73 research outputs found

    Political parties and sports policies

    Get PDF
    1982 Anayasası 59. maddesinde, devletin spor politikası oluşturmasına yönelik hüküm bulunmaktadır. Bu bağlamda, spor hizmetlerinin, toplumsal, siyasal, ekonomik, kültürel birçok açıdan öneminin fark edilmesiyle Türk kamu yönetimi yapılanmasında bu hizmetler, kalkınma planları, hükümet programları gibi kamu politikası belgelerinde ayrı bir başlık altında incelenmeye başlamıştır. Günümüzde ise spor faaliyetleri kamu politikası sürecinin önemli bir parçası olması ile siyasal partilerin seçim beyannamelerinde ve parti programlarında spor politikalarına ayrı bir başlık açmaya başlamışlardır. Siyasal partiler, demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez unsurları olarak parti programları, seçim beyannameleri ile politik ilkeleri kapsamında kamuoyunun desteğini alarak siyasi iktidarı elde etmeyi amaçlamaktadırlar. Eğer siyasal partiler, iktidara gelirlerse politikalarını uygulama şansı bulacaklardır. Bununla birlikte, parti programları ve seçim beyannameleri, siyasi karar alma süreçlerine katkı sağladığı gibi kamuoyuna iktidarın izleyeceği yol haritası olarak sunulmakta ve politikaları hakkında bilgi vermektedir. Ülkemizde, 2018 tarihinde yeni hükümet modeli olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi uygulanmaya başlamıştır. Bu yeni hükümet modelinde, siyasal partiler iktidarı kazanabilmek ve kendi politikalarını uygulayabilmek için ittifak arayışlarına yönelmişlerdir. Bunun sonucu olarak da Türk siyasal hayatında iki eksenli politik yapı olan Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada, 2018 yılında yapılan genel seçimler sonucunda, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan iki siyasi ittifaktaki partilerin parti programları ve seçim beyannameleri spor faaliyetlerine yönelik yaklaşımlar incelenmekte ve karşılaştırmalı bir biçimde değerlendirilmektir. Dolayısıyla, siyasal partilerin spor hizmetlerine ilişkin yaklaşımları incelenerek kurulan siyasi parti ittifakların spor politikalarına yönelik bakış açıları, yaklaşımları analiz edilmektedir. Sonuç olarak ülkemizde, spor politikalarının temenni ve dileklerden oluşmasının ötesine geçerek halkın, kamu kuruluşlarının ve sporla ilgili sivil toplum örgütlerinin katılımıyla sistematik ve stratejik şekilde planlanıp bütçelendirilmesi ve uygulanması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.1982 In Article 59 of the Constitution, there is a provision for the state to establish a sports policy. With the realization of the importance of sports services in many social, political, economic and cultural aspects, these services in the Turkish public administration structure began to be examined under a separate heading in public policy documents such as development plans and government programs. Today, as sports activities are an important part of the public policy process, they have started to open a separate heading for sports policies in the election declarations and party programs of political parties. If political parties come to power, they will have a chance to implement their policies. Political parties, as indispensable elements of democratic life, aim to gain political power by getting the support of the public within the scope of party programs, election manifestos and political principles. Party programs and election manifestos are presented to the public as a roadmap to be followed by the government, as well as contributing to the political decision-making processes and informing about its policies. In Turkey, the Presidential Government System, which is a new government model, started to be implemented in 2018. In this new government model, political parties tended to seek alliances in order to gain power. As a result, some extension groups were created. Therefore, the perspectives of political party alliances towards sports policies are analyzed by examining the approaches of political parties to sports services. It has been concluded that sports policies in Turkey should be planned, budgeted and implemented in a systematic and strategic way with the participation of the public, public institutions and sports-related non-governmental organizations by going beyond the formation of wishes and wishes

    Effects of antimitotic agents on haploid plant production from unpollinated ovules of sugar beet (beta vulgaris l.)

