63 research outputs found

    Bilimde Keşif ve Gerekçelendirme Bağlamı Ayrımı Tartışmaları

    Get PDF
    The distinction between context of discovery and context of justification points out to the difference between the generation a new idea or hyphotesis and the testing of it. Although the distinction is attributed to Hans Reichenbach and Karl Popper, Larry Laudan argues that the history of distinction is dates back to the debates of scientific in the seventeenth century. While in the seventeenth and eighteenth centuries there was no need to distinguish between discovery and justification, in the twentieth century discovery and justification were considered two separate processes. In this paper, it will be argued that the distinction between the context of discovery and justification is untenable given that the history of science is a part of scientific research, as expressed by philosophers such as Kuhn and Feyerabend

    Atipik hipofiz adenomu olgularının insidansı, hormonal dağılımı ve postoperatif takibi

    Get PDF
    AMAÇ: Hipofiz adenomu tanısı ile operasyon uygulanan olgularımızdan patoloj ik tanısı atipik hipofiz adenomu olanların görülme sıklığı, hormonal aktivitesi ve postoperatif takipleri araştırılmıştır. YÖNTEM ve GEREÇlER: Kliniğimizde Ocak 2009 - Mayıs 2012 tarihleri arasında endoskopik endonasal transsfenoidal yolla opere edilen 146 hipofiz adenomu olgusundan WHO 2004 kriterlerine göre patoloj isi atipik hipofiz adenomu olarak saptanan 13 olgu çalışmaya dahil edildi. BUlGULAR: Histoloj ik olarak 133 hasta tipik hipofiz adenomu (%91,1), 13 hasta ise atipik hipofiz adenomu (%8,9) idi. Bu hastaların 10 tanesi erkek (%76,9), 3 tanesi kadındı (%23,1). Yaş dağılımı 27 ile 80 arasında idi (ortalama 52.7). Dokuz olgu nonsekretuar adenom (%69,3), 3 olgu prolaktinoma (%23,1), 1 olgu ise somatostatinoma (%7,6) idi. Dört olguda hipofizer apopleksi mevcuttu (%30,7). Tipik hipofiz adenomlu hastalardan 11 tanesinde nüks saptanırken (%8,2), atipik hipofiz adenomlu olgulardan ise 5 tanesinde nüks adenom (%38,4) nedeniyle tekrar operasyon yapıldı. SONUÇ: Atipik hipofiz adenomları iyi bir patoloj ik inceleme yapıldığında çok da nadir görülen adenom tipi değildir. Tümör rekürrensinde tek başına belirleyici olmamakla birlikte tipik adenomlara göre çok daha yüksek oranda rekürrense neden olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden bu hastalarda total tümör eksizyonu, eğer mümkün olmuyorsa postoperatif daha yakın takip ile ek tedavi uygulamalarının kullanılması gereklidir.AIM: To assess the incidence, hormonal activity and postoperative follow up of the cases that are histopathologically diagnosed as atypical pituitary adenoma (APA) in our series. MATERIAL and METHODS: In this study, 13 atypical pituitary adenoma cases, by the WHO 2004 criteria, among the 146 pituitary adenoma patients operated on in our clinic between January 2009 and May 2012 by endoscopic endonasal transsphenoidal approach were included. results: In histological studies, 133 cases were diagnosed as typical pituitary adenoma (91.1%) and 13 cases were APAs (8.9%) of which 10 were male (76.9%) and 3 were female (23.1%), ranged between 27 and 80 (mean 52.7) ages. Histopathological distribution of APAs was 9 non- secretory adenomas (69.3%), 3 prolactinomas (23.1%) and 1 somatostatinoma (7.6%). Asymptomatic pituitary apoplexy was diagnosed in 4 cases (30.7%). Eleven cases of typical pituitary adenomas (8.2%) and 5 cases of the atypical pituitary adenomas (38.4%) were re-operated due to tumor recurrences. CONCLUSION: Accurate histopathological examination shows that atypical pituitary adenoma is not a rare disease. Although it is not the only determinant, APAs are more prone to recurrence than typical adenomas. In our opinion, if total resection is not possible for the patients with APA, close postoperative follow up and additional curative therapy modalities are needed

    Can the de Ritis Ratio (AST/ALT) Be Used to Predict Colon Cancer Stages?

