9 research outputs found
Ameliyat sonrası bulantı kusmaya etki eden risk faktörlerinin değerlendirilmesi
Tanımlayıcı olarak yapılan bu araştırmanın amacı, ameliyat sonrası dönemde ortaya çıkan bulantı kusmanın değerlendirilmesidir. Araştırma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Nöroşirürji Anabilim Dalı, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı, Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı, Üroloji Anabilim Dalı, Organ Nakli Araştırma ve Uygulama Merkezi kliniklerinde 01.06.2016–31.07.2016 tarihleri arasında yürütüldü. Araştırmanın örneklemini 01.06.2016–31.07.2016 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi 9 cerrahi kliniğinde ameliyat olan 18 yaş üstü, bilinçli ve Amerikan Anesteziyoloji Derneği [AmericanSociety of Anesthesiologists (ASA)] I-II sınıflama kriterlerine uyan gönüllü 242 hasta oluşturdu. Araştırmanın verileri hastanın ameliyattan önce hastaneye yattığı uygun bir zamanda araştırmanın konusu hakkında hasta bilgilendirilerek yazılı izin alındıktan sonra, ameliyattan sonra ki ilk 24 saat hasta dosyaları incelenerek ve hastalar ile yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak toplandı. Bilgilendirme ve Onam Formu alındıktan sonra verilerin toplanmasında literatür doğrultusunda hazırlanan 'Hasta Tanıtım Formu' ve ameliyat öncesi değerlendirme ile ameliyat sonrası değerlendirmeleri içeren 'Hasta Değerlendirme Formu' kullanıldı. Hasta Tanıtım Formu ile hastanın klinik bilgileri, yaşı, cinsiyeti, boyu, kilosu, Beden Kitle İndeksi (BKİ), öğrenim durumu, medeni durumu, sosyal güvencesi, ek hastalığı, sigara ve alkol kullanımı, yolculuk sırasında ki bulantı ve kusma deneyimi, daha önceki cerrahi girişimleri, daha önceki cerrahi girişimler sonrası bulantı-kusma deneyimi, bu deneyime yönelik girişimleri değerlendirilmektedir. Hasta Değerlendirme Formu ile; premedikasyon uygulaması, ameliyata ilişkin kaygı/korku/endişesi, ameliyat öncesi açlık süresi, ameliyat öncesi narkotik, antibiyotik ve antiemetik kullanımı sorgulanacaktır. Ameliyat sonrası bulantı kusmanın gelişiminin tahmini için kadın cinsiyeti, ameliyat sonrası bulantı kusma öyküsü veya taşıt tutma hikayesi, sigara içmeme, ameliyat sonrası opioid kulanımı gibi risk faktörlerini içeren Apfel Bulantı Kusma Risk Skoru ve ameliyatın süresi>60 dk., kadın cinsiyeti, taşıt tutma veya ameliyat sonrası bulantı kusma öyküsü, sigara içmeme risk faktörlerini içeren Koivuranta Bulantı Kusma Risk Skoru kullanılarak hastanın ameliyat öncesi bulguları değerlendirilmiştir. Ameliyatın yeri, ameliyatın süresi, kullanılan anestezik ajanlar, ağrı için uygulanan tedavi, ameliyat sonrası oral alım saati, yoğun bakımda/ayılma ünitesinde kalma süresi, ameliyat sonrası yatış pozisyonu, bulantı kusma olduğunda verilmiş özel bir yatış pozisyonu olup olmadığı, bulantının olup olmadığı, bulantı oldu ise süresi, bulantıya yönelik uygulanan tedavi, bulantıya yönelik uygulanılan/kullanılan ilaç dışı yöntem olup olmadığı, kusma olup olmadığı, öğürme olup olmadığı, ameliyat sonrası ilk 2 saat, ameliyat sonrası 3-6 saat aralığı, ameliyat sonrası 7-24 saat zaman aralıklarında şiddeti 0 ile 10 cm arasında derecelendirilen Visual Analog Skala (VAS) ile hastanın ağrı şiddeti, aktiviteler sırasında ki ağrı şiddeti, dinlenme halinde ki ağrı şiddeti, kaygı/endişe/korku düzeyi, yorgunluğunun derecesi, bulantının şiddeti, bulantının en kötü şiddeti, aktivite sırasında ki bulantı şiddeti, dinlenme halinde ki bulantı şiddeti, öğürme/kusma şiddeti ve öğürme/kusmanın en kötü şiddeti derecelendirilmiştir. Araştırma kapsamındaki veriler Statistical Package For Social Science (SPSS) 22.0 programında değerlendirildi. Hastalar ile ilgili tanıtıcı bilgiler sayı, yüzde ve ortalama olarak verildi. Verilerin normal dağılıma uygunluğu Shapiro Wilk Testi ile değerlendirildi. Normal dağılım göstermeyen değişkenlerde Kruskal-Wallis-H Testi, Spearman Korelasyon Analizi, oluşturulan çapraz tabloların analizinde Pearson Ki-kare ve Fisher's Kesin Ki-kare