    Get PDF
    The effects of antimicrotubule agents on haploid embryo formation from unpollinated ovules of sugar beet (Beta vulgaris L.) were investigated. The antimitotic agent colchicine (at 100 and 150 mg/l) and trifluralin (at 5.0 mg/l) increased the frequency of haploid embryo formation whereas pronamide (at 76.9 and 128.2 mg/l) and trifluralin (at 3.4 mg/l) decreased. Ovules that were non-treated with antimicrotuble agents (i.e., ovules of the control treatment) produced higher percentages of haploid embryos (4.25 %) when compared to the pronamide and trifluralin at 3.4 mg/l concentration. Toxic effects of these agents on embryo formation from ovules were evident. A significant genotypic variation among the lines used was observed. The line M4 produced the highest yield with a mean of 14.71% haploid embryo production while the line M2 producing no embryos at all

    Büyük Menderes Havzasında Organik Pamuk Üretim Olanaklarının Araştırılması

    Get PDF
    Bu araştırma Büyük Menderes Havzasında Organik Pamuk Üretim Olanaklarının araştırılması amacıyla 2003-2007 yıllarında, Nazilli Pamuk Araştırma Enstitüsünde, tesadüf blokları deneme deseninde, 4 tekrarlamalı yürütülmüştür. Deneme Konuları organik yeşil gübre bitkisi A-arpa, B-arpa+fiğ, C-fiğ(konvansiyonel ekim), D-fiğ(son sulamada ekim) ve E-Kontrol (konvansiyonel pamuk üretim), olarak ele alınmıştır. Araştırmada 2003-2004 yıllarında deneme alanını sömürtmede mısır, 2005-2007 yıllarında organik pamuk üretiminde Nazilli 84-S çeşidi yetiştirilmiştir. Parseller 67,2m² alınmıştır. Deneme parsellerine organik yeşil gübreleme amacıyla Sonbaharda arpa ve fiğ ekilmiş, İlkbaharda pamuk ekim öncesi parçalanıp toprağa karıştırılmıştır. Pamuğa konusuna göre mineral veya organik gübre ve 3-4 sulama uygulanmıştır. Hasat bir defada elle yapılmıştır. Ekim ve hasat dönemlerinde toprağın su ile doymuşluk, toplam tuz%, pH, kireç%, yarayışlı fosfor, yarayışlı potasyum, organik madde %, toplam azot ve Fe,Cu,Zn, Mn,Pb,Cr,Cd,Ni analizleri yapılmıştır. Pamuk parsellerinde fide, koza olgunlaşma, hasat dönemlerinde zararlı ve yabancı ot; %5-10, %50-%60 koza açma döneminde yapraktan; hasattan sonra gövde kesitinde solgunluk hastalık sayımları yapılmıştır. Pamukta verim, çırçır randımanı, uzunluk, incelik, mukavemet analizleri yapılmıştır. Pamuk verim varyans analizinde, konular 2005-2006 yıllarında %99 güvenle farklı, 2007 yılında farksız bulunmuştur. Verimde C-D-E konuları ön sıralarda yer almış, 3 yıllık ortalama verimler sırasıyla 285,4-309,5-293,1 Kg/da olmuştur. Organik pamuk yetiştiriciliğinde organik pamuk verimi ile konvansiyonel pamuk verimi ayni grupta yer almıştır. Sonuçlar Büyük Menderes havzasında organik pamuk yetiştiriciliğinin yapılabilir olduğunu göstermektedir. Bu durum organik tarım ve çevre sağlı açısından büyük önem arz etmektedir