    Get PDF
    Purpose: The De Ritis ratio (Aspartate transaminase/alanine transaminase) is a critical prognostic factor for some kinds of malignant tumors. Nevertheless, the De Ritis ratio’s prognostic value in preoperative colon cancer staging is unclear. The purpose of this research was to determine the De Ritis ratio and its prognostic significance for colon cancer. Materials and Methods: The clinicopathological data of 271 individuals with malign colon cancer were analyzed retrospectively at a single center from January 2010 to January 2018. The relationship between the De Ritis coefficient and clinicopathological findings in patients was evaluated before treatment. To compare the groups, the Mann-Whitney U test and the Kruskal Wallis test were performed. Results: The results indicated that there were no statistically significant differences between the groups in terms of pre-treatment De Ritis ratio assessment as a staging, localization, tumor diameter, lymph node metastasis, age, and overall survival. However, differences in T staging between groups of male participants were shown to be statistically significant. Conclusions: The De Ritis ratio evaluation before treatment was not found as an independent variable prognostic factor for the diagnosis and staging of colon cancer. However, future studies may demonstrate the significance of the De Ritis ratio with more participants

    Tıbbi Dokümantasyon ve Sekreterlik Öğrencilerinin Bölümü Tercih Nedenleri, Geleceğe Yönelik Planları ile Kaygı Düzeyleri Arasındaki İlişki

    No full text
    Giriş-Amaç: Sağlık hizmetleri meslek yüksekokulları (SHMYO) mezunlarının istihdamında sorunlar yaşanması öğrencilerin bölüm tercihlerini, geleceğe yönelik planlarını ve kaygılarını etkilemektedir. Bu çalışmanın amacı SHMYO Tıbbi Dokümantasyon ve Sekreterlik (TDS) öğrencilerinin öğrenim gördüğü programı tercih nedenleri ve geleceğe yönelik planları ile kaygı düzeyleri arasındaki ilişkinin belirlenmesidir. Gereç-Yöntem: Kesitsel tipteki bu araştırmanın evreni Dokuz Eylül Üniversitesi SHMYO‟da öğrenim gören TDS öğrencilerinden oluşmaktadır. Araştırmanın verileri araştırmacılar tarafından oluşturulmuş bir anket, Durumluk Kaygı Ölçeği (DKÖ) ve Sürekli Kaygı Ölçeği (SKÖ) ile toplanmıştır. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 20.2±1.5, DKÖ ortalaması 42.4±5.6, SKÖ ortalaması ise 47.7±5.9‟dur. Öğrencilerin %76.1‟i bu mesleği yapabileceğini düşündüğü için programı seçmiştir. Erkek öğrencilerde DKÖ, kız öğrencilerde ise SKÖ ortalaması daha yüksek bulunmuştur (p&lt;0.05). Babasının eğitimi lise ve üzerinde olanların, annesinin eğitimi ilkokul ve altında olanların SKÖ ortalaması daha yüksektir (p&lt;0.05). Ailesinin ekonomik durumunun “kötü-çok kötü” olduğunu belirtenlerin hem DKÖ, hem de SKÖ ortalaması diğer gruplardan daha yüksektir (p&lt;0.05). Bölümü ailesinin ve çevrenin isteği doğrultusunda tercih ettiğini belirtenlerin ve iş bulabilmenin daha kolay olduğunu düşünerek tercih edenlerin SKÖ ortalaması daha yüksektir (p&lt;0.05). Kişisel gelişimine katkı yapabileceğini düşünerek tercih eden öğrencilerin DKÖ ortalaması daha yüksek bulunmuştur (p&lt;0.05). İleride bu mesleği yapmayı düşünmeyenlerin DKÖ ortalaması, iş bulamamaktan kaygılananların SKÖ ortalaması daha yüksektir (p&lt;0.05). İş bulamazsam kendime güvenimi kaybederim diyenlerin hem DKÖ, hem de SKÖ ortalaması daha yüksektir (p&lt;0.05). Sonuç: Ailelerin sosyoekonomik düzeyinin düşük olması, gelecekte iş bulamama gibi riskleri düşünen öğrencilerin kaygı düzeylerinin daha yüksek olduğu görüldü. Öğrencilerin meslek seçiminde danışmanlık yapılması ve TDS mezunlarına yönelik istihdam olanaklarının artırılması öğrencilerin kaygısını azaltabilir.</p

