26 research outputs found

    Üniversite öğrencilerinin toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin görüşleri

    Get PDF
    AbtractAim: This study was conducted with the aim to determine point of view of final-year university students at Hacettepe University on gender roles regarding work life, social life, marriage and family life. Methods: This study is a cross-sectional study. The questionnaire was applied to a total of 448 students including 250 females and 198 males. Results: The results of the study reveal that views of students on gender roles related to work life, social life, marriage and family life exhibit statistically significant differences among the sexes for most of the statements given. Conclusions: It was identified that male students have more traditional views on gender roles related to work and marriage life. It was identified that female and male students have more egalitarian views on gender roles related to social and family life. The results of the study are important in that views on gender roles are revealed among most university students. The finding that university students still have a traditional perspective on social gender roles indicates that universities has failed to a certain degree in achieving its goal toward educating intellectual and open-minded individuals, and it reveals the need for sensitiveness in equality of gender roles besides the acquirement of professional knowledge.Amaç: Araştırma, Hacettepe Üniversitesi’nde lisans öğrenimine devam eden son sınıf öğrencilerinin çalışma yaşamı, toplumsal yaşam, evlilik ve aile yaşamı ile ilgili toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin görüşlerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Kesitsel tipte bir araştırmadır. Anket formu, 250 kız ve 198 erkek olmak üzere toplam 448 öğrenciye uygulanmıştır. Bulgular: Öğrencilerin çalışma yaşamı, toplumsal yaşam, evlilik yaşamı ve aile yaşamı ile ilgili konularda toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin görüşleri incelendiğinde, önermelerin büyük bir çoğunluğunda cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark (p<0.05) olduğu bulunmuştur. Sonuç ve öneriler: Araştırmada çalışma yaşamı ve evlilik yaşamı ile ilgili alanlarda erkeklerin daha geleneksel görüşlere sahip oldukları, toplumsal yaşam ve aile yaşamı ile ilgili önermelerde ise kız ve erkek öğrencilerin eşitlikçi görüşlere sahip oldukları belirlenmiştir. Araştırmanın sonuçları üniversite son sınıf öğrencilerinin toplumsal cinsiyete ilişkin görüşlerini ortaya koyması açısından önem taşımaktadır. Üniversite eğitiminde toplumsal cinsiyet bakış açısına yönelik hala geleneksel görüşlere sahip olan öğrencilerin olması, aydın bireyler yetiştirmeyi hedefleyen üniversite eğitiminin bu hedefini tam anlamıyla gerçekleştiremediğini ve öğrencilere temel mesleki bilginin yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda duyarlılık kazandırılması gereğini göstermektedir

    The Prevalence And Risk Factors Of Lower Urinary Symptoms Of Married Female Hospital Staff