analizleri kullanıldı. Tüm sonuçlar için p0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Çalışma sonunda, araştırma kapsamına alınan hastaların %45.9'unun (n=111) bulantı yaşadığı, ameliyat sonrası dönemde bulantı yaşayan hastaların %46.9'unun (n=52) 2 kez bulantı yaşadığı, %92.8'inin (n=103) bulantı süresinin 0-5 dakika arasında sürdüğü, %99.1'inin (n=110) değişen nitelikte bulantı yaşadığı saptandı. Ameliyat sonrası dönemde bulantı yaşayan hastaların %81.1'inin (n=90) bulantı sonrası ilaç kullanmadığı saptandı. Araştırma kapsamına alınan hastaların ameliyat sonrası dönemde %23.6'sının (n=57) kusma yaşadığı, kusma yaşayan hastaların %54.4'ünün (n=31) 1 kez kusma yaşadığı saptandı. Araştırma kapsamına alınan hastaların Apfel risk skoru ortalaması 1.88 + 1.16 (min:0, max:4) olarak saptandı. Araştırma kapsamına alınan hastaların Koivuranta risk skoru ortalaması 2.35 + 1.07 (min:0, max:5) olarak saptandı. Yapılan Kruskal Wallis Testi sonuçlarına göre; ameliyat sonrası bulantı ve kusmanın Apfel risk skoru kullanımı ile arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu saptandı (x2: 36.301, 35.302, p:0.000). Yapılan Kruskal Wallis Testi sonuçlarına göre; ameliyat sonrası bulantı ve kusmanın Koivuranta risk skoru kullanımı ile arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu saptandı (x2: 36.552, 36.523, p:0.000). Hastaların cinsiyetleri ile ameliyat sonrası bulantı görülme arasında anlamlı bir ilişki olmadığı (x2: 2.133, p:0.144), ameliyat sonrası kusma görülme arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptandı (x2: 11.134, p:0.001). Hastaların sigara kullanımları ile ameliyat sonrası bulantı görülme arasında anlamlı bir ilişki olduğu (x2: 9.089, p:0.003), ameliyat sonrası kusma görülme arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptandı (x2: 2.900, p:0.089). Hastaların ek hastalıkları ile ameliyat sonrası bulantı görülme arasında anlamlı bir ilişki olduğu (x2: 10.020, p:0.002), ameliyat sonrası kusma görülme arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptandı (x2: 1.231, p:0.267). Hastaların taşıt tutması yaşaması ile ameliyat sonrası bulantı görülme arasında anlamlı bir ilişki olduğu (x2: 21.358, p:0.000), ameliyat sonrası kusma görülme arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptandı (x2: 12.513, p:0.000). Hastaların daha önce ameliyat geçirmiş olmaları ile ameliyat sonrası bulantı görülme arasında anlamlı bir ilişki olduğu (x2: 6.935, p:0.008), ameliyat sonrası kusma görülme arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptandı (x2: 2.339, p:0.126). Hastaların daha önceki ameliyatlarında bulantı yaşama durumları ile ameliyat sonrası bulantı görülme arasında anlamlı bir ilişki olmadığı (x2: 1.306, p:0.253), ameliyat sonrası kusma görülme arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptandı (x2: 10.542, p:0.001). Hastaların ameliyat öncesi kaygı-korku yaşamaları ile ameliyat sonrası bulantı görülme arasında anlamlı bir ilişki olduğu (x2: 27.894, p:0.000), ameliyat sonrası kusma görülme arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptandı (x2: 12.407, p:0.000). Hastaların ameliyat süreleri ile ameliyat sonrası bulantı görülme arasında anlamlı bir ilişki olmadığı (x2: 2.100, p:0.224), ameliyat sonrası kusma görülme arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptandı (p:0.174). Anestezi tipi ile ameliyat sonrası bulantı görülme arasında anlamlı bir ilişki olmadığı (x2: 0.000, p:1.000), ameliyat sonrası kusma görülme arasında anlamlı bir ilişki saptandı (x2: 5.476, p:0.019). Hastaların ameliyat sırasında opioid kullanımı ile ameliyat sonrası bulantı görülme arasında anlamlı bir ilişki olmadığı (x2: 0.808, p:0.369), ameliyat sonrası kusma görülme arasında anlamlı bir ilişki olmadığı saptandı (x2: 1.853, p:0.173). Hastaların ameliyat sonrasında opioid kullanımı ile ameliyat sonrası bulantı görülme arasında anlamlı bir ilişki olduğu (x2: 18.051, p:0.000), ameliyat sonrası kusma görülme arasında anlamlı bir ilişki