177 research outputs found

    Akut myeloid lösemi hastalarında kopya sayısı değişikliklerinin dizin temelli karşılaştırmalı genomik hibridizasyon yöntemi ile değerlendirilmesi

    Get PDF
    Dizin temelli karşılaştırmalı genomik hibridizasyon yöntemi dengesiz değişiklikleri tüm genom düzeyinde tespit etme olanağı sağlayan, yüksek çözünürlüklü bir yöntemdir. AML patogenezi ve prognozu ile ilişkili olabilecek kopya sayısı değişikliklerinin saptanması, aCGH yönteminin rutin tanı uygulamalarındaki avantaj ve dezavantajlarının belirlenmesi amacı ile NimbleGen 630K Array platformu kullanılarak 18 AML tanılı hasta örneği çalışılmıştır. Hastalar karyotip sonuçlarına göre 3 grupta değerlendirilmiştir. Analiz edilen 18 hastanın tamamında kopya sayısı değişikliği tespit edilmiştir. Tüm genom düzeyinde saptanan artışlar kayıplardan fazla bulunmuştur. Ancak kompleks karyotip saptanan grupta kayıplar literatürle uyumlu olarak artışlardan fazla tespit edilmiştir. Normal karyotip grubunda AML patogenezi ile ilişkili birçok gende kopya sayısı değişikliği tespit edilmiştir. Tekrarlayan kopya artışı gözlemlediğimiz USP18 (n=4), AATF (n=2), CTF1 (n=2) genlerinin AML patogenezinde anlamlı olabileceği düşünülmüştür. Karyotip anomalisi saptanan grupta aCGH yöntemi mozaikliğin tespitinde başarılı olmuştur ancak hassasiyeti FISH kadar yüksek değildir. Translokasyonu olan 1 hastada, translokasyona dahil olan kromozomlarda kopya değişikliği saptanmamıştır. Bu durum hastadaki translokasyonun dengeli olmasına ya da NimbleGen array platformunda probların bu bölgeleri kapsamamasına bağlanmıştır. Kompleks karyotip saptanan grupta hastaların sitogenetik sonuçları ile aCGH sonuçları tam olarak uyuşmamaktadır. Bu durum kompozit karyotip yapısına sahip hastalardaki alt klonların sayısının düşüklüğüne bağlanmıştır. Sadece kompleks karyotip grubunda kopya kaybı saptanan NF1 (n=2) ve TP53 (n=2) genlerinin hastalardaki genomik instabiliteden sorumlu olduğu düşünülmüştür. Kromozom analizinde metafaz plağı elde edilemeyen bir hastada aCGH yöntemi ile çok sayıda kopya sayısı değişikliği saptanmıştır. Sonuç olarak aCGH yöntemi AML hastalarında patogenez ve prognozda etkili olabilecek genlerin ve mikroRNA’ların tespitinde, kromozom elde edilemeyen ve normal karyotip saptanan hastaların değerlendirilmesinde rutin tanıda başarı ile kullanılabilicek bir yöntemdir. Array based comparative genomic hybridization is a high resolution method which allows to detect unbalanced chromosomal alterations throughout the genome. We have performed an aCGH analysis for 18 patients with AML by using Nimblegen 6x630K array platform to determine advantages and disadvantages of aCGH in routine diagnostic pipeline and detect copy number alterations related to disease pathogenesis and prognosis. Patients were evaluated in 3 groups according to their karyotype results. Copy number alterations were determined in all AML patients. Although copy number gains were observed more frequently than losses, frequency of copy number losses were higher in complex karyotype group among other groups in accordance with the literature. We have observed recurrent copy gains at USP18 (n=4), AATF (n=2), CTF1 (n=2) genes in the normal karyotype group which made us think that these genes might have significant effects in the pathogenesis of AML. aCGH method was able to detect mosaicism in the abnormal karyotype group, but the sensitivity was not as high as FISH. aCGH did not detect any cryptic copy number alteration in a translocation carier patient. This may be due to the balanced rearrengement translocation or the probes may not cover the translocation region in the patient. Cyogenetic and aCGH results were not concordant in patients with complex karyotype. It might be related to the low number of subclones in composite karyotype patients. It was thought that copy losses of the NF1 (n=2) and the TP53 (n=2) genes might be responsible for the genomic instability in complex karyotype group. Several copy number alterations were detected by aCGH analysis in a patient whose karyotpe analysis revealed no metaphase spread. As a conclusion, aCGH can be utilized to detect the genes and microRNAs which affect the pathogenesis and prognosis of AML, and can also be used to evaluate patients with normal karyotype or patients without karyotype analysis

