36 research outputs found
Eski Türk İnançlarının Türk İslâm Anlayışındaki İzleri
Şamanizm Dünya ve Türk tarihi açısından oldukça önemli görülen, üzerinde tartışmaların olduğu ve halen araştırmacıların merak ederek araştırmakta olduğu önemli konulardan biridir. Bu konunun bu denli tartışılmasında ve araştırılmasının nedeni ise içerisinde barındırmış olduğu uygulamalar bütünü ve günümüzde hâlen daha varlığını bir şekilde hissediyor olmamızdan kaynaklanmakladır. Araştırmacıların Şamanizm ile ilgili düşünceleri genel olarak iki kısma ayrılmaktadır. Bir kısmı Şamanizm’i Türklerin eski dini olarak görmekte iken diğer kısmı Türkler gibi önemli bir medeniyete ve tarihe sahip halkın böyle bir dini kabul etmeyeceğini ve böyle bir dine sahip olamayacağı kanaatinde bulunmuştur. Tüm bu fikirlerden çıkarılacak sonuç, Türklerinin eski dinlerinin Tek Tanrı inancı, “Kök Tengri” olduğudur. Tarihi süreç içerisinde Türkler bununla birlikte farklı dinlerin etkisi altına girmişlerdir. Bilhassa bulundukları coğrafi konum nedeniyle farklı milletlerle etkileşim halinde olmuş, bu etkileşimler sayesinde de Manihaizm, Budizm, Hristiyanlık, Musevilik gibi dinleri benimsemişlerdir. Fakat bu dinlerin Türklerin kültür ve yaşayışına uymamasından dolayı bu benimseyişleri çok büyük kitleler halinde olmamış ve uzun süreli olmamışlardır. Bu dinlerin tam tersine İslâmiyet; tarih içerisinde büyük kitleler halinde kabul edilmiş, geniş alanlara yayılmış ve Türk-İslâm devletleri kurulmuştur. Tüm bunlarla birlikte İslâmiyet güçlenerek kalıcı olmayı başarmıştır. Türkler İslâmiyet’i kabul etseler de eski dinlerinde yer alan uygulamaları İslâmiyet’in içerisinde gizleyerek ve onunla meç ederek nesilden nesle aktararak yaşatmayı başarmışlardır. Günümüzde de Türk-İslâm anlayışı içerisinde eski Türk dininin izlerine rastlamamız mümkün olmaktadır
Kestane kabuğu, ısırgan otu, kivi meyvesi ve narenciye özütlerinin antioksidan potansiyelleri ve bazı balık patojenlerine karşı antibakteriyel etkileri
The use of antioxidants and antibacterial compounds obtained from natural sources is
important for human and animal health, as well as for controlling diseases. The aim of this study
was to evaluates the antioxidant potentials and antibacterial effects of water extracts of C. sativa,
U. dioica, A. deliciosa and C. aurantium against selected Gram-negative (Vibrio harveyi, Vibrio
vulnificus, Vibrio anguillarum, Vibrio rotiferianus, Vibrio campbellii, Vibrio ponticus and
Aeromonas veronii) and Gram-positive (Bacillus thuringiensis) bacteria. Results of antioxidant
test indicated that the chestnut shell extract had the highest DPPH inhibition (87.03 %) followed
by citrus fruit (80.40 %). All extracts showed antibacterial activity against one or more species of
bacteria. The most susceptible bacteria were V. harveyi (32.05 mm zone diameter) and V.
