Riskli bebeklerde 1-18 ay arası gelişim düzeyi ile okul öncesi kaba motor performans arasındaki ilişkinin incelenmesi

Amaç : Çalışmamızın amacı 2014-2016 yılları arasında Türkiye Spastik Çocuklar Vakfı Aile Danışma Merkezi’nde 1-18 ay arasında gelişim düzeyi değerlendirilmiş riskli bebeklerin okul öncesi kaba motor performansını değerlendirmektir.Gereç ve yöntem : Çalışmaya Alberta Infant Motor Skalası uygulanmış olan 120 olgunun 57’si alındı. Serebral palsili çocuklara kaba motor performansı değerlendirmek için Kaba Motor Fonksiyon Ölçütü-88, tanı almamış çocuklara ise Gelişimsel Koordinasyon Bozukluğu Anketi uygulandı.Bulgular : Çalışmamızdaki toplam serebral palsi %21, gelişimsel koordinasyon bozukluğu riski %33,3 ve sağlıklı olgular %45,6 olarak belirlendi. Gelişimsel koordinasyon bozukluğu riski taşıyan çocukların %78,9’u erkekti. Serebral palsi olan grupta; gestasyonel yaş ile kaba motor, el becerileri, yeme ve içme becerileri ve iletişim fonksiyonlarını sınıflandıran sistemler arasında negatif yönde yüksek düzeyde, gestasyonel yaş ile Alberta Infant Motor Skalası arasında pozitif yönde yüksek düzeyde, Alberta Infant Motor Skalası ile Kaba Motor Fonksiyon Ölçütü-88 arasında pozitif yönde yüksek düzeyde anlamlı ilişki saptandı. Alberta Infant Motor Skalası puanları ; serebral palsi tanısı ve gelişimsel koordinasyon bozukluğu riski olan çocuklarda, sağlıklılara göre düşük bulundu. Sonuç : Çalışmamızda serebral palsi tanısı dışında olgularda gelişimsel koordinasyon bozukluğu riski yüksek bulunmuştur. Düşük Alberta Infant Motor Skalası skorları çocuklarda majör nörolojik sorun tespit edilemese bile minör nörolojik bozukluklar ve gelişimsel koordinasyon bozukluğu açısından uzun dönem takibi önerilir.Aim: In our study, it was aimed to evaluate the gross motor performance of high-risk infants in the preschool period, whose development level was evaluated between 1-18 months at the Turkish Spastic Children Foundation between 2014 and 2016.Materials and Methods: Of 120 children evaluated with Alberta Infant Motor Scale, 61 agreed to participate in the study, and 57 were included in the study. The Gross Motor Function Measurement-88 to assess gross motor performance in children with cerebral palsy, The Developmental Coordination Disorder Questionnaire was applied to undiagnosed apparently healthy children. Results: In the total population in our study, the rate of cerebral palsy was 21%, the rate of developmental coordination disorder risk was 33.3%. 78.9% of children at risk of developmental coordination disorder are male. In the group with cerebral palsy; There was a strong negative correlation between gestational age and gross motor, manual ability, eating and drinking ability and communication function classification systems. Strong positive correlation between gestational age and Alberta Infant Motor Scale, strong and significant positive correlation was found between Alberta Infant Motor Scale and Gross Motor Function Measurement-88. Alberta Infant Motor Scale; it was found statistically significant that it was lower in children with cerebral palsy diagnosis and developmental coordination disorder risk compared to healthy children. Conclusion: In our study, the risk of developmental coordination disorder was found to be quite high in cases other than the diagnosis of cerebral palsy. Even if major neurological problems cannot be detected in children with low Alberta Infant Motor Scale scores in the early period, long-term follow-up is recommended for minor neurological disorders and developmental coordination disorder

Macronutrient concentration and remobilization in spring wheat organs during grain flling