    Gebelik rinitinin orta kulak rezonans frekansına etkisi

    Get PDF
    Gebelik riniti; hamilelikle birlikte meydana gelen bir takım fizyolojik değişikliklere bağlı olarak ortaya çıkan rinit tablosudur. Gebelik riniti diğer rinit semptomlarından farklı olarak gebelikle birlikte ortaya çıkar ve gebelik bitimini müteakip iki hafta içinde semptomlar kendiliğinden kaybolur. Bu bilgi ışığında çalışmamızın amacı, gebelik riniti’nin Eustachii tüpü fonksiyonlarına ve dolayısı ile orta kulak rezonans frekansı üzerine olası etkilerini araştırmaktır. Çalışma, 2016 yılı, Mayıs –Ağustos ayları arasında Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı’nda Odyoloji ve Konuşma Bozuklukları Ünitesi’nde gerçekleştirilmiştir. Çalışmaya birbirinden bağımsız 3 grup alınmıştır, gruplardan 2’si kontrol 1’si çalışma grubu olarak planlanmış, toplamda 45 birey (90kulak) çalışmaya alınmıştır. Grup 1’de gebelik riniti olmayan gebeler (n=15), Grup 2’de gebelik riniti tanısı konmuş gebeler (n=14) ve Grup 3’te gebe olmayan sağlıklı bireyler (n=16) yer almaktadır. Çalışmadaki tüm gebeler Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı polikliniğince takibi yapılan, gebeliğinin son üç ayında (24-40 hafta) olan bireylerden oluşmuştur. Tüm katılımcılara tam kulak burun boğaz muayenesi, NOSE ölçeği, standart timpanometri ve MFT testleri uygulanmıştır. İmmitansmetrik ölçümler ve MFT ölçümleri Grason Stadler (GSI) Tympstar Version 2 cihazı kullanılarak yapılmıştır. Yaş dağılımı açısından ortalamalara bakıldığında grupların homojen olduğu tespit edilmiştir. Ortalama RF değerleri, gebe olan (Grup 1ve Grup 2) bireylerde, gebe olmayan sağlıklı bireylere göre düşük bulunmuştur; Grup 2’deki sağ RF değeri ortlaması düşük (764±136 Hz) bulunmuştur. Gruplarda, NOSE ölçeği skorlaması çoğunlukla 4’den küçüktür. Tüm bireylerin sağ ve sol RF değerleri bağımlı değişken olarak alınıp yaş, gebelik, gebelik riniti tanılı olma, NOSE ölçeği gibi değişkenler bağımsız değişken olarak alındığında regresyon sonuçları RF’deki değişimleri açıklamada sadece gebelik durumunun anlamlı olduğunu göstermektedir. Gebelik riniti orta kulak RF değerini etkileyen (düşüren) tek faktör olmayabilir. Bu ilişkinin kesin olarak kurulabilmesi için daha fazla bireyle çalışma yapılması gerekmektedir. Gebelik sürecindeki RF değişimleri hakkında daha kesin sonuçlara ulaşılması için gebelikte RF’yi etkileyen olası diğer (kafa içi basınç, hormonal değişimler, venöz basınç gibi) faktörlerin de çalışılması önerilmektedir. Bu anlamda gebe bireylerin gebelik boyunca RF değerlerinin periyodik ölçümü önerilebilir. Pregnancy rhinits originating with pregnancy, is a rhinits chart depending on some physiological variations. Unlike other rhinits symptoms, pregnancy rhinits takes place with pregnancy and symptoms of it automatically fade away after two weeks following the end of pregnancy. In the light of this information, the purpose of this study is to investigate the probable effects of pregnancy rhinits to the functions of Eustachii tube and Typanum Resonance Frequency. This study has been conducted in Başkent University Medical Faculty, Department of Otorhinolaryngology, Institute of Audiology Speech and Voice Disorder between May and August 2016. This work contains three independent groups two of which are planned as control groups and the other is experiment group. Totally, 45 individuals (90 ears) are assigned in the study. Group 1 consists of pregnants without pregnacy rhinit (n=15), Group 2 consists of pregnants diagnosed with pregnancy rhinits (n=14) and Group 3 consists of healthy non-pregnant individuals (n=16). All the pregnants in this study are comprised of individuals who are at the last three months of their pregnancy (24-40 weeks) and monitored by Başkent University Medical Faculty, Department of Obstetrics and gynaecology Polyclinic. All attendees are applied ear, nose and throat examination, NOSE scale, standart tympanometry and MFT tests. İmmitansmetric and MFT measurements are carried out by using Grason Stadler (GSI) Tympstar Version 2 device. When the average age distribution is examined in this study, groups demonstrates a homogenuous distribution. Lower average RF values are determined for pregnants (Group 1 and Group 2) than non-pregnant healthy individuals; Low average right RF values (764±136 Hz) are observed. In the groups, NOSE scale scorings are mostly lower than 4. When all Individuals’ RF values are taken dependent variable and variables such as age, pregnancy, defined pregnancy rhinits, NOSE are taken independent variables, the regression results put forward meaningful correlation in terms of explaining the variations in RF values. Pregnancy rhinits can not be the only factor affecting (decreasing) the tympanum. In order to make definite correlation, another study with many more individuals (attendees) is required. It is also recommended that other potential factors influencing RF (intracranial pressure, harmonic variations and venous pressure etc.) needs to be analyzed to be able to reach definite results about RF variations. In this sense periodic RF measurement can be advised for pregnants during pregnancy