campbellii (21.66 mm zone diameter) and the resistant species were V. anguillarum, V. ponticus
and A. veronii. The results show that plant extracts have the potential to be used as an antibacterial
agent in aquaculture and as an antioxidant agent in processing technology.Doğal kaynaklardan elde edilen antioksidan ve antimikrobiyal bileşiklerin kullanımı, insan
ve hayvan sağlığı için olduğu kadar hastalıkların kontrolü açısından da önemlidir. Bu çalışmanın
amacı, C. sativa, U. dioica, A. deliciosa ve C. aurantium bitkilerinden elde edilen su bazlı
özütlerin antioksidan potansiyellerinin belirlenmesi, aynı zamanda seçilen Gram-negatif (Vibrio
harveyi, Vibrio vulnificus, Vibrio anguillarum, Vibrio rotiferianus, Vibrio campbellii, Vibrio
ponticus ve Aeromonas veronii) ve Gram-pozitif (Bacillus thuringiensis) bakterilere karşı
antibakteriyel etkilerinin değerlendirilmesidir. Antioksidan aktivitesi testi sonuçlarına göre, en
yüksek DPPH inhibisyonu (%87,03) kestane kabuğu özütünde, ikinci olarak turunç özütünde
(%80,40) belirlenmiştir. Tüm özütlerin bir veya daha fazla bakteri türüne karşı antibakteriyel
aktivite gösterdiği tespit edilmiştir. Özütlere karşı en duyarlı bakteriler V. harveyi (32,05 mm zon
çapı) ve V. campbellii (21,66 mm zon çapı), dirençli türler ise V. anguillarum, V. ponticus ve A.
veronii olarak belirlenmiştir. Çalışma sonuçları, elde edilen özütlerin su ürünleri yetiştiriciliğinde
antibakteriyel madde ve işleme teknolojisinde antioksidan ajan olarak kullanılma potansiyeline
sahip olduğunu göstermektedi
Oncological and functional outcomes of patients who underwent open partial nephrectomy for kidney tumor
Objective: To report long-term functional and oncological outcomes of OPN Methods: We enrolled 182 patients who underwent consecutive OPN with a diagnosis of kidney tumor in our clinic between April 2002 and February 2020 and were selected from our prospective OPN database. Preoperative demographic and clinical characteristics, intraoperative and pathological results, and patients' postoperative functional and oncological follow-up data were retrospectively analyzed. Overall survival (OS) and disease- free survival (DFS) were evaluated using Kaplan-Meier survival analysis. The time-dependent variation between preoperative and postoperative functional results was statistically analyzed and presented in a graph. Results and limitations: The mean age was 54.4 ± 10.8 yr, and the median age-adjusted Charlson comorbidity index (ACCI) was 1 (interquartile range [IQR] 0-1). The mean tumor size was 3.1 ± 1.2 cm, and the median RENAL score was 6 (IQR 5-8). The most common malign histopathological subtype was clear cell carcinoma with 76.6%, and five cases (3.4%) had positive surgical margins (PSMs). The most common surgical techniques were the retroperitoneal approach (98.9%) and cold ischemia (88.5%). Estimated glomerular filtration rate (eGFR) preservation was 92% (80.8-99.3, IQR), which translates to 32% chronic kidney disease (CKD) upstaging. Acute kidney injury (AKI) was detected in 27 (14.8%) patients according to RIFLE criteria. The intraoperative complication rate was 5.5%, and the postoperative overall complication rate (Clavien-Dindo 1-5) was 30.2%. Major complications (Clavien-Dindo 3-5) were observed in 13 (7.1%) patients. The median oncological follow-up was 42 mo (21.3- 84.6, IQR), and the 5- and 10-yr OS were 90.1% and 78.6%, 5 and 10-yr DFS were 99.4% and 92.1%, respectively. No local recurrence was observed in 5 (3.4%) patients with PSMs; only one had distant metastasis in the 8th postoperative month. The retrospective design, the small number of patients who underwent PN based on mandatory indication, and one type of surgical approach may limit the generalizability of our findings. Conclusions: This study confirms excellent long-term oncologic and functional outcomes after OPN in a cohort of patients selected from a single institution. In light of the information provided by the literature and our study, our recommendation is to push the limits of PN under every technically feasible condition in the treatment of kidney tumors to protect the kidney reserve and achieve near-perfect oncological results
Pedagogical competencies of educators / religious officials who take part in religous education of pre-school children (4-6 age group)
