131 research outputs found

    Li-S piller için nanokompozit katot üretimi

    Get PDF
    06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile 18.06.2018 tarihli “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” gereğince tam metin erişime açılmıştır.Günümüzde enerji tüketiminin hızla artmış olması çevre ve iklim değişikliği konusunda endişeler oluşturmaya başlamıştır. Bu sebepten çevre dostu ve enerji yoğunluğu fazla olan enerji kaynaklarına ihtiyaç giderek artmıştır. Cep telefonları, dizüstü bilgisayarları, elektrikli arabalar ve birçok elektronik eşyalar için lityum piller tercih edilmeye başlanmıştır. Bu doğrultuda Lityum-Kükürt (Li-S) piller enerji kapasiteleri daha yüksek ve kükürtün doğada bulunma bolluğu, maliyetinin az olması gibi sebeplerden dolayı ilgi çekmektedir. Yapılan bu tez çalışmasında bu konu göz önüne alınarak Li-S piller için iletken karbon ve kükürt içerikli nanokompozit katot geliştirilmiştir. Li-S pil için yapılacak katot, karbon nanotüp (KNT) sentezi ile grafen oksit (GO) sentezi yapıldıktan sonra sodyum tiyosülfat pentahidrat (Na2S2O3.5H2O) çözeltisiyle 2 saat boyunca ultrasonikasyon işlemine tabi tutulmuş ve sonrasında Na2S2O3.5H2O den elementel kükürt eldesi için HCl asidi ile muamele edilmiştir. Elde edilen süspansiyon vakumda fitrasyon düzeneği ile süzülerek kağıt şeklinde elde edilmiştir. Elde edilen kağıtlardan kesitler alınarak hidrazin ile indirgenerek S/rGO/KNT nanokompozit kağıt katotları üretilmiştir. Üretimi yapılan kağıtların karakterizasyon analizleri sonucunda istenilen özelliklere sahip katot materyalleri elde edildi. Li-S CR2032 düğme pil şeklinde basılan pillerin 1,5-3,0 V aralığında ve 0,1 C çevrim hızında yapılan pil testleri doğrultusunda 100 çevrim sonunda en yüksek kapasite olarak 1050 mAh/g olarak deşarj kapasitesine ulaşılmıştır.Nowadays, the rapid increase in energy consumption has started to raise concerns about the environment and climate change. For this reason, the need for energy-efficient and energy-intensive energy resources has increased. Lithium batteries are preferred for mobile phones, laptops, electric cars and many electronic appliances. In this respect, Li-S batteries have higher energy capacities and draw attention due to the abundance of sulfur in the nature and low cost. In this thesis, considering this issue, conductive carbon and sulfur nanocomposite cathodes were developed for Li-S batteries. To produce the cathode for Lithium-Sulfur (Li-S) battery, firstly graphene oxide (GO) and carbon nanotube (CNT) were synthesized. After this, their mixture was ultrasonicated for 2 h with sodium thiosulfate pentahydrate (Na2S2O3.5H2O) solution. Then, to obtain elemental sulfur from Na2S2O3.5H2O, HCl acid was titrated into the suspension. Final suspension was vacuum filtrated and paper was obtained. S/rGO/CNT nanocomposite paper cathodes were produced by reduction of these papers with hydrazine. After the characterizations of the produced papers, cathode materials were obtained with desired properties. Li-S batteries assembled in the form of CR2032 button cell were tested between the voltage range of 1.5 and 3.0 V and at 0.1 C rate. At the end of 100 cycles, the discharge capacity of 1050 mAh/g was reached as the highest yield

    Türkiyede İslamofobik Yaklaşımlar (1980-2000)