    No full text
    Bu araştırma, hastanede çalışan evli kadınlarda alt üriner sistem semptomları (AÜSS)'nın prevalansını ve bunu etkileyen risk faktörlerinin belirlenmesi amacıyla kesitsel ve tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, 12.02.2017-22.10.2017 tarihleri arasında Nevşehir Devlet Hastanesi'nde aktif olarak görev yapan 365 evli kadın personel oluşturmuştur. Araştırmada örneklem seçimine gidilmemiş, evrenin %78.3'üne (271) ulaşılmıştır. Araştırmanın verileri, "Veri Toplama Formu" ve "Bristol Kadın Alt Üriner Sistem Semptomları Soru Formu (BKAÜSS-SF)" ile toplanmıştır. Araştırmanın uygulamasına, Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Etik Kurul'undan onay ve Nevşehir İl Sağlık Müdürlüğü'ne bağlı Nevşehir Devlet Hastanesi'nden gerekli izinler alındıktan sonra başlanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistikler, Cronbach Alpha, Mann-Whitney U ve Kruskal Wallis testi ve post hoc analizi kullanılmıştır. Araştırmamızda kadınlarda depolama, boşaltım ve üriner inkontinans semptomlarını içeren en az bir AÜSS'nın prevalansı %94.8 olarak belirlenmiştir. Kadınlarda depolama, boşaltım, üriner inkontinans (Üİ), seksüel fonksiyon ve yaşam kalitesi ile ilgili semptomların görülme sıklığı sırasıyla %62.9, %40.2, %43.9, %18.5 ve %67.9 olduğu bulunmuştur. Yapılan istatistiksel değerlendirmede; kadınların BKAÜSS-SF'dan alınan genel puan ortancalarının anlamlı olarak 40 yaş ve üzerinde olanlarda ve 21 yıldan uzun süren çalışanlarda fazla, 24.9 kg/m2 beden kütle indeksine sahip olanlarda ve çalıştığı birimlerde 2 yıldan az görev yapanlarda daha az olduğu saptanmıştır (p<0.05). Hiç gebelik geçirmeyen, çalışmanın yapıldığı dönemde gebe olmayan, sezaryenle doğum yapan, iri bebek doğumu ve 24 saatten uzun süren doğum eylemi olmayan, önceki gebeliğinde ve doğumlarından sonra Üİ'ı olmayan kadınların olanlara göre BKAÜSS-SF'dan alınan genel puan ortancalarının istatistiki açıdan anlamlı olarak düşük olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). anne ve/veya kız kardeşinde Üİ ve kabızlık şikayeti olan ve sigarayı bırakan kadınların BKAÜSS-SF'dan aldıkları genel puan ortancalarının istatistikti açıdan anlamlı olarak daha yüksek olduğu bulunmuştur (p<0.05). Kegel egzersizleri yapmayanların, AÜSS nedeniyle hekime tedavi için başvuran ve tedavi alanların BKAÜSS-SF'dan alınan genel puan ortancalarının anlamlı olarak daha fazla olduğu saptanmıştır (p<0.05). Boşaltım alışkanlıklarını kötü olduğunu düşünen ve günde 7 kez ve üzerinde idrar yapan kadınların BKAÜSS-SF'dan alınan genel puan ortancalarının anlamlı olarak daha düşük olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Sonuç olarak, araştırmamızda hastanede çalışan kadınlarda AÜSS'nın yüksek oranda görüldüğü saptanmış olup, onların sağlıklı mesane alışkanlıklarını kazanmaları için farkındalıklarının artırılması, risk faktörlerini azaltan önlemlerin alınması ve çalışma ortamından kaynaklanan problemlere yönelik olarak gerekli düzenlemelerinin yapılması önerilmektedir.The aim of this cross-sectional and descriptive study was to determine the prevalence and risk factors of lower urinary tract symptoms (LUTS) in the female staff of a hospital. The study universe consisted of 365 married female staff who were actively working at the Nevşehir State Hospital between 12.02.2017 and 22.10.2017. Sampling was not performed for the study and it was possible to access 78.3% (271) of the study universe. The study data were collected using the "Data Collection Form" and the "Bristol Female Lower Urinary Tract Symptoms Questionnaire (BFLUTS)". The study was started after consent was obtained from the Hacı Bektaş Veli University Ethics Committee and the necessary permissions from the Nevşehir State Hospital under the administration of the Nevşehir Province Health Directorate. Descriptive statistics, Cronbach Alpha, the Mann-Whitney U and Kruskal-Wallis tests and post hoc analysis were used for data evaluation. The prevalence of at least one LUTS including storage, voiding and urinary incontinence symptoms was 94.8% in the women. The rates of symptoms related to storage, voiding, urinary incontinence (UI), sexual function and quality of life in the women were 62.9%, 40.2%, 43.9%, 18.5% and 67.9%, respectively. The statistical evaluation revealed that the median BFLUTS general score of the females was higher in women aged 40 or more and those who had worked for more than 21 years, lower in women who had a body mass index below 24.9 kg/m2 and who had worked less than 2 years at their current unit of employment (p<0.05). The median BFLUTS general scores of women who had never been pregnant, were not pregnant during the study period, who had given birth by caesarean section, had not delivered a large baby, had not experienced labor for over 24 hours, and who had not experienced UI during their previous pregnancy and after birth were statistically significantly lower than the opposite groups (p<0.05). The median BFLUTS general scores were found to be statistically significantly higher in women with UI in themselves and/or a sister, who had stopped smoking, who complained of constipation (p<0.05). The median BFLUTS general scores were determined significantly more to be in women who had seen a physician and been treated for LUTS and who did not perform Kegel exercises (p<0.05). The median BFLUTS general score was found to be statistically significantly lower in women who believed their voiding behavior was problematic and urinated 7 times or more per day (p<0.05). In conclusion, we found that there was a high incidence of LUTS in women working at the hospital and recommend increasing awareness, taking measures to decrease risk factors and making the necessary arrangements as regards any problems originating from the work environment so that healthy bladder habits can be encouraged