    Approaches and policies against biopiracy: India and Peru country reviews

    No full text
    Biyokorsanlık, biyolojik kaynakların veya geleneksel bilgilerin yerli halkın rızası olmadan ve tazminat ödenmeksizin fikri mülkiyet hukuku aracılığıyla kolektif mülkiyetten özel mülkiyete dönüştürülmesi ile ekonomik, ekolojik ve sosyokültürel kayıplara yol açan kapsamlı bir süreci ifade etmektedir. Laboratuvar ortamında küçük bir değişiklikle yerli halk tarafından yüzyıllardır kullanılan biyolojik kaynaklara dayalı geleneksel bilgiler, bu tekniklerle özel mülkiyete dönüştürülmektedir. Mülkiyet hakları ve patent sistemi bu kişileri ödüllendirilmekte iken bu kaynakların asıl sahipleri olan yerli halkın telif hakkı ve fayda paylaşımı ortadan kalkmaktadır. Biyokorsanlık daha çok fikri mülkiyet ve patent hukukunun zayıf kaldığı gelişmekte olan ülkelerin sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çalışma, biyokorsanlığa karşı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki görüş farklılıklarına karşın uluslararası veya ulusal ölçekte çözüm yaklaşımlarını tespit emektedir. Ayrıca çalışma, biyoçeşitlilik açısından mega çeşitliliğe ve geleneksel bilgiye sahip olan Hindistan ile antik çağlardan beri geleneksel bilgiyi kullanan Peru’nun hukuki ve yönetsel durumlarını değerlendirmektedir. Çalışmanın yöntemi, literatür taramasına dayalı olarak gerçekleştirilmiştir. Çalışma, Hindistan ve Peru modellerinin incelenmesi ile biyokorsanlık sorunuyla karşı karşıya kalan ülkelerin politikalarına katkı sağlaması hususunda önemlidir. Çalışmanın sonucuna göre, biyokorsanlığa karşı başarılı mücadele eden Hindistan ve Peru’nun erken tarihlerde hukuki düzenlemeleri gerçekleştirerek biyokorsanlıkla ilgili yönetsel yapılarını oluşturdukları tespit edilirken biyokorsanlığa karşı ulusal düzenlemelerin ötesinde uluslararası işbirliğine ihtiyacı olduğu ileri sürülmektedirBiopiracy refers to a comprehensive process that leads to economic, ecological and sociocultural losses through the conversion of biological resources or traditional information from collective ownership to private ownership through intellectual property law without the consent of indigenous people and without compensation. With a small change in the laboratory environment, traditional knowledge based on biological resources used by the local people for centuries is transformed into private property with these techniques. While the property rights and patent system reward these people, the copyright and benefit sharing of the indigenous people, who are the original owners of these resources, is eliminated. Biopiracy is mostly seen as a problem of developing countries where intellectual property and patent law are weak. This study reveals international or national solution approaches against biopiracy despite the differences of opinion between developed and developing countries. The study examines the legal and administrative situations of India, which has mega-diversity and traditional knowledge in terms of biodiversity, and Peru, which has been using traditional knowledge since ancient time. The method of the study is based on literature review. The study is important in terms of contributing to the policies of the countries facing the biopiracy problem by examining the Indian and Peruvian models. According to the results of the study, it is argued that while India and Peru, which have successfully struggled against biopiracy, have established their administrative structures related to biopiracy by realizing legal regulations in early dates, they need international cooperation beyond national regulations against biopiracy

