31 research outputs found

    Torsion of term gravid uterus with a large leiomyoma

    Get PDF
    Torsion of gravid uterus is a rare obstetric event and it is almost always diagnosed during cesarean section. Leiomyomas and previous cesarean sections are predisposing risk factors. We report a case of 180 degree torsion of a term gravid uterus with only symptom of hematuria

    ISI POMPASI DESTEKLİ VAKUMLU KURUTUCU TASARIMI

    Get PDF
    Gıda ürünlerinin düşük sıcaklıklarda kurutulmasında ısı pompaları yaygın olarak kullanılmaktadır. Kurutma işleminde kurutma yapılan hacmin düşük basınçta olması buharlaşmaya olumlu etki sağlamaktadır. Bu çalışmada, ekonomizerli ve ekonomizersiz vakumlu ısı pompalı bir kurutucu tasarımı yapılmıştır. Kurutma havası ve ısı pompası sisteminin termodinamik davranışı sayısal olarak modellenmiştir. Sonuç olarak, ekonomizerli vakumlu ısı pompalı kurutma sistem elemanlarının kapasitelerinin ekonomizersiz sistem elemanlarının kapasitelerinden yaklaşık % 20 daha küçük olduğu tespit edilmiştir

    Genetik farklılık gösteren insan bronş epitel hücrelerinin radyoterapiye hassasiyetleri

    No full text
    Amaç: Bu çalışmada, insan bronşiyal epitel hücrelerinin hTERT (insan telomeraz "reverse" transkriptazı), Cdk4 (siklin bağımlı kinaz 4), "knockdown" p53 ve mutant K-ras onkogeni ile enfekte edilmesiyle elde edilen hücre serilerinin hücre kültürü ortamında büyüme hızlarının ve radyoterapiye karşı hassasiyetlerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Metodlar: İnsan bronş dokusu örneklerinden elde edilen bronşiyal hücreler, öncelikle Cdk4 ve hTERT ile enfekte edilerek ölümsüzleştirildi. Daha sonra bu hücreler, "knockdown" p53, mutant K-ras ve "knockdown" p53 'le birlikte mutant K-ras eksprese eden hücre serilerinin elde edilmesinde kullanıldı. Bulgular: Hem "knockdown" p53, hem de K-ras ekspresyonu gösteren hücrelerin büyüme hızlarının in vitro şartlarda diğer hücre serilerine oranla daha yüksek olduğu ve kontakt inhibisyon özelliklerini kaybettikleri saptandı. Kontrol hücreleri ile Cdk4, hTERT, "knockdown" p53 ve K-ras ile enfekte edilmiş olan hücrelere 1 Gy ile 10 Gy arasında farklı dozlarda radyoterapi uygulandı, 1 hafta sonra canlı kalan hücrelerin oranı belirlendi. Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları, hem"knockdown" p53 hem de mutant K-ras ile enfekte edilen bronşiyal epitel hücrelerinin, sadece K-ras veya "knockdown" p53 ile enfekte edilenlere oranla in vitro şartlarda yüksek proliferasyon hızına sahip olduklarını ve ayrıca DNA hasarına yol açan radyoterapiye cevap olarak büyüme duraklamasına girme özelliklerini kaybettiklerini ortaya koymaktadır.Purpose: To analyze the proliferation rates and the radioscnsitivily of human bronchial epithelial cells (HBECs) with genetic alterations including human telomerase reverse transcriptase (hTERT), Cdk4 (cyclin dependent kinase 4), knockdown p53 and mutant K-ras overexpression. Materials and Methods: HBECs obtained from human bronchus spe¬cimens were placed into short-term culture and were serially transtected with relroviral constructs containing Cdk4 and hTERT, resulting in continuously growing immortalized normal human bronchial epithelial cell lines. These cell lines were used to produce knock-down p53, mutant K-ras and knockdown p53 plus K-ras expressing cell lines; the proliferation rates and the radiosensitivity of these cell lines were evaluated. The control cells and the Cdk4, hTERT, knockdown p53 and K-ras expressing cells were irradiated (1 Gy-10 Gy) and the fraction survival was determined 1 week later. Results: The proliferation rates of the cells expressing both knockdown p53 and K-ras were higher than those of the other cell lines and show a loss of contact inhibition in vitro. The HBECs infected with both knock¬down p53 and mutant K-ras were more radioresistant compared to cells infected with only mutant K-ras or knockdown p53. Conclusion: HBECs expressing knockdown p53 in addition to mutant K-ras have higher proliferation rates and additionally they lose the ability of growth arrest in response to DNA damage signals such as irradiation

    Türkiye'de sosyo-ekonomik değişkenler ve sera gazı emisyonları arasındaki ilişkinin gen ifade programı ile belirlenmesi

