'Journal Of Institute Of Economic Development And Social Researches'
Abstract
Biyokorsanlık, biyolojik kaynakların veya geleneksel bilgilerin yerli halkın rızası olmadan ve
tazminat ödenmeksizin fikri mülkiyet hukuku aracılığıyla kolektif mülkiyetten özel mülkiyete
dönüştürülmesi ile ekonomik, ekolojik ve sosyokültürel kayıplara yol açan kapsamlı bir süreci
ifade etmektedir. Laboratuvar ortamında küçük bir değişiklikle yerli halk tarafından
yüzyıllardır kullanılan biyolojik kaynaklara dayalı geleneksel bilgiler, bu tekniklerle özel
mülkiyete dönüştürülmektedir. Mülkiyet hakları ve patent sistemi bu kişileri
ödüllendirilmekte iken bu kaynakların asıl sahipleri olan yerli halkın telif hakkı ve fayda
paylaşımı ortadan kalkmaktadır. Biyokorsanlık daha çok fikri mülkiyet ve patent hukukunun
zayıf kaldığı gelişmekte olan ülkelerin sorunu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu çalışma,
biyokorsanlığa karşı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki görüş farklılıklarına karşın
uluslararası veya ulusal ölçekte çözüm yaklaşımlarını tespit emektedir. Ayrıca çalışma,
biyoçeşitlilik açısından mega çeşitliliğe ve geleneksel bilgiye sahip olan Hindistan ile antik
çağlardan beri geleneksel bilgiyi kullanan Peru’nun hukuki ve yönetsel durumlarını
değerlendirmektedir. Çalışmanın yöntemi, literatür taramasına dayalı olarak
gerçekleştirilmiştir. Çalışma, Hindistan ve Peru modellerinin incelenmesi ile biyokorsanlık
sorunuyla karşı karşıya kalan ülkelerin politikalarına katkı sağlaması hususunda önemlidir.
Çalışmanın sonucuna göre, biyokorsanlığa karşı başarılı mücadele eden Hindistan ve
Peru’nun erken tarihlerde hukuki düzenlemeleri gerçekleştirerek biyokorsanlıkla ilgili
yönetsel yapılarını oluşturdukları tespit edilirken biyokorsanlığa karşı ulusal düzenlemelerin
ötesinde uluslararası işbirliğine ihtiyacı olduğu ileri sürülmektedirBiopiracy refers to a comprehensive process that leads to economic, ecological and sociocultural losses through the conversion of biological resources or traditional information from collective ownership to private ownership through intellectual property law without the consent of indigenous people and without compensation. With a small change in the laboratory environment, traditional knowledge based on biological resources used by the local people for centuries is transformed into private property with these techniques. While the property rights and patent system reward these people, the copyright and benefit sharing of the indigenous people, who are the original owners of these resources, is eliminated. Biopiracy is mostly seen as a problem of developing countries where intellectual property and patent law are weak. This study reveals international or national solution approaches against biopiracy despite the differences of opinion between developed and developing countries. The study examines the legal and administrative situations of India, which has mega-diversity and traditional knowledge in terms of biodiversity, and Peru, which has been using traditional knowledge since ancient time. The method of the study is based on literature review. The study is important in terms of contributing to the policies of the countries facing the biopiracy problem by examining the Indian and Peruvian models. According to the results of the study, it is argued that while India and Peru, which have successfully struggled against biopiracy, have established their administrative structures related to biopiracy by realizing legal regulations in early dates, they need international cooperation beyond national regulations against biopiracy