    Geleneksel bilgi ve fikri mülkiyet çıkmazında biyokorsanlık sorunu

    No full text
    Rio de Janerio’da 1992 yılında Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde biyolojik çeşitliliğin azalışı önemli bir sorun olarak vurgulanmış ve bu kapsamda Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (BÇS) imzalanmıştır. Sözleşmenin en önemli özelliklerinden biri genetik kaynakların ve biyoçeşitliliğin sürdürülebilir kullanımından doğacak faydaların eşit ve adil paylaşılmasıdır. Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Anlaşması (TRIPS) ise Dünya’da minimum patent standartları sağlayan en radikal ve sıkı uluslararası yasal araçlardandır. TRIPS ile beraber biyolojik kaynakların, yaşam formlarının özel mülkiyete devrini hızlandıran bir süreç yaşanmaktadır. Bu kapsamda gelişmiş ülkelerdeki çok uluslu şirketler tarafından gelişmekte olan ülkelerdeki yerli halkların geleneksel bilgileri, genetik kaynakları, tohum ve bitki hakkındaki yüzyıllara dayanan birikimleri, izinsiz ve tazminat ödenmeksizin patent aracılığıyla mülkiyete dönüştürmeleri “biyokorsanlık” olarak tanımlanmaktadır. Gelişmiş ülkeler, yenilik ve buluş süreçlerine katkı sunmak amacıyla patentleri teşvik ederken gelişmekte olan ülkeler ise biyolojik kaynakların, genetik kaynakların patentlerine yönelik fayda yaklaşımı kapsamında çözüm önerileri getirmektedir. Dolayısıyla biyokorsanlık, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında politik mücadele alanlarından birisi olmuştur. Bu çalışmada biyokorsanlık sorununu ortaya çıkaran faktörleri, kavramsal tartışması ve popüler patent davaları üzerinden biyokorsanlık açıklanmaya çalışılacaktır. Çalışmanın yöntemi, literatür taramasına dayalıdır. Sonuç olarak bu çalışma, biyokorsanlık hakkında uluslararası sözleşmeler ve müzakerelerde bir uzlaşı sağlanamadığı ve bu soruna çözüm olarak ulusal yasalardaki mevzuat düzenlemesinin ötesinde Kuzey ve Güney ülkeleri arasındaki işbirliğine dayalı gerçekleşebileceğini ileri sürmektedir.At the World Sustainable Development Summit in Rio de Janeiro in 1992, the reduction of biodiversity was highlighted as an important problem, and in this context, the Convention on Biodiversity (BCS) was signed. One of the most important features of the convention is the equal and fair sharing of the benefits arising from the sustainable use of genetic resources and biodiversity. Trade-Related Aspects of Intellectual Property Rigths (TRIPS) is one of the most radical and stringent international legal instruments that provide minimum patent standards in the world. Along with TRIPS, there is a process that accelerates the transfer of biological resources and life forms to private ownership. In this context, the traditional knowledge of indigenous peoples in developed countries by multinational companies in developing countries, genetic resources, seeds and plants for centuries about savings, without compensation and the permission of the patent ownership through transformations “biopiracy” is defined as. Developed countries encourage patents in order to contribute to innovation and invention processes, while developing countries offer solutions within the framework of the benefit