Tis study was conducted with 4 bread wheat genotypes to determine the macronutrient content in diferent plant organs during the grain flling period. Macronutrient contents such as nitrogen (N), phosphorus (P), potassium (K), calcium (Ca), and magnesium (Mg) were determined in lower stems, peduncles, lower leaves, fag leaves, rachises, forets, and grains. High genotype efects were found for all macronutrients and plant organs. N, P, K, and Mg decreased during grain flling in all plant parts except the grain. Te rate of decrease varied depending on plant organs and nutrients. Grain nutrient concentration, except nitrogen content, increased up to physiological maturity. In contrast to the other nutrients, Ca content increased or remained stable depending on the plant organs. Te macronutrient remobilization order from plant organs to grain was Mg < P < N < K ≤ Ca, and all nutrients were accepted as removable at grain development stages. Remobilization models of macronutrients in grains can be valuable for detecting high-capacity plants for nutrient accumulation in stressful environments. Relationships among macronutrients and their relationships with plant organs can be used, by way of indirect selection, in wheat breeding eforts.Tis study was conducted with 4 bread wheat genotypes to determine the macronutrient content in diferent plant organs during the grain flling period. Macronutrient contents such as nitrogen (N), phosphorus (P), potassium (K), calcium (Ca), and magnesium (Mg) were determined in lower stems, peduncles, lower leaves, fag leaves, rachises, forets, and grains. High genotype efects were found for all macronutrients and plant organs. N, P, K, and Mg decreased during grain flling in all plant parts except the grain. Te rate of decrease varied depending on plant organs and nutrients. Grain nutrient concentration, except nitrogen content, increased up to physiological maturity. In contrast to the other nutrients, Ca content increased or remained stable depending on the plant organs. Te macronutrient remobilization order from plant organs to grain was Mg < P < N < K ≤ Ca, and all nutrients were accepted as removable at grain development stages. Remobilization models of macronutrients in grains can be valuable for detecting high-capacity plants for nutrient accumulation in stressful environments. Relationships among macronutrients and their relationships with plant organs can be used, by way of indirect selection, in wheat breeding eforts

Değişik bağday genotiplerinde tuz stresine dayanıklılık ve dayanıklılığın fizyolojik nedenlerinin araştırılması

TEZ3893Tez (Doktora) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 2001.Kaynakça (s.104-122) var.x, 123 s. : res. ; 29 cm.…Bu çalışma Ç.Ü. Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi Tarafından Desteklenmiştir. Proje No:FBE97D17

Çevre ve üretici dostu tarım sistemlerinin yaygınlaştırılmasında uygulanan katılımcı yaklaşımlar üzerine bir araştırma

Bu araştırmada, günümüzde çevre ve insan sağlığına zararları belirginleşen endüstriyel tarım sistemlerinin yerine seçenek oluşturabilecek çevre, üretici ve tüketici dostu tarım sistemlerinin yaygınlaştırılmasında uygulanan katılımcı yaklaşımların nasıl daha etkili olabileceği belirlenmeye çalışılmıştır. Bu çalışmada eylem araştırması (action research) metodolojisi kullanılmıştır. Demircili köyündeki çalışmalarda Katılımcı Kırsal Değerlendirme (participatory rural appraisal) yaklaşımı uygulanmıştır. Kadın ve erkek kendine yardım grupları oluşturularak, diyaloğa dayanan eylem ile üretilen veriler, gruplarda değerlendirilerek bilgiye dönüştürülmüştür. Planlanan toplantılar gerçekleştirilemediği durumlarda çiftçiler çalışırken veya dinlenirken spontane oturumlar yapılarak farklı bir strateji uygulanmıştır. Uygulayıcı profesyonellerin ve üreticilerin iletişimsel bir eylem sürdürmeleri, var olan hegemonyaya karşı bir hegemonyayı içselleştirmeleri ve her durumda karar alırken izlediği değerlerin para koduna değil, hayat koduna dayanması konusunda fikir birliğine zaman içinde de olsa varmaları çok önemlidir

Duzce University curriculum and instruction master's program alumni tracking research