    Tıbbi Dokümantasyon ve Sekreterlik Öğrencilerinin Okuduğu Programdan Memnuniyetinin İncelenmesi

    No full text
    Giriş-Amaç: Öğrencilerinin öğrenim gördüğü programın eğitim kalitesi ve sunulan uygulama olanaklarına yönelik memnuniyetlerinin değerlendirilmesi eğitim programlarının oluşturulmasında yol gösterici bir unsurdur. Bu çalışmanın amacı Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu (SHMYO) Tıbbi Dokümantasyon ve Sekreterlik (TDS) Programı öğrencilerinin öğrenim gördüğü programdan memnuniyetinin yaş, cinsiyet ve sınıf düzeyi ile ilişkinin belirlenmesidir. Gereç-Yöntem: Kesitsel tipte bir araştırmadır. Araştırmanın evreni Dokuz Eylül Üniversitesi SHMYO‟da öğrenim gören TDS öğrencilerinden oluşmaktadır. Araştırmanın verileri araştırmacılar tarafından oluşturulmuş bir anket ile toplanmıştır. Anketler katılımcı öğrenciler tarafından doldurulmuştur. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin %67.0‟ı ≥20 yaş, %59.6‟sı kadın, %52.3‟ü ikinci sınıfta okumaktadır. 20 yaş ve üstünde olan öğrencilerin bölüme gelirken eğitimle ilgili okuldan beklentisi daha yüksek, birinci sınıfta okuyan öğrencilerin ise daha düşük bulunmuştur (p&lt;0.05). Birinci sınıfta okuyan, ≥20 yaş olan ve kız öğrencilerde teorik derslerin içeriğinin gelecekteki mesleği için yeterli olduğu düşüncesi daha fazladır (p&lt;0.05). 20 yaş ve üstünde olan ve birinci sınıfta okuyan öğrencilerde seçmeli derslerin kontenjanlarının yeterli olduğu düşüncesi daha fazladır (p&lt;0.05). Hem teorik hem de uygulamalı derslerin veriliş biçimini gelecekteki mesleği için yeterli olduğu düşüncesi, öğretim elemanlarına ders dışında kolaylıkla ulaşabilme durumu kız öğrencilerde daha fazladır (p&lt;0.05). Bölümde verilen ders çeşitliliğinden genel olarak memnuniyet birinci sınıfta okuyan öğrencilerde daha fazladır (p&lt;0.05). Sonuç: Daha ileri yaştaki öğrencilerin eğitim kalitesinden beklentisi daha yüksek, derslerin veriliş biçiminden ve öğretim elemanlarına ulaşma bakımından kız öğrenciler daha memnun, birinci sınıfta okuyan öğrenciler ise ders çeşitliliğinden memnundur. Sınıf düzeyleri arasındaki memnuniyet farkı ikinci sınıfların geçen yıl tamamen uzaktan eğitim almasından kaynaklanabilir. Danışmanlık görüşmesi sırasında öğrencilerin gözünden eğitimindeki sorunların derinlemesine incelenmesi ve belirlenmesi önerilir.</p

    Optimal Ürün Karması Belirlemede Faaliyete Dayalı Maliyet Sistemi ve Kısıtlar Teorisi

