13 research outputs found

    Kocaeli ili ilköğretim okulu öğretmenlerinin stres kaynakları ve stres yönetimi

    Get PDF
    06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile 18.06.2018 tarihli “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” gereğince tam metin erişime açılmıştır.Stres günümüz dünyasında yoğun bir şekilde yaşanan bir olgu haline gelmiştir. Değişimin çok hızlı yaşandığı bir dönemde stresin ne olduğunu ve nasıl etkileri olduğunu incelemenin önemi gittikçe artmaktadır. Stresin yoğun yaşandığı eğitim camiasına bir göz atıldığında stres yine karşımıza bir olgu olarak çıkmaktadır. Öğretmenlerin eğitim ve öğretim faaliyetlerini istenilen düzeyde icra edebilmelerinin bir şartı da stresin zararlı taraflarının iyi tespit edilip, olumlu bir yöne kanalize edilmesiyle sağlanır. Stressiz bir yaşamın mümkün olmadığı gerçeğinden yola çıkmak bizi doğru uygulamalara daha çabuk götürecektir. Stresin yok edilmesinden ziyade, stres kaynaklarının tespit edilerek ve buna dair akılcı bir stres yönetimi uygulayarak, stresin olumlu sonuçlar alınacak bir kulvara taşınması hedef alınmalıdır.Bu çalışmanın amacı, ilköğretim okullarında görevli öğretmenlerin stres kaynaklarının neler olduğunun, sınıflandırma anlamında hangi başlıklar altında değerlendirilebileceği ve stresin yönetiminin nasıl olması gerektiğinin ortaya koyulması ve ayrıca stresin olumlu bir yöne kaydırılması için tespit edilen eksikliklere yönelik çözüm ve öneriler sunmaktır.Bu çalışmada metodoloji olarak anket uygulaması yapılmıştır. Saha çalışması İlköğretim okullarında görev yapan 96 öğretmen üzerinde uygulanmıştır. Öğretmenler üzerinde yapılan ankette stres kaynakları iletişim, karar verme, kurum yapısı/amacı/yönetim şekli, iş yükü yönetimi, iş güvencesi, çalışma ortamı ve durum muhakemesi kategorilerinde hazırlanmış, hazırlanan anketteki ifadelere Likert ölçeğine göre verilen değişkenlere göre öğretmenlerden değerlendirmeleri istenmiştir. Analiz sonuçlarına göre öğretmenlerin kişisel ve kurumsal anlamda stres kaynaklarının kurum bazında incelenerek sınıflandırılmasına ve bu tespitlere uygun, akılcı bir stres yönetimi yönteminin hazırlanmasına ihtiyaç olduğu belirlenmiştir.Stress has turned out to be a fact that is experienced in an intense way of today?s world. It is getting more important to find out the meaning of stress and its effects in a time where change is enormously fast. Stress comes out as an important fact when we take a close look at education community. One necessary condition of carrying out educational activities on a desired level is obtained by determining the harmful aspects of stress and canalizing them into a positive manner. Starting out from the fact that living without stress is impossible would take us to the right applications faster. Determining stress sources and directing stress into a course where positive outcomes might be obtained by applying a rationalist method should be aimed instead of trying to eliminate stress.Aim of this study is, to offer proposals and solutions by determining stress sources, and under which titles they can be evaluated in the meaning of classification, exposing how the stress management should be implemented and also finding out deficiencies in order to direct stress into a positive way among primary school teachers.Questionnaire application has been made as a methodology in this study. Area study has been questioned on 96 Primary School teachers. Teachers have been requested to evaluate the questions regarding stress sources, communication, decision making, institutional structure/aim/management, workload management, job security, working environment, and situation evaluation by the given appropriate variables in accordance with the Likert scale. According to the results of the analyses, it is found out that; teachers require stress sources to be classified upon an investigation on personal and institutional basis and a rationalist stress management method to be implemented

    Investigation of the relationship between cord clamping time and risk of hyperbilirubinemia

