86 research outputs found

    A rare reason of foot drop caused by primary diffuse large b-cell lymphoma of the sciatic nerve: case report

    Get PDF
    Introduction Primary central nervous system lymphomas account for 2% of all malignant lymphomas. Although the involvement of peripheral nerves has been previously described as a dissemination of systemic lymphomas or a direct extension to the nerve trunk from contiguous lymphomas, primary involvement of the sciatic nerve is extremely rare. Case To the best of our knowledge, the primary localization of lymphoma within sciatic nerve has been reported only nine times. We report, a very rare example of a primary diffuse large B-cell lymphoma of the sciatic nerve. Discussion The patient presented with atypical sciatica. Such symptoms can be misdiagnosed as lumbar disc pathology and magnetic resonance imaging and electrophysiological studies avoid this misinterpretation

    ¿La aplicación de pegamento de fibrina perivascular tiene un efecto preventivo del daño endotelial en el injerto de vena safena? Un modelo experimental

    Get PDF
    Background. The effect of tissue adhesives on coronary grafts in cardiac surgery is a controversial issue. Objective. The aim of this study is to investigate the effect of fibrin glue (FG) applied around the saphenous vein grafts (SVG) in preventing cellular damage resulting from intraluminal pressure increase. Methods. Twenty volunteer patients were included in this ex vivo study. The SVGs remained after coronary artery bypass grafting were connected to the arterial line of the cardiopulmonary bypass circuit. The grafts were divided into two segments and one segment received perivascular FG applied whereas the other part was used plain. SVGs were kept in circulation at 120 mmHg pressure 250 mL/min flow rate for 60 min. The tissues were sent for histopathological examination to determine the endothelial damage. Results. Endothelial damage was more pronounced in the control group when compared with the FG group. In the FG group, no damage was seen in 13 samples and no Type 3 endothelial damage was observe whereas Type 1 injury was detected in seven specimens, Type 2 injury was observed in seven specimens, and Type 3 injury was detected in two specimens in the control group. Conclusion. Perivascular application of FG on the SVG showed a protective effect against endothelial damage resulting from increased intraluminal pressure.Antecedentes. El efecto de los adhesivos tisulares sobre los injertos coronarios en cirugía cardíaca es un tema controvertido. Objetivo. Investigar el efecto del pegamento de fibrina aplicado alrededor de los injertos de vena safena para prevenir el daño celular resultante del aumento de la presión intraluminal. Método. En este estudio ex vivo fueron incluidos 20 pacientes voluntarios. Los injertos de vena safena que quedaron después del injerto de derivación de la arteria coronaria se conectaron a la línea arterial del circuito de derivación cardiopulmonar. Los injertos se dividieron en dos segmentos y a uno de ellos se le aplicó pegamento de fibrina perivascular, mientras que la otra parte se usó sola. Los injertos de vena safena se mantuvieron en circulación a una presión de 120 mmHg y una velocidad de flujo de 250 ml/min durante 60 minutos. Los tejidos se enviaron para examen histopatológico para determinar el daño endotelial. Resultados. El daño endotelial fue más pronunciado en el grupo de control ue en el grupo de pegamento de fibrina. Se observó lesión de tipo 2 en siete muestras del grupo de pegamento de fibrina y lesión de tipo 3 en dos muestras del grupo de control. Conclusiones. La aplicación perivascular de pegamento de fibrina en los injertos de vena safena mostró un efecto protector contra el daño endotelial resultante del aumento de la presión intraluminal

    Kardiyak resenkronizasyon tedavisine yanıtın öngörülmesinde sistemik bağışıklık-inflamatuvar indeksinin rolü

