Gen verileri üzerinde ilginçlik ölçütleri kullanılarak birliktelik kuralları madenciliğinin uygulanması

Aim: Data mining is the discovery process of beneficial information, not revealed from large-scale data beforehand. One of the fields in which data mining is widely used is health. With data mining, the diagnosis and treatment of the disease and the risk factors affecting the disease can be determined quickly. Association rules are one of the data mining techniques. The aim of this study is to determine patient profiles by obtaining strong association rules with the apriori algorithm, which is one of the association rule algorithms. Material and Method: The data set used in the study consists of 205 acute myocardial infarction (AMI) patients. The patients have also carried the genotype of the FNDC5 (rs3480, rs726344, rs16835198) polymorphisms. Support and confidence measures are used to evaluate the rules obtained in the Apriori algorithm. The rules obtained by these measures are correct but not strong. Therefore, interest measures are used, besides two basic measures, with the aim of obtaining stronger rules. In this study For reaching stronger rules, interest measures lift, conviction, certainty factor, cosine, phi and mutual information are applied. Results: In this study, 108 rules were obtained. The proposed interest measures were implemented to reach stronger rules and as a result 29 of the rules were qualified as strong. Conclusion: As a result, stronger rules have been obtained with the use of interest measures in the clinical decision making process. Thanks to the strong rules obtained, it will facilitate the patient profile determination and clinical decision-making process of AMI patients.Amaç: Veri madenciliği, önceden büyük ölçekli verilerden ortaya çıkarılmayan faydalı bilgilerin keşfedilme sürecidir. Veri madenciliğinin yaygın olarak kullanıldığı alanlardan biri de sağlıktır. Veri madenciliği ile hastalığın tanı ve tedavisi ile hastalığı etkileyen risk faktörleri hızlı bir şekilde belirlenebilmektedir. Birliktelik kuralları, veri madenciliği tekniklerinden biridir. Bu çalışmanın amacı, birliktelik kuralı algoritmalarından biri olan apriori algoritması ile güçlü birliktelik kuralları elde ederek hasta profillerini belirlemektir. Materyal ve Metot: Çalışmada kullanılan veri seti 205 akut miyokard enfarktüsü (AMI) hastasından oluşmaktadır. Hastalar ayrıca FNDC5 polimorfizmlerinin rs3480, rs726344, rs16835198 genotipini de taşımaktadır. Apriori algoritması ile elde edilen kuralları değerlendirmek için destek ve güven ölçüleri kullanılır. Ancak bu ölçütler ile elde edilen kurallar doğrudur ancak güçlü değildir. Bu nedenle, daha güçlü kurallar elde etmek amacıyla iki temel ölçütün yanı sıra ilginçlik ölçütleri kullanılmaktadır. Bu çalışmada daha güçlü kurallara ulaşmak için ilginçlik ölçütlerinden kaldıraç, kanaat, kesinlik faktörü, cosine, korelasyon katsayısı (phi) ve karşılıklı bilgi ölçütleri uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmada 108 kural elde edilmiştir. Bu kurallara ilginçlik ölçütlerinin de uygulanması ile elde edilen kural sayısı 29 olmuştur ve bu kurallar güçlü kural olarak nitelendirilmiştir. Sonuç: Sonuç olarak, klinik karar verme sürecinde ilginçlik ölçütlerinin kullanılmasıyla daha güçlü kurallar elde edilmiştir. Elde edilen güçlü kurallar sayesinde AMİ hastalarının hasta profili belirleme ve klinik karar verme sürecini kolaylaştıracaktır