    No full text
    One of the most important indicators of economic development is environmental quality. One of the most important sources of environmental pollution and climate change is greenhouse gas emissions. In this work, a new approach based on Gene Expression Programming (GEP) was used to forecast greenhouse gas (GHG) emissions depending on energy consumption, economic development (GDP), and population. The reliability of the GEP model was determined using several statistical indicators. In the relationship between energy consumption-GDP- population and GHG emissions, R2, MAPE, and RMSE values were found as 0.99337, 0.06987, and 7.1355, respectively. Sensitivity analysis seen that energy consumption have the highest effect on greenhouse gas emissions. The results obtained, it is showing that Gene Expression Programming can be successfully used to model greenhouse gas emissions.Ekonomik kalkınmanın en önemli göstergelerinden biri çevre kalitesidir. Çevre kirliliği ve iklim değişikliğinin en önemli kaynaklarından biri sera gazı emisyonlarıdır. Bu çalışmada, enerji tüketimi, ekonomik kalkınma (GSYİH) ve nüfusa bağlı olarak sera gazı (GHG) emisyonlarını tahmin etmek için Gen İfade Programlamasına (GEP) dayalı yeni bir yaklaşım kullanılmıştır. GEP modelinin güvenilirliği, çeşitli istatistiksel göstergeler kullanılarak belirlenmiştir. Enerji tüketimi-GSYİHnüfus ve GHG emisyonları arasındaki ilişkide R2, MAPE ve RMSE değerleri sırasıyla 0.99337, 0.06987 ve 7.1355 olarak bulunmuştur. Duyarlılık analizi sonucunda enerji tüketiminin sera gazı emisyonları üzerinde en yüksek etkiye sahip olduğu görülmüştür. Elde edilen sonuçlar, Gen İfade Programlamanın sera gazı emisyonlarını modellemek için başarılı bir şekilde kullanılabileceğini göstermektedir

    Konjenital diyafragma herni tedavisinde doku mühendisliği

    No full text
    Doğumsal diyafragmatik herni (CDH), en sık karşılaşılan konjenital anomalilerden biri olup abdominal organların göğsüne herniyasyonuna neden olan diyafram kusurunun varlığı olarak tanımlanmaktadır. Son yıllarda ileri tedavi stratejileri getirilmesine rağmen hayatta kalma oran, % 70 civarında kalmışve geliştirilememiştir. KKH'de kötü sonuçların başlıca belirleyicileri pulmoner hipoplazi ve pulmoner hipertansiyondur. Akciğer fonksiyonlarını ve sağkalımı geliştirmek için çeşitli cerrahi müdahaleler ve yeni tıbbi tedaviler denmektedir, ancak istenilen seviyeden daha az orandadır. Protez materyali ile diyafragma defektinin onarımının, takip sırasında yüksek komplikasyonlar ve rekürrens oranları ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Bu nedenle, rejeneratif ilaç hem hipoplazi akciğerlerde hücresel fonksiyonu indükleyerek (kök hücre tedavisi) hem de işlevsel bir miyojenik yama (doku mühendisliği) geliştirerek, CDH'de alternatif bir tedavi stratejisi olarak düşünülmektedir.Solunum yetmezliğine sebep olan ciddi pulmoner hipoplazi ve hipertansiyon ile doğan CDH'li yenidoğanların yaklaşık % 30'unun hayatta kalması pulmoner hipoplazi derecesi ile ilişkili olduğundan, bu dereceyi prenatal olarak değerlendirmek büyük önem taşır. Prenatal ultrasonografi (US) ve manyetik rezonans görüntüleme (MRI) iki ana tanı aracıdır. CDH'de pulmoner hipoplazi ve hipertansiyonu iyileştirmek için çeşitli doğum öncesi tedavi stratejileri denendi. Vitamin A, kortikosteroidler, C vitamini, E, N-asetilsistein, fosfodiesteraz inhibitörleri, glukagon benzeri peptit 1 agonistleri ve tirozin kinaz inhibitörleri gibi antioksidanlar hayvan çalışmalarında analiz edildi ve değişken sonuçlar gösterdi. İnsanlar üzerinde çok az çalışma olduğu için, bu terapilerin klinik yararlarını teyit edebilmek için ileri aşama araştırmalar insanlar üzerinde olmalıdır. Doğumdan sonra bebeğe destekleyici tedavisinin yanı sıra solunum yetmezliği durumunda tercihen yüksek frekanslı salınımlı ventilasyon ile solunum desteği de uygulanmalıdır. Eksojen kök hücreler, özellikle AFS hücreleri akciğer gelişimini hem çeşitli pulmoner hücre tiplerine entegre ederek, hem de anti-inflamatuvar ve immünomodülatör etkiler yoluyla parakrin modele göre veya doğal progenitör hücreleri aktive ederek geliştirebilir. Ancak, akciğer hasarının altında yatan mekanizmayı ve kök hücrelerin moleküler tepkisini anlamak için, özellikle de insanlarda yapılacak daha ileri araştırmalara ihtiyaç vardır. Doğum öncesi tarama yöntemlerindeki ilerlemeler sayesinde, artık gebelikteki en büyük genetik bozuklukların çoğunu tespit etme ve postnatal dönemde optimal tedavi stratejisi sunma olanaği bulunmaktadır. CDH'li çocukların tedavisinde rejeneratif tıbbın uygulanmasına ilişkin hayvan çalışmalarının sonuçları gelecek vadetmektedir. Yakın gelecekte özellikle güvenlik ve etik konular çerçevesinde yoğunlaşan daha ileri çalışmaların desteğiyle, klinik olarak uygulanması için gerekli kanıtlar bu çalışmalar ile sağlanacaktır.Congenital diaphragmatic hernia (CDH) is one of the most common major congenital anomalies and is described as the presence of a diaphragmatic defect that leads the herniation of abdominal organs into the chest. Although advanced treatment strategies are introduced over the recent years, they have not really improved the survival rate which stayed at around 70%. Major determinants of poor outcome in CHD are pulmonary hypoplasia and pulmonary hypertension. Various surgical interventions and novel medical therapies are attempted to improve lung function and survival but remains less than desired. Repair of the diaphragmatic defect with prosthetic materials was found to be associated with high rates of complications and recurrences during follow-up. Therefore, regenerative medicine should be considered as an alternative treatment strategy in CDH both by inducing cellular function in the hypoplastic lungs (stem cell therapy) and by developing a functional myogenic patch (tissue engineering). Nearly 30% of infants who have CDH born with severe pulmonary hypoplasia and hypertension which may lead to respiratory failure and prompt mechanical support, since the survival of these newborns relate to the degree of pulmonary hypoplasia, accurate prenatal evaluation of this degree is of paramount importance. The two main diagnostic tools which could be used for this purpose are prenatal ultrasound (US) and magnetic resonance imaging (MRI). Various prenatal treatment strategies have been tried to cure pulmonary hypoplasia and hypertension in CDH. Vitamin A, corticosteroids, antioxidants such as vitamin C, E, N-acetylcystein, phosphodiesterase inhibitors, glucagon-like peptide 1 agonists and tyrosine kinase inhibitors have all been analyzed in animal studies and demonstrated variable results. Since there are very few human studies, further researches should be performed in humans confirming the clinical benefit of these therapies. Due to the advancements in prenatal screening methods, we, now have the ability to detect most of the major genetic disorders in gestation and have chance to provide optimal treatment strategy in the postnatal period. Results of the animal studies regarding the application of regenerative medicine for treatment of children with CDH are encouraging. Hopefully, with the support of further studies focusing especially on safety and ethical issues, the near future will provide us the evidence necessary for their application in our clinical practice