Din eğitimine ilişkin olarak yanlış yaklaşım ve uygulamalar, ülkemizde de yaşandığı üzere, vahim sonuçlara sebep olmaktadır. Bu durum, devletin ve uygulanacak resmi politikaların, din eğitiminde daha aktif ve belirleyici bir rolünün bulunması gerekliliğini göstermiştir. Ülkemizde, yaygın din eğitiminin uygulanması, bu eğitimlerin takip ve kontrolünün sağlanması Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görevidir. Diyanet İşleri Başkanlığı, toplumun her kesiminden ve her yaştan kişilere din eğitimi verme amacını gütmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın sorumluluk alanında bulunan yaygın din eğitiminin verildiği kurumlarından birisi de Kur'an Kurslarıdır. Bu bağlamda, Kur'an Kurslarında yaş sınırının kaldırılmasıyla birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı, 4-6 yaş grubu çocukların okul öncesi dönemlerindeki din eğitimi eksikliklerini giderebilmek adına Kur'an Kursları açmıştır. 2013 yılında pilot uygulamalarına başlanan 4-6 yaş grubu için Kur'an Kurslarının açılması uygulaması, hızlı bir gelişme göstererek yaygınlaşmıştır. Son derece önemli olan 4-6 yaş grubu din eğitimine ilişkin olarak Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açılan kursların çok hızlı şekilde yaygınlaşması, birtakım sakıncaları da beraberinde getirmektedir. Özellikle, bu uygulamanın ana aktörlerinden biri olan eğitimcilerin pedagojik açıdan yeterli olup olmadıkları ciddi bir tartışma konusudur. Zira 4-6 yaş grubu çocuklara verilecek din eğitimleri için öğretmen yetiştiren herhangi bir yükseköğretim kurumunun ya da bu kurumlar nezdinde bulunan bir programının bulunmadığı bilinmektedir. Bu kapsamda bu çalışmada, bahsi geçen kurslarda görevli eğitimcilerin pedagojik ve mesleki yeterlilikleri üzerinde durulmuştur. 4-6 yaş grubu Kur'an Kurslarında görev alan eğitimcilerin sahip oldukları pedagojik donanım ve mesleki yeterlilik seviyeleri, Bursa ili Orhangazi ve İznik ilçelerindeki 20 eğitimci ile yapılan mülakatlardan elde edilen veriler çerçevesinde ortaya konulmaya çalışılmıştır. Öncelikle, okul öncesi eğitimi ve çocuğun din eğitimi hakkında bilgilere yer verilmiş, sonrasında ise eğitimcilerle yapılan mülakatlarda sorulan sorulara verdikleri cevaplar değerlendirmeye alınmıştır. Eğitimcilerin branşlarındaki uzmanlık durumu, çocuğun gelişim alanları hakkındaki bilgileri ile eğitim ve öğretime ilişkin yöntem ve yaklaşımlar ile ilgili bilgileri 18 adet açık uçlu soru ile belirlenmeye çalışılmıştır.The wrong approaches and practices in relation to religious education lead to grave consequences, as has happened many times in our country. This shows that the state and the official policies to be implemented should have a more active and decisive role in religious education. In our country, it is the duty of the Religious Affairs Department to implement non-formal religious education and to ensure the follow-up and control of these trainings. The Presidency of Religious Affairs aims to provide religious education to people from all walks and ages. One of the institutions of the Religious Affairs Directorate where non-formal religious education is given is the Qur'an Courses. In this context, with the removal of the age limit in the Qur'an Courses, the Presidency of Religious Affairs has opened Qur'an Courses in order to eliminate the deficiencies of religious education in the pre-school period of children aged 4-6. The implementation of the opening of the Qur'an Courses for the 4-6 age group, which started piloting in 2013, has expanded rapidly and has become widespread. The rapid opening of the courses opened by the Presidency of Religious Affairs regarding the religious education of 4-6 age group, which is very important, brings with it some drawbacks. In particular, it is a matter of serious debate whether educators, one of the main actors of this practice, are pedagogically competent. Because, it is known that there is no higher education institution or a program in the institution that educates teachers for religious education to be given to children aged 4-6. In this context, in this study, pedagogical and occupational competence of educators in these courses are emphasized. The pedagogical and professional competence levels of the trainers who took part in the Quran Courses of 4-6 age group were tried to be determined within the framework of the data obtained from interviews with 20 trainers in Orhangazi and İznik districts of Bursa. Firstly, information was given about pre-school education and religious education of the child and then the answers given to the questions asked during the interviews with the educators were taken into consideration. 18 open-ended questions were used to determine educators' knowledge about their specialties in the branches, child psychology and child development areas, and information about methods and approaches related to education and training