    The Relationship between Energy Efficiency and Economic Performance in G20 Countries

    Get PDF
    The relationship between the concept of energy efficiency and economic performance is a continuing debate and there is no consensus on it. The main motivation behind this paper is based on a trade-off that exists between energy efficiency and economic growth. Motivated by this trade-off, this paper investigates the long-run equilibrium relationships and causal relationships between energy consumption, economic performance (GDP per capita) and energy intensity in (G20) Countries. Panel data variables over the periods from 1992 to 2012 are employed in empirical tests. Panel cointegration tests suggest that these three variables tend to move together in the long-run. In addition, Panel Granger causality tests indicate that there is a unidirectional causality running from energy intensity to economic performance but not vice versa. Motivated by the panel granger causality findings, we estimated the energy intensity model using the fixed and the random effect model and evaluated the relationship between energy intensity, economic growth and energy consumption of (G20) countries

    Sağlık Çalışanlarının Sağlık Teknolojisi Algılarının Değerlendirilmesi

    Get PDF
    Sağlık teknolojisi, sağlık hizmetlerinin üretim, sunum ve sonuç safhalarında sağlıkla ilgili olan sistemlerin, yöntemlerin ve tekniklerin sağlık teçhizatları ve ilaçlar yardımıyla uygulanmasına olanak veren teknolojik süreçlerin tamamı olarak ifade edilebilmektedir. Araştırma, sağlık çalışanlarının sağlık teknolojisi algılarının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma İç Anadolu’da bulunan bir devlet hastanesinde araştırmanın yapıldığı tarihler arasında görevli 438 sağlık çalışanı ile yürütülmüştür. Araştırmanın verileri araştırmacılar tarafında hazırlanan sosyo-demografik bilgi formu ve Sağlık Personeli Sağlık Teknolojileri Değerlendirme Tutum Ölçeği (SPSTDTÖ) ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS/15.0 programı kullanılmıştır. Araştırmada sağlık çalışanlarının %62,6’sı kadın, %20,3’ü doktor ve %48,9’u hemşirelerden oluşmaktadır. Sağlık çalışanlarının medeni durumları ile SPSTDTÖ farkındalık alt boyutu arasında, eğitim durumları ve meslekleri ile SPSTDTÖ alt boyutları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0,05). Buna göre lisansüstü eğitim düzeyine sahip, bekar sağlık çalışanlarının ve hekimlerin sağlık teknolojileri değerlendirme algılarının anlamlı derecede daha yüksek bulunmuştur. Bu sonuçlar doğrultusunda sağlık çalışanlarının sağlık teknolojisi değerlendirmesindeki algılarının yükseltilmesine yönelik kurum içi eğitimlerin düzenlenmesi önerilmektedir