Bu araştırma bir mezun izleme araştırmasıdır. Aynı zamanda mezun görüşlerine göre Düzce Üniversitesi, Eğitim Programları ve Öğretim yüksek lisans programına ilişkin belirlemeler yapılmıştır. Bu belirlemeler mezunların yüksek lisans eğitimi alma amaçları, programın bu amaçları ne derece karşıladığı, programın mezunların mesleki ve kişisel gelişimlerine katkıları çerçevesinde olmuştur. Aynı zamanda yüksek lisans mezunlarının hali hazırda diğer mezunlarla ve üniversite ile olan iletişim düzeyleri incelenerek mezun-üniversite iletişim yeterliliğine ilişkin görüş ve öneriler ortaya çıkarılmıştır. Çalışmanın modeli kesitsel taramadır. Araştırma 2010-2019 yılları arasında Düzce Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü EPÖ yüksek lisans programı mezunu olan 57 mezunu kapsamaktadır. Mezunlardan 39'u çalışmaya katılmaya gönüllü olmuştur. Veriler araştırmacı tarafından hazırlanan yarı yapılandırılmış "EPÖ Mezun Anket Formu" aracılığı ile toplanmıştır. Anket formu görüşme formuna dönüştürülerek gönüllü 16 mezun ile yarı yapılandırılmış görüşme yapılmıştır. Elde edilen nicel veriler betimsel analiz ile, nitel veriler ise içerik analizi ile çözümlenmiştir. Çalışmanın birinci alt amacı kapsamında elde edilen bazı sonuçlara göre; mezunlar eğitim bilimleri alanında gelişim, mesleki gelişim, kişisel gelişim ve akademik kariyer gelişimi gibi beklentilerle lisansüstü eğitim aldıkları ve bu amaçlarını gerçekleştirdikleri belirlenmiştir. Mezunların aldıkları yüksek lisans eğitiminden memnun oldukları belirlenmiştir; ancak derslerin daha verimli bir şekilde işlenebileceği ve verilen teorik eğitimin yanında uygulamaya da ağırlık verilmesi gerektiğini düşündükleri sonucu elde edilmiştir. Tezli yüksek lisans programından mezun olanlar akademik gelişime vurgu yaparken tezsiz yüksek lisans programından mezun olanların ise mesleki gelişimlerine vurgu yapmış olmaları dikkat çekmektedir. Mezunların mesleklerinin öğretmenlik oluşu, lisansüstü eğitimlerinde edindikleri bilgi ve becerilerin kullanım imkânı bulmalarında etkili olmaktadır. Mezunların edindikleri bilgi ve becerilerin öğretmenlik meslek bilgilerine, program okur yazarı olmalarına ve eğitimlerinin sürekliliğine katkısı olduğu sonucu elde edilmiştir. Mezunların kendi branşlarının öğretim programı hakkında lisans eğitimlerinde yeterince bilgi sahibi olamadıkları belirlenmiş ve EPÖ yüksek lisans eğitim programı ile birlikte öğretim programları hakkında bilgi edindikleri sonucuna varılmıştır. Ayrıca lisansüstü programın, daha etkili öğretim ortamları hazırlamalarına katkıda bulunduğu belirlenmiştir. EPÖ yüksek lisans programı mezunların; bilimsel gelişimlerine, farkındalık sağlamalarına, akademik bilinç oluşturmalarına ve lisansüstü eğitimlerinde edindikleri bilgileri hayatın her alanına transfer edebilmelerini sağladığı sonucu elde edilmiştir. EPÖ yüksek lisans derslerinin teorik ve uygulama açısından orantılı olarak verilmediği ve bu durumun pratikte, mesleki yaşamlarında kullanımını güçleştirdiği sonucu elde edilmiştir. Öğrencilerin yaptıkları akademik çalışmaların daha çok ders sürecinde, dersler kapsamında yapıldığı belirlenmiştir. Akademik yapıyı devam ettiren tezli yüksek lisans programı mezunlarının tezsiz yüksek lisans programından mezun olanlara göre daha fazla akademik çalışma yaptıkları belirlenmiştir. Yapılan çalışmalar arasında en fazla hakemli dergide makale yayımlanması olduğu sonucu elde edilmiştir. Ayrıca mezunların, sözlü-poster bildiri yayınladıkları ve kongrelere katıldıkları, kitap bölümü yazdıklarını ve çeşitli projelerde yer aldıkları belirlenmiştir. Çalışmanın ikinci alt amacı kapsamında elde edilen bazı sonuçlara göre; mezunlar diğer mezun olanlar ile iletişimlerini yüz yüze, iletişim araçlarıyla veya online olarak sürdürdükleri belirlenmiştir. Mezunlar; bilgi paylaşımı ve fikir alışverişi yapma, akademik çalışmalarda birbirlerine yardımcı olma, deneyimlerini diğer öğrencilerle paylaşma, arkadaşlık ilişkisi kurma ve meslektaş olmalarından dolayı diğer mezunlarla iletişim kurdukları belirlenmiştir. Mezunların üniversite ile olan etkileşimlerinin en fazla üniversite web sitesinin ve üniversitenin sosyal medya hesabının takip edildiği belirlenmiştir. Mezunların üniversite ile iletişimlerini; akademik ilişki kurmak, üniversite ile iş birliği yapmak ve üniversiteye