Annelerin Bebeklik Çağı Aşılamaları Konusunda Tutum ve Davranışları

Giriş: Çocukları bulaşıcı hastalıklardan korumak ve onlara sağlıklı bir gelecek sunabilmek için en güvenilir yol olan aşılama gebelikte yapılan tetanoz aşısı ile başlamakta ve bebeklik dönemi aşılamaları ile devam etmektedir. Aşılar tüm dünyada milyonlarca çocuk ve erişkinin yaşamını kurtarmakta, sağlığı geliştirmekte ve yaşam kalitesini yükseltmektedir. Amaç: Bu araştırma ile annelerin, bebeklerin aşılanmaları konusunda tutum ve davranışlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipte olan araştırma Adana Halk Sağlığı Müdürlüğü Barbaros Aile Sağlığı Merkezi‟nde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini aile sağlığı merkezine (ASM) kayıtlı 0-2 yaş bebeği olan kadınlar oluşturmuştur. ASM‟ye kayıtlı kadınların 180‟ninin 0-2 yaş çocuğu bulunmaktadır. Araştırmada örneklem seçimine gidilmeyerek tüm evrene ulaşılmıştır. Verilerin araştırmacılar tarafından geliştirilen anket formu ile toplanmış ve SPSS 13.5 ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 27.89±6.30, eşlerinin yaş ortalaması 31.79±6.69‟dur. Katılımcıların %50.3‟ünün ve eşlerinin %50.8‟inin ilkokul mezunu olduğu, % 56.9 gelir durumunu orta olarak ifade ettiği, %97.2‟sinin ev hanımı olduğu, %77.3‟ünün eşlerinin işçi olduğu, %48.6‟sının yeĢil kartlı olduğu, % 60.8‟sinin çekirdek aileye sahip olduğu belirlenmiştir. Katılımcıların ortalama 2.9±1.67 gebelik geçirdiği ve ortalama 2.6±1.55 çocuğu olduğu görülmüştür. Kadınların % 85.1‟i aşılar konusunda bilgisi olduğunu belirtmiştir. Katılımcıların %75.7‟sinin ebe-hemşireden, %12.2‟sinin doktordan bilgi aldıkları görülmüştür. Kadınların %91.7‟si gebelikte tetanoz aşısı yapıldığını belirtmiştir. Katılımcıların %96.7‟sinin çocuklarının tümüne bebeklik çağı aşılarını yaptırdığı görülmüştür. Aşı yaptırmayanlardan 2‟si bilgisi olmadığı için, 4‟ü yan etkilerinden korktuğu için yaptırmadığını belirtmiştir. Katılımcıların hepsinin şimdiki bebeğinin aşılarını tam olarak yaptırdığı görülmüştür. Kadınların %80.7‟si hastalıklardan koruduğu, %4.4‟ü sağlığı geliştirdiği için aşıları yaptırdığını ifade etmiştir. Katılımcıların %17.1‟i özel aşılar konusunda bilgisi olduğunu belirtmiş, %2.2‟si rotavirüs aşısını yaptırmıştır. Sonuç: Araştırma sonucunda, katılımcıların bebeklik çağı aşılarını yaptırma konusunda titiz davrandıkları ve ebe-hemşirelerden bu konuda bilgi aldıkları görülmüştür. Çalışmada, ebe- hemşireler bu konuda bilgilendirme yapmakla beraber oranın daha yüksek olması beklenmektedir. Ebelerin çocuk sağlığının korunması, geliştirilmesi ve yükseltilmesinde anahtar rolleri vardır. Bağışıklama konusunda kadın ve toplumu bilgilendirmeli ve uygulamalarda gerekli özeni göstermelidir

Self-Centering Seismic Lateral Force Resisting Systems: High Performance Structures for the City of Tomorrow

Structures designed in accordance with even the most modern buildings codes are expected to sustain damage during a severe earthquake; however; these structures are expected to protect the lives of the occupants. Damage to the structure can require expensive repairs; significant business downtime; and in some cases building demolition. If damage occurs to many structures within a city or region; the regional and national economy may be severely disrupted. To address these shortcomings with current seismic lateral force resisting systems and to work towards more resilient; sustainable cities; a new class of seismic lateral force resisting systems that sustains little or no damage under severe earthquakes has been developed. These new seismic lateral force resisting systems reduce or prevent structural damage to nonreplaceable structural elements by softening the structural response elastically through gap opening mechanisms. To dissipate seismic energy; friction elements or replaceable yielding energy dissipation elements are also included. Post-tensioning is often used as a part of these systems to return the structure to a plumb; upright position (self-center) after the earthquake has passed. This paper summarizes the state-of-the art for self-centering seismic lateral force resisting systems and outlines current research challenges for these systems