approach to patents of biological resources and genetic resources. Therefore, biopiracy, has been one of the areas of political struggle between developed and developing countries. In this study, it will be attempted to explain the factors that cause the problem of biopiracy, through its conceptual discussion and popular patent cases. The method of the study is based on literature review. As a result, this study suggests that a compromise cannot be reached in international conventions and negotiations on biopiracy, and that the solution to this problem can be based on cooperation between Northern and southern countries, beyond the regulation of legislation in national laws

    Belediye başkanları ve meclis üyelerinin kent konseyi algısı

    No full text
    Küreselleşme döneminde “çok aktörlülük” yaklaşımı ön plandadır. Kent konseyleri, çok aktörlü kurumlar olarak, tüm paydaşları bir araya getiren bir örgütlenme olarak tasarlanmıştır. Kent konseylerinin temel varlık amaçlarından birisi, mevcut yönetim sistemine daha katılımcı bir karakter kazandırmaktır. Söz konusu amacın, ancak kent konseylerinin etkin olabilmesiyle gerçekleşeceği açıktır. Ülkemizde kent konseyleri etkin çalışmakta mıdır? Bu soru, farklı kesimlerin sübjektif bakışlarına göre farklı biçimlerde cevaplanabilir. Bununla birlikte yukarıdaki soru, kent konseylerinin yakın ilişkide olduğu “belediyeler” bağlamında ele alındığında farklı değerlendirmeler yapılabildiği görülmüştür. Mevzuat ve akçal olanaklar nedeniyle, kent konseylerinin etkinliği bakımından belediye ölçeğinde bu kurumlara nasıl bakıldığı önemlidir.Ülkemizde yerel siyasetin asli karar verici mekanizması belediye başkanlarıdır. Bunun yanında belediyenin karar organı da belediye meclisidir. Dolayısıyla her iki organ, belediye yönetiminde büyük önem taşımaktadır. Yapılan görüşmelerde, belediye başkanları ile belediye meclis üyelerinin, kent konseylerinin etkinlik düzeyleri konusunda farklı değerlendirmelerde bulunduğu tespit edilmiştir. Belediye başkanları, kent konseylerini genellikle “aktif ve etkin kurumlar” olarak değerlendirme eğiliminde iken, belediye meclis üyeleri, kent konseylerini “etkin olmayan, göstermelik kurumlar” olarak değerlendirme eğilimindedirler. Kent konseyi kararlarının belediye meclisine sunulduğu düşünüldüğünde, belediye meclisinin kent konseyi algısının, bu kurumların etkinliği bakımından önem taşıdığı anlaşılacaktır. Dolayısıyla her iki belediye organının, kent konseyi algılarının niteliğini ve sebeplerini araştırmak, bu kurumların etkinlik olanakları bakımından fikir verici olacaktır. Bu çalışmanın konusu, belediye başkanlarının ve belediye meclis üyelerinin kent konseylerine yönelik değerlendirmeleridir. Çalışmada, belediye organlarının kent konseylerine bakışı ile kent konseylerinin etkinliği arasındaki ilişkinin ortaya konulması amaçlanmaktadır. Çalışmada, kent konseyleri hakkında belediye başkanlarının olumlu, belediye meclis üyelerinin olumsuz görüşler taşıdıkları ileri sürülmektedir. Çalışmanın evreni, Samsun’daki 4 merkez ilçeden oluşmaktadır. Çalışma, merkez ilçe belediye başkanları ve ilçe belediye meclis üyeleriyle ve derinlemesine mülakat yöntemiyle gerçekleştirilecektir