aitlik hissettikleri için iletişimde kaldıklarını belirlenmiştir. Öğretim üyeleri ile olan etkileşimlerini devam ettirdikleri ve bu sayede de akademik çalışmalarının devamını sağlayabildikleri belirlenmiştir. Lisansüstü eğitimlerine devam eden mezunların üniversite ile bağlarının daha kuvvetli olduğu ve üniversiteye aidiyetlik duygularının daha güçlü olduğu sonucu elde edilmiştir. Doktora eğitimlerine devam eden mezunların hem diğer mezunlarla hem de üniversite ile olan iletişimlerinin daha fazla olduğu sonucu elde edilmiştir. Öğrencilerin akademik yapıya devam etmeleri hem diğer mezunlarla hem de üniversite ile olan iletişimlerinde etkili olduğu sonucu elde edilmiştir. Mezunların diğer mezunlar ve üniversite ile iletişimlerini güçlü tutabilmeleri için kurumdan beklentilerinin; mezunlar ile üniversitede/fakültede yapılacak sosyal, kültürel ve akademik etkinliklerin duyurulması amacına yönelik bir iletişim ağı oluşturulması ve bu sayede üniversitede yapılan çalışmalara katılımlarının arttırılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Ayrıca mezunların; mezun izleme sistetemi oluşturulması, mezunların deneyimlerini öğrencilerle paylaşabilmeleri adına üniversiteye davet edilmeleri, mezun toplantıları düzenlenmesi, mezunlar için bir sosyal medya hesabı açılması ve mezunlar için bir web sitesi hazırlanmasına yönelik kurumdan beklentilerinin olduğu sonucu elde edilmiştir. Mezunlar, üniversitenin mezunlara yönelik faaliyetlerinin arttırılması gerektiğini, mezunlarla etkileşimin canlı tutulmasını beklentisinde olduklarını belirtmişlerdir. Çalışmadan elde elden bulguların, üniversitenin eğitim hizmetlerinin niteliğini değerlendirmede, gerekli görülen düzenlemelerin ve iyileştirmelerin planlanmasında yol gösterici olacağı düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Düzce Üniversitesi, Eğitim Programları ve Öğretim, Lisansüstü Eğitim, Mezun İzleme, Yüksek LisansThis research is an alumni follow-up study. At the same time, determinations were made regarding Düzce University, Curriculum and Instruction master's program according to the opinions of the graduates. These determinations were made within the framework of the graduates' aims to receive graduate education, to what extent the program meets these goals, and the program's contribution to the professional and personal development of graduates. At the same time, by examining the communication levels of master's graduates with other graduates and the university, opinions and suggestions regarding graduate-university communication competence were revealed. The model of the study is cross-sectional scanning. The research includes 57 graduates who graduated from Düzce University Graduate Education Institute CI graduate program between 2010-2019. 39 of the graduates volunteered to participate in the study. The data were collected through the semi-structured "CI Graduate Questionnaire Form" prepared by the researcher. The questionnaire form was converted into an interview form and semi-structured interviews were conducted with 16 volunteers. Quantitative data obtained were analyzed with descriptive analysis, and qualitative data were analyzed with content analysis. According to some results obtained within the scope of the first sub-purpose of the study; It has been determined that graduates receive postgraduate education with expectations such as development, professional development, personal development and academic career development in the field of educational sciences and they realize these goals. It was determined that the graduates were satisfied with the postgraduate education they received; However, it was concluded that they thought that the lessons could be taught more efficiently and that the emphasis should be given to practice in addition to the theoretical education given. It is noteworthy that those who graduated from the master's program with thesis emphasized academic development, while those who graduated from the master's program without thesis emphasized their professional development. The fact that the graduates' profession is teaching is effective in finding the opportunity to use the knowledge and skills they have acquired during their graduate education. It has been concluded that the knowledge and skills acquired by the graduates contribute to