Proposing a novel mathematical model for hospital pneumatic system
Hospital Pneumatic Systems, specializing in pneumatic systems, are among the most essential components for hospitals. It offers efficient and cost-effective solutions to problems related to the transportation of various materials in hospitals. However, in existing systems, the need for compressed air is met without worrying about cost control and without depending on the sample transported, and this not only makes the system inefficient but also may cause sample degradation. The main purpose of this study is to provide speed/pressure control according to the type of material transported to eliminate the disadvantages of existing systems such as energy use and sample degradation. In this study, a new mathematical model is presented that can be used to make more energy-efficient hospital pneumatic systems. Although there are many studies on various pneumatic systems in the literature, there is not enough for the control of hospital pneumatic systems. According to the results obtained in this study, the system parameters were determined and the mathematical model of the system was obtained by using the Multivariate nonlinear regression method. A genetic algorithm was used to test the validity of the obtained mathematical model and to optimize the coefficient of the input parameters of the model. It is expected that this proposed model will contribute to the use of hospital pneumatic systems and provide a scientific and practical solution to the proposed mathematical model. The proposed mathematical model provides up to %43 more efficient transportation over the currently used system that has been tested
HASTANE PNÖMATİK SİSTEMLERİNİN BULANIK MANTIKLA MODELLENMESİ
Otomasyon, robotik ve hastaneler gibi oldukça geniş kullanım alanı olan; Pnömatik
sistemlerle ilgili hassas kontrol uygulamalarına yönelik çalışmalar giderek
artmaktadır. Ancak sistemin lineer olmayan ve karmaşık bir yapıya sahip olması,
sistemin kontrol edilmesini zorlaştırmaktadır. Sistemin davranışını belirlemek ve
verilen girişlere göre çıkışların ifade edilmesi için matematiksel modeller
kullanılmaktadır. Amaç sistemin davranışının öngörülmesi ve kontrolüdür.
Doğrusal sistemler için birçok kontrol teorisi varken, doğrusal olmayan
sistemlerde kontrol teorileri kısıtlıdır. Doğrusal olarak modellenemeyen sistemler
bulanık olarak modellenebilir. Böylece lineer olmayan sistemlerin kontrolleri daha
kolay bir şekilde sağlanmaktadır. Hastanelerde kullanılan pnömatik sistemler
sayesinde numune alınan odalar ile laboratuvar arasında zaman ve enerji
açısından büyük bir tasarruf sağlar. Hastane pnömatik sistemleri de lineer
olmayan bir yapıya sahiptir ve bulanık mantıkla modellenerek sistemin en verimli
şekilde kontrolü amaçlanmaktadır. Bu sayede hastane pnömatik sistemleri, daha
etkili bir şekilde kullanılabilecek, karşılaşılan problemlere daha kolay bir şekilde
çözüm bulunabilecek ve sistem verimliliği en üst seviyeye ulaşabilecektir. 4 giriş ve
1 çıkış parametresi kullanılarak bulanık mantıkla modellenen sistemin başarısı
yaklaşık olarak %90 (%91,6) dır.There are increasing studies for precise control applications related to pneumatic systems, which are widely used such as automation, robotics and hospitals. However, nonlinearity and complexity of the system make it difficult to control the system. Mathematical models are used to determine the behavior of the system and to express outputs according to given inputs. The aim is to control the system and to predict its behavior. There are many control theories for linear systems, but these theories are few for nonlinear systems. Thus, nonlinear systems are more easily controlled. Thanks to the pneumatic systems used in the hospitals, a great saving in time and energy are ensured between the rooms and the laboratory. Hospital pneumatic systems have a nonlinear structure and they are modeled with fuzzy logic to control the system in the most efficient way. Pneumatic systems that are modeled with fuzzy logic can be used more effectively, solutions to the problems can be found more easily and system efficiency can be reached to the highest level. Modeled with fuzzy logic using 4 inputs and 1 output parameters, the success of the system is approximately 90% (91.6%)