    Get PDF
    Aim: Cardiac resynchronization therapy (CRT) is a reliable treatment modality in patients with systolic dysfunction. However, not every patient appears to benefit from CRT. The systemic immune inflammation index (SII) is closely linked to the poor prognosis of various cardiovascular disorders. However, there is no study investigating whether SII has predictive value in determining response to CRT in dilated cardiomyopathy patients. Therefore, we intend to investigate the association between SII and response to CRT. Methods: A total of 220 patients (mean age 61.2±10.8 years; 120 men) implanted with CRT were involved in this study. Echocardiographic and laboratory measurements were evaluated prior to CRT. Response to CRT was determined as a≥ 15% decrease in left ventricular end-systolic volume at one-year follow-up. Results: Patients grouped as CRT responders and non-responders. Of these, 143 (64.6%) were considered to be CRT responders, while the remaining 77 (33.4%) were non-responders. Female sex (OR: 3.823, CI: 1.568-9.324 p=0.003), QRS duration (OR: 1.224, CI: 1.158-1.335 p<0.001), and SII (OR: 0.996 CI: 0.995-0.997 p<0.001) were shown to be independent predictors of CRT response in multivariate analysis. A cut-off value of SII >825 estimated no response to CRT with 80% sensitivity and 75% specificity. Conclusions: SII was associated with unresponsiveness to CRT. Therefore, it may be used to determine optimal patient selection for CRT implantation in routine clinical practice.Amaç: Kardiyak resenkronizasyon tedavisi (KRT), sistolik disfonksiyonu olan hastalarda güvenilir bir tedavi yöntemidir. Ancak, KRT'nin faydası belli hasta grupları ile sınırlıdır. Sistemik immün inflamatuvar indeks (SII), çeşitli kardiyovasküler bozuklukların kötü prognozu ile ilişkilidir. Bununla birlikte, dilate kardiyomiyopati hastalarında SII'nin KRT'ye yanıtı belirlemede prediktif değeri olup olmadığını araştıran bir çalışma bulunmamaktadır. Bu nedenle, bu çalışmada SII ile KRT'ye yanıt arasındaki ilişkiyi araştırmak amaçlandı. Yöntemler: Bu çalışmaya KRT implante edilen toplam 220 hasta (ortalama yaş 61,2±10,8 yıl; 120 erkek) dahil edildi. KRT öncesi ekokardiyografi ve laboratuvar ölçümleri değerlendirildi. KRT'ye yanıt, bir yıllık takipte sol ventrikül sistol sonu hacminde ≥ %15 azalma olarak belirlendi. Bulgular: Hastalar, KRT'ye yanıt verenler ve yanıt vermeyenler olarak gruplandırıldı. Bunlardan 143'ü (%64,6) KRT'ye yanıt veren olarak kabul edilirken, kalan 77'si (%33,4) yanıt vermeyendi. Kadın cinsiyet (OR: 3.823, CI: 1.568-9.324 p=0.003), QRS süresi (OR: 1.224, CI: 1.158-1.335 p<0.001) ve SII (OR: 0.996 CI: 0.995-0.997 p<0.001) çok değişkenli analizde KRT yanıtının bağımsız öngörücüleri olarak bulundu. SII >825'lik bir sınır değeri, %80 duyarlılık ve %75 özgüllük ile KRT'ye yanıt olmadığını öngördürmüştür. Sonuç: Bu çalışmada SII’nin KRT'ye yanıtsızlığı öngördüğü gösterilmiştir. Bu nedenle SII rutin klinik uygulamada KRT implantasyonu için optimal hasta seçimini belirlemede kullanılabilir

    Causes of statin inadherence and discontinuation in patients with stable coronary heart disease