    Get PDF
    06.03.2018 tarihli ve 30352 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile 18.06.2018 tarihli “Lisansüstü Tezlerin Elektronik Ortamda Toplanması, Düzenlenmesi ve Erişime Açılmasına İlişkin Yönerge” gereğince tam metin erişime açılmıştır.Bu tez 1980 ve 2000 yılları arasında Türkiye'de meydana gelen islamofobik yaklaşımları incelemektedir. Genellikle islamofobi, Müslüman olmayan ülkelere özgü bir problem olarak görülmektedir. Tez; islamofobinin yalnızca Müslümanların azınlık olduğu ülkelerde değil, nüfusun çoğunluğunun kendini müslüman olarak tanımladığı ülkelerde de var olabileceğini göstermeyi amaçlamaktadır. Tezde islamofobinin belirlenmesi amacıyla bir dönemlendirilmeye gidilmiştir. Bu dönemlendirme; ön yargı ayrımcılık, dışlama ve şiddet kavramlarından hareketle yapılmıştır. Tezin birinci bölümünde islamofobi ve antiislamizmin uluslararası literatürdeki yeri anlatılmış ve kavramlar açıklanmıştır. Ayrıca islamofobinin temel göstergeleri anlatılmıştır. İkinci bölümde islamofobinin Türkiye'de nasıl oluştuğu ve nasıl işlendiği anlatılmış; 1980-1997 yılları arasındaki dönem ön yargı, dışlama bağlamında islamofobi olarak açıklanmıştır. Üçüncü bölümde 1997 sonrası meydana gelen şiddet dönemi örneklendirilmiştir. Bu örneklendirilme yapılırken, ordu, içişleri bakanlığı, milli eğitim bakanlığı ve üniversiteler gibi kamu kuruluşları ve çeşitli sivil toplum örgütleri tarafından yapılan ayrımcılık ve şiddet eylemleri temel alınmıştır. Çalışmada siyasetçilerin ve asker kişilerin açıklamaları, konuyla ilgili gazete haberleri ve karikatürler incelenip analiz edilmiştir. Tezde betimsel analiz ve içerik analizi yöntemleri kullanılmıştır. Tezde 1980- 2000 yılları arasında dini hayatı pratikte yaşayan kişilerin ön yargı, ayrımcılık, dışlama ve şiddet bağlamında islamofobiye ve antiislamizme uğradığı sonucu çıkarılmıştır.This thesis examines Islamophobic approaches that took place between 1980 and 2000 in Turkey. Islamophobia is generally seen as a problem specific to non-Muslim countries. The thesis aims to show that Islamophobia can exist not only in countries where Muslims are minorities, but also in countries where the majority of the population defines themselves as Muslims. Islamophobia is detemined through a historical periodization. Which is based on four components such as prejudice, discrimination, exclusion and violence. In the first part of the thesis, the importance of Islamophobia and anti-Islamism in international literature is explained and concepts are explained. In addition, basic indicators of islamophobia are described. The second part deals with how islamophobia has been processed in Turkey. The prejudice between 1980 and 1997 is explained as Islamophobia in the context of exclusion. In the third part of the thesis, the period after 1997 is described as a period of violence. This exemplification is based on discrimination and acts of violence by public institutions such as the army, the interior ministry, the ministry of national education and universities, and various non-governmental organizations. In this study, the explanations of politicians and soldiers, newspapers and cartoons are analyzed to support the argument seen. Descriptive analysis and content analysis methods were used in the thesis. In the thesis, it was concluded that the people who lived religious life between 1980 and 2000 were subjected to islamophobia and anti-Islamism in the context of prejudice, discrimination, exclusion and violence

    İlkokul Öğrencilerine Yönelik Dijital Okuryazarlık Ölçeğinin Geliştirilmesi: Geçerlik ve Güvenirlik Çalışması

    Get PDF
    Bu çalışmanın amacı ilkokul öğrencilerine yönelik geçerli ve güvenilir bir dijital okuryazarlık ölçeği geliştirmektir. Bu çalışma nicel araştırma yöntemi ile yürütülmüştür. Araştırma 2020-2021 eğitim öğretim yılında Kayseri il merkezinde öğrenim gören ilkokul 3. ve 4. sınıf öğrencilerinin oluşturduğu 2 farklı çalışma grubu ile yürütülmüştür. Açımlayıcı faktör analizi (AFA) için belirlenen çalışma grubu 327 ve doğrulayıcı faktör analizi (DFA) için belirlenen çalışma grubu 207 öğrenciden oluşmaktadır. Geliştirilmek istenen ölçeğin yapı geçerliğini test etmek amacıyla AFA ve DFA yapılmıştır. AFA sonucunda ölçeğin 3 faktörlü bir yapıya sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır. AFA sonuçlarına göre geliştirilen dijital okuryazarlık ölçeğinin toplam varyansın %54,66’sını açıkladığı ve her bir faktörün öz değerinin 1’den büyük olduğu görülmektedir. AFA ile elde edilen bu yapı DFA ile test edilmiş ve modelin uyumlu olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Dijital okuryazarlık ölçeğinin Cronbach Alpha güvenirlik katsayısı ,842 olarak hesaplanmıştır. Çalışma sonucunda ilkokul öğrencilerine yönelik geçerli ve güvenilir 3 boyutlu 16 maddeden oluşan bir dijital okuryazarlık ölçeği geliştirilmiştir