    No full text
    Optimal ürün karması belirleme, firma kârlılığın arttırılmasında oldukça büyük önem taşımaktadır ancak geleneksel yöntemler optimal ürün karması belirlemede yetersiz kalmaktadır. Bu amaçla yeni geliştirilen teknikler daha kârlı sonuçlar sağlayabilmektedir. Kısıtlar teorisi geleneksel yöntemlerden değişken maliyet sistemine benzemekte, ancak tek değişken gider olarak hammadde maliyetini dikkate almaktadır. Bu şekilde belirlenen süreç katkısı (throughput) değeriyle alınan ürün karması kararları daha kârlı sonuçlar sağlayabilmektedir. Ayrıca geleneksel yöntemlere göre daha doğru ürün maliyeti belirlemeyi sağlayan faaliyete dayalı maliyet sistemine göre kaynak kullanımlarının dikkate alınmasıyla kârlı sonuçlar sağlayan ürün karmaları belirlenebilmektedir. Ancak optimal ürün karması belirlemede kısıtlar teorisi ve faaliyete dayalı maliyet sisteminin birlikte kullanılmasıyla daha yüksek kârlar elde edilebilmektedir. Bu çalışmada firmaların kârlılıklarını arttırabilmek için ürün karması kararlarının önemini vurgulayarak, doğru ürün karması kararları alabilmede kısıtlar teorisi ve faaliyete dayalı maliyet sistemi entegrasyonunun önemini ortaya koymak amaçlanmıştır.Determining optimal product mix is very important to increase the profitability of firms, although the traditional methods are inadequate in these decisions. New techniques which have been developed for this purpose can create more profitable solutions. Although theory of constraints seems similar to the traditional variable costing, it differs in recognizing only the material cost as variable. Optimal product mix decision, which is determined by concentrating on theory of constraint's throughput approach can provide more profitable solutions than traditional methods. On the other hand, with activity based costing which provides more accurate product costs than those of traditional methods, profitable product mix can be determined by concentrating on resource usage. Moreover, using activity based costing and theory of constraints together in the optimal product mix decisions, firms can acquire higher profits. The aim of this study is to emphasize the importance of the optimal product mix decisions to increase firms' profit and expose the importance of integrating activity based costing and theory of constraints in making rational and profitable product mix decisions

    Ankara ve çevresinde kuzularda zeranol artık düzeyleri ile serum testesteron, östrojen ve progesterone düzeyleri

    Get PDF
    Zearalenone'un sentetik bir derivesi olan Zeranol, koyun ve sığırlarda besi performansını artırmak amacıyla anabolik madde olarak kullanılmıştır. Avrupa Birliği ülkelerinde ve Türkiye'de tüketiciye ulaşabilecek kalıntıları nedeniyle hayvanlarda kullanımı yasaklanmıştır. Yasal olmayan kullanımlarında, verilen miktar ve süre bilinmediğinden tesbiti güçtür. Bunun yanında hayvanın yası, cinsi ve bireysel farklılıklar da zeranol'ün vücuttan uzaklaşmasında etkilidir. Bu nedenle hızlı, duyarlı teknikler kullanılmalıdır ve Radioimmunoassay, referans metot olarak önerilmektedir. Ankara çevresinde çiftlik ve mezbahalardan toplanan dışkı ve doku örnelerinde zeranol analizleri ile serum örneklerinde testosteron, progesteron ve östrojen hormon analizleri Radioimmunoassay ile yapılmıştır. Toplam 153 kuzu dışkı örneği zeranol yönünden analiz edildi. Kuzularda % 22 zeranol pozitif bulundu.Zeranol is a synthetic derivative of Zearalenone which has been used as an anabolic substance in sheep and cattle to increase growth of zeranol in food producing animals. The usage of zeranol is prohibited in most countries of the European Union and in Turkey. In the illegal use of zeranol it is difficult to determine its presence because the amount of zeranol given and period is not known. As well as this, the age and breed of the animal plus individual variations affect the period of removal of zeranol from the body. Because of this rapid, sensitive and accurate techniques are needed and Radioimmunoassay (RIA) has been proposed as an reference method for anabolic agent residues.Faeces, serum and tissue samples of lambs from Ankara and the surrounding countryside were collected and the analyses of zeranol, oestrogen, progesteron and testosteron were carried out using Radioimmunoassay. A total of 153 faeces samples of lambs collected from Ankara and the surrounding countryside were analysed for the presence of zeranol positive samples for lamb faeces were 22%
    corecore