    Get PDF
    Amaç: Bu çalışmada stabil koroner arter hastalığı nedeniyle statin kullanması gereken hastaların statin bırakma nedenleri ve ilişkili kar‐ diyovasküler olayların araştırılması planlandı. Gereç ve Yöntem: Kesitsel ve çok merkezli olarak tasarlanan çalışmaya 4 farklı kardiyoloji polikliniğine ayaktan başvuran stabil koroner arter hastaları dahil edildi. Demografik özellikleri kaydedildi ve hastalar statin kullanıp kullanmadıklarına göre iki gruba ayrıldı. Statin kullanmakta olan ve kullanıp da bırakmış olan hasta grupları arasındaki klinik özellikler ve laboratuvar bulguları karşılaştırıldı. Statini bı‐ rakan hastaların statini neden bıraktıkları incelendi ve gruplar kardiyovasküler olay (anjina pektoris, revaskülarizasyon, akut miyokard enfarktüsü, atriyal fibrilasyon ve serebrovasküler olay) gelişimi açısından incelendi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 1.108 hastanın yaş ortalaması 64 (56‐70) idi. Risk faktörleri ve kardiyovasküler hastalıklar bakımından her iki grup benzerdi fakat koroner arter baypas cerrahisi öyküsü statin bırakanlarda daha yüksekti (%30,7 (n=155) vs %22,2 (n=134), p=0,002) ve hiperlipidemi öyküsü statin kullananlarda daha yüksekti (%64,3 (n=388) vs %55,6 (n=281), p=0,004). Total kolesterol ve dü‐ şük dansiteli lipoprotein statin bırakanlarda daha yüksekti (p<0,001). Statini bırakan hasta sayısı 505 (%45,6) iken statine devam eden‐ ler 603 (%54,4) kişiydi. Statini hekim tarafından kesilen hastaların sayısı 214 (%42,4) idi. Statini bırakan hastalarda kardiyovasküler olay gelişimi istatistiki olarak daha fazlaydı (tüm değerler p<0,001). Sonuç: Stabil koroner arter hastalığı nedeniyle statin kullanması gereken hastalarda statin bırakma oranının oldukça fazla olduğu gö‐ rüldü. Statini bırakanlarda kardiyovasküler olay gelişimi anlamlı olarak daha yüksekti. Bu bakımdan ülkemizde statin kullanımı ve ge‐ rekliliği açısından daha kalıcı çözümler üretilmesi gerekmektedir.Objective: In this study, it was planned to investigate the reasons for statin withdrawal and related cardiovascular events in patients who needed to use statins due to stable coronary artery disease. Material and Method: Stable coronary artery disease patients admitted to 4 different cardiology outpatient clinics were included in this cross‐sectional and multicenter study. Demographic characteristics were recorded and patients were divided into two groups according to whether they used statins or not. The clinical features and laboratory findings were compared between the still statin‐using and dis‐ continued groups. The reasons why patients discontinued their statins were examined and the groups were evaluated for the develop‐ ment of cardiovascular events (angina pectoris, revascularization, acute myocardial infarction, atrial fibrillation and cerebrovascular ac‐ cident). Results: The mean age of 1108 patients included in the study was 64 (56‐70). Both groups were similar in terms of risk factors and car‐ diovascular diseases, but a history of coronary artery bypass surgery was higher in those who discontinued statins (30.7% (n=155) vs 22.2% (n=134), p=0.002), and a history of hyperlipidemia was higher in statin users (%64.3 (n=388) vs 55.6% (n=281), p=0.004). Total cholesterol and low‐density lipoprotein were higher in statin quitters (p<0.001). The number of patients who discontinued statin was 505 (45.6%), while 603 (54.4%) patients continued to use statin. The number of patients whose statin was discontinued by the physi‐ cian was 214 (42.4%). The development of cardiovascular events was statistically higher in patients who discontinued statin (all values p<0.001). Conclusion: It was observed that the rate of statin withdrawal was quite high in patients who needed to use statins due to stable coro‐ nary artery disease. The development of cardiovascular events was significantly higher in those who discontinued the statin. In this re‐ spect, it is necessary to produce more permanent solutions in terms of statin use and necessity in our country

    Türkiye'de koroner yoğun bakım ünitelerindeki hastane içi mortalite (MORCOR-TURK) çalışmasında hasta temel karakteristikleri ve öngördürücüleri

