353 research outputs found
RADICAL CYSTECTOMY AND EXTENDED LYMPHADENECTOMY WITH SMALL INCISION
Amaç: Kasa invazif mesane kanserlerinde radikal sistektomi altın standart tedavidir. Bu ameliyat açık teknikle uygulandığında göbek üstü ve altını içine alan uzun insizyonlar yapılmaktadır. Bu durum ameliyat sonrası dönemde insizyonel herni, inguinal herni, yara yeri açılması gibi pek çok tıbbi ve kozmetik problemlere yol açmaktadır. Daha küçük insizyonların genişletilmiş lenfadenektomi ve üriner diversiyona olumsuz etkisi olup olmayacağı konusunda yeterli veri yoktur. Çalışmamızda göbek altı küçük median insizyonla radikal sistektominin güvenliği ve uygulanabilirliği araştırılmaktadır. Gereç ve yöntem: Açık teknikle radikal sistektomi ardışık olarak 6 (5 erkek 1 kadın) hastaya uygulandı. Tüm hastalara umblikus hızasından simfizis pubise doğru 10-14 cm longitudinal median insizyon uygulandı. Urakus tam olarak çıkarıldı ve ana vasküler yapılar rahatlıkla ortaya konabildi. Tüm hastalara diversiyon tekniği olarak ortotopik veya ileal loop uriner diversiyon ve üst sınır inferior mezenterik arter olacak şekilde genişletilmiş lenfadenektomi yapıldı. Bulgular: Operasyonun toplam süresi ortalama 251 dakika olarak kaydedildi. Hastalarda intraoperatif herhangi bir komplikasyon görülmedi. Ortalama kan kaybı 625 cc olarak kaydedildi. Ortalama 18 adet lenf nodu çıkarıldı. Hastalarda barsak hareketleri ortalama 2. gün yerine geldi. Hastalar ortalama 10. gün hastaneden taburcu edildi. Takiplerde postoperatif 3. ayda herni gözlenmedi. Sonuç: Küçük insiyonla "minilaparotomi" radikal sistektomi onkolojik prensiplere uygun, kozmetik avantaj sağlayan, cerrahi teknikte kısıtlamaya yol açmayan güvenli bir seçenektir. Objective: Radical cystectomy is the gold standard treatment for muscle invasive bladder cancer. Long median surgical incision has been blamed to be certain disadvantage for open tecnhique resulting incisional hernia, inguinal hernia,wound healing difficulties and cosmetic problems. To our knowledge no clear data exist forthe feasibility of small incisions for cystectomy and lymphadenectomy. In our study we serach the feasibilito of radical csytectomy with small incisions. Material and method: Minilaparotomy radical cystectomy was performed consecutively in 6 patients (5 male 1 female). Patients underwent cystectomy using 10-14 cm median longitudinal incision over symphisis pubis. Complete excision of urachus and exposure of major vessels easily achieved. All patients underwent extended lymphadenectomy having inferior mesenteric artery upper border of lymphadenectomy. Ileal loop or ortotopic urinary diversion was applied to all. Results: Total operation time was 251 minutes and no intraoperative complication was observed. Average blood loss was 625 cc. Average 18 lymph nodes were removed. Bowel functions were restored on average postoperative day 2 and patients were discharded on average postoperative day 10. Conclusion: Small incision radical cystectomy is a safe surgical option without compromising the oncological principles. This technique does not limit surgical extension and provides good cosmesis
The Relationship between Human Resource Management Practices and Organizational Commitment: A Field Study
AbstractTo begin with, of the most important factors that affect the operational performance of the companies is the human resources. Therefore, the development of organizational commitment needs effective human resource management practices. In organizational behavior and industrial and organizational psychology, organizational commitment is the individual's psychological attachment to the organization. Organizational commitment predicts work variables such as turnover, organizational citizenship behavior, and job performance. The current study is intended to provide analysis of the relationships between HRM practices and