olduğu saptandı (x2: 20.285, p:0.00). Sonuç olarak; hastaların ameliyat sonrası dönemde bulantı ve/veya kusma yaşadığı, ASBK'yı hastaya ve anesteziye özgü faktörlerin etkilediği ve Apfel ve Koivuranta risk skorları sonuçları ile hastaların erken dönemde ASBK risk sonuçlarının belirlenebildiği saptandı.The aim of this descriptive study was to investigate of the nausea and vomiting occurring in the postoperative period. The research was conducted between 01.06.2016 and 31.07.2016 at Ege University Medical Faculty Hospital General Surgery Department, Chest Surgery Department, Cardiovascular Surgery Department, Ear Nose Throat Department, Neurosurgery Department, Orthopedics and Traumatology Department, Plastic Reconstructive and Aesthetic Surgery Department, Urology Department and Organ Transplant Research and Application Center. The sample of the research was constituted 242 volunteer conscious patients over 18 years old and American Society of Anesthesiologist (ASA) I-II classification criteria underwent surgery between 01.06.2016 and 31.07.2016 at Ege University Medical Faculty Hospital's 9 surgical clinics. Data were collected after receiving the written consent of the investigator to inform the patient about the issue of researching the patient at the appropriate time to the operation with patients files were collected and face to face technique in the first 24 hours after operation. After Information and Consent Form, used the questionnaire form that was 'Patient Presentation Form' prepared in the direction of literature and 'Patient Evaluation Form' containing preoperative and postoperative evaluations. Patient Presentation Form was used to evaluate the patient's clinical knowledge, age, gender, height, weight, Body Mass Index (BMI), education status, marital status, social security, addiction, smoking and alcohol use, nausea and vomiting during the trip, surgical interventions, experience of nausea and vomiting after previous surgical interventions, and evaluation of these attempts. Patient Evaluation Form; premedication practice, anxiety / fear / worry related to operation, pre-operative fasting period, pre-operative narcotic, antibiotic and antiemetic use will be questioned. The Apfel Nausea Vomiting Risk Score including risk factors such as female gender, postoperative nausea and vomiting narrative or vehicle retention story, smoking cessation, postoperative opioid use and duration of surgery> 60 minutes, female gender, preoperative findings of the patient were evaluated using Koivuranta Nausea Vomiting Risk Score including postoperative nausea vomiting, smoking risk factors. The location of the operation, the duration of the operation, the anesthetic agents used, the treatment applied for pain, the time of oral intake after the operation, the length of stay in the intensive care unit / separation unit, postoperative posture, postoperative nausea and vomiting, the duration of the surgery, the duration of the treatment, the treatment applied to the nausea, whether or not the drug is used / used for the nausea, vomiting, whether or not it is gumming, the first 2 hours after surgery, 3-6 hours after surgery, the severity of pain during activity, the intensity of rest pain, the level of anxiety / anxiety / horror, the severity of fatigue, the severity of bulanitis, the worst severity of bulanitis, the severity of pain during activity, the severity of pain during activity nausea severity, the severity of nausea, the severity of sickness / vomiting, and the worst severity of retching / vomiting. Data were analysed using the SPSS for Windows 22.0 package program. It was used descriptive statistics, Shapiro Wilk test for intergroup comparisons of normal distribution parameters. Kruskal Wallis-H test, Spearman Correlation Analysis, Pearson Chi-Square and Fisher's exact Chi-Square analyses for cross tabulations. A p value of 0.05 was considered statistically significant for all outcomes. At the end of the study, 45.9% (n=111) of the patients were experiencing nausea, 46.9% (n=52) of the patients who had nausea in the postoperative period had 2 nausea, 92.8% (n=103) of the nausea lasted 0-5 minutes, 99.1% (n=110) were had nausea of varying quality. 