    Serum Human Epididymis Protein 4 (HE4) As a Diagnostic and Follow-Up Biomarker in Patients with Non-Small Cell Lung Cancer

    No full text
    Early detection of non-small cell lung cancer (NSCLC) cases is crucial since nearly one third of them are unresectable during diagnosis and also the recurrence rates are high following treatment. Thus, in this study we aimed to evaluate both the diagnostic performance and the post-resection progress of serum Human epididymis protein 4 (HE4) in patients with NSCLC. Thirty-one patients who had benign lung disease (group 1) were matched to the same number of patients with resectable NSCLC (group 2). Serum HE4 levels were measured at the time of diagnosis and following surgery - at post-operative 1st month (only in group 2). The serum HE4 in NSCLC group was significantly higher than that of the benign group (89.70 (58.10-397.00) pmol/L and 42.60 (28.10-198.90) pmol/L, respectively; p < 0.001). HE4 levels in NSCLC group were significantly decreased from 89.70 (58.10-397.00) to 71.50 (41.70-232.30) pmol/L following pulmonary resection (p < 0.001). In advanced stages (III and IV) the decrease in serum HE4 levels (25.30 (10.50-164.70) was significantly higher than the decrease in early stages (I-II, 14.60 (-14.20-133.60); p=0.025). ROC analysis showed the area under the curve (AUC) of HE4 was 0.921 (95% CI, 0.843-0.998), (p < 0.001) and both the sensitivity and specificity of HE4 as a biomarker was 87.1%. Our data demonstrated that HE4 is a potential biomarker for the diagnosis of NSCLC with high sensitivity and specificity and could also be used to detect recurrences following resection.WoSScopu

    Isparta İlinde Rüzgar Hızı Değerlerinin Belirlenmesi

    No full text
    The wind energy is the lead of the energy politics in last years. The wind energy has an important location in Turkey geography in terms of existing potential. Turkey is one of the countries, which have the best potential especially about wind and solar energy. But, Turkey can’t use that energy potential as much as other countries. In our country, which have high wind potential like that, must have make to take advantage of wind energy, especially in agriculture and industry. In this study, wind velocity in Isparta by using weather data with artificial intelligence method was estimate
    corecore