organizational commitment in companies which operate in the province of Konya/Turkey. From various previous studies, 56 HRM practices items were adopted for this study. These include “manufacturing and human resources fit, behavior and attitude, team activities, interaction facilitation, incentives to meet objectives, training on job skills, training in multiple functions, communication of strategy, feedback on performance”. In this study, Pfeffer (1998)’s scale of human resources management practices and Mowday & Steers (1979)’s organizational commitment scale, Ahmad, & Schroeder (2003) version were used. Data was analyzed using descriptive statistics to project the respondents’ profiles as well as the general patterns of the variations in the HRM variables and organizational commitment. Correlations and multiple regression, statistic regression analysis were used to explore the relationship between the variables involved in the study. As a result of analysis of the findings from top, middle and, the first-tier managers (n=169) except for “training on job skills”. It was found that there was a strong and statistically positive significant relationship between other HRM variables and organizational commitment. The findings of the study provide support for the variables concerned and are confirmed by the results of the previous studies
THE SIGNIFICANCE OF AGE AND GENDER ON CLINIC-PATHOLOGIC OUTCOMES OF BLADDER CANCER
Amaç: Çalışmamızda yaş ve cinsiyetin mesane kanserli olgularda klinik ve patolojik özellikler üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve yöntem: Çalışmaya, kliniğimizde primer mesane kanseri tanısı konulan ve verileri kaydedilmiş 329 olgu dahil edildi. Hastalar cinsiyetlerine göre ve 60 yaş altı ve üstü olacak şekilde gruplandırılarak primer tümör patolojik özellikleri, eşlik eden carsinoma in sitü varlığı, tümör derecesi ve ilk sistoskopideki nüks yönünden değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda 42 bayan ve 287 erkek hasta mevcuttu (kadın erkek oranı 6,8:1). Kadın hastalarda T1 evresinde hastalık ve yüksek grade daha yüksek oranda gözlendi ve ilk sistoskopide daha yüksek nüks oranı gözlendi. Erkek hastalarda eşlik eden CIS kadınlara nazaran daha yüksek oranda tespit edildi. 60 yaş altındaki genç hastalarda T1 evresinde daha çok hasta mevcuttu. Genç hastalarda daha yüksek grade ve anlamlı fark gösteren CIS eşlik etmekteydi. Ek olarak yine genç hastalarda ilk sistoskopide nüks oranı daha yüksekti. Sonuç: Kadın hastalarda daha agresif tümör özellikleri gözlenmektedir. Erkeklerde yüksek oranda eşlik eden CIS; sigara kullanımı ile ilişkili olabilir. Genç hastalarda yüksek evre ve gradeli, yüksek riskli hastalık daha sık gözlenmektedir. Genç hastalarda bu bulgular ışığında daha agresif ve radikal tedavilere yönelmek uygun seçim olacaktır SUMMARY Objective: Our aim was to evaluate the significance of gender and age on clinical and pathologic variables of patients with primary bladder cancer. Materials and method: A total of 329 patients with primary bladder cancer and complete data are included in the study. Patients were stratified according to gender and age above or below 60 years old. Histological features of primary bladder tumor, presence of carcinoma in situ, tumor grade and recurrence of tumor at first cystoscopy are evaluated in each group. Results: Forty-two female and 287 male patients were included in the study (male to female ratio: 6.8:1). High grade disease and T1 stage were more prevalent in females. Recurrence rate at first cystoscopy were higher in women. Concomitant CIS were higher in men. Young patients below 60 years old had more T1 disease; high tumor grade and concomitant CIS. Moreover tumor recurrence at first cystoscopy were more prevalent in patients younger than 60 compared to older subjects. Conclusions: More aggressive bladder tumor properties are observed in women. High rate of concomitant CIS may be related to smoking habits in men. Higher stages and high grade, i.e high risk tumors are more frequently observed in patients below 60 years old. Thus priority to radical and more aggressive treatment regimens should be considered in younger patients
