülmüştür. Sonuç olarak, platizasyonu incelerden FFV değerindeki artış önemli bir parametre olarak kullanılmıştır. Şişmiş poliimid yapısının FFV değerinin veya SRCs adımlarının sonunda elde edilen FFV değerindeki artışın iki faktöre bağlı olduğunu göstermektedir. Bunlar, dianhidrit ile diamin bağının dihedral açısının dağılımı yardımıyla gözlenilen polimer iskeletinin esnekliği ve radyal dağılım fonksiyonu ile desteklenen, CO2 ile polimerin tekrarlanan birimindeki adsorpsiyon gruplarının etkileşimidir. Örneğin, –SO2– ve –O– gibi grupların polimer zincirinin iskeletinde yer alması esneklik kazandırarak plastizasyonu arttırırken, –CF3, –CH3 ve –COOH gibi yan grupların varlığı da çeşitli etkileşimlerle polimer zincirine etkileyerek plastizasyon etkisini azaltmaktadır. Bu bulgu, birçok dianhidrit ve diamin arasından, CO2’in adsorpsiyonundan kaynaklı plastizasyona dayanıklı en uygun bileşimi incelememizi sağlayabilir.Understanding the factors effecting the separation properties of membranes is important for membrane industry. Most commercial gas separation membranes are prepared from glassy polymers which are affected by highly sorbing gases. Plasticization is a pressure dependent phenomena and occurs when the concentration of gases, such as CO2, H2S, and condensable hydrocarbons, such as propylene and propane, in glassy polymers is high enough to cause swelling in the polymer, i.e. disrupt chain packing and increase fractional free volume (FFV) and inter-segmental mobility. Hence, the selectivity of the membrane decreases significantly due to the loss in size discrimination ability. Moreover, plasticization often results in higher gas flux but lower mixed gas selectivities, particularly at high pressures, therefore it is important to test membranes with mixed gas compositions.  The relative increase in permeability and plasticization pressure vary from polymer to polymer, highlighting the continuing need to explore plasticization in greater depth as new materials are developed. A fundamental understanding of penetrant induced plasticization is needed to design high performance membranes. Considering the difficulties associated with high pressure separation experiments, advances in molecular modelling can be a remarkable tool to quantitatively investigate penetrant induced plasticization and understand the physics behind it.  In this thesis, molecular simulation techniques were used to estimate the degree of CO2 induced plasticization in various 4,4-hexafluoroisopropylidene-diphthalic anhydride based polyimides (PIs), co-PIs and a thermally rearranged polymer known as polybenzoxazole. The structural properties, such as glass transition temperature, FFV and its distribution, d-spacing, and cohesive energy density, along with sorption isotherms were investigated to understand the dynamics of these polymeric membranes and compared with experimental results. The sorption simulations were carried out in the Grand Canonical Monte Carlo ensemble. To reproduce the CO2-induced plasticization effect, sorption-relaxation cycles (SRCs) were applied until the CO2 concentration converges. The increase in the FFV of the resulting polymer structure was considered as the extent of plasticization.  Results indicate that the FFV of the swollen PI or the increase in FFV after SRCs depend on two factors: (1) the backbone flexibility which was defined by using dihedral distribution of dianhydride-diamine linkage and (2) particular interactions between CO2 and defined sorption sites in polymer repeat unit which was supported by radial distribution functions (RDFs) in this study. For instance, the linkages which are present in the backbone of polymer chain such as –SO2– and –O– may lead to an increase in polymer flexibility and hence the plasticization effect. On the other hand, the side groups such as –CF3, –CH3 and –COOH may affect the polymer backbone with different interactions between CO2 and decrease the plasticization effect. This proposal may lead to an efficient screening of suitable combinations of diamine and dianhydride pairs among hundreds that are resistant to sorption-induced plasticization.DoktoraPh