    Total antioxidant and oxidant status in obese children without insulin resistance

    Get PDF
    Objective: Oxidative stress in obese children may lead in adulthood serious conditions such as coronary heart diseases or type 2 diabetes mellitus. In childhood oxidative stress is associated with insulin resistance or extreme obesity. In this study, we aimed to evaluate oxidative stress status in moderately obese children without insulin resistance. Methods: A total of 38 obese children (21 male, 17 female) without insulin resistance, mean aged 9.4±3.8 years) and 51 normal weight children (25 male, 26 female) as the control group, mean aged 9.3±3.9 years) were enrolled to the study. Total oxidative status (TOS), total antioxidant capacity (TAC) were measured and oxidative stress index (OSI) was calculated. Results: The results reveal that obese children had lower TAC than normal weight children (2,27±0,28 vs. 2.76±0.35 mmol Trolox Eq./L; p<0,001). There was no statistical difference between obese and control groups regarding TOS (6,08±3,63 vs 5.25±4.16 μmol H2O2 Eq./L; p=0.333). OSI was higher in obese group (2.65±1.52 vs 1.92±1.56; p=0.029) Conclusion: Balance between oxidant and antioxidant system is disrupted due to the reduced TAC even in moderately obese children without insulin resistance. Further studies should also be performed to evaluate the beneficial effects of dietary intake of antioxidants in these children

    Klinik Dilbilim

    No full text

    The Relationship between Internet Addiction, Loneliness and Sleep Quality in Nursing Students

    No full text
    Amaç: Bu araştırma hemşirelik öğrencilerinde internet bağımlılığı, yalnızlık düzeyleri ve uyku kalitesi ilişkisinin incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı ve ilişki arayan tipte olan bu araştırma, bir üniversitenin 2018-2019 eğitim öğretim yılında toplam 218 hemşirelik öğrencisi ile yürütülmüştür. Araştırma verileri Tanımlayıcı Özellikler Formu, Internet Bağımlılığı Ölçeği (İBÖ), UCLA Yalnızlık ölçeği (Ucla-LS) ve Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) ile toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS/20.0 programı kullanılmıştır. Veriler tanımlayıcı istatistikler, Kruskal Walls, Mann-Whitney U ve Spearman korelasyon kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Öğrencilerin % 78.4’ü kadın, % 58.7’si 21 yaş ve üzeridir. Ebeveynlerinin eğitim düzeyi, annelerinin % 19.3’ü, babalarının % 9.6’sı okuryazar değildir. Çalışmaya katılan hemşirelik öğrencilerinin İnternet bağımlılığı ortalama puanları 41.41±14.63 (20-88); Yalnızlık Ölçeği Puan ortalamaları 39.49±8.40 (27-80) ve PUKİ puan ortalamaları 8.80±3.58 (1-21’dir. Araştırmada Ucla-LS ile PUKİ puanları arasında istatistiksel açıdan anlamlı pozitif yönlü düşük şiddette bir ilişki vardır (p<0.05; r=0.137). İBÖ ile PUKİ toplam puanları arasında istatistiksel açıdan anlamlı pozitif yönlü düşük şiddette bir ilişki varken (p0.05; r=0.132). Sonuç ve Öneriler: Öğrencilerin yaklaşık her üç kişiden birinde sınırlı semptom gösteren internet bağımlılığı olduğu ve uyku kalitesi ile düşük şiddette ilişki saptanmıştır. Uyku kalitesi erkek öğrencilerde ve yurtta kalan öğrencilerde anlamlı derecede daha kötü ve yalnızlık ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Bu nedenle risk grubunda olan öğrenciler için hemşirelik eğitiminde bu konularda farkındalığa yönelik mesleki faaliyetlerin planlanması önerilmekted
    corecore