Bağlanma ve Kişisel Uyum Arasındaki İlişkide Ayrışma Bireyleşmenin Aracılığı
In the frame of the developed model, this study aims at testing whether the mediation of separation and/or individuation between the relationship of secure parental attachment and his/ her personal adjustment for a late adolescent is effective or not in Turkish culture. In this study, the developed model was tested in two stages. The theoretically developed model was tested whether(or not)the relations between the theoretically mentioned structures fit the observed data in first stage. As the model statistically fitted the structural equation model, the model test which was done in second stage. In conclusion, the mediation of separation-individuation between the relationship of secure parental attachment and personal adjustment was accepted. It has shown that the mediation of separation-individuation between the relationship of secure maternalpaternal attachment and personal adjustment was shown to be valid in Turkish culture. Some adjustment problems of students can be prevented through conducting studies to materialize their secure parental attachment and separation-individuation in the frame of the psychological counseling and guidance services that are carried out at universities. Bu araştırmada, oluşturulan model çerçevesinde geç ergenin anne ve babaya güvenli bağlanması ile kişisel uyum arasındaki ilişkide ayrışma bireyleşmenin aracılığının Türk kültüründe etkili olup olmadığının incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada oluşturulan model iki aşamada test edilmiştir. Birinci aşamada kuramsal olarak oluşturulan modelin yapıları arasındaki ilişkilerin gözlenen verilere uyup uymadığına bakılmıştır. İkinci aşamada model, istatistiksel açıdanYapısal Eşitlik Modelitest kriterlerini geçtiği için modeltesti yapılmıştır. Sonuç olarak anneye ve babaya bağlanma ve kişisel uyum arasındaki ilişkide ayrışma bireyleşmenin aracılığı kabul edilmiştir. Anneye ve babaya güvenli bağlanma ve kişisel uyum arasındaki ilişkide ayrışma bireyleşmenin aracılığının Türk kültüründe geçerli olduğu görülmüştür. Üniversitelerde yürütülen psikolojik danışma ve rehberlik hizmetleri kapsamında öğrencilerin ebeveynlerine güvenli bağlanmaları ve ayrışma bireyleşmesini sağlayıcı çalışmalar yapılarak onların bazı uyum sorunlarıyla karşılaşmaları önlenebilir
THE EFFICACY OF DICLOFENAC SUPPOSITORY ADMINISTRATED AFTER BIOPSY FOR THE CONTROL OF PAIN AND DISCOMFORT IN TRANSRECTAL ULTRASONOGRAPHY-GUIDED PROSTATE BIOPSY
Amaç: Transrektal ultrasonografi eşliğinde prostat biyopsilerinde (TRUS-Bx) işlem bitiminde uygulanan diclofenac supozituarın hastalarda ağrı ve rahatsızlık kontrolü üzerine olan etkisi araştırılmıştır. Gereç ve yöntem: Anormal parmakla rektal inceleme ve/veya yüksek serum PSA değeri nedeni ile TRUS-Bx yapılan 100 olgu çalışmaya alındı. TRUS-Bx, sadece rektum içine intrarektal 20 cc (çift uygulama) %2'lik lidokain jel (5 cc perianal bölgeye, kalan 15 cc rektum içine) uygulamasını takiben TRUS eşliğinde 18 Gauge Tru-cut biyopsi iğnesiyle, 10-12 kadranda gerçekleştirildi. Ellibeş hastaya işlem bitiminde rektal olarak 100 mg diclofenac sodyum (Voltaren® suppozituar) verildi. Kırkbeş hastaya ek ilaç verilmedi. Biyopsi sonrası, vizüel analog skala (VAS) kullanılarak ağrı ve rahatsızlık skorları işlem sonrası ilk 12 saat sonunda diclofenac alan ve almayan gruplarda karşılaştırıldı. Bulgular: Biyopsi sonrası ortalama ağrı ve rahatsızlık skorları diclofenac alan grupta sırasıyla 2 ± 0,9 ve 2,4 ± 0,7 olarak tespit edilirken tedavisiz grupta sırasıyla 1,9 ± 1 ve 