    Aminotiyazollerin benzimidazol, benzotiyazol, benzofuran ve naftofuran türevlerinden yeni bileşiklerin sentezi ve antimikrobiyal etkilerinin değerlendirilmesi

    Get PDF
    The thiazole ring is the core of bioactive molecules that generate broad activity. These activities include anticonvulsant, antimicrobial, antituberculosis, antiviral, etc. In this work, starting from seconder/cyclic amines, new compounds containing thiazole and benzimidazole/benzothiazole/benzofurane/naphtofurane rings were synthesized, and their antimicrobial effects were evaluated. 9 compounds were synthesized by converting the seconder and cyclic amines to thiourea, and continued by thiazole ring closure. Ring closure was achieved by methylene-carbonyl condensation except conventional methods. Compound characterization was realized by FT-IR, 1 H NMR and 13C NMR and HRMS. Compounds did not show significant activity on bacterial strains. Nine aminothiazole derivatives have been synthesized successfully. Compounds did not show important antibacterial activity and thus were evaluated as inactive.Tiyazol halkası, birçok alanda biyolojik aktivite oluşturan moleküllerin çekirdeğidir. Bu aktiviteler arasında antikonvülsan, antimikrobiyal, antitüberküloz, antiviral vb. farmakolojik etkiler yer almaktadır. Bu çalışmada sekonder/siklik aminlerden yola çıkılarak tiyazol ve benzimidazol/benzotiyazol/benzofuran/naftofuran halkaları içeren yeni tiyazol türevleri sentezlenmiş ve antimikrobiyal etkileri değerlendirilmiştir. Bileşiklerin sentezinde, sekonder veya siklik aminler tiyoüreye dönüştürülerek 9 bileşik sentezlenmiş ve tiyazol halka kapanması ile devam edilmiştir. Halka kapatma, konvansiyonel yöntemler dışında metilen-karbonil kondenzassyonuyla gerçekleşmiştir. Bileşiklerin karakterizasyonu FT-IR, 1 H NMR ve 13C NMR ve HRMS ile gerçekleştirilmiştir. Bileşikler, bakteri suşları üzerinde önemli aktivite göstermedi. 9 aminotiyazol türevi başarıyla sentezlenmiştir. Bileşikler önemli bir antibakteriyel etki göstermediğinden inaktif olarak tanımlanmıştır

    Evaluation of Obesity Awareness and Prejudice Levels of Students Continuing to Education in Health Sciences Departments: the Case of Tekirdağ Namık Kemal University