    Cosmetic Products and Women’s Health

    No full text
    Günümüzde kozmetik ürünler, çok çeşitli etkileri nedeniyle modern toplumun vazgeçilmez bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Genellikle içeriğindeki kimyasal maddelere hiç bakılmadan kullanılan ve hedef kitlesi çoğunlukla kadınlar olan bu ürünler, bilinçsiz kullanıldığında sağlığı olumsuz etkilemektedir. Bu makalede, ilaçlar gibi yasal düzenlemeleri olması gereken kozmetik ürünlerin içeriğindeki bazı kimyasal maddelerin kadın sağlığına etkileri güncel araştırmalarla ele alınmış ve kadınlar başta olmak üzere toplumun kozmetik ürünler konusundaki farkındalığını artırmak amaçlanmıştır.Due to their various effects, today cosmetic products are indispensable products of modern society. These products which are generally used without considering chemical material in their content and whose target group are generally women influence health negatively when they are used unconsciously. In this paper, the effect of chemical materials in the content of cosmetic products which should be used with legal arrangements on women health was analyzed through recent studies and it was aimed to analyze awareness of society, especially women, about cosmetic products

    The factors ınfluencing health beliefs about cervical cancer and pap smear test among the women at a university

    No full text
    Amaç: Bu çalışma, üniversitedeki kadınların serviks kanseri ve pap smear testine ilişkin sağlık inançlarını etkileyen faktörlerin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki bu çalışmanın örneklemini, bir üniversitenin merkez yerleşkesinde çalışan, dahil edilme ölçütlerine uyan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 101 kadın oluşturmuştur. Araştırmanın verileri, Haziran Ağustos 2017 tarihlerinde veri toplama formu ve Rahim Ağzı Kanseri ve Pap Smear Testi Sağlık İnanç Modeli Ölçeği ile toplanmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan kadınların yaş ortalaması 35.53±5.82 olup, %56.4’ü öğretim elemanı olarak çalışmaktadır. Kadınların %73.3’ünün pap smear testi hakkında bilgisinin olduğu bulunmuştur. Kadınların %68.3’ü en az bir kez testi yaptırmıştır. Pap smear testi hakkında bilgisi olanların, Rahim Ağzı Kanseri ve Pap Smear Testi Sağlık İnanç Modeli Ölçeği’nin alt boyutlarından olan pap smear yarar ve motivasyon algısının yükseldiği ve engel algısının düştüğü belirlenmiştir (p<0.05). Sonuç: Pap smear testi hakkında bilgisi olan, bu testi ve jinekolojik muayeneyi yaptıran üniversitede çalışan kadınlar arasında pap smear testini yaptırmayı engelleyen algıları azalmaktadır. Dolayısıyla, üniversitedeki kadınların pap smear testi yaptırma yüzdesini artırmak için serviks kanseri ve pap smear testine ilişkin düzenli eğitimler yapılmalıdır

    The effect of genital hygiene behavior and vaginal douching of pregnant women on preterm labor

    No full text
    Bu araştırma, gebe kadınların genital hijyen davranışları ve vajinal duş uygulamalarının preterm doğum eylemi üzerine etkisini belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, 04 Aralık 2017-25 Ocak 2018 tarihleri arasında bir ilin şehir hastanesinin kadın doğum polikliniğinde non stres test yaptırmaya gelen, 18-35 yaşları arasında ve 20-37. gebelik haftasında olan tüm gebe kadınlar oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemi, evreni belli olmayan örneklem genişliği formülüne göre seçilmiş ve dahil edilme ölçütlerine uyan 365 gebe kadın ile çalışma tamamlanmıştır. Araştırmanın verileri, "Veri Toplama Formu" ve "Genital Hijyen Davranışları Envanteri (GHDE)" ile elde edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiklerden yararlanılmış, ikili karşılaştırmalarda Ki-kare ve bağımsız gruplarda T testleri kullanılmış ve lojistik regresyon analizi yapılmıştır. Araştırmamızda 10 gebe kadından yaklaşık olarak dördünün bu hamileliğinde preterm doğum eylemi tanısı aldığı belirlenmiştir. Gebe kadınların GHDE'den aldıkları ortalama puanı 64.42±10.44 olup, yaklaşık olarak 10 kadından üçünün vajinal duş uyguladıkları tespit edilmiştir. Gebelik ve doğum sayısı arttıkça, önceki hamileliklerinde sağlık sorunu yaşayanlarda, preterm eylem ve doğum öyküsü olanlarda, düşük yapanlarda, gebelik öncesinde kontraseptif kullananlarda preterm doğum eylemi tanısı alma oranlarının anlamlı olarak daha yüksek olduğu saptanmıştır (p0.05). Vajinal duş uygulayan gebe kadınların, bu genital sanitasyonu uygulamayanlara göre preterm doğum eylemi gelişme olasılığının yaklaşık olarak 0.2 kat arttığı belirlenmiştir (p0.05). The probability of preterm labor development was 0.2 times higher in women who used vaginal douching compared to those who did not (p<0.0001). These results indicate that worse genital hygiene behavior and the use of vaginal douching in pregnant women lead to an increased prevalence of prenatal labor. We therefore recommend all health care professionals to regularly provide all pregnant women information on genital hygiene and answer any related questions during the routine follow-ups so as to avoid preterm labor. Key words: Pregnancy, Preterm Labor, Genital Hygiene Behaviors, Vaginal Douching, Nursing Thesis Consultant: Prof. Dr. Semra KOCAÖZ, Assit. Prof. Aynur KIZILIRMAK Number of Pages:6