their knowledge of teaching profession, to be program literate and to the continuity of their education. It was determined that the graduates did not have enough information about the curriculum of their own branches in their undergraduate education, and it was concluded that they gained information about the curriculum together with the CI master's education program. In addition, it was determined that the graduate program contributed to the preparation of more effective teaching environments. EPÖ graduate program graduates; The result has been obtained that it enables them to develop scientifically, raise awareness, create academic awareness and transfer the knowledge they have gained in their graduate education to all areas of life. It was concluded that CI master's courses were not given proportionally in terms of theory and practice, and this situation made it difficult to use them in practice and in their professional lives. It has been determined that the academic studies of the students are mostly done during the course, within the scope of the courses. It has been determined that the graduates of the master's program with thesis, who continue the academic structure, do more academic work than those who graduate from the non-thesis master's program. Among the studies, it was concluded that the highest number of articles were published in peer-reviewed journals. In addition, it was determined that the graduates published oral-poster papers and participated in congresses, wrote book chapters and took part in various projects. According to some results obtained within the scope of the second sub-objective of the study; It has been determined that graduates maintain their communication with other graduates face-to-face, through communication tools or online. Graduates; It has been determined that they communicate with other graduates because of sharing information and exchanging ideas, helping each other in academic studies, sharing their experiences with other students, establishing friendships and being colleagues. It has been determined that the interaction of the graduates with the university is mostly followed by the university website and the social media account of the university. Communication of the graduates with the university; It has been determined that they stay in touch because they have an academic relationship, cooperate with the university and feel belonging to the university. It was determined that they continued their interaction with the faculty members and thus they were able to ensure the continuation of their academic studies. It was concluded that graduates who continue their postgraduate education have stronger ties with the university and their sense of belonging to the university is stronger. It has been concluded that graduates who continue their doctoral education have more communication with both other graduates and the university. It has been concluded that the students' continuing academic structure is effective in their communication with both other graduates and the university. The expectations of the graduates from the institution in order to keep their communication with other graduates and the university; It has been concluded that a communication network should be established for the purpose of announcing the social, cultural and academic activities to be held at the university/faculty with the graduates and thus their participation in the studies at the university should be increased. In addition, graduates; It has been concluded that there are expectations from the institution to establish an alumni tracking system, to invite graduates to the university so that they can share their experiences with students, to organize alumni meetings, to open a social media account for graduates and to prepare a website for graduates. Alumni stated that the university's activities for graduates should be increased and that they expect the interaction with the graduates to be kept alive. It is thought that the findings obtained from the study will guide the evaluation of the quality of the educational services of the university and the planning of necessary arrangements and improvements. Keywords: Duzce University, Curriculum and Instruction, Postgraduate Education, Alumni Tracking, Master's Progra