Biological recovery of phosphorus from waste activated sludge via alkaline fermentation and struvite biomineralization by Brevibacterium antiquum
Struvite biomineralization is a promising method for phosphorus recovery from wastewater treatment plant streams, and the growth of responsible microorganisms in mixed cultures is one of the most critical points for applying this process in pilot and full-scale. This study aimed to investigate the growth and bio-struvite production of Brevibacterium antiquum in mixed sludge culture. Alkaline fermentation was applied at different pH conditions to enhance the phosphorus content of sludge for an efficient recovery, and pH 8 was determined as the most feasible considering the phosphorus release and sludge characteristics. Growth optimization studies showed that NaCl's presence decreases the growth rate of Brevibacterium antiquum and bio-struvite production. At the same time, pH in the range of 6.8–8.2 did not alter the growth significantly. In addition, studies showed the ability of Brevibacterium antiquum in unsterilized fermented sludge centrate to grow and recover the phosphorus as struvite. Thus, our results indicated the potential of struvite biomineralization in full-scale wastewater treatment plants
Antioxidant Potential of Chestnut Shell, Stinging Nettle, Kiwi Fruit and Citrus Fruit Extracts and Antimicrobial Effects Against Some Fish Pathogens
The use of antioxidants and antibacterial compounds obtained from natural sources is
important for human and animal health, as well as for controlling diseases. The aim of this study
was to evaluates the antioxidant potentials and antibacterial effects of water extracts of C. sativa,
U. dioica, A. deliciosa and C. aurantium against selected Gram-negative (Vibrio harveyi, Vibrio
vulnificus, Vibrio anguillarum, Vibrio rotiferianus, Vibrio campbellii, Vibrio ponticus and
Aeromonas veronii) and Gram-positive (Bacillus thuringiensis) bacteria. Results of antioxidant
test indicated that the chestnut shell extract had the highest DPPH inhibition (87.03 %) followed
by citrus fruit (80.40 %). All extracts showed antibacterial activity against one or more species of
bacteria. The most susceptible bacteria were V. harveyi (32.05 mm zone diameter) and V.
campbellii (21.66 mm zone diameter) and the resistant species were V. anguillarum, V. ponticus
and A. veronii. The results show that plant extracts have the potential to be used as an antibacterial
agent in aquaculture and as an antioxidant agent in processing technology.Doğal kaynaklardan elde edilen antioksidan ve antimikrobiyal bileşiklerin kullanımı, insan
ve hayvan sağlığı için olduğu kadar hastalıkların kontrolü açısından da önemlidir. Bu çalışmanın
amacı, C. sativa, U. dioica, A. deliciosa ve C. aurantium bitkilerinden elde edilen su bazlı
özütlerin antioksidan potansiyellerinin belirlenmesi, aynı zamanda seçilen Gram-negatif (Vibrio
harveyi, Vibrio vulnificus, Vibrio anguillarum, Vibrio rotiferianus, Vibrio campbellii, Vibrio
ponticus ve Aeromonas veronii) ve Gram-pozitif (Bacillus thuringiensis) bakterilere karşı
antibakteriyel etkilerinin değerlendirilmesidir. Antioksidan aktivitesi testi sonuçlarına göre, en
yüksek DPPH inhibisyonu (%87,03) kestane kabuğu özütünde, ikinci olarak turunç özütünde
(%80,40) belirlenmiştir. Tüm özütlerin bir veya daha fazla bakteri türüne karşı antibakteriyel
aktivite gösterdiği tespit edilmiştir. Özütlere karşı en duyarlı bakteriler V. harveyi (32,05 mm zon
çapı) ve V. campbellii (21,66 mm zon çapı), dirençli türler ise V. anguillarum, V. ponticus ve A.
veronii olarak belirlenmiştir. Çalışma sonuçları, elde edilen özütlerin su ürünleri yetiştiriciliğinde
antibakteriyel madde ve işleme teknolojisinde antioksidan ajan olarak kullanılma potansiyeline
sahip olduğunu göstermektedi