    Get PDF
    Background: Although the relationship between umbilical cord clamping time and various parameters such as hemoglobin (Hb) levels, iron deficiency, and risk of neonatal jaundice has previously been studied, to the best of our knowleadge there have been no studies investigating the relationship between cord clamping time and the risk of significant hyperbilirubinemia. We aimed to investigate the relationship between the time of umbilical cord clamping and transcutaneous bilirubin (TcB) measurements made on various postnatal hours, Hb and serum total bilirubin (STB) levels measured on postnatal 4th day, and the risk of development of significant hyperbilirubinemia requiring phototherapy treatment. Methods: Eligible newborns were divided into two groups on the basis of the time of cord clamping: those clamped late (60 seconds or more; Group I) and those clamped early (less than 60 seconds; Group II). Groups were compared with respect to the parameters of cord Hb, postnatal TcB measurements at 6th, 48th, 96th and 168th hours, and 96th hour Hb, STB and direct bilirubin levels. Results: TcB levels at the 96th and 168th hour were significantly higher in Group I when compared to Group II (p < 0.001 and p < 0.001, respectively). The 96th hour STB level was significantly higher in Group I when compared to Group II (p < 0.001). The need of phototherapy requirement was higher in Group I when compared to Group II (p=0.001). Increase in cord blood Hb for each 1 gr/dl caused a 3.94-fold increased risk in the requirement of phototherapy treatment. Cord clamping time showed statistically significant positive correlations with both cord blood and 96th hour venous Hb levels, with both 96th hour and 168th hour TcB levels, and with 96th hour STB levels. Conclusions: Newborns whose cords are clamped late should be followed up closely with respect to high postnatal bilirubin levels and other risks associated with significant hyperbilirubinemia requiring phototherapy treatment

    Human metapneumovirus pneumonia: case report

    Get PDF
    İlk kez 2001’de tanımlanan human metapnömovirüs (hMPV), 10 yaş altı çocuklarda üst ve alt solunum yolu enfeksiyonlarında izole edilebilen bir virus olsa da ülkemizde bu virusla ilgili olarak yayınlanmış fazla sayıda çalışmaya rastlanmamıştır. Human metapneumovirus tanısında altın standart yöntem RT-PCR yöntemidir. Pnömoni kliniği ve laboratuvar bulguları ile başvuran hastalarda viral/bakteriyel pnömoni ayırıcı tanısında PCR gibi ileri tanı yöntemlerinin hızlı ve etkili bir şekilde kullanılması, hastalara gereksiz antibiyotik tedavisi uygulanmasının önüne geçilmesi ve gerekli durumlarda uygun antiviral tedavinin verilebilmesi açısından önemli katkı sağlayacaktır. Bu makalede solunum sıkıntısı bulguları ve oksijen gereksinimi ile başvuran ve enfeksiyon etkeninin human metapneumovirus olarak tespit edildiği 18 aylık hasta sunulmuş ve 2 yaş altı çocuklarda solunum yolu enfeksiyonlarında klasik solunum yolu viruslarına göre çok daha ender rastlanan ve son yıllarda tanımlanmış bir virus olan human metapnömovirüs ile etken olarak karşılaşılabileceği vurgulanmak istenmiştir

    Synthesis and the kinetic characterization of a cyclodextrin based artificial hydrolase

    No full text

    Anti-E ve Rh uygunsuzluğu birlikteliği: immünizasyondan hangisi sorumlu?

    Get PDF
    The frequency of hemolytic disease of the newborn due to maternal antibodies of subgroup incompatibility other than anti-D (Rh) antibodies has increased in recent years after the common use of anti-D (Rh) immunoglobulins in Rh incompatibilitiy. In this article a newborn who was hospitalized because of jaundice and diagnosed to have E minor blood group incompatibility is presented, and it is emphasized that the underlying etiologic factor may be subgroup incompatibility rather than Rh incompatibility in cases with seemingly Rh-Rh incompatibility who have mild jaundice and a positive direct Coombs test.Son yıllarda Rh uygunsuzluğu nedeni ile Rh (D) immünglobülinlerin yaygın bir biçimde kullanılması sonucunda anti-D dışındaki maternal Ig-G tipi kan grubu antikorların neden olduğu subgrup uyuşmazlığına bağlı yenidoğanın hemolitik hastalığının önemi giderek artmıştır. Bu yazıda yenidoğan döneminde sarılık tanısı ile yatırılan ve anti-E’ye bağlı subgrup uygunsuzluğu tespit edilen bir vaka sunulmuş, görünürde Rh-Rh uygunsuzluğu olan ve hafif sarılıkla giden, direkt Coombs testi pozitif olan vakalarda etiyolojinin Rh uygunsuzluğu olmayabileceği, daha hafif şiddette gidebilen subgrup uygunsuzluğu olabileceği vurgulanmak istenmiştir

    Efficacy and Safety of Ibrutinib Use in Patients with Chronic Lymphocytic Leukemia in Real World Experiences: Results of a Prospective Multicenter Study

    No full text
    61st Annual Meeting and Exposition of the American-Society-of-Hematology (ASH) -- DEC 07-10, 2019 -- Orlando, FLBERBER, Ilhami/0000-0003-3312-8476;WOS:000577164606194[No Abstract Available]Amer Soc Hemato