    The Family Planning Attitudes And Used Contraceptive Methods Of Adolescent Pregnant

    No full text
    Bu araştırma, adölesan gebelerin aile planlamasına yönelik tutumlarının ve kullandıkları kontraseptif yöntemlerin belirlenmesi amacıyla tanımlayıcı ve kesitsel olarak yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, 26 Ocak-28 Nisan ve 07 Ağustos-06 Eylül 2017 tarihleri arasında bir üniversitenin eğitim ve araştırma hastanesinin kadın hastalıkları polikliniğine rutin gebelik izlemleri nedeniyle non stres test yaptırmaya gelen 15-19 yaşları arasındaki adölesan gebeler oluşturmuştur. Araştırmada örneklem seçimine gidilmemiş ve dahil edilme ölçütlerine uyan 128 adölesan gebe ile çalışma tamamlanmıştır. Araştırmanın verileri, "Veri Toplama Formu" ve "Aile Planlaması Tutum Ölçeği (APTÖ)" ile toplanmıştır. Araştırmanın uygulamasına, Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Etik Kurul'undan onay ve çalışmanın yapıldığı hastaneden gerekli izinler alındıktan sonra başlanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiklerden yararlanılmış, Cronbach Alpha değerine bakılmış, Ki-kare, Mann-Whitney U, Kruskal Wallis, ANOVA ve bağımsız gruplarda t testleri kullanılmış ve post hoc analizler yapılmıştır. Araştırmada yaklaşık 10 adölesan kadından üçünün gebelik öncesinde kontraseptif yöntem kullandıkları belirlenmiştir. En fazla kullanılan kontraseptif yöntem %64.1'lik oran ile geri çekmedir. Adölesan gebelerin %66.7'si 6 aydan daha kısa bu kontraseptif yöntemleri kullanmış ve %5.1'i bu yöntemi kendisi kullanmaya karar vermiştir. Adölesanların doğum sonu kontraseptif kullanma isteği yüzdesi ise %93.0'dır. Adölesanların yaşı, evlilik süresi, evlendikten sonra istenilen gebe kalma süresi arttıkça ve doğum yapanlarda kontraseptif yöntem kullanım oranları artmaktadır (p<0.05). Adölesanların öğrenim durumu ve evlendikten sonra istenilen gebe kalma süresi ile APTÖ'nün toplam puanından aldıkları ortalama ve ortancaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu saptanmıştır (p<0.05). Bu sonuçlar doğrultusunda; öğrenim düzeylerinin artırılması, erken yaşta gebeliklerin sağlığa etkileri ve aile planlaması konusunda eğitim ve danışmanlık hizmetlerinin verilmesinin adölesanların aile planlamasına yönelik olumlu tutumları geliştirmesi açısından faydalı olacağı düşünülmektedir.This study was conducted in a descriptive and cross-sectional manner to determine the attitudes towards family planning of adolescent pregnant women and the contraceptive methods used. The study universe consisted of adolescent pregnant women aged 15 to 19 years who had presented between 26 January and 28 April and also 07 August and 06 September 2018 to the obstetrics outpatients department of a university training and research hospital to have a non-stress test done during routine pregnancy follow-up. We did not use sampling and the study was completed with the 128 adolescent pregnant women who accepted to participate and met the inclusion criteria. The study data were collected with the "Data Collection Form" and the "Family Planning Attitude Scale (PFAS)". The conduct of the study began after consent and the necessary permissions were received from the Niğde Ömer Halisdemir University Ethics Committee and the study hospital. Descriptive statistics were used for data evaluation and the tests included Cronbach Alpha value determination, Chi-square, Mann-Whitney U, Kruskal-Wallis, ANOVA and the t-test in independent groups, in addition to post hoc analyses. We found that about three in ten adolescent women had used a contraceptive method before pregnancy. The most commonly used contraceptive method was withdrawal at a rate of 64.1%. Contraceptive methods had been used for less than 6 months by 66.7% of the adolescent women while 5.1% had decided on the contraceptive method themselves. The percentage of adolescents that wanted to use contraceptives following birth was 93.0%. The contraceptive use ratio increased in a statistically significant manner as the age, marriage duration, the desired duration until pregnancy following marriage increased, and in women who gave birth (p<0.05). We found a statistically significant difference between the mean and median total PFAS score of the adolescents according to educational level and the desired duration until pregnancy following marriage (p<0.05). These results indicate that increasing the educational level and providing training and information on family planning and the effect of early pregnancies on health will support the development of favorable attitudes regarding family planning by adolescents