    The profession of veterinary in period of early islāmic history

    Get PDF
    Günümüzde veteriner hekimlik olarak bilinen baytarlık mesleği İslâm tarihinde araştırılması geri planda kalmış mesleklerden biridir. Hâlbuki hayvanlar, söz konusu dönemde cihatlardaki başarılardan İslâm medeniyetinin kurulmasına kadar birçok alanda Müslümanların en önemli yardımcısı olmuştur. Hayvanların güçlü olması ve istenilen verimin alınması için bakımlarının yapılması, sağlıklarının korunması, hastalandıklarında tedavi edilmesi gibi faaliyetler baytarlar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada amaç baytarlık mesleğinin İslâm tarihinin ilk dönemlerinde etkin faaliyetler içerisinde olduğunu ortaya koymaktır. Tabiplik kadar ilgi görmese de baytarlık mesleği Cahiliye dönemi dâhil olmak üzere İslâm tarihinin ilk dönemlerinden itibaren aktif olarak yürütülmüş, baytarlar ordu ve saray gibi devlet kurumlarında düzenli maaş alarak çalışmışlardır. Ayrıca baytarlar, yolculuk sırasında hastalanan hayvanlar için yol güzergâhlarına seyyar klinikler kurmuşlardır. Veteriner tarihinin en meşhur baytarlarından biri olarak kabul edilen İbn Ahî Hizâm (ö. 3./9. yüzyıl) bu dönemde yetişmiş ve İslâm medeniyetinde baytarlık mesleği alanında ilk özgün eser olan Kitâbü’l-hayl ve’l-fürûsiyye ve’l-baytara’yı kaleme almıştır.Veterinary profession in the history of Islām is one of the fields that has not been sufficiently researched. However, animals, that were the greatest helpers of people in period of early Islāmic history, had played a major role in many areas from the success of Muslims in jihads to the establishment of Islāmic civilization. Activities such as caring for the animals to be strong and getting the desired efficiency, protecting their health and treating them when they got sick were carried out by veterinaries. The aim of this study is to prove that the profession of veterinary was active in the early periods of Islāmic History. Although the veterinary medicine did not attract as much attention as human medicine, this profession had been actively carried out since the early periods of Islāmic History, including the period of Jahiliyyah, and veterinarians had worked in government institutions such as the army and palace with regular salaries. In addition, they had set up mobile clinics on different routes/paths for animals that get sick during the journey. Ibn Akhī Hizâm (d. 3./9. centuries), who is considered to be one of the most famous veterinarians in the history, lived in this period and wrote the Kitâb al-khayl wa’lfurûsiyye wa’l-bayṭara, the first original work in the field of veterinary profession in Islāmic civilization

    6502 sayılı tüketicinin korunması hakkında kanun kapsamında tüketici uyuşmazlıkları ve çözüm yolları

    Get PDF
    Bu çalışmada, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında tüketici uyuşmazlıkları ve bu uyuşmazlıkların çözüm yolları incelenmiştir. Öncelikle, tüketici hukukuna ilişkin genel bilgi verilmiştir. Bu doğrultuda, tüketici hukukunun genel kavramlarını teşkil eden tüketici kavramı ile; satıcı-sağlayıcı ve tüketici işlemi kavramları açıklanmıştır. Ardından tüketicinin korunmasının nedenleri, Kanun’un kapsamı ve tüketici hukukunun tarihsel gelişimi üzerinde durulmuştur. İkinci bölümde, çalışmamızın esas konusunu oluşturan tüketici uyuşmazlıkları kavramı belirlenmiştir. Kanun’da düzenlenen tüketici sözleşmelerinden doğabilecek uyuşmazlıklar Yargıtay kararları ışığında tek tek açıklanmış; ayrıca tüketici örgütleri ile Bakanlık tarafından açılabilecek davalar da belirtilmiştir. Üçüncü bölümde ise, tüketici uyuşmazlıklarının çözüm yollarına geniş yer verilmiştir. Bu kapsamda tüketici hakem heyetleri ile tüketici mahkemeleri incelenmiş; bunun yanı sıra hukuk sistemimizde yer alan diğer uyuşmazlık çözüm yollarına başvuru durumları değerlendirilmiştir

    A Study on the Consistency of Different Methods Used in Structural Analysis

    Get PDF
    Mevcut yapıların deprem güveliklerinin belirlenmesi için performans analizleri yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışma, son yıllarda geliştirilen ve yazılım programlarında da yer almaya başlayan yapıların deprem performanslarının belirlenmesi ile ilgili yöntemlerin tutarlılığının örnek bir betonarme binaya uygulanmasını konu edinmiştir. Bu çalışmada, beş katlı düzenli bir aks sistemine sahip, taşıyıcı sistemi salt çerçeveden oluşan yeni bir betonarme yapı seçilmiş ve mevcut bir bina olarak kabul edilmiş olup alternatif analiz yöntemlerini uygulamak ve aralarında bir karşılaştırma yapılması amaçlanmıştır. Seçilen örnek betonarme bina için SEISMOSTRUCT yazılım programında yer alan dinamik zaman tanım alanı analizi, artımsal dinamik analizi ve statik zaman tanım alanı analizi yapılmıştır. Bu analizler hakkında bilgi verilmiş ve elde edilen sonuçlar karşılaştırılmıştır. Çalışmadaki amaç kullanılan yapı performanslarını hesaplanmasında kullanılan bu yöntemlerin birbirleri ile tutarlılığını ortaya koymaktır. Çalışmada kullanılan her üç yöntem için tepe yer değiştirmeleri yaklaşık olarak birbirine eşit çıkmıştır. Kullanılan her iki dinamik analiz sonucunda taban kesme kuvvetleri ve bu kuvvetlere ulaşılma zamanı, yapının göçme zamanı ile maksimum deplasmana ulaşılma zamanları birbirlerine eşit çıkmıştır. Sonuçların birbirinden çok farklı çıkmaması ilgili yöntemlerin kullanılabilirliğini ortaya koymaktadır.Performance analyses are widely used to determine the earthquake safety of existing buildings. This study deals with the application of the consistency of the methods to a sample concrete building. These methods are related to the determination of earthquake performances of structures that have been developed in recent years and which are already included in software programs. In this study, a new concrete building, having a five-story regular axis system and whose load-bearing system consists only of a frame, was selected and accepted as an existing building, and it was aimed to apply alternative analysis methods and make a comparison between them. Dynamic time-history analysis, incremental dynamic analysis and static time-history analysis that are included in the SEISMOSTRUCT software program were conducted for the selected sample concrete building. Information about these analyses was given and the results obtained were compared. The purpose of the study is to demonstrate the consistency of these methods, which were used to calculate the structural performances used, with each other. For all three methods used in the study, the peak displacements were approximately equal to each other. As a result of both dynamic analyzes used, the base shear forces and the times of reaching these forces, the time of collapse of the building and the times of reaching the maximum displacement were equal to each other. The fact that the results were not very different from each other reveals the usability of the related methods