    Get PDF
    OBJECTIVE: The MORtality in CORonary Care Units in Türkiye (MORCOR-TURK) trial is a national registry evaluating predictors and rates of in-hospital mortality in coronary care unit (CCU) patients in Türkiye. This report describes the baseline demographic characteristics of patients recruited for the MORCOR-TURK trial. METHODS: The study is a multicenter, cross-sectional, prospective national registry that included 50 centers capable of 24-hour CCU service, selected from all seven geographic regions of Türkiye. All consecutive patients admitted to CCUs with cardiovascular emergencies between September 1-30, 2022, were prospectively enrolled. Baseline demographic characteristics, admission diagnoses, laboratory data, and cardiovascular risk factors were recorded. RESULTS: A total of 3,157 patients with a mean age of 65 years (range: 56-73) and 2,087 (66.1%) males were included in the analysis. Patients with arterial hypertension [1,864 patients (59%)], diabetes mellitus (DM) [1,184 (37.5%)], hyperlipidemia [1,120 (35.5%)], and smoking [1,093 (34.6%)] were noted. Non-ST elevation myocardial infarction (NSTEMI) was the leading cause of admission [1,187 patients (37.6%)], followed by ST elevation myocardial infarction (STEMI) in 742 patients (23.5%). Other frequent diagnoses included decompensated heart failure (HF) [339 patients (10.7%)] and arrhythmia [272 patients (8.6%)], respectively. Atrial fibrillation (AF) was the most common pathological rhythm [442 patients (14%)], and chest pain was the most common primary complaint [2,173 patients (68.8%)]. CONCLUSION: The most common admission diagnosis was acute coronary syndrome (ACS), particularly NSTEMI. Hypertension and DM were found to be the two leading risk factors, and AF was the most commonly seen pathological rhythm in all hospitalized patients. These findings may be useful in understanding the characteristics of patients admitted to CCUs and thus in taking precautions to decrease CCU admissions

    Experimental investigation of mechanical features of rail welding methods as flash butt welding and aluminothermit welding used for railways

    No full text
    Contalarda meydana gelen arızaların ıslahı için harcanan zaman ve paranın toplam bakım masrafları içindeki payı çok fazladır. Ayrıca contalarda meydana gelen arızalar yüzünden konfor bozulmakta ve yol tamiratının ömrü de çok kısa olmaktadır. Tüm bunlardan daha önemli olarak contalarda meydana gelen ray kırılmaları ciddi kazalara yol açabilmektedir. Bu nedenle ray birleştirme kaynağının daha iyi yapılması için detaylı araştırma yapılmıştır. Bu çalışma öncelikle ray birleştirme yöntemlerinin incelenmesi çalışma prensiplerinin ve yöntemlerinin tespitidir. Ayrıca ray kaynak yöntemlerinden yaygın olarak kullanılan alüminotermit ve yakma alın kaynak yöntemlerinin incelenmesi ve geliştirilmesi için önerilerde bulunulmuştur.The spent time and money for treatment of the faults, occur on the gasket, share in the total maintenance costs is very much. In addition, railway comfort reduces and service life of the maintenance of the railway is very short because of the faults take place in the gaskets. The most important from all of them is the rail fractues on the gasgets may lead to serious accidents. Therefore, in this study an investigation will be done for welding of the rails to be done better. First of all, this study is the examination and determination of the working principles and methods of rail welding. It also gives some recommends for examination and development of aluminothermit and flash butt welding which are the most widely used rail welding methods