2,2 ± 1,1 olarak bulundu. İşlem sonrası ilk 12 saatlik değerlendirmede diclofenac alan grupta ağrı ve rahatsızlık skorlarının (0,9 ± 0,8, 1,1 ± 0,9) tedavisiz gruba (1,3 ± 0,6, 1,4 ± 0,8) göre daha düşük olduğu görüldü. Gruplar karşılaştırıldığında 12. saatteki ağrı skorları arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı (p=0,01) rahatsızlık skorlarında fark gözlenmesine rağmen istatistiksel olarak anlamlı düzeyde değildi (p= 0,084). Her iki grup arasında yaş, önceki biyopsi sayısı, kor biyopsi sayısı, prostat hacmi, biyopsi öncesi serum PSA düzeyi ve komplikasyonlar bakımından anlamlı farklılık saptanmadı. Voltaren alan gruptaki hastalar biyopsi sonrasında daha rahat bir gün geçirdiklerini ifade ettiler. Sonuç: TRUS biyopsi yapılan hastalarda tek doz diclofenac suppozituar etkin, güvenli bir şekilde işlem sonrası dönemde ağrı kontrolünü sağlamakta, hastaya konfor ve hayat kalitesinde artış sağlamaktadır. SUMMARY Objective: Transrectal ultrasonography-guided prostate biopsy (TRUS-Bx) is the gold standart for the diagnosis of prostate cancer. There are various methods defined in the current literature for the control of pain dring this procedure. In this study we have evaluated the efficacy of intrarectal administration of voltaren suppository administered at the end of biopsy for control of pain and discomfort. Material and method: 100 consecutive men underwent TRUS-Bx prostate biopsies for serum PSA elevation and/or suspicious digital rectal examination findings for prostate cancer were included in this study. TRUS-Bx were performed with 18 G Trucut biopsy needle from 10-12 cores after intrarectal administration of 20 cc (twice) %2 Lidocaine gel (5 cc on perianal region, 15 cc into the rectum). Fifty-five patients received voltaren treatment at the end of biopsy. No additional treatment were given in the second group of 45 patients. After the biopsy; a self-administrated 10-point linear visual scale was used to determine and compare the pain and discomfort scores of the two groups (diclofenac and no treatment) at 12 hour after biopsy. Results: The mean pain and discomfort scores after the biopsy whom were given 100 mg voltaren were 2 ± 0.9 and 2.4 ± 0.72.0; for no treatment group these scores were 1.9 ± 1 and 2.2 ± 1.1 respectively. The 12 hour evaluation showed that pain and discomfort scores in voltaren group (0.9 ± 0.8 and 1.1 ± 0.9) were lower than no treatment group (1.3 ± 0.6 vs 1.4 ± 0.8). When two groups were compared, the difference for pain scores was statistically significant (p=0.01). Although discomfort scores at 12th hour diminished, the difference did not reach statistical significance (p=0.084). There were not any considerable differences between the two groups regarding the age, previously performed biopsies, the core numbers, prostate volume, pre-biopsy serum PSA values and the complications of the procedure. Patients in the voltaren arm expressed a more comfortable day after biopsy. Conclusion: Diclofenac suppository administration after biopsy for relief of pain during TRUS-Bx is an effective, safe and simple method and enhance patient comfort and quality of life
THE HISTOPATOLOGIC RESULTS OF TURP IN PATIENTS WITH HPIN OR SUSPICIOUS FOR CANCER AT BIOPSY
Amaç: Çalışmamızda prostat biyopsilerinde Yüksek Dereceli prostat İntraepitelyalNeoplazi (H-PIN) veya Malignite kuşkulu odak saptanan ancak ileri derecedeobstrüksiyon bulguları nedeniyle Transüretral Prostat Rezeksiyonu (TURP) uygulananhastaların histopatolojik sonuçları karşılaştırılmaktadır.Gereç ve yöntem: Anormal rektal tuşe bulgusu ve/veya PSA yüksekliği nedeniyleTRUS biyopsi uygulanan 270 H-PIN veya malignite kuşkulu olgunun verileriretrospektif incelendi. Bu olgulardan TURP uygulanan 26 (20'si H-PIN, 6'sı Malignitekuşkulu odak içeren) hasta çalışmaya dahil edildi. Prostat biyopsisi, TRUS eşliğinde 18Gauge Tru-cut biyopsi iğnesiyle, 