    Ekmek Mayasi (Saccharomyces cerevisiae) Fabrika Artiklarindan Ham Invertaz Enzimi Uretimi

    Get PDF
    Invertase enzyme is one of the food additives that our country is dependent on foreign sources. Industrial usage areas of invertase enzyme are invert sugar syrup production, chocolate production, fructo-oligosaccharide synthesis and baby food production. Studies on the production of invertase enzyme from domestic sources at low cost will serve to reduce the foreign dependency of our country in additives. In the present study, the production possibility of invertase enzyme from sieve residue yeast, by-product of baker's yeast (Saccharomyces cerevisiae) factory, was investigated. Crude enzyme extracts obtained from sieve residue yeast (i) spray dried, (ii) lyophilized and (iii) collected in aqueous form were compared with (iv) industrial invertase enzyme sample in terms of enzymatic activity. Every sample was analyzed for enzymatic activity at constant temperature (40°C) and at different pH values between 4 and 7 in order to find out the optimum pH value for highest enzymatic activity. Then, the pH value was kept constant at optimum value and the enzymatic activity was determined at different temperature levels between 30- 65°C. Optimum pH value was determined as 4.5 for all samples and the enzymatic activity was found as 3.30, 2.90, 2.93 and 1.73 U/mL for industrial invertase enzyme, spray dried, lyophilized and aqueous extract, respectively. The analysis at optimum pH of 4.5 and at different temperatures showed that the highest enzymatic activity was screened at 40°C for all samples. Additionally, there was a significant loss of enzymatic activity over 60°C for all samples. Finally, the study showed that sieve residue yeast has a usage potential in invertase production. While this by-product is sold at low price for animal feeding purposes, advanced purification techniques can be used to create value-added product in this sector. © 2022 Namik Kemal University - Agricultural Faculty. All rights reserved

    Brain temperature in healthy and diseased conditions: A review on the special implications of MRS for monitoring brain temperature

    Get PDF
    Brain temperature determines not only an individual's cognitive functionality but also the prognosis and mortality rates of many brain diseases. More specifically, brain temperature not only changes in response to different physiological events like yawning and stretching, but also plays a significant pathophysiological role in a number of neurological and neuropsychiatric illnesses. Here, we have outlined the function of brain hyperthermia in both diseased and healthy states, focusing particularly on the amyloid beta aggregation in Alzheimer's disease

    Evaluating the clinical significance of diazepam binding inhibitor in alzheimer's disease: A comparison with inflammatory, oxidative, and neurodegenerative biomarkers

    Get PDF
    Introduction: Alzheimer's disease (AD) is one of the pathologies that the scientific world is still desperate for. The aim of this study was the investigation of diazepam binding inhibitor (DBI) as a prognostic factor for AD prognosis. Methods: A total of 120 participants were divided into 3 groups. Forty new diagnosed Alzheimer patients (NDG) who have been diagnosed but have not started AD treatment, 40 patients who diagnosed 5 years ago (D5YG), and 40 healthy control groups (CG) were included in the study. Levels of DBI, oxidative stress, inflammatory, and neurodegenerative biomarkers were compared between 3 groups. Results: Plasma levels of DBI, oligomeric Aβ, total tau, glial fibrillary acidic protein, α-synuclein, interleukin (IL) 1β, IL6, tumor necrosis factor α, oxidative stress index, high-sensitive C-reactive protein, and DNA damage were found higher in D5YG and NDG as compared to CG (p < 0.001). On the contrary, plasma levels of total thiol, native thiol, vitamin D and vitamin B12 were lower in D5YG and NDG as compared to CG (p < 0.001). Discussion: DBI may be a potential plasma biomarker and promising drug target for AD. It could help physicians make a comprehensive evaluation with cognitive and neurodegenerative tests
    corecore