    Get PDF
    Amaç: Bu çalışmanın amacı, sağlık alanında eğitim gören üniversite öğrencilerinin obezite farkındalıkları ve obezite ön yargılarını değerlendirmektir. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya, sağlık alanında eğitim gören farklı bölümlerden toplam 610 öğrenci dâhil edilmiştir. Beş bölümden oluşan anket formunun antropometrik ölçümleri, yüz yüze görüşme yöntemiyle tamamlanmış ve ölçekler katılımcılar tarafından cevaplanmıştır. Anket bölümleri; sosyodemografik özellikler, antropometrik ölçümler, beslenme ve fiziksel aktivite alışkanlıkları, obezite ön yargı ölçeği ve obezite tutum ölçeğinden oluşmuştur. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin %79’u kadın, %21’i erkektir. Öğrencilerin beden kitle indeksleri (BKİ) ortalaması 21,8±3,4 kg/m² olup, %15’inin preobez/obez olduğu saptanmıştır. Bireylerin BKİ değerleri, hazır gıda tüketimleriyle pozitif yönlü, fiziksel aktivite yapma sıklığıyla negatif yönlü ilişkilidir (p<0,05). Ankete katılan bireylerin %91,8’inin, obez bireylere karşı ön yargısız olduğunu beyan etmelerine karşın sadece %17,0’ının ön yargısız olduğu saptanmıştır. Katılımcıların obezite tutum ölçeği değerlendirildiğinde, katılımcıların %2’sinin vasat, %49,2’sinin iyi, %48,8’inin ise çok iyi düzeyde farkındalığa sahip olduğu görülmüştür. Obezite farkındalık puan ortalamasıyla obezite ön yargı toplam puanı arasında negatif yönlü, zayıf bir ilişki bulunmaktadır (p<0,01, r=-0,125). Sonuç: Sağlık alanında eğitim gören üniversite öğrencilerinin obezite farkındalık düzeyleri arttıkça, obeziteye karşı ön yargılarının azaldığı ve katılımcıların obeziteye karşı mevcut ön yargılı tutumlarının farkında olmadıkları sonucuna varılmıştırT Objective: The aim of this study is to evaluate the obesity awareness and obesity bias of university students studying in the field of health. Material and Methods: A total of 610 students from different departments studying in the field of health were included in the study. The questionnaire form consisting of 5 parts was applied by face to face interview method. Survey sections; socio-demographic characteristics, anthropometric measurements, dietary and physical activity habits, obesity bias scale and obesity attitude scale. Results: 79% of the students participating in the study are women and 21% are men. The average body mass index (BMI) of the students was 21.8 3.4 kg/m², and it was determined that 15% of them were pre-obese/obese. Individuals BMI valuesare in the positive direction with their fast food consumption and inversely correlated with the frequency of physical activity (p<0.05). Although 91.8% of the individuals participating in the survey stated that they were unprejudiced against obese individuals, it was determined that 17.0% were unprejudiced. When the obesity attitude scale of the participants was evaluated, it was seen that 2% of the participants were mediocre, 49.2% good, and 48.8% had a very good level of awareness. There is a weak negative correlation between the obesity awareness score average and the obesity bias total score (p<0.01, r=-0.125). Conclusion: It was concluded that obesity awareness and obesity biases of university students studying in the field of health are related to the department they are studied, and the participants were not aware of their prejudiced attitudes towards obesity

    Icesat-2 Nokta Bulutu Verilerinden Kar Kalınlığı Belirleme Potansiyelinin Araştırılması