10-12 kadranda gerçekleştirildi. Histopatolojiksonuçlar biyopsi ve TUR örnekleriyle karşılaştırıldı.Bulgular: TURP uygulanan 26 hastanın sadece 1 tanesinde (%3,8) kanser tespit edildi.H-PIN olan olgularının sadece 1 tanesinde prostat kanseri (Gleason 3+3=6) tespitedildi. Malignite kuşkulu odak içeren olguların hiçbirinde kanser görülmedi.Preoperatif PSA kanser tespit oranları ile ilişkisiz bulundu.Sonuç: Biyopside H-PIN veya malignite kuşkulu odak olan olgularda erken dönemdecerrahi endikasyon varlığında geciktirilmeden TUR-P uygulanabilir. Bu işlemin kansertanısında belirgin bir önemi yoktur. Klinisyen rektal inceleme ve PSA değerlerine görekanser şüphesi taşıyorsa re-biyopsi veya satürasyon biyopsilerini TUR-P sonrasıdönemde gerçekleştirmelidir.SUMMARYObjective: Our aim was to compare the histopathologic results of patients with HPINor suspicious for cancer at biopsy who underwent subsequent TURP due to severeinfravesical obstruction.Material and Method: Medical records of 270 patients having H-PIN or suspiciousfor cancer at biopsy due to elevated PSA and or abnormal rectal examination wereexamined. 26 of them (20 H-PIN and 6 Suspicious for cancer) who underwentsubsequent TURP due to severe obstruction or retention were included in the study TRUS-guided prostate biopsies were performed with an 18 Gauge Tru-Cut biopsyneedle from 10-12 cores. Histopathologic results were evaluated at TURP specimens.Results: The final pathological evaluation of the surgical specimens revealed 1prostatic adenocarcinomas in the TURP group Prostate cancer (Gleason score of 3+3=6)was detected in 1 of HPIN and none of suspicious for cancer. Preoperative PSA wasfound unrelated in the prediction of cancer in TURP.Conclusion: Suspicious pathology or H-PIN does not predict final pathology atTURP which justifies early intervention to obstruction when necessary. TURP haslimited impact on cancer detection and thus clinicians follow patient with PSA andrectal examination and perform re-biopsies after transurethral prostatectomy whennecessary
Prognostic significance of surgical margin status and gleason grade at the positive surgical margin in predicting biochemical recurrence after radical prostatectomy in a turkish patient cohort
Objective: To investigate the prognostic role of positive surgical margin (PSM) features in addition to well-defined risk factors in predicting biochemical recurrence (BCR) after radical prostatectomy.
Materials and Methods: This study used the prostate cancer database from the Urooncology Association in Turkey. Clinical, surgical, pathological and follow-up data were recorded from the database. PSM features, including number, location, linear length and Gleason grade (GG) were also recorded. Kaplan-Meier survival analyses were performed to assess differences in BCR-free survival (BCR-FS). In order to identify prognostic factors affecting BCR-FS, univariate and multivariate Cox regression analyses were performed.
Results: The study included 984 patients who met the eligibility criteria. The median follow-up time was 29 (minimum: 6, maximum: 210) months, and BCR was detected in 178 (18.1%) patients. BCR-FS was found to be significantly lower in patients with higher total prostate-specific antigen, higher International Society of Urological Pathology (ISUP) grade, extraprostatic extension (EPE), seminal vesicle invasion, lymphovascular invasion, lymph node involvement, PSM and GG at PSM (PSMGG) >= 4 (log-rank p<0.001, p<0.001, p<0.001, p<0.001, p<0.001, p<0.001, p<0.001 and p=0.005). ISUP grade, EPE and PSM were identified as independent prognostic factors in predicting BCR-FS [Hazard ratio (HR): 1.89, p=0.035 and HR: 4.65, p<0.001, HR: 1.82, p=0.030, HR: 1.77, p=0.042, respectively]. Unlike the univariate analysis, in multivariate analysis, PSMGG did not prove to be an independent prognostic factor in predicting BCR-FS.