    Kronik Lenfositik Lösemili Hastalarda İbrutinib Tedavisinin Etkililiği ve Güvenilirliği: Gerçek Hayat Verilerinin Retrospektif Analizi]

    No full text
    Objective: This study aimed to retrospectively evaluate the efficacy, safety, and survival outcome of single-agent ibrutinib therapy in chronic lymphocytic leukemia patients. Materials and Methods: A total of 136 patients (mean age +/- standard deviation: 64.6 +/- 10.3 years, 66.9% males) who had received at least one dose of ibrutinib were included in this retrospective multicenter, noninterventional hospital-registry study conducted at 33 centers across Turkey. Data on patient demographics, baseline characteristics, laboratory findings, and leukemia-cell cytogenetics were retrieved. Treatment response, survival outcome including overall survival (OS) and progression-free survival (PFS), and safety data were analyzed. Results: Overall, 36.7% of patients were categorized as Eastern Cooperative Oncology Group (ECOG) class 2-3, while 44.9% were in Rai stage 4. Fluorescence in situ hybridization revealed the presence of del(17p) in 39.8% of the patients. Patients received a median of 2.0 (range: 0-7) lines of pre-ibrutinib therapy. Median duration of therapy was 8.8 months (range: 0.4-58.0 months). The 1-year PFS and OS rates were 82.2% and 84.6%, respectively, while median PFS time was 30.0 (standard error, 95% confidence interval: 5.1, 20.0-40.0) months and median OS time was 37.9 (3.2, 31.5-44.2) months. Treatment response (complete or partial response), PFS time, and OS time were better with 0-2 lines versus 3-7 lines of prior therapy (p<0.001, p=0.001, and p<0.001, respectively), with ECOG class 0-1 versus class 2-3 (p=0.006, p=0.011, and p=0.001, respectively), and with Rai stage 0-2 versus 3-4 (p=0.002, p=0.001, and p=0.002, respectively). No significant difference was noted in treatment response rates or survival outcome with respect to the presence of comorbidity, bulky disease, or del(17p). While 176 adverse events (AEs) were reported in 74 (54.4%) patients, 46 of those 176 AEs were grade 3-4, including pneumonia (n=12), neutropenia (n=11), anemia (n=5), thrombocytopenia (n=5), and fever (n=5). Conclusion: This real-life analysis confirms the favorable efficacy and safety profile of long-term ibrutinib treatment while emphasizing the potential adverse impacts of poorer ECOG performance status, heavy treatment prior to ibrutinib, and advanced Rai stage on patient compliance, treatment response, and survival outcomes.Janssen Pharmaceutica TurkeyThis study was supported by Janssen Pharmaceutica Turkey. The authors would like to thank Prof. Sule Oktay, MD, PhD, and Cala Ayhan, MD, from KAPPA Consultancy Training Research Ltd. (stanbul, Turkey) , who provided editorial support

    XXI. PEYZAJ MİMARLIĞI AKADEMİK TOPLULUĞU TOPLANTISI ÇALIŞMA SONUÇLARI

    No full text
    Kıyı alanları insan yaşamı ve yerleşmeleri açısından vazgeçilmez alanlardır. Tarihsel süreç içinde insanlar yerleşmek üzere genellikle kıyı alanlarını tercih etmişlerdir. Bu durum bu şekilde gerçekleşmesinin en önemli nedenlari arasında, kıyı alanlarının sunduğu çok sayıda fırsatın yer aldığını söylemek mümkündür. Günümüzde kıyı alanları, yeryüzündeki en hızlı değişime uğrayan alanlar arasındadır. Bu alanlar son yıllarda sosyal, ekonomik, turistik, estetik ve sağlık yönünden olduğu kadar, politik açıdan da tüm dünya ülkelerinde önem kazanmış; üzerinde ülkesel ve küresel tartışmaların sürdürüldüğü, sorunlara ortak çözüm arandığı güncel bir konu haline gelmiştir. Çünkü küresel ölçekte kıyı alanlarına bir nüfus yönelimi söz konusudur. Bu da kıyı kaynakları üzerindeki baskıları artırmaktadır. Sürekli artan nüfusu ile peyzajı şekillendiren en önemli faktörlerden biri olan insanın, kıyı kaynakları üzerindeki beklentileri hızla çeşitlenmiş ve bu da kıyı alanlarında değişimlere neden olmuştur. Kıyı alanlarındaki değişim, insanların fi ziksel ihtiyaçlarının dışında, rekreasyonel ve turizm ihtiyaçlarının da karşılanması amacıyla hız kazanmakta ve sonuç olarak bu alanlarda yer yer onarılması güç çevre sorunları oluşmaktadır. Bu çalışma ile Van kent merkezi yakınındaki kıyı alanı için sürdürülebilir kıyı turizmi ve rekreasyonuna yönelik önerilerin geliştirilmesi amaçlanmıştır. Van Kenti ve yakın çevresindeki kıyı alanının turizm ve rekreasyon potansiyeli incelenerek, alanın sürdürülebilirliğine yönelik öneriler getirilecektir. Öneriler, kıyı alanının toplumsal işlevlerinin iyileştirilmesi ve sürdürülebilir yönetimine yönelik olacaktır. Çalışmada ayrıca peyzaj planlama, peyzaj tasarımı ve kıyı alanları yönetimi çerçevesinde, kıyıdaki mevcut ve geçmişten gelen kullanım ve yönetim sorunlarının çözümüne ve alanın geleceğine yönelik stratejiler geliştirilecektir