Clinical outcomes and independent risk factors for 90-day mortality in critically ill patients with respiratory failure infected with sars-cov-2: A multicenter study in turkish intensive care units

Background: There are limited data on the long-term outcomes of COVID-19 from different parts of the world. Aims: To determine risk factors of 90-day mortality in critically ill patients in Turkish intensive care units (ICUs), with respiratory failure. Study design: Retrospective, observational cohort. Methods: Patients with laboratory-confirmed COVID-19 and who had been followed up in the ICUs with respiratory failure for more than 24 hours were included in the study. Their demographics, clinical characteristics, laboratory variables, treatment protocols, and survival data were recorded. Results: A total of 421 patients were included. The median age was 67 (IQR: 57-76) years, and 251 patients (59.6%) were men. The 90-day mortality rate was 55.1%. The factors independently associated with 90-day mortality were invasive mechanical ventilation (IMV) (HR 4.09 [95% CI: [2.20-7.63], P 2 mmol/L (2.78 [1.93-4.01], P < .001), age ≥60 years (2.45 [1.48-4.06)], P < .001), cardiac arrhythmia during ICU stay (2.01 [1.27-3.20], P = .003), vasopressor treatment (1.94 [1.32-2.84], P = .001), positive fluid balance of ≥600 mL/day (1.68 [1.21-2.34], P = .002), PaO2 /FiO2 ratio of ≤150 mmHg (1.66 [1.18-2.32], P = .003), and ECOG score ≥1 (1.42 [1.00-2.02], P = .050). Conclusion: Long-term mortality was high in critically ill patients with COVID-19 hospitalized in intensive care units in Turkey. Invasive mechanical ventilation, lactate level, age, cardiac arrhythmia, vasopressor therapy, positive fluid balance, severe hypoxemia and ECOG score were the independent risk factors for 90-day mortality. Copyright@Author(s)

Re-examining the characteristics of pediatric multiple sclerosis in the era of antibody-associated demyelinating syndromes.

Background: The discovery of anti-myelin oligodendrocyte glycoprotein (MOG)-IgG and anti-aquaporin 4 (AQP4)-IgG and the observation on certain patients previously diagnosed with multiple sclerosis (MS) actually have an antibody-mediated disease mandated re-evaluation of pediatric MS series. Aim: To describe the characteristics of recent pediatric MS cases by age groups and compare with the cohort established before 2015. Method: Data of pediatric MS patients diagnosed between 2015 and 2021 were collected from 44 pediatric neurology centers across Turkiye. Clinical and paraclinical features were compared between patients with dis-ease onset before 12 years (earlier onset) and >= 12 years (later onset) as well as between our current (2015-2021) and previous (< 2015) cohorts. Results: A total of 634 children (456 girls) were enrolled, 89 (14%) were of earlier onset. The earlier-onset group had lower female/male ratio, more frequent initial diagnosis of acute disseminated encephalomyelitis (ADEM), more frequent brainstem symptoms, longer interval between the first two attacks, less frequent spinal cord involvement on magnetic resonance imaging (MRI), and lower prevalence of cerebrospinal fluid (CSF)-restricted oligoclonal bands (OCBs). The earlier-onset group was less likely to respond to initial disease-modifying treatments. Compared to our previous cohort, the current series had fewer patients with onset < 12 years, initial presentation with ADEM-like features, brainstem or cerebellar symptoms, seizures, and spinal lesions on MRI. The female/male ratio, the frequency of sensorial symptoms, and CSF-restricted OCBs were higher than reported in our previous cohort. Conclusion: Pediatric MS starting before 12 years was less common than reported previously, likely due to exclusion of patients with antibody-mediated diseases. The results underline the importance of antibody testing and indicate pediatric MS may be a more homogeneous disorder and more similar to adult-onset MS than previously thought