81.1% (n=90) of the patients who had nausea in the postoperative period did not use medication after nausea. It was found that 23.6% (n=57) of the patients included in the study had vomiting, 54.4% (n=31) of vomiting patients were found to have been vomited for 1 time. The mean Apfel risk score of the patients included in the study was 1.88 + 1.16 (min:0, max:4). The mean Koivuranta risk score of the patients included in the study was 2.35 + 1.07 (min:0, max:5). According to the Kruskal Wallis-H Test results; a statistically significant difference was found between the postoperative nausea and vomiting and the use of the Apfel risk score (x2: 36.301, 35.302, p:0.000). According to the Kruskal Wallis-H Test results; a statistically significant difference was found between the postoperative nausea and vomiting and the use of the Koivuranta risk score (x2: 36.552, 36.523, p:0.000). There was no significant relationship between the sex of patients and postoperative nausea (x2: 2.133, p:0.144), was found to be significantly associated with postoperative vomiting (x2: 11.134, p:0.001). There was a significant correlation between nonsmoking status and postoperative nausea (x2: 9.089, p:0.003), were not significantly associated with postoperative vomiting (x2: 2.900, p:0.089). There was a significant correlation between patients' additional disease and postoperative nausea (x2: 10.020, p:0.002), were not significantly associated with postoperative vomiting (x2: 1.231, p:0.267). There was a significant correlation between history of motion sickness and postoperative nausea (x2: 21.358, p:0.000), was found to be significantly associated with postoperative vomiting (x2: 12.513, p:0.000). There was a significant correlation between patients' previous surgery and postoperative nausea (x2: 6.935, p:0.008), was found to be significantly associated with postoperative vomiting (x2: 2.339, p:0.126). There was no significant relationship between history of postoperative nausea and vomiting and postoperative nausea (x2: 1.306, p:0.253), was found to be significantly associated with postoperative vomiting (x2: 10.542, p:0.001). There was a significant correlation between preoperative anxiety-fear and postoperative nausea (x2: 27.894, p:0.000), was found to be significantly associated with postoperative vomiting (x2: 12.407, p:0.000). There was no significant correlation between operative duration of patients and postoperative nausea (x2: 2.100, p:0.224), were not significantly associated with postoperative vomiting (p:0.174). There was no significant correlation between anesthesia type and postoperative nausea (x2: 0.000, p:1.000), was found to be significantly associated with postoperative vomiting (x2: 5.476, p:0.019). There was no significant correlation between opioid use during surgery and postoperative nausea (x2: 0.808, p:0.369), were not significantly associated with postoperative vomiting (x2: 1.853, p:0.173). There was a significant correlation between opioid use after surgery and postoperative nausea (x2: 18.051, p:0.000), was found to be significantly associated with postoperative vomiting (x2: 20.285, p:0.00). As a result, patients have experienced postoperative nausea and/or vomiting, postoperative nausea and vomiting is influenced by specific factors to the patient and anesthesia and results of Apfel and Koivuranta risk scores, it was determined that the risk of postoperative nausea and vomiting risk in early stage of the patients can be determined
Ameliyathane Hemşirelerinin Profesyonel Değerlerinin İncelenmesi