    The effect of endometriosis on anxiety and quality of life in women

    No full text
    Bu araştırma, kadınlarda endometriozisin anksiyete ve yaşam kalitesi üzerine etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Tanımlayıcı tipte yapılan bu araştırmanın evrenini, 04 Aralık 2019-30 Ocak 2020 tarihleri arasında Acıbadem Kayseri Hastanesi Tüp Bebek ve Üreme Sağlığı Merkezi ve Kadın Hastalıkları Polikliniği'ne muayene olmak amacıyla başvuran 15-49 yaş arasındaki tüm kadınlar oluşturmuştur. Evreni belli olan örneklem genişliği formülüne göre çalışmaya alınacak örneklem sayısı belirlenmiş ve araştırmaya dâhil edilme ölçütlerine uyan 420 kadınla çalışma tamamlanmıştır.Araştırmanın verileri, "Tanıtıcı Bilgi Formu", "SF 36 Yaşam Kalitesi Ölçeği" ve "Durumluk Kaygı Envanteri" kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiklerden, ikili karşılaştırmalarda Mann Whitney U ve bağımsız gruplarda t testlerinden faydalanılmıştır. Endometriozisli kadınların SF 36 yaşam kalitesi ölçeğinin alt boyutlarından vedurumluk kaygı envanterinin genel toplamından aldıkları puanlar arasındaki ilişki Pearson korelasyon analiziyle incelenmiştir. Araştırmaya katılan her 10 kadından yaklaşık olarak birinin endometriozis tanısı aldığı belirlenmiştir. Endometriozis rahatsızlığına bağlı olarak kadınların %70.6'sı tedavi almış ve %39.2'si çeşitli semptomları deneyimlemektedir. Kadınların SF 36 yaşam kalitesi ölçeğinin rol güçlüğü (fiziksel) ve ağrı alt boyutlarından aldıkları puan ortancaları ve endometriozis varlığı arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edilmiştir (p0.05). SF 36 yaşam kalitesi ölçeğinin rol güçlüğü (fiziksel), canlılık, ruhsal sağlık, ağrı ve genel sağlık algısı alt boyutlarından alınan puanlar ile endometriozisli kadınlarda semptom sayısı arasında negatif yönde ve zayıf düzeyde anlamlı bir ilişkinin olduğu belirlenmiştir (p0.05). A weak statistically significant negative relationship was found between the scores from the role physical, vitality, mental health, bodily pain, and general health subdimensions of the SF-36 quality of life scale and the number of symptoms in the women with endometriosis (p<0.05, p<0.01). A moderate statistically significant negative relationship was found between the scores from the physical and social functioning subdimensions of the SF-36 quality of life scale and the number of symptoms (p<0.01). There was a weak statistically significant negative relationship between the scores from the physical functioning subdimension of the SF-36 quality of life scale and the time of symptom onset in the women with endometriosis (p<0.05). The study findings indicated that endometriosis does not affect the anxiety level in the women but has negative effects on some subdimensions of the quality of life scale. Increased duration of endometriosis findings resulted in decreased physical functioning in the women. An increased number of symptoms also had a negative effect on many subdimensions of the quality of life. These results indicate that early detection of endometriosis and treating or alleviating the symptoms could be effective on the women's quality of life. We therefore believe that evaluating women for endometriosis symptoms when they come for a gynecology examination and increasing their awareness regarding endometriosis diagnosis and treatment will make a positive contribution to their quality of life. We also recommend conducting future experimental and randomized controlled studies to evaluate the effect of interventions aimed at increasing the quality of life of women with endometriosis