    No full text
    Snow is one of the types of precipitation that is vital for ecosystems and the continuation of life cycles. However, in order to predict avalanche events that may occur as a result of heavy snowfall, it is important to evaluate the hazard occurrence and to predict the risk in order to reduce the loss of life and property in case of a possible disastrous event. For this reason, it is necessary to monitor the snow mass by measuring the snow depth at regular intervals; and in this context, it is applicable to benefit from satellite technologies that provide data with the help of active or passive sensor technologies on a local and/or global scale without the need for any field work. In the first part of this thesis, in line with the goal of determining snow depth using ICESat-2 satellite point cloud data, accuracy analyses were carried out primarily within the study areas of Erzurum and Van Ferit Melen airports. In this context, results in four different levels of reliability were obtained for point cloud data collected at different dates. The results revealed that the mean square error of point cloud data having high reliability level varies in a very narrow band (0.32 m – 0.49 m). Thereafter, in thesis, it was attempted to determine the potential for determining snow depth from the data collected by the ICESat-2 platform for the study areas in three different regions in Norway. In order to investigate the potential for determining snow depth from ICESat-2 data in the vicinity of 3 Norwegian airports (Bardufoss, Tromsø, Røros airports), it was calculated that the snow depth prediction errors were between -13 cm and +32 cm for the related study areas. When the results of snow depth estimation from the Norwegian study areas were analyzed, it was concluded that the results achieved were quite successful, and were highly compatible with the sensitivity level of the data having high level of confidence.Kar, ekosistemler ve yaşamsal döngülerin devamı için hayati önem arz eden yağış çeşitlerinden biridir. Bununla beraber yoğun kar yağışı sonucu yaşanabilen çığı önceden tahmin edebilmek için riskin değerlendirilip, olası bir afet durumunda can ve mal kaybının azaltılabilmesi amacıyla tehlikenin önceden tahmin edilmesi önemlidir. Bu nedenle kar kalınlığının düzenli aralıklarla ölçülerek kar kütlesinin takibinin sağlanması önemli bir ihtiyaçtır. Bu kapsamda, herhangi bir arazi çalışmasına gerek kalmadan aktif veya pasif sensör teknolojileri yardımıyla veri sağlayan uydu teknolojilerinden yerel ve/veya küresel ölçekte fayda sağlamak kolaylıklar getirmektedir. Çalışmanın ilk kısmında, ICESat-2 uydusu nokta bulutu verileri kullanılarak kar kalınlığı belirleme hedefi doğrultusunda öncelikle Erzurum ve Van Ferit Melen Havalimanları çalışma alanlarında doğruluk analizleri gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda farklı tarihlerde alınan nokta bulutu verileri için dört farklı güvenilirlik düzeylerinde sonuçlar elde edilmiştir. Elde edilen sonuçlar, güvenilirlik düzeyi yüksek olan nokta bulutu verilerinin ortalama karesel hatanın karekökü değerlerinin oldukça dar bir bantta değiştiğini ortaya koymuştur (0.32 m – 0.49 m). Tez çalışmasının devamında Norveç’te belirlenen üç farklı bölgedeki çalışma alanları için ICESat-2 platformu tarafından toplanan verilerden kar kalınlığı belirleme potansiyeli tespit edilmeye çalışılmıştır. Norveç’in 3 havalimanı (Bardufoss, Tromsø, Røros havalimanları) yakın çevrelerinde ICESat-2 verilerinden kar kalınlığı belirleme potansiyelinin araştırılması amacıyla belirlenen çalışma alanları için elde edilen sonuçlardaki kar kalınlığı tahmin hatalarının -13 cm ile +32 cm arasında olduğu hesaplanmıştır. Norveç çalışma alanlarından elde edilen kar kalınlığı tahmini sonuçları analiz edildiğinde, elde edilen tahmin sonuçlarının oldukça başarılı olduğu ve yüksek güvenilirlik düzeyine sahip verilerin hassasiyet seviyesi ile oldukça uyumlu olduğu sonucuna varılmıştır

    Long term results of repetitive transkranial magnetic stimulation therapy on cognitive functions individuals with alzheimer's disease