    Portfolıo optımızatıon wıth semı varıance model: Bıst-100 ındex applıcatıon

    No full text
    Portföy optimizasyonu ile risk minimize edilirken getirinin maksimize edilebilmesi, uzun yıllardır yatırımcıların ve araştırmacıların üzerinde çalıştığı önemli konulardan biri olmuştur. Yapılan çalışmalar ile yatırımcı için risk olgusunun, beklenen getiriden daha öncelikli olduğu görüşü önem kazanmıştır. Yatırımcının öncelikli amacının riski minimize etmek olduğu varsayımından sonra, araştırmacılar ve yatırımcılar riske dayalı yöntemlere odaklanmıştır. Yarı varyans modeli de bu yöntemlerden biridir. Yarı varyans modelinde ortalamanın altında kalan getiriler dikkate alınmaktadır. Bu yönüyle risk ölçümünde yaygın olarak kullanılan varyansa göre, yatırımcının risk algısına daha uygun şekilde yatırım hakkında bilgi elde edilebilmektedir. Çalışmanın temel amacı, bu iki yöntemi BIST-100 Endeksi’nden elde edilen veriler ile karşılaştırmaktır. Çalışmanın sonucunda; yarı varyansa göre oluşturulacak düşük risk toleranslarındaki portföylerin yatırımcıyı ortaya çıkan beklenmedik negatif getiri riskinden ve sistematik riskten daha iyi koruduğu anlaşılmıştır.With portfolio optimization, maximizing return while maximizing risk has been one of the important issues that investors and researchers have been working on for many years. With the studies, it has gained importance for the investor that the risk phenomenon is more important than the expected return. After assuming that the primary objective of the investor is to minimize the risk, researchers and investors are focused on risk-based methods. Yarı -variance model is one of these methods. In the yarı -variance model, the below-average returns are taken into account. In this respect, according to the commonly used variance in risk measurement, information can be obtained about investing in a more appropriate manner to the risk perception of the investor. The main objective of the study is to compare these two methods with the data obtained from BIST-100 Index. As a result of the study; It is understood that portfolios with low risk tolerances to be created according to semi-variance protect the investor better than negative return risk and systematic risk

    Portfolıo optımızatıon wıth semı varıance model: Bıst-100 ındex applıcatıon

    No full text
    Portföy optimizasyonu ile risk minimize edilirken getirinin maksimize edilebilmesi, uzun yıllardır yatırımcıların ve araştırmacıların üzerinde çalıştığı önemli konulardan biri olmuştur. Yapılan çalışmalar ile yatırımcı için risk olgusunun, beklenen getiriden daha öncelikli olduğu görüşü önem kazanmıştır. Yatırımcının öncelikli amacının riski minimize etmek olduğu varsayımından sonra, araştırmacılar ve yatırımcılar riske dayalı yöntemlere odaklanmıştır. Yarı varyans modeli de bu yöntemlerden biridir. Yarı varyans modelinde ortalamanın altında kalan getiriler dikkate alınmaktadır. Bu yönüyle risk ölçümünde yaygın olarak kullanılan varyansa göre, yatırımcının risk algısına daha uygun şekilde yatırım hakkında bilgi elde edilebilmektedir. Çalışmanın temel amacı, bu iki yöntemi BIST-100 Endeksi’nden elde edilen veriler ile karşılaştırmaktır. Çalışmanın sonucunda; yarı varyansa göre oluşturulacak düşük risk toleranslarındaki portföylerin yatırımcıyı ortaya çıkan beklenmedik negatif getiri riskinden ve sistematik riskten daha iyi koruduğu anlaşılmıştır.With portfolio optimization, maximizing return while maximizing risk has been one of the important issues that investors and researchers have been working on for many years. With the studies, it has gained importance for the investor that the risk phenomenon is more important than the expected return. After assuming that the primary objective of the investor is to minimize the risk, researchers and investors are focused on risk-based methods. Yarı -variance model is one of these methods. In the yarı -variance model, the below-average returns are taken into account. In this respect, according to the commonly used variance in risk measurement, information can be obtained about investing in a more appropriate manner to the risk perception of the investor. The main objective of the study is to compare these two methods with the data obtained from BIST-100 Index. As a result of the study; It is understood that portfolios with low risk tolerances to be created according to semi-variance protect the investor better than negative return risk and systematic risk
    corecore