Response of bread-wheat seedlings to waterlogging stress

Waterlogging is a widespread problem and one of the major yield-limiting factors of wheat in some parts of the coastal plains of Turkey. The object of this study was to identify waterlogging-tolerant cultivars in bread wheat. Twenty-four bread-wheat genotypes were tested under aerobic and anaerobic conditions to determine shoot dry weight gain, root dry weight gain, total dry weight gain, dry leaf weight, specific dry leaf weight, chlorophyll content, carotenoid content, transpiration and photosynthesis rates, and their tolerance indices. A complete randomized block design with three replications was conducted for both aerobic and anaerobic conditions. The current study clearly demonstrated that wheat seedlings growing under anaerobic conditions had significantly lower shoot dry weight, root dry weight, total dry biomass weight, leaf dry weight, specific leaf dry weight, chlorophyll a, chlorophyll b, chlorophyll a + b, and carotenoid content, and photosynthesis and transpiration rates. There were significant correlations between total dry weight gain and shoot dry weight gain and between chlorophyll a and specific leaf dry weight. Wheat cultivars had different tolerance indices for the investigated plant parameters. Further studies are needed to confirm which tolerance index is significantly correlated with seed yield and which one could be used as a selection criterion under field conditions.Waterlogging is a widespread problem and one of the major yield-limiting factors of wheat in some parts of the coastal plains of Turkey. The object of this study was to identify waterlogging-tolerant cultivars in bread wheat. Twenty-four bread-wheat genotypes were tested under aerobic and anaerobic conditions to determine shoot dry weight gain, root dry weight gain, total dry weight gain, dry leaf weight, specific dry leaf weight, chlorophyll content, carotenoid content, transpiration and photosynthesis rates, and their tolerance indices. A complete randomized block design with three replications was conducted for both aerobic and anaerobic conditions. The current study clearly demonstrated that wheat seedlings growing under anaerobic conditions had significantly lower shoot dry weight, root dry weight, total dry biomass weight, leaf dry weight, specific leaf dry weight, chlorophyll a, chlorophyll b, chlorophyll a + b, and carotenoid content, and photosynthesis and transpiration rates. There were significant correlations between total dry weight gain and shoot dry weight gain and between chlorophyll a and specific leaf dry weight. Wheat cultivars had different tolerance indices for the investigated plant parameters. Further studies are needed to confirm which tolerance index is significantly correlated with seed yield and which one could be used as a selection criterion under field conditions

Utilization of color parameters to estimate moisture content and nutrient levels of peanut leaves

Leaf nutrient levels are traditionally quantified by laboratory chemical analysis, which is time-consuming and requires intensive labor and investment. The objective of this study was to predict the moisture content (MC) and nutrient content of peanut leaves from color parameters (CIE Lab) using a chromameter. This method is faster and requires less labor and investment compared to laboratory chemical analysis. Fifty peanut leaf samples were collected from a commercial peanut field. The samples were analyzed for MC, N, P, K, Ca, Mg, Fe, Mn, Zn, and Cu concentrations after color parameters were acquired by chromameter. A positive and high correlation was found between MC and brightness (L*; r = 0.91) and MC and yellowness (b*; r = 0.95). The results show the possibility of predicting the MC of peanut leaves from color data (R2 = 0.88). A strong relationship was also observed between the measured and predicted levels of P and K based on the PLS2 regression model (R2 = 0.88 and R2 = 0.90, respectively). P and K concentrations of peanut leaves can be predicted from the color parameters to within approximately ±0.03% and ±0.15%, respectively. In contrast to MC, P, and K, concentrations of N, Mg, Mn, Zn, and Cu had only moderate correlation, and Fe concentration had the lowest correlation with color parameters (|r| ≤ 0.27).Leaf nutrient levels are traditionally quantified by laboratory chemical analysis, which is time-consuming and requires intensive labor and investment. The objective of this study was to predict the moisture content (MC) and nutrient content of peanut leaves from color parameters (CIE Lab) using a chromameter. This method is faster and requires less labor and investment compared to laboratory chemical analysis. Fifty peanut leaf samples were collected from a commercial peanut field. The samples were analyzed for MC, N, P, K, Ca, Mg, Fe, Mn, Zn, and Cu concentrations after color parameters were acquired by chromameter. A positive and high correlation was found between MC and brightness (L*; r = 0.91) and MC and yellowness (b*; r = 0.95). The results show the possibility of predicting the MC of peanut leaves from color data (R2 = 0.88). A strong relationship was also observed between the measured and predicted levels of P and K based on the PLS2 regression model (R2 = 0.88 and R2 = 0.90, respectively). P and K concentrations of peanut leaves can be predicted from the color parameters to within approximately ±0.03% and ±0.15%, respectively. In contrast to MC, P, and K, concentrations of N, Mg, Mn, Zn, and Cu had only moderate correlation, and Fe concentration had the lowest correlation with color parameters (|r| ≤ 0.27)