    No full text
    Alzheimer Hastalığı (AH), hafızada ve diğer bilişsel alanlardaki kademeli kötüleşmelerle karakterize ilerleyici bir nörodejeneratif bir hastalıktır. Mevcut farmakolojik tedavilere ek olarak uygulanan tekrarlı TMS (rTMS) tedavisi Alzheimer hastalarında son dönemde alternatif bir tedavi yaklaşımı olarak ortaya çıkmıştır. Ancak rTMS'nin hastalığın seyrinde tekrarlı uygulamalarının olası uzun dönemli etkileri henüz ortaya konulmuş değildir. Bu çalışmanın amacı tekrarlayan aralıklarla uygulanan rTMS tedavisinin AH tanılı bireylerin bilişsel fonksiyonları üzerindeki uzun dönem etkisini araştırmaktır. Çalışmaya AH tanılı 60 yaş ve üzeri, ortalama 27 aylık süre içerisinde en az 2 kez 10 seanslık rTMS tedavisi almış 14 hasta dahil edildi. Hastalar tedavisi öncesi ve sonrasında kognitif ve davranışsal durum, demans düzeyi açısından değerlendirildi. Mental kontrol III ve saat çizme testlerinde istatistik olarak anlamlı düzelme saptanırken, ileri sayı menzili, stroop spontan düzeltme, kategorik ve fonemik akıcılık testlerinde, soyut düşünme, görsel ve mantıksal bellek anlık ve uzun süreli hatırlama skorlarında, SBST anlık bellek, Boston adlandırma fonemik yardım, yüz tanıma ve CDR skorlarında istatiksel olarak anlamlı kötüleşme olduğu bulundu (p≤ 0.05). Davranışsal ölçeklerden GDÖ ve NPI skorunda istatiksel olarak anlamlı iyileşme olduğu bulundu (p≤ 0.05). rtMS uygulama sayısı ile NPI ve takip süre farkı ile saat çizimi arasında korelasyon bulundu (p≤ 0.05). Sonuç olarak bulgularımız, rTMS tedavisinin Alzheimer tanılı bireylerde bilişsel fonksiyonlar üzerinde uzun dönemde bazı açılardan etkili olduğunu göstermektedir. AH' de uygulanan rTMS tedavisinin uzun dönem sonuçlarının araştırılabilmesi için daha fazla sayıda hasta ile yapılacak olan daha detaylı bilimsel çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.Alzheimer's Disease (AD) is a progressive neurodegenerative disorder characterized by a gradual deterioration in memory and other cognitive domains. Recurrent TMS (rTMS), in addition to existing pharmacological treatments, has recently emerged as an alternatşve treatment approach in Alzheimer' s patients. However, the possible long- term effects of repeated administration of rTMS in the course of the disease have not yet been established. The aim of this study was to investigate the long- term effect of repeated rTMS treatment on cognitive functions in individuals with AD. Fourteen patients with AD, aged 60 years and over, who had received 10 sessions of rTMS for at least 2 sessions over a mean period of 26 months included in the study. Cognitive and behavioral status and dementia levels were evaluated before and after treatment. While significant improvement was found in Mental control III and clock drawing tests, there was a significant deterioration in forward digit span, stroop spontaneous correction, categorical and phonemic fluency tests, abstract thinking, instant and long- term recall scores of visual and logical memory, instant memory of SBST, Boston naming phonemic, facial recognition and CDR scores (p≤ 0.05). Significant improvement was found in the GDS and NPI scores of the behavioral scales (p≤ 0.05). There was a correlation between the number of rTMS applications and NPI, follow- up time difference and clock drawing (p≤ 0.05). In conclusion, our findings showed that rTMS treatment is effective in some aspects of cognitive functions in individuals with Alzheimer' s Disease. It is considered that more detailed studies with more patients are needed to investigate the long- term effects of rTMS treatment in AD

    The analysis of the factors affecting the career planning of industrial engineering with artificial neural networks

    No full text
    YÖK Tez ID: 582736Bu çalışma, aktif olarak çalışan endüstri mühendislerine yönelik bir araştırmayı kapsamaktadır. Çalışmada, belirli sayıdaki endüstri mühendisine, hazırlanan anket uygulanarak analiz için gerekli olan veriler toplanmıştır. Anket çalışmasında öncelikle kişileri tanımaya yönelik demografik sorular yöneltilirken ilerleyen kısımlarda yetkinliklerini değerlendirecek ve kariyer planlama süreçlerine etki eden durumları belirleyecek geniş kapsamlı sorular sorulmuştur. Amaç; endüstri mühendislerinin kariyer planlama sürecine etki eden faktörleri analiz ederek hangi faktörün etkisinin daha fazla olduğunu belirlemek ve bireylerin özelliklerine göre çalışma alanlarını tahmin etmektir. Bu amaç doğrultusunda toplanan veriler öncelikle SPSS programında çeşitli istatistiksel yöntemlerle incelenmiştir. Yapılan istatistikî analizler sonucunda hangi faktörün daha etkili olduğu bulunmuştur. Daha sonra, bireylerin kariyer planlamasına etki eden faktörlere bakarak uygun olan çalışma alanlarının tahmin edebilmesi için modeller oluşturulmuş ve bu modeller yapay sinir ağları ile analiz edilmiştir. Bu tahmin modellemesi sonucunda; bireylerin özelliklerine yönelik olarak çalışması gereken sektör, hizmet alanı, departman ve pozisyonlar belirlenmiştir.This study covers a survey deal with actively working industrial engineer. In the study, prepared survey was applied to a certain number of industrial engineers and so, The data which is required for the analysis were collected. In the survey, in order to identify to people, demographic questions were firstly asked. In the following parts, a wide range of questions were asked to assess their competencies and to determine situations that affect career planning processes. The aim of the study is that to analyze the factors which affect the career planning process of industrial engineer and to determine which factor has the more characteristics of individuals. For this purpose, the data which were collected were firstly examined in this SPSS programme with various statistical methods. As a results of the statistical analysis, it was found out which factor was more effective. Then, models were created to predict the appropriate study areas by looking at the factors which affect individuals' career planning and these models were analyzed with artificial neural networks.The sector, service area, department and positions that are required to work deal with the characteristics of individuals were determined