Amaç: Bu çalışma, ameliyathane hemşirelerinin profesyonel değerlerinin incelenmesi amacı ile yapıldı. Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan araştırmanın örneklemini Haziran-Eylül 2014 tarihleri arasında bir eğitim ve araştırma hastanesinde görev yapan ameliyathane hemşirelerinden çalışmaya katılmayı kabul eden 72 hemşire oluşturdu. Araştırma verileri araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda hazırlanan ‘Birey Tanıtım Formu’ ve ‘Hemşirelerin Profesyonel Değerleri Ölçeği’ kullanılarak toplandı. Veriler, sayı ve yüzdelik dağılımı içeren tanımlayıcı istatistikler, gruplar arası karşılaştırmada ise bağımsız t testi ve ANOVA testi ile analiz edildi. Bulgular: Araştırmaya katılan hemşirelerin %94.4’ü kadın, %39.0’u 41 ve üzeri yaş grubunda, %44.4’ü üniversite mezunu ve %62.5’i evlidir. Ameliyathane hemşireliği ile ilgili veriler incelendiğinde, hemşirelerin %34.7’sinin 1-5 yıldır ameliyathane hemşireliği çalışma deneyimine sahip olduğu ve %55.6’sının bir ayda 160-180 saat çalışmakta olduğu saptandı. Hemşirelerin %81.9’unun daha önce etik konusunda eğitim aldığı görülmektedir. ‘Hemşirelerin Profesyonel Değerleri Ölçeği’ puan ortalaması 170.93±22.58 olarak saptandı. Hemşirelerin yaş, cinsiyet, eğitim durumu, ameliyathane hemşiresi olarak çalışma süresi ve etik hakkında eğitim alma durumu ile Hemşirelerin Profesyonel Değerleri Ölçeği puan ortalaması arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Sonuç: Çalışma sonucunda ameliyathane hemşirelerinin ‘Hemşirelerin Profesyonel Değerleri Ölçeği’nden aldıkları puan ortalaması ile profesyonel değerlere ve etik konulara önem verdikleri saptanmıştır. Ameliyathane hemşirelerine profesyonel değerler ve etik ile ilgili eğitimlerin devamlılığının sağlanması önerilmektedir
CERRAHİ HASTA BAKIMINDA VENÖZ TROMBOEMBOLİZMİN ÖNLENMESİ KANIT TEMELLİ UYGULAMA ÖNERİLERİLERİ
Venöz tromboembolizm, derin ven trombozu ile başlayan ve pulmoner emboli ile sonuçlanan önemli bir sağlık sorunudur. Derin ven trombozu, hastanede yatan hastalar ve özellikle de ameliyat sonrası dönemde olan hastalar için ölüm riski olan ve önlenebilir ölümlerin nedeni olarak kabul edilen önemli bir sağlık sorunudur. Tüm koruyucu girişimlerde olduğu gibi venöz tromboembolizmde de trombüs oluşumunun önlenmesi en önemli basamaklardan biridir. Venöz tromboembolizmin oluşmasına neden olan önemli risk faktörlerinden biri cerrahi ya da diğer invaziv işlemlerdir. Hastanın venöz tromboembolizm riskinin değerlendirilmesi ve belirlenmesi ameliyat öncesi dönemde önemli yere sahiptir. Uygun venöz tromboembolizm profilaksisi sağlanmadan cerrahi girişim geçiren hastalarda %25-60 oranında derin ven trombozu görülmektedir. Çoğunlukla asemptomatik seyreden derin ven trombozu ve komplikasyonların önlenmesinde, hasta bakımında sürekli hizmet veren hemşireler önemli rol ve sorumluluklar üstlenmektedir. Ameliyat öncesi dönemde hastaların venöz tromboembolizm riski yönünden değerlendirilmesi ve önlenmesi için uygulanan girişimleri izlemede hemşireler aktif rol almaktadır. Bu makale cerrahi hastaların venöz tromboembolizm riskinin değerlendirilmesi ve önlenmesi konusunda hemşirelere son rehber önerileri doğrultusunda bilgilerini güncellemede kaynak oluşturulması amacıyla hazırlandı
Perception of Environmental Stressors in Intensive Care Unit by Patients
Amaç: Yoğun bakım ünitesinde yatan hastaların yaşadığı stresörleri belirlemektir. Gereç ve Yöntemler: Tanımlayıcı tipte olan araştırmanın örneklemini Nisan-Aralık 2018 tarihleri arasında bir üniversite hastanesinin genel cerrahi ana bilim dalı yoğun bakım ünitesinde tedavi gören 106 hasta oluşturdu. Araştırmada veriler literatür doğrultusunda araştırmacılar tarafından hazırlanan ‘Veri Toplama Formu’ ve ‘Yoğun Bakım Ünitesi Çevresel Stresörler Ölçeği’ kullanılarak toplandı. Veriler, yüzdelik, ortalama, standart sapma, student t-testi ve ANOVA testi ile analiz edildi. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 52,98±12,82 yıl olup %50,9’u kadındır. Hastaların, Yoğun Bakım Ünitesi Çevresel Stresörler Ölçeği puan ortalaması 79,9±31,3 olarak saptandı. Yoğun Bakım Ünitesi Çevresel Stresörler Ölçeği puan ortalaması ile eğitim durumu(p=0,010), daha önce entübe olma deneyimi (p=0,030) ve yoğun bakım ünitesinde kalma süresi (p=0,003) arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark saptandı. Hastalarda en fazla stresör olarak algılanan faktörlerin sırasıyla ağrı olması, serum setleri nedeni ile elleri ve kolları hareket ettirememek ve su içememek, en az strese neden olan stresörlerin ise sırasıyla telefon sesini duymak, doktor ve hemşireler tarafından sık sık fizik muayene yapılması ve hemşirelerin makineleri hastalardan daha fazla izlemeleri olarak saptandı. Sonuç: Çalışma sonucunda, hastaların Yoğun Bakım Ünitesi Çevresel Stresörler Ölçeği puan ortalamasının ve stres düzeylerinin çok yüksek olmadığı görülmektedir. Hemşirelerin hasta bakımını planlarken, en fazla strese neden olan ağrı, hareketsizlik ve su içememe gibi stresörleri dikkate alarak bütüncül bir bakım planlamaları önerilmektedir.Objective: the aim of this study was to determine the stressors experienced by the patients hospitalized in the intensive care unit. Material and Methods: the sample of this descriptive study consisted of 106 patients who were treated in the intensive care unit of the general surgery department of a university hospital between April-December 2018. Data were collected using the ‘Data Collection Form’ prepared by the researchers in accordance with the literature and ‘Intensive Care Unit Environmental Stressors Scale’. Data were analyzed by percentage, mean, standard deviation, student t test and ANOVA test. Results: the mean age of the patients was 52.98±12.82 years and 50.9% of them were female. the mean score of the Intensive Care Unit Environmental Stressors Scale in the was 79.9±31.3. There was a statistically significant difference between the mean score of Intensive Care Unit Environmental Stressors Scale and educational status (p=0.010), previous intubation experience (p=0.030) and length of stay in intensive care unit (p=0.003). the most commonly perceived stressors in the patients were pain, in ability to move hands and arms and drink water due to serum sets, respectively and stressors causing the least stress were found to hear telephone voices, frequent physical examinations by doctors and nurses, and nurses watching machines more than patients. Conclusions: It was seen that the mean score and stress levels of the patients' Intensive Care Unit Environmental Stressors Scale scores were not high. When planning patient care, it is recommended that nurses identify stressors that cause stress and plan a holistic care
Effect of Perceptions of Professional Image on the Profession Preferences of Nursing Students: A Multi-Centered Study
Stepping into the nursing profession, staying in the profession and career development in the profession are stated to be the result of perceptions of nurses about the image of the profession. The study aims to determine the effect of perceptions of the professional image of nursing students on their profession preferences. The descriptive study was conducted in nursing departments of six universities in Turkey and Cyprus. The sample consisted of 874 freshman students who voluntarily agreed to participate in the research. The data were collected using the introductory information form and the Image of Nursing Profession Scale. The average score of the nursing students on the Image of Nursing Profession Scale was 152.2 +/- 11.4. A statistically significant difference was found in the Image of Nursing Profession Scale total score average in terms of the gender, undergraduate program, choosing the nursing profession willingly, consideration the image of the profession when choosing the nursing profession variables (p<.05). The nursing students were found to have a good level of perceptions of professional image towards the nursing profession. Individual characteristics and the economic situation of the profession were found to positively affect the voluntary choice of the nursing profession