    Immune Thrombotic Thrombocytopenic Purpura in Elderly Patients: The Roles of PLASMIC and French Scores

    No full text
    Objective: In recent years, new developments have been incorporated into daily practice in the management of immune thrombotic thrombocytopenic purpura (iTTP). In particular, clinical scoring systems could help clinicians with clinical decision-making and early recognition. However, older patients frequently present with more organ involvement and in unusual ways. The ways in which age could affect these clinical prediction scoring systems remain unclear. We evaluated the use of PLASMIC and French scores in patients over 60 years of age. Materials and Methods: We performed a retrospective cross-sectional analysis of patients over 60 years of age with a presumptive diagnosis of iTTP between 2014 and 2022 at 10 centers. We calculated PLASMIC and French scores and compared our data with a single-center analysis of younger patients presenting with thrombotic microangiopathy. Results: Our study included 30 patients over 60 years of age and a control group of 28 patients younger than 60 years. The diagnostic sensitivity and specificity of a French score of ≥1 were lower in older patients compared to the control group (78.9% vs. 100% and 18.2% vs. 57.1%, respectively). The diagnostic sensitivity and specificity of a PLASMIC score of ≥5 were 100% vs. 95% and 27.3% vs. 100% for the study group and control group, respectively. Our study showed a higher mortality rate in older patients compared to the control group (30% vs. 7.1%, p=0.043). Conclusion: For a limited number of patients (n=6), our results showed that rituximab can reduce mortality. Given that the reliability of clinical prediction scores for iTTP in older patients may be lower, more caution must be undertaken in interpreting their results. Amaç: Son yıllarda, immün trombotik trombositopenik purpura (iTTP) yönetiminde günlük uygulamalara yeni gelişmeler eklenmiştir. Özellikle klinik skorlama sistemleri klinisyenlere klinik karar verme ve erken tanıda yardımcı olabilir. Ancak, yaşlı hastalar genellikle daha fazla organ tutulumu ve alışılmadık şekillerde başvurabilmektedir. İleri yaşın bu klinik tahmin skorlama sistemleri üzerindeki etkisi belirsizdir. Bu bağlamda, PLASMIC ve French skorlarının 60 yaş ve üzeri hastalarda kullanılabilirliğini değerlendirdik. Gereç ve Yöntemler: 2014 ile 2022 yılları arasında on merkezde iTTP olası tanısı alan 60 yaş üstü hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. PLASMIC ve French skorlarını hesapladık ve verilerimizi trombotik mikroanjiyopati ile başvuran genç hastaların tek merkezli analiziyle karşılaştırdık. Bulgular: Çalışmamız 60 yaş üstü 30 hasta ve 60 yaş altı 28 hastadan oluşan kontrol grubunu içeriyordu. French skoru ≥1’in tanısal duyarlılığı ve özgüllüğü yaşlı hastalarda kontrol grubuyla karşılaştırıldığında daha düşüktü (sırasıyla %78,9’a karşı %100 ve %18,2’ye karşı %57,1). PLASMIC skoru ≥5’in tanısal duyarlılığı ve özgüllüğü, çalışma grubu ve kontrol grubu için sırasıyla %100’e karşı %95 ve %27,3 ve %100 idi. Çalışmamızda yaşlı hastalarda kontrol grubuyla karşılaştırıldığında daha yüksek ölüm oranı saptandı (%30 vs %7,1 p-değeri =0,043). Sonuç: Sınırlı sayıda hastada (n=6) sonuçlarımız ritüksimabın mortaliteyi azaltabildiğini göstermektedir. Yaşlı hastalarda iTTP için klinik öngörme skorlamalarının güvenilirliğinin daha az olabileceği göz önüne alındığında, sonuçların yorumlanmasında daha dikkatli olunmalıdır
    corecore