    Development of nursing risk inventory and evaluation of efficiency in TUR-P (Transurethral Resection of the Prostate) syndrome

    No full text
    Büşra Şahin, Doktora TeziGiriş: Prostatın Transüretral Rezeksiyonu (TUR-P), Benign Prostat Hiperplazi’sine bağlı mesane obstrüksiyonunun cerrahi tedavisinde uygulanan bir ameliyat yöntemidir. TUR-P sırasında, geniş venöz sinüs pleksusları sıklıkla açılır ve irrigasyon sıvısının emilimi TUR-P sendromu adı verilen hastalarda nörolojik ve dolaşım değişikliklerin hemşire tarafından incelenmesi önemlidir. Amaç: Bu çalışmanın amacı, TUR-P sendromunda hemşirelik risk değerlendirme envanterinin geliştirilmesi ve etkinliğinin değerlendirilmesidir. Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, doktora tez kapsamında kesitsel ve metodolojik olarak Aralık 2019 – Eylül 2021 tarihleri arasında Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi Üroloji Ameliyathane Salonunda 154 hasta ile gerçekleştirildi. Araştırma verileri “Hasta Tanılama Formu” ve ‘’TUR-P Sendromu Hemşirelik Risk Değerlendirme Envanteri” ile toplandı. Envanter kapsamında ameliyathanede TUR-P ameliyatı başlamadan önce, 30. ve 60. dakikasında dolaşım belirtileri nabız, solunum, saturasyon, sistolik ve diyastolik kan basıncı, vücut sıcaklığı ve nörolojik belirtileri görme bozukluğu, yer, kişi ve zaman oryantasyon durumu, bulantı ve kusma durumu bilgileri alındı. Envanterde hastanın TUR-P sendromu açısından nörolojik ve dolaşım boyutu ile ilgili durumlarına göre riskli hastalar belirlendi. Hastaların ameliyat öncesi, sırası ve sonrası kan laboratuvar değerleri hasta dosyasından alındı. Bulgular: Çalışma kapsamında madde havuzunda yer alan ifadelerin/gösterge/belirtilerin ölçmeye çalıştığımız yapıyı ne derece ölçebildiğini belirlemek amacıyla uzman görüşüne başvuruldu. Fleiss Kappa katsayısı 0,81 olarak bulundu. Ölçme aracının yapı geçerliğine ilişkin delil sunmak amacıyla farklı gruplar tekniğinden yararlanıldı. Bu aşamada hastanın laboratuvar sonuçları esas alınarak 5 farklı uzmandan hastaları 0=Risk yok ve 1=Risk var şeklinde sınıflamaları istendi. Daha sonrasında TUR-P sendromu riski olan ve olmayanların ölçme aracında yer alan hastanın nörolojik ve dolaşım bulguları arasında karşılaştırmalar yapıldı. Envanterin ayırıcılığını test etmek amacıyla diskriminant analizi yapıldığında kanonik korelasyon özdeğeri= 0,475 ve Wilks’ Lambda = 0,774 bulundu. Kanonik korelasyon değerinin karesi alındığında (0,225), bağımlı değişkendeki varyansın %22,5’inin açıklandığı anlamına gelmektedir. Buna göre envanterin diskriminant fonksiyonu elde edildi. Diskriminant fonksiyonunun mutlak değerine göre hastanın TUR-P sendromu risk durumuna karar verilebilecektir. Sonuç ve Öneriler: TUR-P ameliyat sürecinde hastanın izlenmesi ve takibinde sorumlulukları olan hemşirelerin TUR-P ameliyatı olan hastaların TUR-P sendromu riskini değerlendirebileceği bir envanterin olması, ameliyat sırası ve sonrası hastanın hemşirelik bakım sürecini planlamak ve ortak dil oluşturmak açısından oldukça önemlidir. Geliştirilen TUR-P Sendromu Hemşirelik Risk Değerlendirme Envanteri TUR-P sendromu riskini değerlendirmek için geçerli ve güvenilir bir ölçme aracıdır
    corecore