    Prevalence and Risk Factors of Urinary Incontinence in Turkish Nursing Homes: A Cross-Sectional Study

    No full text
    Objectives: To investigate the prevalence and risk factors of urinary incontinence (UI) in nursing home residents in the capital city of Turkey. Methodology: In this cross-sectional study, 394 elderly people (244 women and 150 men), aged over 60 years were interviewed in nursing homes. A structured questionnaire and face to face interviews were used as the instrument for data collection. Results: The overall prevalence of UI was 22.8% (n=90) when defined as "the involuntary loss of urine at least twice a month". Among elderly people, 33 (36.3%) had urge, 29 (31.9%) stress and 5 (5.5%) mixed type UI. UI was significantly associated with body mass index, recurrent lower urinary tract infections, heart disease, endocrine disorders, respiratory diseases and urinary system diseases. Conclusions: Urinary incontinence affects approximately one of four elderly people in Turkish nursing homes. The results underscore the need for planning prevention and treatment strategies for UI.Wo

    The effect of the lifestyles of women in the climacteric period on vitamin D levels

    No full text
    Bu araştırma, klimakterik dönemdeki kadınların yaşam biçimlerinin D vitamini düzeyine etkisini belirlemek amacıyla tanımlayıcı olarak yapılmıştır. Araştırmanın evrenini, 21.05.2018-28.12.2018 tarihleri arasında Erciyes Üniversitesi Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi'nin kadın doğum polikliniğine başvuran, klimakterik dönemdeki (40-64 yaş) kadınlar oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemi, evreni belli olmayan örneklem genişliği formülüne göre hesaplanmıştır. Dahil edilme ölçütlerine uyan ve çalışmaya katılmayı kabul eden toplam 380 klimakterik dönem kadın ile araştırma tamamlanmıştır. Araştırmanın verileri, ''Veri Toplama Formu'' ve araştırmaya katılan kadınların laboratuvar sonuçlarından D vitamini düzeyine bakılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiklerden sayı, yüzde, ortalama ve standart sapmaya bakılmış, grupların karşılaştırılmasında Ki-kare testlerinden yararlanılmıştır. Araştırmaya katılan klimakterik dönem kadınların serum 25(OH)D vitamini seviyelerinin %72.1'inde eksiklik, %18.4'ünde yetersizlik düzeyinde olduğu belirlenmiştir. Kadınların menopoza girme, sigara dumanına maruz kalma, sürekli ilaç kullanma, et ve et ürünleri tüketimi, meyve ve sebze tüketimi, önceden ve şuanda takviye D vitamini alma durumu ile klimakterik dönem kadınların D vitamini düzeyleri arasında istatistiksel olarak farkın anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05). Sonuç olarak, araştırmamızda klimakterik dönemdeki kadınların çoğunluğunda eksiklik düzeyinde 25(OH)D seviyelerinin olduğu saptanmıştır. Beslenme şekli, sigara dumanına maruz kalma, sürekli ilaç kullanma ve takviye D vitamini alma gibi yaşam biçiminin D vitamini düzeyini etkilediği göz önüne alındığında, klimakterik dönemdeki kadınlara sağlık profesyonelleri tarafından D vitamini alımını engelleyen durumlar, kandaki bu vitamin seviyesinin korunması ve sürdürülmesinin önemi konusundaki farkındalıklarının artırılması önerilmektedir.This descriptive study was conducted to determine the effect of the lifestyle of women in the climacteric period on their vitamin D levels. The study universe consisted of women in the climacteric period (40-64 years of age) who had presented at the obstetrics and gynecology department of a Health Care Application and Research Hospital of Erciyes University between 21 May and 28 December 2018. The study sample was calculated using the formula for the sample size from unknown population size. The study was then completed with a total of 380 women in the climacteric period who met the inclusion criteria and volunteered to participate. Study data were collected using the "Data Collection Form" and the vitamin D results obtained from the laboratory. Numbers, percentages, mean and standard deviation were used as the descriptive statistics when evaluating the data while the chi-square test was used for comparing the groups. The blood serum 25 (OH)D level was found to be at the deficiency level in 72.1% and the insufficiency level in 18.4% of women in the climacteric period. There was a statistically significant relationship between the vitamin D levels of the women and the menopausal status, exposure to cigarette smoke, regular drug use, and the consumption of meat and meat products, fruit and vegetables in addition to current or past history of supplemental vitamin D use (p<0.05). In conclusion, we found that most of women in the climacteric period in our study had blood serum 25 (OH)D levels that were within the deficiency range. Considering that lifestyle factors such as being exposed to cigarette smoke, regular drug use and taking supplemental vitamin D influences the vitamin D level, we recommend to increase the awareness of the women in the climacteric period of the conditions preventing vitamin D intake and the importance of maintaining the levels of this vitamin in the blood by health care professional