Hatay Altınkoy çevresinin zemin sıvılaşma riskinin belirlenmesi

TEZ6015Tez (Yüksek Lisans) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 2006.Kaynakça (s.48-57) var.viii, 70 s. ; 29 cm.One of the most significant factors leading ground failure during earthquakes is the liquefaction which is an upward movement of saturated soils to the surface like a viscose liquid due to cyclic stress generated by the earthquakes. Clean sands, sands containing fines and non-plastic silts have been shown to be liquefiable soils both in the field and in the laboratory. The objective of this research was to determine the liquefaction risk of the Hatay Samandag Altynkoy region. The liquefaction potential was evaluated by examining the relationship between SPT, depth and ground acceleration values. In addition, granulometric composition of the soils taken from study area was compared to the previous research results for its liquefaction potential. Grain size analysis showed that the soils of the study area were composed of sand having different amount of silt fraction (13.60% - 48.74%). Natural water content of the soils ranges from 10.94% to 19.70%. The ground water level is observed at about 4.50 m. Results showed that the study area has significant liquefaction risk. However, further studies are needed to make a generalization for whole study area.Sıvılasma, deprem sırasında zemin hasarlarına neden olan en önemli faktörlerden biridir. Sıvılasma, suya doygun kumlu, siltli zeminlerin deprem tarafından üretilen tekrarlı dinamik gerilmelerin etkisiyle, suyla birlikte viskoz bir sıvı gibi yüzeye dogru yükselmesi olayıdır. Hem arazi hem de laboratuvar kosullarında yapılan çalısmalar, temiz kumlar, kumlu zeminler ve plastik özellik göstermeyen siltli zeminlerin sıvılasabilir özellikte oldugunu göstermistir. Bu arastırmada, Hatay Samandag Altınkoy ve çevresinin zemin sıvılasma potansiyelinin belirlenmesi amaçlanmıstır. Elde edilen SPT sonuçları, sıvılasma potansiyelinin belirlenmesinde kullanılan yer ivmesi, derinlik - SPT degerleri arasındaki iliskileri veren abaklar yardımıyla degerlendirilmistir. Ayrıca, inceleme alanı zeminlerine iliskin granülometrik analiz sonuçları daha önce farklı depremler sonucu farklı bölgelerde sıvılasan zeminlerdeki bilinen granülometri aralıklarıyla karsılastırılmıstır. Elek analizi sonucunda, inceleme alanı topraklarının %13.60 ile %48.74 arasında degisen oranlarda silt içeren siltli kum oldugu belirlenmistir. Zeminin dogal su içerigi %10.94 ile %19.70 arasında degismekte olup, 4.50 metrede statik yeraltı suyuna rastlanmıstır. Sıvılasma potansiyeline iliskin elde edilen veriler, çalısma alanın önemli oranda sıvılasma riski tasıdıgını göstermistir. Ancak, tüm çalısma alanı için genelleme yapabilmek için daha fazla arastırma yapılması gerekmektedir.Bu çalışma Ç.Ü. Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi Tarafından Desteklenmiştir. Proje No