    An research on the city council from local democracy in Turkey: example of Kutahya city council

    No full text
    Günümüz yönetsel yapısında “çok aktörlü” kurumlar ve “yerel demokrasi” anlayışı popülerlik kazanmaya başlamıştır. Bu tür anlayışın gerekliliğiyle “kent konseyleri” modeli tasarlanmıştır. Ülkemizde bu model, “katılımcılığı özendiren”, “kentin hak ve hukukun korunmasını sağlayan”, “paydaşları bir araya getiren” çok aktörlü yapılar olarak yer almaktadır. Dolayısıyla kent konseyleri, yerel demokrasinin geliştirilmesinde bir adım olarak görülmektedir. Bu araştırmanın amacı, kent konseylerinin yerel demokrasi bağlamında etkinliğini değerlendirmektir. Araştırmada, nitel yöntemlerden mülakat tekniği kullanılmıştır. Nitel veriler, betimsel yöntemle analiz edilip yorumlanmıştır. Araştırmanın evreni Kütahya ilidir. Çalışmanın örneklemi, belediye meclis üyeleri ve kent konseyi temsilcileridir. Araştırmada, kent konseylerinin yerel demokrasi bağlamında bekleneni vermekten uzak olduğu sonucuna varılmıştır

    Türkiye’de biyokaçakçılık sorunu: Küre Dağları milli parkı örneği

    No full text
    20. yüzyıl başlarında çevre sorunları küresel boyutta tartışılmaya başlanmıştır. Sanayi devriminin toplumsal, siyasal, ekonomik ve insan merkezli etkisi, insanlığın binlerce yılda yaptığından daha fazla tahribatına yol açmıştır. Bu yol ve yöntemler, çevre ve doğal kaynaklar üzerinde doğrudan yıkıcı sonuçlara yol açtığı gibi ulusları da mevcut kaynakları kaybetmemek ve sürdürülebilirliği sağlama konusunda yarışa sürüklemektedir. Bundan dolayı son dönemde dünyada gen bankaları oluşturulmakta ve biyoçeşitlilik ulusların doğal kaynaklar açısından zenginlik ve kaybedilemez bir değer/hak olarak görülmektedir. Biyoçeşitlilik, karasal, deniz, okyanus ve diğer su ekosistemleri, ekosistem toplulukları, türlerin kendi içinde, türler arasında ve ekosistemler arasında çeşitliliği ifade eder. Nüfus artışı, ormansızlaşma, kapitalist kentlerin rekabeti ve büyüme talepleri, toprak ve su kirliliği, teknoloji bağımlılığı ve tüketim endeksli insan kimliği biyoçeşitliliğin yok olmasına ve ekosistemdeki dengenin sarsılmasıyla sonuçlanmasına hız katmaktadır. Bununla beraber teknolojideki yeni gelişmeler, ekosistemden yararlanma boyutunu arttırarak biyoçeşitliliğin sağladığı kaynaklar açısından değerlenmesine yol açmıştır. Günümüzde genetik mühendisliği ve biyoteknolojilerin geliştirilmesi, genlerin, canlı türlerin sürdürülebilirliği ve çeşitliliğini sağlama konusunda önemli mekanizmalar olarak yaygınlaşmaktadır. Öte yandan biyoçeşitlilik, insanların gıda, ilaç, sanayi gibi ihtiyaçlarının sürdürülebilirliği açısından hayati önem taşımaktadır. Bu nedenlerle, genetik kaynaklar üzerindeki hakların kime ait olduğu tartışması yaygınlaşarak “Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi” ile devletlerin kendi sınırları içindeki genetik kaynaklar üzerinde hakları kabul edilmiştir. Söz konusu hakların gelişme sürecinde ortaya çıkan en önemli sorun “biyokaçakçılık”tır. Biyokaçakçılık, endemik türlerin ve genetik çeşitliliğin yüksek olduğu alanlarda, canlıların ve onlara ait parçaların yetkili makamlardan izin alınmadan toplanarak, yurt dışına çıkartılması girişimleridir. Türkiye, endemik türler ve genetik çeşitlilik bakımından dünyanın sayılı biyoçeşitlilik alanlarından birisi durumundadır. Bundan dolayı biyokaçakçılık riski oldukça yüksektir. Buna karşılık, ülkemizde yönetim ve mevzuat düzleminde biyokaçakçılıkla ilgili yeterli bilinç ve donanımın olduğu söylenemez. Bu araştırmanın konusu, Türkiye’de biyoçeşitlilik ve biyokaçakçılıktır. Araştırma konusu, Küre Dağları Milli Parkı özelinde işlenmiştir. Araştırmanın problemi, Türkiye’de biyokaçakçılığa karşı alınan hukuki-idari tedbirler ile bu konudaki farkındalığın yeterliliğidir. Alan araştırmasına dayalı olarak gerçekleştirilen araştırmanın evreni, Karabük ve Bartın’daki Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlükleri ile Küre Dağları Milli Park Şube Müdürlüğü’dür. Araştırmanın örneklemi ise sözkonusu kurumların yetkilileridir. Araştırma, nitel araştırma yöntemine dayanmaktadır. Araştırmanın sonuçlarına göre ülkemizde biyokaçakçılıkla mücadele hususunda yeterli bir örgütlenme ve hukuki düzenlemeden söz etmek olanaklı değildir. Bu çerçevede ülkemizde biyoçeşitliliğin korunması ve önemi hususunda yönetsel düzlemde farkındalık ve bilincin artırılması ile biyokaçakçılıkla mücadeleye yönelik etkin bir mevzuat oluşturulması gereği tespit edilmişti

    Design and Control of Multi – Input Multi – Output DC-DC Converter for Neutral Point Clamped Inverters

    No full text
    In this study, multi-input multi-output DC/DC converter topology is presented for both multisource operation and voltage unbalancing of Neutral Point Clamped (NPC) inverters. Multisource operation is provided with multi-input feature of proposed converter model. The unbalanced capacitor voltages in NPC inverter leading to increase the harmonics are compensated on the DC side by the multi-output feature of this topology. PI controllers are utilized to control the capacitor voltages and power flow of grid connected inverter. Simulation studies are performed in Matlab/Simulink platform to verify the theoretical background and performance of the proposed topology. Simulation results show that, produced power from two input sources is successfully transferred to grid through the proposed converter structure and NPC inverter. Even if NPC inverter disturbs the equality of capacitor voltages, the voltage balance is maintained by the controllers and proposed converter model. The results that are obtained under balanced and unbalanced conditions show that, the proposed system considerably decreases the harmonics
    corecore