    Occupational Needlestick-Sharp Injuries during Clinical Practice Training and Status of Hepatitis B Immunization in Nursing and Midwifery Students

    No full text
    Amaç: Bu çalışma hemşirelik ve ebelik öğrencilerinde mesleki delici-kesici yaralanmaların sıklığı ve hepatit B bağışıklanma durumlarını belirlemek amacıyla yapıldı. Metod: Tanımlayıcı olarak yapılan bu çalışmada hemşirelik ve ebelik öğrencilerinin kendilerinin doldurdurduğu bir anket uygulandı. Çalışmada bir üniversitenin hemşirelik ve ebelik bölümünde okuyan öğrencilerde delicikesici yaralanmaların sıklığı ve Hepatit B aşılı olma durumları geriye dönük olarak belirlendi. Mayıs-Haziran 2011 tarihlerinde 325 (%84,5) öğrenci klinik uygulamalı eğitimleri sırasında delici-kesici yaralanma maruziyeti ve Hepatit B aşılı olma durumları bakımından tarandı. Araştırmanın verileri yüzdelik ve Pearson Ki-Kare kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Öğrencilerin %50,8'i klinik uygulma sırasında delici-kesici yaralanma olduğunu bildirdi. Yaralanan öğrencilerin %54,5'i işlem sırasında ya da işlem sonrasında yaralandığını belirtti. Yaralanmış olan öğrencilerin %50,3'ü yaralanmayı rapor etmediğini söyledi. Bunların %27,5'i iğneyi kılıfına geçirirken yaralandığını bildirdi. Öğrencilerin %77,5'inin Hepatit B'ye karşı aşılanma serisini tamamladığı belirlendi. Sonuç: Bu çalışma öğrencilerde delici-kesici yaralanmaların sıklığının yüksek, hepatit B'ye karşı aşılı olma sıklığının düşük olduğunu dösterdi. Bu nedenle, hemşirelik ve ebelik öğrencilerine Uluslararası Önlemler ile ilgili farkındalıklarını arttırmak ve klinik uygulamaya başlamadan önce hepatit B'ye karşı tam bağışıklama için kurumun işleyişine uyumlarını sağlamak için eğitim yapılmalıdır.Objective: The aims of this study were to identify the frequency of needlestick/sharps injuries (NSISIs) in nursing/midwifery students and the rate of Hepatitis B vaccination. Method: This descriptive survey was done on a sample of nursing and midwifery students using selfadministered questionnaire. The frequency and mechanism of needlestick and sharp injuries (NSISIs) and the prevalence of hepatitis B immunisation were determined retrospectively by surveying a nursing and midwifery school in a university. In May and June 2011. 325 (84.5%) students were questioned about NSISIs on whether they had experienced during their clinical practice and about their hepatitis B immunisation histories. The data were represented as percentages and analysed using Pearson ?2-values. Results: 50.8% of the students reported NSISIs in clinical practice. 54.5% of injured students had been injured during or after a procedure. 50.3% of injured students said they hadn't reported their injury. 27.5% of them reported that the injury occurred when recapping a needle. Overall 77.5% of all respondents had completed their series of vaccinations against hepatitis B. Conclusion: This study showed that students frequently sustain NSISIs and that the hepatitis B immunisation rate was low. The nursing and midwifery students should be trained about ocuppational risk to increase their awareness of and compliance their Universal Precaution and instituting policies so that they are fully immunised againist hepatitis B before begining clinical practice
    corecore