Conclusion: PSM GG >= 4 was found to be significantly associated with shorter BCR-FS. There is a need for large, randomised prospective studies to clarify the role of PSMGG to be used in nomograms as an independent predictor to determine patients who would benefit from adjuvant radiation therapy
Şehnâz Bûselik Makamı (Kuram, tür ve biçim incelemesi)
Şehnazbuselik makamı, Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu Türk Sanat Müziği Sözlü ve Saz Eserleri Repertuvarı'nda bulunan 72 eser ışığında incelenmiş ve makamın kuramsal yapısı hakkında daha önce yapılan açıklamalar değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmede tarihsel ve analitik yöntem kullanılmıştır. Makamın kuramsal yapısı konusunda ileri sürülen çeşitli görüşler incelenmiş, bu makamda üretilen eserlerin tür ve biçim analizi yapılmıştır. Çalışmanın başında "Makam" ve "Şehnazbuselik Makamı" tanımları yapılarak, bazı önemli araştırmacıların tarif ve görüşlerine yer verilmiştir. Şehnazbuselik makamının tarihçesine ilişkin kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Belleten dergisinde Serhad Durmaz ve Yavuz Daloğlu'nun araştırma yazılarında bu makamdaki ilk eserlerin Tab'i Mustafa Efendi ve Nalizâde Ali Dede'ye ait olduğunu yazmışlardır. Bu bilgiye göre makamın oluşması XVIII. Yy.'a denk gelmektedir. Şehnazbuselik Makamı, temel olarak Hüseyni perdesinde Hûmayun Dizisi'ne Dügâh perdesinde Buselik Beşlisi'nin eklenmesiyle oluşmuştur. Bu tarife göre "İnici Seyir" hareketi söz konusudur. Çalışmanın devamında Türk Müziği'nde eser formları hakkında bilgi verildikten sonra bu makamda eser üretmiş bestecilerin eserleri tarihsel sıralamaya göre verilmiştir. Çalışmanın sonunda, bu makamda eser veren bestecilerin, kullandıkları usullerin istatiksel sonuçları bulunmuş, hangi dönemde daha çok ilgi gördüğü, hangi besteci tarafından daha çok eser verildiği, hangi usulün daha çok tercih edildiği ve makamın Türk musikisi repertuvarı içindeki yeri "Sonuç" bölümünde netleştirilmiştir."Şehnazbuselik Makamı" was scrutinized in the light of 72 works found in the Repertory of Turkish Radio and Television Institution Turkish Classical Music Oral and Repertory Works and the explanations previously accomplished regarding the conceptual structure of the tuning evaluated. In this evaluation, the historical and analytic method were employed. Various opinions suggested about the concepyual structure of the tuning discussed and the type and the form reviews of the work produced in this tuningwere examined. At the begining of the work "Makam" and "Şehnazbuselik Makamı" were described and the descriptions and wiews of some important researchers were given place. There isno certain information about the history of "Şehnazbuselik Makamı". Serhad Durmaz and Yavuz Daloğlu write that the first pieces of the Makam belong to Tab'i Mustafa Efendi and Nalizâde Ali Dede. According to the information finding out of the Makam comes across to the century of XVIII. Şehnazbuselik Makamı was created with adding "Buselik Beşlisi" in "Dügâh" not to" Hûmayun Dizisi" in "Hüseyni" not.According to the description there is "Descendant Movement" action. At the end of this work, the statistical results of the procedures the music composers who have delivered work in this "Makam"used was found out, in which period it had receieved more interest, more works were produced by which composer, which method was preferred more and the position of the tuning within the repertory of Turkish music was clarified
- …